Yeni Üyelik
7.
Bölüm
@hamish

Şah, sabahın erken saatlerinde, malikanenin geniş kapısının önünde duruyordu. Hava serin, fakat güneşin ilk ışıkları ufuktan yeni yeni yükselmeye başlamıştı. Şah, derin bir nefes aldı, ciğerlerine dolan taze havayı hissetti. Gözlerini kapatarak birkaç saniye durdu, bedenini koşuya hazırlamak için esneme hareketlerine başladı. Kollarını başının üzerine kaldırıp gerdi, ardından bacak kaslarını gevşetti. Kulaklıklarını kulağına yerleştirirken, yüzüne odaklanmış bir ifade yerleşti. Müziğin ritmiyle hareketlenmeye hazırdı. Yavaşça hareket ederek, koşmaya başladı. Adımları ilk başta ritmik ve sakindi, nefesi düzenli bir şekilde alıp veriyordu. Koştuğu patika, malikanenin arkasındaki nehir boyunca uzanıyordu. Nehrin kenarındaki ağaçların arasında koşarken, doğanın uyanışını hissedebiliyordu; kuşların cıvıltıları, suyun hafifçe akışı ve yaprakların hışırtısı kulağına doluyordu. Bir süre sonra, tempoyu düşürerek durdu. Elleri dizlerinde, derin derin nefes alarak kendini toparlamaya çalıştı. Başını kaldırdı ve karşısında doğan güneşi fark etti. Güneşin sıcak ve parlak ışınları nehrin yüzeyinde parıldıyor, suyun üzerine altın renginde bir yansıma düşürüyordu. Şah, gözlerini kıstı ve elini yavaşça güneşe doğru kaldırdı. Avucunu açarak, ışığın parmaklarının arasından süzülüşünü izledi. O anda, tüm dünyayla arasındaki bağlantı kopmuş gibiydi; sadece o, güneş ve nehir vardı. Fakat Şah, bu huzurlu anın arkasındaki gölgeyi fark etmedi. Onu izleyen bir çift göz, uzaktan, ağaçların arasından dikkatle onu takip ediyordu. Adam, Şah’ın her hareketini gözlüyor, onun dikkatinin tamamen dağılmış olduğunu biliyordu. Şah, sabahın sakinliğine teslim olmuştu, izlenmekte olduğundan habersizdi.

Şah, güneşe doğru kaldırdığı elini yavaşça indirip arkasını döndü. Gözlerinde hala hafif bir şaşkınlık vardı, ama sesinde bu şaşkınlık yerine güven dolu bir soğukkanlılık hakimdi. "Daha ne kadar beni izleyeceksin?" diye seslendi. Şah, Ural’ın gülümsemesini görünce içten bir tebessümle karşılık verdi. "Komşu olduğumuz kesinleşti," diye cevap verdi. Sesinde hafif bir alay vardı ama altında yatan gerçeklikle birlikte, her kelimeyi özenle seçmişti.

Ural, birkaç adım daha yaklaştı. "Evet, sanırım öyle," dedi, Şah’ın sözlerini onaylayarak. Gözlerini Şah’ın elinde tuttuğu avuca kaydırdı, sonra tekrar gözlerine bakarak devam etti: "Seni burada görmek ilginç bir sürpriz oldu. Koşmayı sevdiğini bilmiyordum. Denk gelmedik hiç."

Şah omuz silkti, nehrin üzerindeki güneşin altın yansımalarına bir an daha göz attı. "Her gün yapmam ama ara sıra temiz hava almak iyi gelir," dedi, ardından Ural’a dönüp baştan ayağa süzdü.

Ural, Şah’ın bu direkt sorusuna hafif bir gülümsemeyle yanıt verdi. "Tesadüflerin hayatımızda bir rolü olduğuna inanırım, ama bugün burada olmam bir tesadüf değil. Seni gördüm ve durup selam vermek istedim."

Şah, Ural’ın bu sözleri üzerine düşünceli bir şekilde ona baktı. "Tesadüfler bazen hoş sürprizlere yol açar," dedi, ardından gözlerini tekrar nehre doğru çevirdi. "Ama her zaman ne anlama geldiklerini bilemeyiz." İkili, bir süre sessizce yan yana durduktan sonra, Şah aniden hareketlendi. "Koşuya devam ediyorum," dedi, Ural’a hafif bir bakış atarak. "İstersen eşlik edebilirsin." Ural, Şah’ın bu teklifine karşılık, "Seve seve," dedi ve birlikte yavaş tempoda koşmaya başladılar. Adımları, doğanın ritmine uyum sağladı; sanki sessiz bir anlaşma yapmış gibiydiler. Koşarken, Ural bir kez daha Şah’a bakıp gülümsedi, bu sefer ifadesinde hem hayranlık hem de bir sır taşıyormuş gibi bir his vardı. Şah ise dikkatini yoldan ayırmadan koşusuna devam etti, ama yüzündeki gülümseme hala yerindeydi.

