@handelendin
|
Playlist: FLOTE & ELLE VEE - Headspace Ufuğa açılan zirvede her yer sularla kaplıydı. Zirvede duran koca bir çınar ağacı vardı rüzgar estikçe ağaçların dallarında asılı olan yapraklar uçuştu. Sıradan bir rüzgar değildi, etrafına yaydığı o sihirli enerjiye sahip bir adaya eşlik ederken rüzgar esmeye bırakmıştı. Bitkiler, deniz ve hayvanların sesi kesildi bir gün rüzgarın kaybolduğunda. Bu adaya ne olmuştu adanın rüzgarını ne kesmişti? Bir rüyaya adım attığımda kendimi yüksek bir dağın zirvesinde bulmam ve çevremde inanılmaz bir manzara vardı. Dağların zirvesinde yayılan asil ormanlar ve sonsuz bir okyanus. Rüzgardan ses gelmesi ya da harekette bulunması, esmesi gereken bu yerde esmemesi tuhaftı. Korku içimde belirdi tekrar. Yutkunmama sebep olmuştu. Ben bu sonsuz süren rüyada ne bulacağım ya da rüya sahibini nasıl kurtulacağım bilmiyorum. Rüzgarın olmadığı bu manzarada beni kuşatan tepelerde bilinmeyen yollar açıldı. Bu korkutucu, keşif fırsatı kaçırma isteğim vardı ama çıkışı ancak çözersem çıkacağımı düşünerek, bu zirve bana rehberlik ve rüya gören diğer görenler gibi kolaylık sağlanmasını rica ediyorum. Rahatsız bir şekilde yürüyerek etrafımdaki gizemi keşfetme işine başladım. Uçsuz bucaksız bir gizemde ne bulacaktım ki peki, Işılın kelebeği bana yol gösterseydi. Ama şu an neyle uğraşıyor kim bilir hangi tehlikelerle yüzleşiyor bilmiyorum. Bale ilk bilmeceyi ya da işimi yarayacak bir şey aramaya başlasam, bir yanı sonsuz okyanus diğer yanı ise çimenlerle dolu bir zirvede olan ben. ineceğimi bulmam lazımdı. Bu rüya beni zorlayacak anlaşılan, uzun bir aradan sonra başlamak yoruyor. İnmeden çevremi bir bakındım belki saklanan nesne ya da not kağıdı bulur muyum diye etrafa bakındım, yok burada bir şey çıkacak gibi değil. Tam bulunduğu konumda bu içimdeki sesi, hissi bir yere kaydettim. Buraya geri geleceğimi hissediyorum. Aşağıya inen yolu bulmak için aşağıya denizin, okyanusun olmadığı diğer çimenli olana doğru bakındım, yoktu. Doğru ya bu bir rüya acaba başka birinin rüyasında ben bir şeyler dilesem bir sorun olmaz değil mi? Düşlemeyi başladım. İnmemi kolaylaştıran bir yolu düşündüm kısa süreliğine gözlerimi açtığımda, bana işaret gelmemişti. Ben nasıl inecektim buradan kartlardan kullanabilir miyim acaba diye küreye “ yelkovan ileri, defteri ver.” Diye emrettim ve elimde defter vardı. Defterin içinde iki kartı çıkardım biri sessiz emir diğeri kart cambazı. Sessiz emir geçersiz olur kart cambazı ise istemediğim şeyi yapmayı zorluyor beni. Ne yapacağımı düşündüm ki Işılın sesini duyar oldum, yanımı döndüm, kanatlarını çırpan bir kelebek vardı. Parmağımı kelebeği nazikçe uzattığımda, parmağımı konmuştu, gülümsedim ve Işılın sesi beni daha da mutlu etti “ Kelebeğim iniş yolunu ve gidiş yolunu buldu, sana gösterecek Feyyaz.” demişti ve parmağımdan kanatlanıp bana yolu gösterdi. Kelebeği takip ederek bana yol göstermişti. “ Işıl nasılsın.” diye sormuştum. Ses seda yoktu ama göremediği mi kınıyorum. Tabi göremezdim, otların arasında saklanmış bir ip aşağıya sarkıyordu. Becerim sıfır düşerim demiştim. Kart cambazı elime alıp