11. Bölüm

Rüya : Gün Batımı Yolu

Handelendin
handelendin

Güneşin ufka doğru ağır ağır süzüldüğü vakit, yol sanki gökyüzünden çalınan bir fırça darbesiyle kızıla boyanmıştı. Taşların arasında tomurcuklanan çiçekler birbiri ardına açıyor, yapraklarından parıltılar saçıyordu. Havada süzülen kelebekler, kanatlarına sakladıkları ışığı serpiştiriyor, her adımı masalsı bir koridora dönüştürüyordu. Yol, sanki rüyalardan dokunmuş bir halı gibi, göreni içine çağırıyordu.

 

Ama fark edilmeyen bir sessizlik çökmeye başlamıştı. Çiçekler açacak gibi kabarıyor ama yapraklarını kıpırdatmıyordu. Kelebekler çiçeklerin içinde çıkamadılar, renkleri soluyordu. Güneşin kızıllığı ılık bir parıltı yerine donuk bir gölgeye dönüşüyor, yolun büyülü havası içten içe çatırdayarak sönüyordu…

 

Bu rüya yolunu böyle yapacak kabus ne olabilirdi ve rüya sahibini karamsarlığa dönüştüren.

 

Işılla birlikte korku adasından çıkıp kendimizi bir soluk gün batımı tablosununda bulmam ne kadar nostalji eski gittiğim rüyalardan birinde de ne vadisi diyorlardı. Unuttum bak şimdi. Ama o vadinin etkisi asla unutmayacağım bir mitolojik kabus yaratıkla savaştığı mı hatırlıyorum.

 

Işıl benim yerime söylemişti “ Sisli vadiden mi bahsediyorsun onunda vadi tablosunu kelebeklerim sayesinde gördüm.”

 

“ Çok yaşa Işıl, bende vadinin ismini unuttum ona yansıtmadı mı bu soluk resim ?”

 

“ Sen deyince fark ettim, harbi bir soğuk boyalarla boyanmış tablo gibi, eskimiş gibi bunu rengini solduran ne olabilir.”

 

“ Bilmeceleri bulmaya başlayalım. Çiçeklerin içleri dolu sanki bize bilmeceyi verebilir mi ? Bir tahminim var bu tabloyu renklendirecek cevaplar sunacağı kesin.”

 

“ Bende fikrini katılıyorum Feyyaz.”

 

Bu fikrimi kabul etmişti. Artık bilmece çözerek fikir yürütüp rüyaların bilmeceleri bize ne yararda bulunacağını ve cevapları ne kadar kısa bulabileceğini biliyordum. Belki bu düşüncemi yanıltabilir ama soluk bir resmi ne canlandırabilir diye düşünürken aklıma direk boyamak ve canlandırmak gelmişti. Tabii bunda kaç bilmece ve bu boyama işini zorlaştıracak yaratığın ne olacağı aklımda bir teori bulunmamakta. Nasıl anlatsam bu tablonun bize gösterdiği soyut resim sanatını.

Uzun bir yolun kenarında soyut güneşe doğru uzanıyor gibiydi yanda kapalı açmak isteyip açamayan çiçeklerin içinde çıkmak isteyen bir böcek mi yoksa çiçeğin dili mi bilemiyordum. Bu resmin ötesi var mıydı. Belki öteki taraf o kabusun evidir. İçimdeki bir ses ışıklar ve renklendiğinde o yaratıkla savaşacağımız dair korku belirdi.

 

“ Tek bir yol içinde ipucu bu bence sadece tek yönlü rüya olabilir bence.”

 

“ Bu yolun iki yönü var ama diğer yönünü sonra keşfetmeye başlayacağımızı düşünüyorum nedeni bu ana rüya ise o ise düşmanın evi olabilir veya düşmanın ta kendisi.”

 

“ Tamam o zaman rüya göreni nerede bulacağız diye soruma kendi cevabımı söylemiş oldum.”

 

“ Her zaman ben nerede buluyordum rüya göreni Işıl ?”

 

“ Dedim kendi soruma kendi cevabımı buldum.”

 

Işılla birlik ilk bilmeceyi bu tek boyutlu resimde öğrenirken belki aynı anda iki bilmeceyi karşı karşıya gelmek gibi yok benim için ama bilmecelerin nereden çıkacağını bilemeyiz. Havada toprakta veya belki sönük güneşin içinde herhangi bir yerde çıkabilir. Çiçeklerin içine açmayı akıl etmek gibi bir aptallık yapmıştım bilmece uğruna çok şüpheli gibi duruyordu. İçi dolu gibiydi ama yanılmış oldum. Yüzüme doğru siyah bir sıvıyla ölü kelebeği fırlattı. Peçeteyi düşlediğimde elime geldi. Yüzümü ve kıyafetimi giyerek siyah sıvıdan kendimi temizledim.

Işıl bana bakarak güldü “ Dikkatli açsaydın çiçeği, kenara çekilerek ya da bir kalkan gibi bir şey tutsaydın boyanmazdın.”