Ural ve Şah, enerjik adımlarla mahalle boyunca ilerlemişlerdi. Şah'ın evinin önüne geldiklerinde, ikisi de biraz nefeslenerek durdular.

"Bugünlük bu kadar," dedi Ural, gülümseyerek.

"Koşu keyifliydi. Başka zaman yine yapalım mı?"

Şah, başını sallayarak onayladı. "Elbette, ne zaman istersen," dedi. Sonra, Ural’a elini uzattı. Kısa bir an elleri birleşti. İkiside aralarındaki çekimi fark ediyordu. "Hadi o zaman, görüşürüz."

Ural, Şah'a el sallayarak ayrıldı ve yavaşça yürüyüşe geçti.

Şah, evin kapısını açıp içeri adım attığında mutfaktan gelen kahvaltı hazırlığı sesleri hemen dikkatini çekti. Zeren, mutfakta keyifle zeytinleri keserken ve peynirleri tabaklara dizarken, Şah’ın eve döndüğünü fark etti.

"Şah, hoş geldin!" diye seslendi Zeren, gülümseyerek. "Bizimkileri uyandırır mısın?"

Şah, Zeren’e yanığını hafifçe sürterek bir öpücük verdi. “Elbette,” dedi, neşeli bir şekilde.

Zeren, Şah’ın terli öpücüğünden rahatsız olarak, "Terli terli öpme beni," diyerek hafifçe burun kıvırdı. Şah gülerek, yukarıya yöneldi. İlk olarak Tuana'nın odasına girdi.

"Tuana." Diye seslendi. Tuana, gözlerini araladı ve Şah’ın sıcak sesini duyunca uykulu bir şekilde başını yastıktan kaldırdı. Odanın yumuşak sabah ışığı, perdelerden süzülerek içeri giriyordu. Gözlerini ovuşturarak esnedi ve Şah’a hafif bir tebessümle karşılık verdi.

"Hadi kahvaltı hazır," diye tekrarladı Şah, Tuana'nın üzerindeki battaniyeyi hafifçe çekerek. Tuana, hala uykunun ağırlığı altında, yavaşça yataktan kalktı. Ayağa kalkarken pijamalarının yumuşak kumaşı ayak bileklerine hafifçe sürtünüyordu. Odanın serin havasını hissedince hafifçe ürperdi ve elleriyle saçlarını geriye doğru düzeltti.Tuana, Şah’ın samimi tavrını görünce kendini biraz daha canlı hissetti. "Tamam, geliyorum," dedi esneyerek. Ardından Şah, Tuana’nın odasından sessizce çıkıp yan taraftaki Teoman’ın odasına yöneldi.

Teoman’ın kapısını araladı ve odanın içindeki loş ışıkla karşılaştı. Teoman, yorganın altında hareketsiz yatıyordu. Yüzü yastığa gömülmüş, bedenini iyice yorganın içine çekmişti. Şah, usulca yaklaşıp hafif bir sesle, "Teo..." diye seslendi ama Teoman’dan herhangi bir tepki gelmedi.

Şah, Teoman’ın derin uykusundan uyanmasının zor olacağını biliyordu, bu yüzden eline yakınındaki yastıklardan birini aldı. "Teo, kalk artık," diye sesini biraz daha yükselterek yastığı Teoman’ın sırtına hafifçe fırlattı.

Teoman aniden irkilerek yorganın altında kıpırdandı, sonra umutsuzca sırtını Şah’a döndü. Şah, bir kahkaha atarak "Kalk hadi, kahvaltı hazır," dedi.

Teoman, nihayet uykusundan tam olarak uyanmaya başlamıştı, ama hala yataktan çıkmak istemiyordu. Gözlerini ovuşturup yastığını kafasının üzerine çekti. Şah, bu duruma gülümseyerek, "Hadi ama, seni bekliyoruz," dedi. Teoman hala yarı uykulu bir halde yastığı geri fırlattı. Ama Şah, çevik bir hareketle yastığı kolayca savuşturdu.Teoman bir an daha uykusunun etkisinden çıkmaya çalıştı, sonra hafif bir gülümsemeyle doğrulup yataktan kalktı. Şah, kazandığı zaferin keyfiyle hızlıca odadan çıkıp Devrim’in odasına yöneldi. Kapıyı açtığında, Devrim'i yorganına sıkıca sarılmış bir şekilde buldu. Yüzü huzurlu bir uykunun tatlı rehavetine kapılmıştı. Şah, Devrim’in bu kadar derin uyumasına hafifçe gülümseyerek yaklaştı ve elini onun omzuna koyarak, "Devrim, uyan!" diye seslendi.