kartı test tarafını çevirmeye kalktım. Işıl’ın sesini duydum “ Yapma, kullanma, Feyyaz kendini güven. “ demişti sonunda sesini duyup rahatladım ama nasıl kendimi güveneyim, nasıl aşağıya inebilirim. Bir gözüm hala kart cambazına takıldı sonra Işıl'ın dediğine geldim. Onca bulmaca, bilmece çözdüm, kaçtım. Aşağıya inmek mi gözümü korkuttu, yok, ineceksin, bunu yapacaksın ve kartı zor olsa da geri kürenin içine koydum. Eğer bu rüyalardan sonra uyanacaksam da ailem ile yüzleşip bana ne gibi baktıklarını, davrandıklarını, gözlerinin içine bakarken, söyleyeceğim tüm her şeyi. İpin bağlanma yerini bulmayı denedim, kancayı bulmuştum. Elimle kaydırıp geri geri gidip aşağıya bakmamaya çalışarak zıplaya zıplaya bir tavşan misali, inmeye çalıştım. Koca bir dağın zirvesinde tavşan gibi zıplayarak inmek de ne kadar güzel. “ Işıl kelebeğini büyütüp beni uçursa tekneye,” cevap yoktu ne güzel. Bu ilk, daha neler olacak bilmiyorum. Daha şimdiden bu yüksekten korkmaya başlasam, önüme çıkacak şeylerden daha çok korkarım. Kafamı başka şeyler ile meşgul ettim. Zıplayarak inerken “ Işıl, ben bakamıyorum saati ama sen bakar mısın ? Bu rüyadan sonra senin rüyana ne kadar kaldı.” Kelebekten ses çıkmadı. İşimi çok zorlaştırıyorum. “ Işıl, bana bir şarkı söyle. Yüksekten olduğumu unutmamı sağla.” Ne güzel. Işıl gitti ve ben burada yalnız kaldım. Kendi kendime bir şarkı mırıldanarak aşağıya inmeye başardım. Kendi aptallığım ile ilgili bir şarkıydı, düştüğüm duruma acıyarak söylemiştim melodiyi ama bitince sevindim. Ellerim yanıyordu. Denize, okyanusa yürüyüp iskeleden, ellerimi suyun içine daldırıp serinlettim. Bir süre böyle durdum. Işıl konuşmaya başlayınca ellerimi suyun içinden çekip sallayarak kuruttum. Kelebeği tekrar takip edince, zirvede gördüğüm tekneyi götürdüğünü anladım. İskelenin üstünde yürüyüp tekneye ulaştım. Onu bineceğimi biliyorum da nereye gideceğimi bilmiyorum. Teknenin ipini direkten kurtarıp teknenin üstüne atlayıp oturdum. Kürekleri aradım, aşağıya baktım, denizin dibine bile ama yoktu. Küreksiz bir tekne olur mu ? Yelkeni nerede bu teknenin. Şimdi biri bana söylese, ilk bilmece bu, yelkeni bul diye. Ben dik dik bakalım, herhalde. Not kağıdı falan bulma arayışına geçtim, o bile yok. Nasıl gideceğim ya da nereye? Benim kafam allak bullak oldu. Hiçbir şey anlamıyorum ya da anlamakla zorluk çekiyorum. Işıl'ın mavi kelebeği ayak ucuma kondu. Bir şey göstermek istedi. Ayağımı kaldırdığımda teknenin bir hayal gücüyle çalıştığı, düşünerek yol alacağımı yazmıştı. Asıl soru, ama nereye gideceğim? Ekstra bir şey yazıyor mu diye oturduğum yerden kalkınca not kağıdı yerine tekne sırf bir bilmece. Bilmecenin üstüne oturmak nedir ya da nasıl öğretilir yazısını basmak. Bu rüyaya gören arkadaş, gerçekten inanılmaz birisin. “ Yelkovan ileri, defter” dedim elimde bitti ve kalemi arasından alıp bilmeceyi defterime not aldım. Bilmece, tam bir şaşırtma gibi sanki beni bir yere gitmemi istiyor gibi ve harbi öyle. “ Denizde yüzer, kaptanı şaşırtmaz, bir anda kaybolur, bulunması zor olan nedir ?” Benim aklımda bu tekneyle belirsiz belirsiz, her yere gezeceğim