 

Ne komik değil mi ? Neyse bir peçete düşündüm zihnimde ve elime geldiğinde üstümdeki siyah sıvıyı silerek en azından biraz olsun temizlemiştim. Işıl benden uzaklaştı, kaldırım taşları üzerlerine ve altını üstünü getirirken benimle konuşmaya eksik etmemişti “ Sence bilmece sihirbazı, rüya sahibimiz nerede bulunacak, yaratığın ininde mi yoksa buralarda bir yerde bir şeye dönüşmüş halde mi ?”

 

“ Bilmece sihirbazı değilim saat sihirbazım ama bence bir tahminde bulunursam bir fikrim yok derim çünkü gerçekten bir bilgim yok.”

 

Işıl gülerek bir şey bulduğunu söyleyip yanına çağırmıştı. “ Bir taşın üstünde bir şeyler yazılı ama anlamıyorum. Bir yanıma gelir misin ?” dediğinde saat taşından defterimi isteyip yanına gitmiştim ve yazılı olan taşın üstündeki silik silik olan yazıları boş bir sayfa açarak deftere işledim. Eksik harfleri yazdıktan sonra Işıl taşı yere koyup yanıma geldiğinde ben defterde eksik harfleri yerine ne koyabilirim diye düşünüyordum ve rüya atmosferine bir bakış attım. Beynim çalışmaya başladı diyebilirim, sürekli bilmeceler çözerek fikir yürüttüğümü bir kez daha anladım.

“ Benim aklımda şu geçiyor, bilmecenin ne dediğini çözemedim ama çözeceğim. Sanırım bu bilmecenin yanıtları şu çiçeklerden geçiyor olacak ve içinde ölü kelebekleri canlandırmakla ve ikinci bilmeceye uygun kelebeği bulacağımızı eminim.”

 

“ Sonunu görmeden tahminlerin gerçekten müthiş!”

 

Güldüm “ Sanırım senden önce ve sonra beynim bilmeceleri çözerek pratikleşti.”

 

Ne olabilirdi. Aklıma gelen şeyleri ve bilmeceyi birleştirmeyi çalıştım ama aklıma gelmiyordu. Sonra eğer taşın üstünde yazıysa ya kazınmış ya da direk yazılmış gibi olacağı aklıma gelmişti.

“ Işıl, harfler kazılımıydı taşın üstünde ve içinde ?”

 

“ Pek bakmadım. Dur taşı tekrar bulup getireyim.” Işıl taşı buluna kadar ben yarım yamalak bilmeceyi kelime türeterek tamamlamayı çalıştım. “ Gökyüzü solgun…kayıp, renkleri…mak için…ların dilini dinle…” hadi bu boşlukları nasıl doldurabilirim ki çok eksik, ne kayıp, renkleri ne yapmam lazım neyin dilini dinleyeceğim ve gerisi zaten okunmuyor. Işıl’ın sesini duydum, defterden odağımı çekip elinde taşıyla bana doğru geliyordu, taşı bulmuştu ve yanımda durmuştu defteri Işıl’a uzattım ve taşı elime alarak inceledim, oyuk ve çukur var mı diye bakarken bulmuştum oyulmuş bilmece bu taşın üstüne kazılmış ama kenarları hasar gördüğü için tam okuyamadık ama bir tebeşir ile kazılan yeri boyayıp eksikleri görebilsem belki bilmece ortaya çıkar.

Elimde tebeşir belirdi, direk zihnimi okuyor gibi rüya gören, daha aklımdan geçirmediğim tebeşiri elime bıraktı. Oyulmuş harfleri üstüne bastırarak boyamaya başladım. Uzun ve ellerimin hali kalmayana kadar boyadım. Tebeşir tükendi, yenisi geldi…bu süreç böyle sürmüştü ki sonunda harfler çıkınca bir nevi olsun eksik cümleleri tamamlayabiliriz.

 

“ Feyyaz bilmece şu ‘ Gökyüzü solgun, renkleri kayıp. Renkleri uyandırmak için, taşların dilini dinle. Notalar çiçeği açar. Başarısız olursan baştan başlar.” Tuhaf bir bilmece, tahmin etmiştim. Ne yapacağımız konusunda ama nasıl yapacağımız konusunda pek bilgim yoktu ama şimdi çarklar yerini oturdu. Ama şimdilik paydos akşam olduğuna dair bir fikrim var ama şimdilik hem gözlerim hem ellerim yoruldu. Biraz acıktım da annemin yemeklerini özledim, her ne kadar beni suçlamaları devam etselerde ben sanırım burada kaldığım süre boyunca onların yokluğu içimi oturdu. Buradan çıkar çıkmaz açamadığım ağzımı onlara benim böyle olma sebebi mi kendileri olduğunu söyleyeceğim. Böyle ilgisiz ve sorumsuz olmam, onların suçu benim değil.