Ancak Devrim, bu uyanma çağrısına karşılık vermedi, sadece biraz daha yorganına sarıldı. Şah biraz daha yüksek sesle birkaç kez daha denedi ama sonuç alamadı. Şah, çaresizce başını sallayarak geri çekildi. Odadan çıkarken “Zeren’in bundan hoşlanmayacağını söylemeliyim,” diye düşündü.

Aşağıya indiğinde, Zeren kahvaltıyı hazırlamış, masayı düzenliyordu. Şah, Zeren’e yaklaşarak, “Devrim kalkmıyor,” dedi, omuzlarını silkerek.

Zeren, Şah’ın sözlerini duyduğunda kaşlarını çatarak tezgâhtaki tabakları bıraktı. “Demek kalkmıyor, ha?” diye hafif bir öfkeyle mırıldandı. Ardından kararlı bir şekilde Şah'ın yanından geçip hızla merdivenlere yöneldi.Şah, Zeren’in odadan çıkarkenki kararlı yürüyüşüne bakıp gülümsedi. Zeren’in Devrim’i uyandırma konusundaki azmini biliyordu ve Devrim’in bu uykunun çok uzun sürmeyeceğinden emindi. Zeren, merdivenleri hızlı adımlarla çıktı ve Devrim’in odasının kapısını kararlılıkla açtı.Odadan içeri girer girmez, Devrim’i hala derin uykuda, yorganına sarılmış halde buldu. Zeren, bir an duraksadı, ama ardından hafif bir gülümsemeyle yatağın yanına yaklaştı. Yorganı bir çırpıda üzerinden çekip aldı ve Devrim’e seslendi, “Kalk bakalım, kahvaltı seni bekliyor!” Zeren, elindeki yorganı yatağın kenarına fırlattı ve kollarını göğsünde birleştirerek, “Artık kalkmanın vakti geldi, kahvaltı hazır,” dedi ciddi bir ifadeyle. Devrim, uykulu gözlerini aralayarak Zeren’in bağırışlarına uyandı. Hızla hareket ederek yorganı güçlü bir şekilde çekti ve Zeren’i yorganın altına çekti. Devrim, Zeren'in üzerindeydi. Ve yorganla adeta Zeren'i sapitlemişti. Şaşkın bir şekilde gözleri büyüyen Zeren, kendini aniden yorganın içinde buldu. Devrim, yorganın altında Zeren’in üzerine doğru eğildi ve kısa bir süre sessizlik hakim oldu. Kısa bir sessizlikten sonra, Zeren göz kırpan Devrim’e, "İşte şimdi uyandın," diyerek yorgandan çıkmaya çalıştı. Devrim ise, Zeren’in yanına iyice yaklaşıp, "Bu kadar zor olacağını düşünmemiştim,"Zeren, şaşkın bir şekilde, "Neyin?" diye sordu.

Devrim, Zeren’in gözlerinin içine bakarak derin bir iç çekti. Yorgana gömülmüş olarak bu kadar yakın mesafede olmak, kendi otokontrolünü zorlamaya başlamıştı. Kafasında karmaşık düşünceler arasında, Zeren’in varlığına karşı duyduğu çekim, kendini kontrol etme yeteneğini test ediyordu.

Zeren’in meraklı bakışları, Devrim’in bu durumdan ne kadar rahatsız olduğunu anlamasına neden oldu. İçten bir gülümsemeyle, "Bu kadar yakında olmanın zorlayıcı olduğunu," dedi, ama Zeren’in bu durumu hafif bir şaka gibi algılamasına yol açarak, anı daha rahat bir hale getirmeye çalıştı.Şah içeri, saçını havluyla kurulayarak girdi. "Ben duş bile aldım, Zeren hala kaldırmadın mı?" diye sordu. Zeren’in ve Devrim’in bulunduğu manzarayı görünce munzurca bir gülümseme belirdi yüzünde. "Seni de yat diye yollamadık," diye ekledi.

Devrim, Zeren’i serbest bıraktığında hızla toparlanarak, "Kalktı tamam," dedi. Zeren, Şah’ı kolundan tutarak odadan çıkarken, Şah sessizce, "Başka şeyler kalkmış gibi," diye mırıldandı. Şah’ın esprisi, Zeren’in yüzünü kızarttı.

Loading...
0%