anlamına geliyor. Hadi bakalım, tüm adalara gezip o yeri ve ulaşım aracını bulalım artık. Karşısına geçip oturdum. Bilmecenin bir kısmını düşündüm, ayrı ayrı yazılanları bir yaptım “ denizde yüzer, bir anda kaybolur” bu sanki balık gibi ama emin değilim. Balıklarda bir anda kaybolan varlıklar. Ve of diyeceğim. Çocuklukta bir çizgi filmde gibi harita bana yol gösterse. Neydi o çizgi film; Dora mıydı, doranın maceraları. Bilmiyorum, çok uzun zaman oldu izleyeli. Onun gibi bir harita olsa diye düşünürken kelebek pusula görünümlü saati gösterdi. ‘Pusulayı bak, sana yol göstermişti.’ Dedi ama bilmecenin cevabını bulmam lazım. Bir sonraki cümleyi okudum, belki bir şey bana ipucu verebilir. “ Kaptanı şaşırtmaz, bulunması zor” bu daha zor kaptanı olan bir araçtan bahsediyor. Gemi olabilir mi, olmaz. İmkansız, olursa tekneyi bulmamı sağlar. Ama değil. Gemi elendi. Su altı gemisi, yine iptal. Uçak olamaz, pilot derdi ama eğer pilotu kaptan olarak düşünürsek. İkinci cümlenin olayı, kaptanlık yapabileceğim bir uçağı yani hava aracını nasıl bulacağımı bulmak. Havada, asılı kalmış olabilir. Ya bir adada bekliyorsa. Zorlanmadım, ama ilginç. Bence bilmece değil zor baya uzun olacak, bundan eminim. Adadan bahsettiğini düşünüyorum, kaybolan bir ada, denizde yüzen, acaba bir ada değilde büyük kaplumbağda mı bahsediyor. Kaybolan bir büyük deniz kaplumbağası diye düşündüm. Ya da bunun tam tersi de olabilir, belki iki yeri anlatıyor olabilir. Şu an kafam karıştı. Aç ayı çalışmaz derler ve karnımın guruldamasına bakarsam, acıktığım diyebilirim. Birde cevabı bulması kolay bilmece olsa da ulaşılması zahmetli,kendimi atmayacaktım o köprüden ve çalışıp o evden uzaklaşabilirim. Neden, atladım ki köprüden. Bir şey daha vardı, atlamasam bile beni seçebilirdi değil mi ? Rüyamda beni bulurdu. Bu rüyaları görenler gibi, bende takılı kalırdım. Of be! Ekmek arası döner ile ayran düşündüm ve elimde belirdi. Şimdi bir düşünelim; ya uçan ada ya da yüzer ada olacak. Sonra ikincisi neydi, deftere açıp bilmecenin tamamını bir kez daha gözden geçirdim. Kafa patlattım. Yine ve yine… Dönerden bir ısırık aldıktan sonra, düşünmeye devam ettim. Eğer bir araç bulacaksam o ada da, adanın içindeki bilmeceyi gösteriyor olabilir. Bir hava aracı diyelim. Onu bulmam için bir ada ve hangi adaya gideceğini bilmeyen bir çocuk ve o çocuk ben oluyorum. Ayranı bitirmiş dönerle birlikte. Elimi denizin suyuyla temizleyip kuruladım ve başlasın uzun bilinmeyene açılan kapılar. “ Işıl. Senin rüyana kaç rüya kaldı ? Görüyor musun ?” diye ardı ardına gelen sorularımla sıkmıştım galiba canını. Bende bilmiyorum. Saat renksiz olduğu için emin değilim. Bu da bir gizem. Gerçekten bir gizem burda. Saati elime aldım ve aradığım adayı, zihnimde düşündüm. Eğer o değilse tekrar deneyeceğim. Gözlerimi açtım, saate baktım ve ilk düşündüğüm doğruymuş. Bir yüzen ada bulacağım. Bu koca denizde ve adaların, zirvelerin çokluğu açısında benim cesedim çıkacak olması dışında peki. Aklımda bir soru oluştu. Burada, denizde yüzen milyonlarca yüzen adanın oluşu ve o adanın içinde aradığım aracı bulma yolunda, doğru adanın