 

Ailemin yemeğini getiremezdi, bulup önüme koyamadığını biliyordum çünkü ne ben ona, onlar beni tanıyordu. Bir yaprak salması olsa diye düşledim ve önümde bir tabak belirmişti. Tabağı uzanarak elime aldıktan sonra kirli ellerimle yemek istemediğim için bir ıslak mendil istediğimde elimde belirdi. Geri yere bıraktım, mendille ellerimi silerek zihin gücümle yok ettikten sonra tabağa geri uzanarak bir sarma ağzıma alarak Işıl’a doğru uzattım “ Teşekkür ederim Feyyaz. Feyyaz ben ikinci adın yerine ilk adını daha çok sevdim. Bartu, günümüzün sık kullanılan isimlerden biri ama feyyaz nadir isimler diyebilirim. Az çok bu ismi kullananlar bence Feyyaz Ateş olsun Bartu’yu silmelisin yani ağızlarından, kimlikten silinmez ama…”

 

Güldüm “ Bartu anne ve babamın koyduğu isim Feyyaz ise en çok vakit geçirdiğim dedemin bana verdiği isim, yanımda olsaydı seni çok severdi Işıl.”

 

“ Merak etme buradan çıkacağız ve dedenle tanışmayı çok istiyorum.”

 

“ Çıkacağız da Işıl, dedem hayatta değil ki.”

 

Işıl’ın morali düştü. O benim için üzülüyordu “ Üzülme, ben dedemi gençkken kaybettim yani büyük bir şeymiş gibi söyledim ama dedemle çok vakit geçirdim tabii onun varlığını hala özlüyorum ama olsun. Zaten dedemin yokluğunu aratmayan suçlayıcı ailem sayesinde dedemi unuttum ama burada geçirdiğim saatler ve günlerde ne kadar azarlayıp kavga etselerde onları özledim. Buradan çıkalım, ne durumda uyanacağımı bilmiyorum ama onlara bir iki cümle söyleyip birde ben onlara suçlayacağım.”

 

“ Ben ailemi dört ay boyunca göremedim. Onlar ne durumda olduklarını bilmiyorum ? Belki beni unuttular!”

 

Bir yaprak sarması parmaklarımla alıp ağzıma atarken “ Işıl, ben buraya düşmeden senin kayıp ilanını televizyonda gördüm. Ailen seni unutmadı.” demiştim ağzıma yaprağı atarak çiğnerken Işıl, bana kocaman sarılmıştı. “ Bunu hatırlattığın için teşekkür ederim. Bu konuyu kapatalım ve yarın için hem gözler hem zihin hemde parmaklarımız biraz dinlensin.” demişti son lokmayı Işıl’a uzattım ve ellerimi tekrar temiz mendille silerek uyku tulumun içine

                     🧭

Solgun gün batımını bakarak uykuya dalmıştık ikimizde delice şeyler söyleyerek gülüp eğlendik ama gözümde Işıl’la birlikte geçirdiğimiz şu koskocaman rüyaları hatırladıkça mutlu oluyordum. Aradığım bir sevgiydi ve eskiden bana yabancı olan şu an ise dost olan bir kıza sevmiştim. Hala onun rüyasında piyano sahnesinde ikimizin arasında oluşan çekimi hatırlıyordum, dudaklarına dudaklarıma kondurduğumu düşündükçe gülüyordum. Gözlerimi yanında olan bu güzel kıza bakarak yumdum.

 

Sabah ise yanağıma değen ıslaklıkla gözlerimi açtığımda Işıl’ın gözlerini ve gülüşünü gördüm. Onun gülüşüne karşılık vermiş gülümseyip “ Eğer bu rüya içinde rüya ise bu rüyadan uyanmak istemiyorum.”

 

Işıl’ın kıkırdanma sesini duydum “ Değil Feyyaz bey, bu rüya içinde gerçeklik olan bir durum, doğru seni yanağından öperek uyandırdım. Kalk hadi şu ilk bilmeceyi çözmek için tüm gün taşlara basarak melodi uydurmayı çalışacağız.”

 

Doğru, bilmecenin varlığını hatırlayarak uyku tulumundan doğrulup fermuarı açarak içinden çıkmıştım ki “ Işıl sen galiba bilmecenin cevabını buldun diyeceğim de o kadar zor çözülmesi gereken bir şey olmadığını hatırladım. İşin zor kısmı ise taşların çıkardığı doğru melodiyi hatalar yaparak bulacağız ve hangi taşların olacağını üstüne basarak anlayacağız yani uzun bir basma sürecimiz olacak.”


 

“ O zaman sandviçleri yedikten sonra gözümüze batan taşları dikkat keseceğiz.”

 

Cebimdeki saati baktım bizi nasıl çözeceğimizi göstermeyebilir ama belki hangi taşlardan başlayacağımızı göstereceğini inanıyorum. Yüzümü suyla yıkadıktan sonra sandviçi yedikten sonra cebimden pusulalı saati baktım. Kafamda taşların nerede olduğunu düşünerek saatte yönlendirdim ama saat olduğu gibi sabit kalmıştı. Ne bir pusula gibi yön gösterdi ne de bir şekil almayınca oflayarak cebime geri koydum.

 

“ İşe yaramadı bu saatte genelde yön bulmamız içi pusula görevi görmüştü ama şimdi işe yaramadı.”

 

Işıl gülmüştü “ Bir yere yönlendirmesi için labirent gibi veya her yere açılan bir rüyanın içinde olman gerekmiyor mu ? Taş konusuna gelirsek bilmecede renkleri bulmamız gerektiğini söylemişti ya da yazılmıştı di mi ?” Başımı evet olarak salladım konuşmaya devam etti “ O zaman Feyyaz bu kaldırım taşlarından farklı olanları bulup deneyeceğiz. Zaman alacak belki ama doğru notayı bulmak.”