olduğunu nasıl bilecektim. Şimdi Feyyaz, koçum, işin zor senin ya, kendimi nasıl motive verdim ama çok komik gerçekten. Her adayı didik didik bakıp çıkacağım ama tüm haftamı alır cidden. Pusulayı bakış attım, beni ilk gideceğim adaya yol göstermişti. İlk adanın resmi biraz garipti sanki; büyük devasal kayalıklar vardı, kurumuş volkan dağına benzeyen dağlar acaba volkanın içine mi girecektim. Allah'ım beni bu rüyadan uyandırmanı bekliyorum. Yeşilliğin içinde sönmüş dağlar, cidden mi ve gerçekten cidden mi! İlk adamız bu demektir. Kuru, sönük bir dağın içine girip aradığım cevabı orada bulacağım. Yanımda uçan kelebeği görünce, gülümseyip “ Işıl, seni bulmak istiyorum ama onca adayı giriş yapıp doğru aracı bulma yolum baya zorlu” diye söylendim. Ben şu an kafam başka bir yerdeydi. Rüyanın sorunu ne olabilir diye kafa yordum. Bir zirvede açtım gözlerimi, zirvenin üstünde bir çınar ağacı, yaprakları sarkmış dallar ve adanın iki yanı ya göl, okyanus ya da çimenlerle kaplı çalılar ve küçük ağaçların olduğu tarafı. Ne için geldim. Benden ne isteyebilir ki bu rüya sahibi. Neyi bulmamı? Zirve de hava ya soğuk olurdu ya rüzgarlı ama rüzgarı var diyeceği kadar yoktu. Acaba rüzgarı bulmamı ve estirmemi istiyor olabilir. Artık iyice mantığı çözmeye başladım. Gittiğim rüyaların amaçlarını. Bir hatırlayalım; ilk rüya benimki -geldiğim, bana ait olan saat kulesi, ikinci rüya bir çocuğun sessiz şehri, onda sesini bulmuştum; farklı insanlarla tanışıp yaratıkları görmeye başladım. Üçüncü rüya; sisli vadi, sisi fazla olan vadinin güzelliğini bulmuştum. Gerçekten güzel ama farklı bir alana geçtim. Yunan tanrılardan Athena'nın nedimesi olan Medusa ile savaştım. Güldüm. Rüya sahibiyle. Tabi, sessiz emri ve kart cambazı aldığım rüyalardı. Dördüncü rüya neydi ? Ha! Hatırladım. Ayak izi plajı; cüceler ve devlerin olduğu bir yaz tatili, gören tabi küçük bir çocuktu ama eğlenceli bir rüyaydı. Beni şaşırttı ve buraya gelmeden önceki rüya ise yalan ve mantığı kullanmayı öğrettiği oldu. Zehirli bataklık, her şeyin bir yalan olduğu bir bataklıktı ama gerçekte göl evi masalı gibiydi. Aslında bunların arasında bir bağ var sanki. Benim rüyam, dışında olanlar. Acaba saatin gizemi ilgili bir ipucu mu? Bu durumlar. Düşünüyorum ama kafamın içi karıştı. Rüyaların gerçekliği ile ilgili olabilir mi. Kalemi elime aldım ve boş sayfaya açarak bu karmaşık sırrı çözmeye çalıştım. Sisli bir vadi, düşmanı mitolojik Yunan tanrılarından Medusa, konuyla alakalı bir durum bulamadım. Pegasus var kapı olarak. İki Yunan hayali, dur bu ikinci rüya, ilk rüya sessiz şehir ve karabasan, kapı;geçit. Üçüncü en eğlendiğim rüya olabilir. Devlerin ayak izleri kayıp bir plaj ama biraz zorlu. Bunun yaratığı neydi ? Hatırla, hatırla. Kendimi biraz zorladığımda, buldum. Sirenler,düdüğü çaldığımda uzaklaştılar sonra beni esir almalarına izin verdim. Eskileri hatırlayıp neyi bulmayı çalışıyorum ki. Bilmiyorum valla. Zehirli bataklıkta her şeyi yalan olarak görmüştüm. Rüya göreni esir almıştı, o kötü alışkanlık. Acaba önceki rüyada gibi ben, esir alınan birini kurtarıp zirveye mi çıkaracağım. Bak bu olabilir. Kafamı kaldırdığımda gökyüzü çoktan kararmıştı, deftere öyle odaklandım, bulmak için zamanı harcamış olduğumu daha yeni anladım. Defteri kürenin içine geri yolladım. Hava biraz esmeye başladı. Adadan uzaklaşıp daha sığ yerlere yöneldiğinde, bir yastık ve örtü hayal ettim. Yanıma baktığında, yastık ve örtü belirdi. Yastığı,baş koyacağım yere koyup örtüyü, üstüme örttüm. Sessiz bir denizin ortalarında kim bilir hangi adaya doğru sürükleniyordum. Yakın gibi gözükselerde aslında birbirine uzak olmaları kötü. Çünkü ben, fazlasıyla yorulacağım. 🧭 Bir şey beni gıdıklıyordu. Elimle kovmaya çalıştıkça başıma daha da uçuştular. En sonunda yüzüme esen denizin esintisiyle gözlerimi açtığımda ufuğa gittiğimi fark ettim. Ve o ufukta beni bekleyen şarıl şarıl akan bir şelalenin sesini duymamla küreği hayal ettim. Elimde belirdi. Var gücümle şelaleden uzaklaşmayı çalıştıkça daha da çekilmem ne peki. Birde ben daha yakın bir adaya gideceğimi düşünüyordum. Anladım. Bu rüyada düşmem gerekiyor. Düşersem en baştan başlama olacak mı, oyunlarda ki gibi bir durum. Sıkıca tutundum ve sert bir düşüşe kendimi hazırladım. Gözlerimi yumdum. Neden yumduğum biraz saçma geldi bana ama yumdum. Düştüğümü sanırken buraya düştüğüm gibi içimde bir his belirmedi. Gözlerimi korka korka açtığımda havada süzülüyor gibiydim. Aşağıya bakmayı korkum vardı ama baktım ki şelaleden düşmek yerine bir kelebeğin koca sırtının üstünde gideceğim adaya doğru uçuyorum. Bulutların arasından uçuyordum acaba bilmecenin ikinci cevabı kelebek olabilir miydi? Keşke olsa rüzgarı kollarımdan geçtiğini hissediyorum, göklerden uçup denize bırakıp küçülüp parmağıma konduğunda Işıl’ın kahkasını duyar oldum. Sen hep böyle gül, olur mu kelebeğim. Bunu az önce ben mi dedim, inanmıyorum, görmeden tutuluyorum, sesine aşık oldum bu kızın. Dikkatli ol, bir daha sihirbaz! Kelebeklerim seni uyandırmakla zorluk çekti. “ Tamam. Olurum prensesim,” diye hitap etmiştim. İçimden bir ses gülümsediğini söylemişti. İlk adanı gelmişsin sihirbaz, sana bol şans… Önüme döndüğümde kayaya ulaştığımı anlamıştım. Defteri kürenin içinden çıkarıp bilmeceye baktım, kısa yol olacağını düşünerek tüm adayı aramak yerine, bilmecenin içinde kısa yolu bulmayı çalışmıştım. İşe yaramadı. Bilmeceyle ilgili bir ipucu bile yoktu. Bende kafamı kullandım. Eğer bir hava aracı ise ya yüksekte olur ya da herhangi bir yerde ve ilk yerim; o dağın üstünde ya da içinde olacağını düşünüyorum. Bu yol benim için zahmetli olacağı kesindi ve zahmetli yollarla ilerleyip durmam bunun kanıtı diyebilirim. Sert kayalıkların arasında yürümeye devam ettim. Engebelli kayalıklar ve çukurları geçtikten sonra sonunda kocaman patlamaya hazır ve sönmüş volkanın önünde durup nasıl yukarıya çıkacağımı düşünerek etrafı aradım bir çıkış yolu bulma umuduyla yoktu ve izlediğim filmlerdeki gibi maceracılar gibiyim. Bir rüyadasın ve yolu kendin seçmek zorunda kalıyorsun ve en sevmediğim tırmanma olayına dönmek bile istemiyordum. Ama mecbur kalmaktan başka çare yok yanımda uçan kelebeği baktım ama Işıl’dan cevap olmayınca, hayal ettim; bir kabza ve ipi elimde. “ Senden bir ricam olacak acaba bu kabzaya bağlı ipi tepeye bağlar mısın?” Işıl yoktu ve kelebeği ben kontrol edemiyordum. Biraz daha uzaklaştım, matematikte iyiydim yani hesaplama yapabiliyordum ve fizik kurallarını da bilgim olunca ipi dikkatli sağlayıp en yüksek tepeye tutturmayı çalıştım. İlk yapışımda kayıp düştü yere tekrar denedim ve bu sefer yakın bir yere saplanınca ipin sıkı mı gevşek mi sapladığını hissedip gülümsedim. İp gayet iyi saplanmıştı ve aşağıda kalan ipi belime dolayıp dağın taşlarına doğru bir el bir ayakla tırmanmaya devam ettim. Sağlam çıkıntılarından emin olarak yola devam ettim ve aşağıya bakmamaya özen gösterdim. Bakarsam düşerim korkusuyla yapamazdım. Zorlu bir dağ tırmanışından sonra havanın soğuduğunu fark eder gibiydim. Ne kadar zirveye yaklaştıkça hem nefesim gidiyordu hem üşümeye bile başladım. Ayağımın altında kayaların hareketleri beni korkutmaya başladı. Sağlam diye bastığım kayalar yerinden çıkıp beni düşürmeye ramak kalmıştı. Üstteki yan çıkıntıya elimi uzattığımda elimin teriyle elim kayadan kaydı. Avucumdaki teri üstümde kurulayıp tekrar tutup derin nefesler alarak ilerledim. Yandan yandan sağlam kaya ve çıkıntı arayarak zirveye o kadar yaklaştım. -Bu ne başarı sihirbaz’ım yolun az kaldı. “ Sesini duyduğum az kaldı ama bu ilk ada belki bu adada bulamam o ipucuyu.” Bunu derken bilmeceyi düşündüm. Aradığım şey hava aracı diye düşünüyorum. Elime sivri bir şey battı, ne diye üstte baktığımda lavların bıraktığı tortu kurumuş ve sivrilmiş bir uç gibi batınca yaklaştığımı anlayıp son bir adım attım ve o kayanın sağlam mı diye bakınca elimle oynatmayı çalıştım. Sağlam diye düşünerek ayak bastım ve tüm gücümle tepenin ucuna doğru çıkıp oturdum. Buradan bakınca baya yükseğe çıktım ve şimdi inmem lazım diye düşündüm. Bir ışık çubuğu olsa yüksekliği bakmak için içimde düşünürken elimde belirlen çubuğu görüp rüya görenin bana yardım ettiğini düşünerek gülümseyip bir kez vurarak çubuğun ışığını açmıştım. Aşağıya bırakıp ne kadar derinlikte olduğunu düşündüm. Tak sesi gelene kulağım açıktı ve tak sesi uzun bir süre sonra duyuldu. “ Anasına satayım! Buradan inmek zor olacak tekrar çıkması aşırı zor olacak, ne yapacağım ben. Çıkışı bulmam epey zorlayacak.” Of deyip inmeyi hiç düşünmedim gerçi. Bir yol olsa diye hayal ettim. Şimdi inmesem nasıl emin olacağım belki benim göremediğim bir kapı vardır aşağıda. Kelebeğe bakıp “ Işıl kelebeğin hem aşağıya indirip yukarı çıkarabilir mi beni?” Diye sordum. -yapabilir. Tek bir cevapla dedi ve küçük kelebek dev haline geri döndü. Kemerden ipi çözerek kelebeğin gövdesine binip elimde fenerin hayalini kurdum. Direk belirdi. Aşağıya doğru tutup ne olduğunu baktığımda parlayan taşları gördüm. Manzara hoştu ve en sonunda uzun bir aşağıya doğru inişten sonra ayak basmıştım. Fenerle etrafa kolaçan ettim ama bir şey yoktu. Enfes manzara dışında pek bir şey görmüyorum, taşlarla süslenmiş bir manzara karşısında ağzım açık kaldı. Dikkatle taşların yakınına gidip inceledim. Sonra fark ettim. Benden önce gelenlerin bıraktığı işaret vardı. Bir sembol gibi bir mesaj bırakmışlar. Deftere