 

Başımı onaylar gibi salladığımda bilmece de Işıl’ın az önce söylediği şeye kafam takılmıştı. Farklı olanı derken renkli taşları mı demek istiyor olabilir ya da taşların sesi de olabilir. Valla bilmiyorum ama bir yerden başlamak lazımdı. Ayağa doğruldum ve tüm yola dizilmiş taşlarda bir farklılık var mı diye düşünüyorum. Sıra sıra ilerlerken bir taşın üstünde notaya benzeyen bir sembol görüyorum. Acaba diye düşünürken bunlardan kaç tane vardı.

 

“Işıl, renk değil de notalar yazılı taşlar bulalım,” dedim. “Ben bir tanesini buldum.”

Defterimi kol saatimin arasından çıkarıp taşı bulduğum yeri ve hangi sırada olduğunu kalemle işaretledim.

Benden sonra Işıl da birkaç taşta nota benzeri çizimler bulmuştu. Yanına doğru giderken bastığım bir taştan hafif bir ses çıkınca irkildim ve geri adım attım.

 

Bulduklarımızı deftere not ederek bilmecenin nesnesini bulmuştuk; geriye sadece cevabını çözmek kalmıştı.

Tüm notalı taşların yerlerini çizdikten sonra işimiz, rastgele taşların üstüne basıp çiçeklerin hareketini gözlemlemekti. Hangi taşta kıpırtı olursa, o notadan ilerlemeye devam ettim.

 

İlk denememizde bir hata yaptık.

“Do notası doğru ama sondaki nota La değil,” diye düşündüm.

Ben zıplarken Işıl, La yerine Si notalı taşa bastığında çiçekler hafifçe kıpırdadı.

Not ettim. Si notasından sonra ince Mi notasına geçtiğimizde ritim bozuldu, hata yaptık ve başa döndük.

Do – Si notalarını tekrar deneyip ardından Fa notasını ekleyince doğru dizilimi bulduğumuzdan emin olduk. Deftere yıldız koydum.

 

“Do, Si, Fa notaları tamam,” dedim. “Ama bundan sonra kalın mı, ince Mi mi gelecek? Yoksa aynı şekilde La mı? Sonra tekrar mı ediyor?”

 

Işıl, düşünceli bir sesle yanıtladı:

“Emin olacağız ama eğer bu gün batımlı bir resimse melodisi de öyle olmalı. Belki bazı notalar kendiliğinden gelir, melodiyi bulunca. Sadece birkaçını yer değiştirsek yeter.”

 

Ben kalın Mi notasına bastım, ardından Işıl La notasını denedi… fakat yine hata verdik.

Bu kez en baştan başlayıp doğru bildiğimiz dizilimi takip ettik. Işıl, sezgisiyle ilerledi. Gün batımına kadar tüm taşları tek tek deneyip sonunda çiçeklerin ritmine uygun melodiyi bulduk.

 

Akşama kadar süren bu denemelerden sonra yorgunduk. Çiçeklerin arasında oturup hafif bir akşam yemeği yedik.

İlk bilmecenin cevabını bulmuştuk.

 

Sonra, doğru notaları son kez aynı sırayla bastık. Taşların altından yayılan titreşimle çiçekler birer birer açıldı. İçlerinden, boya tuzları taşıyan gün batımı kelebekleri fırladı.

Kelebeklerin ayaklarından dökülen renkler gökyüzünü ve çiçekleri boyarken, biz hâlâ güneşi boyamak lazım.

 

Bu sefer ben değil Işıl’a görev düşüyordu. Benim bu kelebeklerin arasında bilmeceyi bulmam imkansız gibi bir şeydi.

“ Bu işe bana bırak. Küçük kelebeklerim bu renk kelebeklerinde tuhaf olanı bulun.” Tatlı tatlı söylediğinde kelebeği uçup kelebeklerin arasında o kelebeği ararken ben bu rüyanın içinde bilmece dışında defter sayfaları var mı bizden önceki koruyucuları olup olmadığını araştırmak istedim. Boş boş durmak istemedim. Çiçeklerin arasında, yaprakların içinde kenarlara açarak bakındım. Saatte gösterilen son üç rüya vardı. Bu rüyadan başka iki rüya kalmıştı. Son rüya ise bizim çıkış noktamız olacak.

Her yeri didik didik aradıktan sonra pes ettim. Burada bir şey çıkmadı ama Işıl’ın buldum dediğinde elinde kelebeği kağıt gibi kanatlarından açtığını ve kanatlarını kopardığını düşünerek bir şey söyleyecektim ki dönüştüğü formu bakınca beni görüp gülümsedi.

“ Kağıttan kelebekler çok yapardım okulda bunu.” Ne güzel zamanlardı. Işıl okulda kelebekler yaparken bense saatlerle ilgilenirdim. Neyse işimize dönelim. Kağıttaki bilmeceyi okuduğunda ‘Nasıl yani ?’ dedirtti.

 

“ Beni bulmak için, bakış açını değiştir.”

 

Tek kelimelik bilmece ve bilmecede saklanan kişi sanırım aradığımız x kişisi olabilir.

 

“ Bu çok tanıdık bir şeye benzedi sanki ? İlk rüya görende böyle bulunmuştu. Canavarı yok etmek için birlikte savaştık. Ama bakış açını değiştir derken ?”

 

“ Bir tahminim var benim. Misal bu resim bir tablo olsa sisli vadi rüyası gibi bir tablo…Tek boyutlu bir resimde nasıl bakış açısını değişir ki ?”

 

“ Çok geç oldu. Biraz dinlenelim hem az kaldı. Bilmeceler…” Işıl başını salladı. Soluk güneşin altında uyku tulumların yanında makarna rüya günün menüsü…

Ben bir yandan deftere bilmeceyi yazdığımda aklıma gelen fikirleri yazmıştım. Kafam fazla düşünmekten algılamıyordu. Yarın olunca düşünecektim ama Işıl’ın nerede olduğunu bulmam lazımdı.

 

“ Işıl seni bulmam için bana en son ne hatırladığını ve 4 yıl veya ayda kırık şatoda kaldığını anlatsana..”

 

Işıl bana gülümsemişti “ Bilmiyorum en son hatırladığım okula yürüdüğüm yol vardı. Sonra biri bana seslenip kafama bir şey vurup bayıltıp götürdüğü,”

 

“ Işıl hangi okul veya bölümde okuyorsun belki uyandığım yerde çıkıp senin okul yoluna ilerleyebilirim.”

 

“ Ben mi sanırsam Gülçiçek Görsel Sanatlar fakültesi müzik konservatuar bölümünde okuyorum.”

 

“ Dur ben o fakülteyi biliyorum. Benim okulumun bir yan sokakta orası.”

 

“ Harika yakınlık sen nerede okuyorsun feyyaz ?”

 

Gülümsedim “ Sıradan yüksek meslek fakültesi makine mühendis bölümünü okuyorum. Mühendis öylesine seçtiğim meslek sayılabilir.”

 

“ Güzel bölüm seçmişsin makineli şeyleri mühendisi olmak.”

 

“ Neyse bunları çıkınca konuşalım olur mu bu kalan rüyaları bitirdikten sonra…”

 

                    🧭

Kendimi bir boşlukta buldum. Her şey sessizdi, ama sessizlik bile yankı yapıyordu.

Bana ters dönük bir masa ve devrilmiş bir sandalye havada asılı kalmıştı — düşmüyordu.

Sonra fark ettim: bulunduğum rüya bir tabloydu. Güneş kısmı yere bakıyordu ya da ben ters duruyordum… artık emin değildim.

 

Birden aklıma o bilmece geldi:

 

> “Beni bulmak için bakış açını değiştir.”



 

Kendi kendime güldüm. Buradan çıkarsam bir zeka yarışmasına katılmalıyım herhalde, dedim.

Bilmeceleri çöze çöze beynim başka bir evrime girmiş gibiydi.

 

Kafamı aşağı çevirdim. Yere düşer düşmez tabloda bir tuhaflık fark ettim — çizgiler birbirine karışmıştı. Tam o sırada, yankılanan bir ses duydum:

 

> “Saat Sihirbazı… beni görüyorsun, değil mi? Ben de sizi öyle görüyorum.”



 

Donup kaldım. Bu, rüya görenin sesi olmalıydı.

Gözlerimi açtığımda sabah olmuştu. Gerçek dünyada, Işıl yanımda sessizce uyuyordu. Onu uyandırmadım, ama rüyanın anlamını artık biliyordum.

 

Bir süre sonra Işıl mırıldandı, gözlerini aralayıp bana baktı.

“Ne buldun?” diye sordu.

 

“Elimde değil, bu sefer rüyada buldum,” dedim.

“Rüya sahibi bana ipucu verdi.”

 

Işıl doğrulup şaşkınlıkla baktı.

“Nasıl yani? Hep işaret ederdi, konuşamazdı… sana konuştu mu?”

 

Başımı evet anlamında salladım.

“Evet. Bana dediği şey şuydu: ‘ Beni nasıl görüyorsan bende seni görüyorum.’

Ben onu izliyordum, ama o da bizi izliyormuş. Yani görünmez bir perde var aramızda.

Bu bilmecenin cevabı ‘hayal gücü’. Biz hayal edersek perde kalkacak.”

 

Işıl gülümsedi.

“Gerçekten tuhaf… ama bu alem tuhaflıkların başkenti zaten.”

 

Birlikte kahvaltı ettik, ardından ikinci bilmecenin cevabını bulmak için gözlerimizi kapattık.

Rüyayı bir tablo gibi düşledik: tek yönlü, renkleri solmuş, ama bir yerinde gizli bir izleyici hissiyle.

Sonra el ele tutuşup dışarıdan bakmaya çalıştık.

O an… rüya yavaşça dönmeye başladı. Perspektif kaydı, gökyüzü baş aşağı çevrildi.

Sislerin içinde bir silüet belirdi. Perde yırtılmıştı ve kaldırım taşlı patikada rüya gören bize doğru koşup üstümüze atladığında hem şaşırdık hem başardığımızı seviniyordum.

 

“ Beni kurtardınız teşekkür ederim.”