açıp sembolü çizdim. Ne anlama geldiğini bilmiyorum ama buradan çıksak iyi olur. İşimiz burada bitti. Kelebeğe doğru koşarak üstüne atladım. Beni yukarıya kadar uçurup açık havaya geldiğimde derin bir nefes alıp kuru toprağın üstünde indirdi. Anlamış olduk, burada bir şey olmayacağını ve karnımın guruldama sesiyle havanın kararmasıyla tekneye yakın bir yerde yemek yeyip yatmadan önce yaptığım düşüncelere daldığımda, dağın duvarındaki o sembolü veya işareti ne olduğunu anlamaya çalışarak geçirip esnemeye başlayana kadar kafa patlattım. Başıma ağrı girdiğinde buz gibi esen adanın içinde yorganı üstüme çekip gözlerimi kapadım. 🧭 Hızlandırmış bir gezi yapmış oldum. Tüm adaları bir günde değilde. Bir hafta gibi gezip durdum ve en sonunda bacaklarımda hal kalmayınca bir öğlen vakti o adalardan birinde biraz soluklandım. Her gittiğim adada o sembolleri gördüm. Belki benden önce gelenler sonraki gelenler için bulunması kolay olsun diye bilmecenin cevabına yakın bir durum yapmış olmalılar. İlk gördüğüm şekil bir ada çok açıklayıcı oldu. Sonraki fazla büyük bitkiler ve et yiyen çizilmişti. Dikkat edilmesi gereken bir çiçek türü sanırım yanındaki zehir püskürten bir çiçeği benziyordu. Bir çöp adam çizilmişti ve üstüne tüküren çiçeği gösterip sonraki adam çiziminde ölü hali olmalı. Hazırlıklı olmalıyım o adaya gidersem. Tehlikeler beni bekliyor olacak. Zehirden korunmalıyım veya et yiyenden. Sonraki çizim ise sarmaşıklarla kaplı bir şey çizilmişti ama zaman geçtikçe silinmiş olmalı. Yarın o adaya giderim. Bulursam tabii ki derken. Saatte bir bakış attım. Saat bile tam göstermiyordu. Kafamı zorlamaktan ağrı girince gözlerimi yumdum ve düşünmemeyi başladım. Kendimi yatakta sanırken nedense bir adanın içinde hemde bana gösterilen ipuçlarına benzeyen adaya görüyordum. Bitkilerle kaplı, uzun ağaçların var olduğu bir ortam. Sarmaşıklar kendiliğinden hareket ediyormuş gibi yaşayan tehlikeli çiçekleri fark ettim. Sanırım rüya sahibi rüyama hangi adada cevabı bulacağımı göstermişti. Güneş gözüme parlamıştı gözlerimi açtığımda çadırın perdesinden güneşin ışınları gözüme çarptı. Gülümseyerek gözümün önünde gelen güneşi engellemek için elimin tersiyle kapatıp uyanmıştım. Denizin kenarında kamp kurduğum için yüzümü tuzlu olan deniz suyuyla yıkayıp havluyla kurulayıp başımı kaldırıp gökyüzüne bakıp gülümsedim. Işılın kelebeği üstüme konup konuştu ‘ Seni gülümseten ne böyle,’ demişti. “ Rüyamda hangi adaya gideceğimizi gösterdi rüyanın sahibi.” Dedim. Kahvaltı olarak küçük bir ekmek sandviç dilemiştim. Ağzımda o sandviçi tutarken ben tekneyi hazırlamıştım ve çadırı ortadan kaldırıp tekneye binerek adadan uzak olana kadar oradaki tehlikelere karşı nasıl korunacağımı düşünüyordum. Baya adadan uzaklaştığımda yüzen adanlara uzakta bakınca essiz görüntüsü ve gizemiyle birlikte sır olarak kalmıştı aklımda. Güneşin altın ışıkları suyun üzerinde parlarken, açıklığa doğru süzüldüm. Aradığım ada beni ne tehlikelerle beklediği iyi bilirken nasıl korunacağım hakkında içimde korkuyla durdum. Nasıl bir adaya gideceğimi bilmiyordum ama sadece rüyamda görmüştüm bende