 

“ Tamamen kurtulamadın büyük kabus korkunla yüzleşeceğiz ve güneşi boyamanın en iyi seçeneği ve rüya geçidinden çıkmanın peki bir sonraki bilmece ne ? Ve bizi kendinden bahseder misin ?”

 

“Ben Meyra, bu rüyanın sahibiyim,” dedi sesi yankılanarak. “Üçüncü ve son bilmeceyi aklımda tutuyordum:

‘Alevdir rengi, geceyle kardeş; külleriyle doğar, yok olunca göğü boyar.’

Bunu size bırakmam gerekiyordu.”



 

Işıl başını yana eğdi, gözleri kısık.

“Bize iki anlamlı bir bilmece verdin,” dedim ve düşünceli bir tonla. “Ama sanırım cevaplardan biri kabus yaratığına götürüyor.

Yok edip kurtulamayacağımız bir şeye... Ama eğer bizden önce gelen koruyucular yaratıkların zayıf noktalarını bir yerlerde bıraktıysa, onları bulabiliriz.”

 

“Yani yaratığın yeniden doğmasını engelleyecek bir şey?” diye söyleyince içimde bir his işimiz zor olacağını söylemişti.

 

“Evet,” dedi. “Ama o not, ilk yaratığın ininde olmalı. Soru şu: o in nerede?”

 

Ben soruyu parça parça bölerek cevapladım. “Gündüz göremeyeceğimiz bir yaratık, yani avı gece başlatmamız gerekiyor.‘Geceyle kardeş’ dediği bu olabilir.‘Alevdir rengi’ kısmı güneşi simgeliyor... ve ‘külleriyle doğar’ ifadesi de açık, yeniden doğan bir kuş türü.”

 

Işıl gülümsedi, gözleri parladı o da dediğimi anlamış gibiydi “ Gece ile kardeş bir gece kelebeği ‘güve’ olabilir sonra yeniden küllerinden doğan kuş ‘ anka kuşu’ demek istedin.” Başımı onaylar gibi salladım.

 

Mayra bana bakarak bu kadar hızlı çözdüğümü şaşırdı “ Vay be bilmcenin cevabını düşünmeden çözmen inanılmaz.”

 

“ Senden önceki esirleri kurtarırken onların bilmceleri bana pratik yaptırmış gibi oldu.”

 

“ Anlıyorum. Bende sizinle birlikte çıkışı bulabilir miyim veya sizinle savaşabilir miyim ?”

 

“ Olur savaşabilirsin. Senin gibi önceki rüyada rüya sahibi ile birlikte yaratıkla savaştık. Sende katılabilirsin.”

 

Mayra çok sevinmişti ki gözlerinde heyecanı görüyordum. Bu iş biraz zor olacak “ Plan şu arkadaşlar; gece herkes uyanık olacak güveyi inine kadar takip edeceğiz ama bu rüya senin Mayra o yüzden tek boyutlu resmi devamını görmeni hayal etmeni istiyoruz. Bu rüyada bir şeyler isteyebiliriz ama değiştiremeyiz o yüzden en büyük iş sana düşüyor.”

 

Mayra söylediklerimi anlamış gibi başını salladığında aç olan Mayra’ya makarna düşünerek ikram etmiştim. O yemeğini yerken konuşmama devam ettim “ Bana göre o inde kabusu eski haline dönüştürmeyi anlatan kağıt parçası bulacağımızı inanıyorum.”

 

“ Bende katılıyorum o zaman biraz dinlenelim bu sefer sabah işimiz yok. O yüzden akşam karanlığında işe başlayalım. Benim için uzun bir uyku çekmek gibi olacak kesin. Gözlerimi kapatıp akşam yapabilirim rüyamı isterseniz ?”

 

“ Aslında bu daha mantıklı olur beklemekten ziyade akşamı düşün ve değiştir.” Bunu Işıl söylemişti. Mayra’ya.

 

Mayra denileni yaptı uzun bir uyku çekmek için bir yastık ile akşamı hayal ederek rüyayı akşam vaktine getirmişti. Biz hala bu durumu kavramayı çalışırken Mayra gözünü açtığında gün tekrar olması gerekeni dönüyordu. Kayboluyordu “ Mayra hep uykuda kalacaksın ama bu sefer seni tutan bir durum olmadan güzel bir uyku çekeceksin ve bize o canavarın inine açılan yolu bulmamızı sağlamanı istiyorum.”

 

“Yaparım, çabuk olun.” dediğimde akşamın sessizliği, kapalı kapıları şafağa doğru uzanan bir yola dönüştürdü.

Mayra’yı korumak için kartlardan birini kullanacaktım ama bunu benden önce Işıl yaptı — bir kelebeği kendi kopyasına dönüştürmüştü.

“Kelebek şarkıcısının böyle bir özelliği olacağını hiç düşünmezdim,” dedim hayranlıkla.

“Çok yakında kelebeklerimin tüm sırlarını öğreneceksin,” dedi Işıl, sesi rüzgarın içinde yankılanırken. “Ama şimdi acele etmeliyiz.”

O an, kalbim bir anlığına yerinden fırlayacak gibi oldu. Ben bu prensese her geçen gün biraz daha aşık oluyorum.

“Rüzgar hızlandığına göre,” dedim sonra, “kelebek buraya doğru kanat çırpmaya başladı. Kanatların bıraktığı izlere bakılırsa…”

“Haklısın,” diye karşılık verdi Işıl. “Yaklaşıyor… bize doğru.”

 

Bizi fark etmemesi için çiçeklerin arasına saklanmıştık. Uyuyan arkadaşımızı unuttuğumuzu sanırken, o bizi bir kez daha şaşırttı.

Işıl’ın Mayra’ya koruma olsun diye kelebekten faydalanacağını hiç bilmiyordum. Kelebek gözlerimin önünde kayboldu; o kadar sessizdi ki, sanki hava bile nefesini tutmuştu.

Zaten karanlık bir gündü — ama o an, gökyüzü daha da kapkaranlık oldu. Güvenin devasa gövdesi, etrafı bir gölge gibi sardı.

Kıpırdamamaya çalıştık; eğer buradan uzaklaşırsa, arkasından gizlice takip edip kozasını yaptığı ağacı ya da mağaraya benzeyen yuvasını bulabilecektik.

Bir süre hareketsiz kaldı, sonra etrafı koklar gibi inceledi. Geri çekildiğinde, göğsüme dolan havayı ilk kez rahatça bırakabildim, şükrettim.

 

Güve gözden fazla uzaklaşmadan, o göklerde süzülürken biz yerde saklana saklana ilerliyorduk. Bazen nefes almak için kısa molalar verdik.
Işıl, kelebeğini peşine taktığı sıradaydı. O kelebek, yol boyunca diğerlerini bulup onlara bir şeyler fısıldadı; az sonra, dostlarının kanat izlerini takip ederek ilerledik.
Sonunda, bacaklarıma kara sular inerken devasa ağacı gördüm — kozayı taşıyan o karanlık ağacı. Ağzım açık kalmıştı.
İçimde bir ses, “Bu rüyada bütün kartlarını oynayacaksın, Feyyaz,” diyordu.

Saatimden Kart Cambazı kartını çağırdım. Gülümseyerek döndüm:
“Işıl, sen burada kal. Ağaca tırmanıp o güveyi kuşa çevirecek kağıt parçasını bulacağım. Sonra iner, oyalanmadan peşimize takarım.”

Işıl başını salladı. Cambazlık zamanıydı. Kartın üzerindeki cambaz resmini kendime çevirdim.
“Kart Cambazı!”

Bir anda vücudum hafifledi; parmak uçlarımda denge buldum. Kartı Işıl’a uzattım.
“Bu sende dursun, Işıl.”
“Tamam, ama biraz acele et!”

Gülümseyip ağaca tırmanmaya başladım. Küçük oyuklar, dal parçaları avuçlarımı çizse de durmadım.
Tırmandım… tırmandım… tırmandım.
Sonunda bir dalda durup nefeslendim. Sonra karar verdim, yukarıya düz tırmanmak yerine, dallardan dallara atlayarak kozanın olduğu yere ulaşmayı çalıştım. Arada kısa bir nefes molası verdim. Yaklaştığımı hissediyordum ama bu ağacın hangi dalında o kopmuş sayfa olabilirdi ki?

Kozanın bağlı olduğu dala en yakın yan dala atladım. Derin bir soluk alıp çevreme baktım; burada güvenin esareti yoktu. Sanki bu bölge, yaratığın bile giremediği bir boşluktu.

Kozanın dalına dikkatle yaklaştım, kırılmaması için parmak uçlarımda yürüyordum. Dallar aşağıya doğru kıvrılmıştı, ben de dengenin bana ihanet etmemesi için baş aşağı sarkarak kendimi sabitledim.

“Belki de sayfa içindedir,” diye fısıldadım.

O anda içimden bir dilek geçirdim ve elimde bir fener belirdi.

Fenerin solgun ışığı kozanın içini aydınlattığında, ipliklerin arasına sıkışmış bir şey gördüm: yırtılmış, yanık kenarlı bir sayfa. Kalbim hızlandı.

“Buldum…”

Uzandım, parmaklarım sayfaya değdiği an, dalın altımdan gelen ince bir çıtırtı duydum.

“Hayır… şimdi değil!”

Ama çok geçti. Dal kırılmış benimle birlikte aşağıya doğru süzülüyordu.

Sayfayı avuçlarımda sımsıkı tutarken boşluğa düştüm , tıpkı bir gökdelenden yuvarlanır gibi. Aşağıya doğru savruldukça dalları sırtıma vurarak düşmeye devam ederken, rüyada bile bir yerim acıması ve kanaması bana normal değil anormal gelmişti.

Midem bulandı, ama sayfayı bırakmadım.
Düşüşü son vermek için kart cambazının numaralarını aklımdan sayıp sağlam bir dala atladım ve kendimi sağlama aldım. Kağıtta yazan dönüşümü incelerken anladım: güveyi diri diri yakıp küllerinden anka yaratmamızı istiyordu. Peki, güveyi nasıl yakalayacaktık? Elbette kağıtta yazmıyordu.

Tam o sırada Işıl’ın kelebeği koluma kondu. İnce bir fısıltıyla, “Feyyaz, güve buraya geliyor,” dedi. Gülümsedim.
“Güveyi yakalama oyununa var mısın?” diye sordum.

Işıl önce şaşırdı. “Nasıl yani?”
“Güveyi cayır cayır yakıp anka yapacağız.”
“Bunu zaten düşündük. Peki Mayra’yı nasıl uyandıracağız?”
“Çok basit. Güveyi hapsedeceğiz.”

Tam o anda güvenin karanlık gölgesi üzerimde hissedildi. Ben aşağı atlayıp güveden uzaklaşmaya çalışırken Işıl’a bağırdım:
“Bir ip düşün, Işıl — kovboyculuk oynayacağız. Yakalanınca kafesin içine hapsedip Mayra’yı uyandıracağız; sabaha eriştiririz, çünkü güneşi en iyi sabah boyar!”

Işıl gülümsedi ama kuşkuyla sordu: “Söylemesi kolay, yapması zor değil mi?”
“Evet,” dedim, “o yüzden klon istedim.”
Kart cambazının numaralarını mırıldandım; üç belirsiz silüet titreyerek ortaya çıktı. “Bize üç kişi lazım,” dedim. “Biri kafesi kuracak, biri güveyi oyalayacak, biri de Mayra’yı koruyacak.”

“ Yani ben kafesi hazırlayacağım sen yakalayacaksın konulduktan sonra kamp ateşinde pişireceğiz.” bunu dediğinde ben çoktan yanına atlamıştım ki elime karttı verdiğimde hızlıca saat sihirbazı dediğimde ona dönüştüm ve sayfayı ile kartı bir sonraki kartla yer değiştirip klonumu hızlıca oluşturdum. Klonumu takip ederken ben ise bir halat düşünmüştüm Işıl ise Mayra’nın olduğunu tarafa yönelmişti ve yakalanmamı yardımcı olması için kelebeği büyütmüştü ve işin eğlence tarafı zevkli kısmı bana düşmüştü ne yazık ki ?

Kelebeğin üstüne binmiş elimde kocaman halat iple güvenin arkasından ip sallayarak tutturmaya denedim ve kaçırdım bir daha sallayarak fırlattım bu seferde kaçtı artık bıktım diyerek son kez ipi salladığımda yakalamıştım ve hızlanınca bizi de birlikte uçurdu en son bir kartımı kullanma sırası gelmişti.

“ Üzgünüm kelebekçik bunu yapmalıyım.” diyerek saatten sessiz emri alarak kartı önümde uçan kelebeği tutarak yelkovanı ona zorlanarak tutturup durdurmuştum ki heykel gibi dondu ve bizi de birlikte düşürürken yardımı gelen diğer dev kelebekle taşıdılar.

“ İşin zor kısmı bitti tek yapmamız gereken kocaman kafeste bunu hapsetmek.” diye sesli düşünmüştüm ve iki dev kelebek kafesin olduğu alana doğru bizi indirdiğinde klonumla Işıl ile ben kafese kapattıktan sonra toprağa üstüne oturup “ Mayra’yı uyandırma vakti,” demiştim Işıl, Mayra’nın yanına gidip onu uyandırmaya gitti; ben ise klonu yok ettim ama sessiz emir hâlâ aktifti.

Sabah olduğunda uyandığını hissettim. Yanıma gelip, kafesteki karanlığa baktığında kabusların asıl sebebini görmüştü.

“Demek kabus görmemi sağlayan ve güneşi hapseden güve bu,” dedi.

Ayağa kalktım. “Odunları toplama vakti. Düşleyip bir kamp ateşi yakacağız, güveyi küllere çevireceğiz; o küllerden anka doğacak ve rüyan eski haline dönecek.”

Başını salladı. Düşlediğimiz odunları bir araya getirip ateşi yaktık. Çakmağın kıvılcımıyla duman göğe süzüldü. Donmuş güveyi kafesten çıkarıp ateşe fırlattığımızda içimde bir rahatlama belirdi.

Kanatları yanarken küllere dönüşüyordu. Tam o anda, onu yeniden canlandırmayı düşündüm. Komutu tersine çevirdiğimde, çıkmaya çalışan güve tamamen yanıp yok oldu — ardından alev çemberinin içinden bir kuş doğdu.

Anka her kanat çırptığında sıcaklığı çevreye yayıldı. Göğe yükselirken Işıl hayranlıkla mırıldandı: “Başardık…”

Kuş güneşe doğru kanat çırpıp ışığın içinde kaybolduğunda, gün batımı manzarası hem Mayra’nın çıkış kapısı olmuştu, hem de bizim geçidimize dönüşmüştü.

“Rüyamı kurtardığınız için teşekkür ederim, ikinize,” dedi Mayra.

Işıl gülümsedi. “Asıl sen bize bu tek boyutlu rüyanın güzelliğini gösterdin.”

Mayra, ikimize tek tek sarıldı ve ışık kapısından yürüyüp gitti. Bizse Işıl’la el ele, yeni bir rüyanın kapısına yöneldik.

Saatime baktım , rüya renklendiğinde gülümsedim.

Başka bir rüyaya adım atma vaktiydi.

Bölüm : 15.10.2025 15:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...