rüyamda gördüğüm adanın resmini deftere çiziyordum. Yeşil rengine eşlik eden bir tehlikeli zehir püskürten bitki ve et yiyen çiçek bunları dikkat etmeliyim ve seni baştan aşağıya sallandıran ve boğan sarmaşıklarla dolu bir adanın resmini çizmiştim deftere. Benim bile çizdiğim resimde tüylerim ürpermişti. Bence bu üç bitkinin ana gövdesi vardır. Sarmaşıkları onun gövdesi dersem zehir tüküren dili oluyor sindirmek için kolaylık sağlıyor ve ağzına yem atıyor. Bence bu bitkinin zayıflığını yazan defterin parçası bu adada olmalı diye düşünüyorum ama nerede. Karşımda duruyordu zehirli yeşili andıran adanın kendisiydi. İlk yutkundum ben şu an kendimi korunma yolunu bulabilseydim diye düşünmeye başladım. Teknemi kıyıya doğru çekip ayaklarımı sağlam olmayacak bitki adasının toprağına basmıştım. Etrafıma bakındım; bu adanın kalbine nasıl bir yol bulacağımı, bu bilmecenin içinde nasıl korunacağımı düşünerek ilerledim. Her adımda, etrafımdaki doğa sanki nefes alıyor, her hareketimle birlikte benimle hareket ediyordu. Sarmaşıklar yavaşça yollarını değiştiriyor ve beni ölüme açılan geçitleri açıyor, beni adanın derinliklerine doğru çekiyordu ‘ Gel ve ölmeye hazır ol’ der gibi yolumu açıyordu. Bu adada, her şey canlı ve uyanıktı. Adım adım, bu gizemli adanın tehlikeli derinliklerine doğru yürüdüm. Gölgeler arasında ışığın korkunç hissiyati dolduran patikalar buldum. Yol boyunca, renkli çiçekler ve egzotik zehir bandıran meyvelerle dolu dalların arasından geçerken dikkat ettim. Yürümeye devam ettikçe tehlikenin geleceğini belirten sessizliği kulaklarıma boş bırakmıştı. Uzaktan gelen şelalenin sesini duyar oldum, bu adada bir şelale bulunacağını bilmezdim belki hava aracı o şelalenin arkasındaki mağarada duruyor olabilirdi. Ayaklarıma dolanan şeyi görmek için aşağıya baktım. Sarmaşığı fark edip geri kaçtım yerimden. Kartlar işe yarar mı diye kartları çıkardığımda sessiz emrinin gücünü hatırlayıp sanırım nasıl korunacağımı çözmüştüm aslında. Bitkileri durdurma gibi bir şey varsa yanıma bunu bırakmayacaktım. Diğer kartları baktım diyecektim iki kart vardı. Diğer kart ise kart cambazı ama sanırım burada bir işe yaramazdı. Sessiz emir kartında bir işe yarayacağını düşünüyordum. Aslında Kart cambazlı birlikte kullanabilir miyim işime yarayacağını düşünüyorum. Cambazlık konusunda. Kartın yetki alanlarını unuttum ya o kadar çok var ki, az çok hatırlıyorum. Ama bana işe yarayacak tek bir şey var bu kartta o da ise “ Kart cambazı !” demiştim kartı ters çevirip sihirbaz yerine cambaz olmuştum. Kartı taşa geri yolladıktan sonra hazırdım. Ağaçlara baktım belki ağaçlardan ilerleyerek bu bitkilerle savaşımı kazanacağım bir alet ya da yok edici bir şey bulma umuduyla sarmaşığın daha gelmediği ağaca doğru yürüyüp karşısında durup gövdesinden tutunarak ağacın yeşil yaprakların arasında kayboldum. Sağlam dallara güvenerek parmak uçlarında ilerleyip diğer ağaca zıpladım. Bir şey bulana kadar daldan dala zıplarken bir şey olmamıştı şu ana kadar ayağım bir şeye takılıp düşecektim ki sarmaşıklardan korktuğum gibi beni sarmaşık tutup beni baştan aşağıya sallamıştı. Kurtulmanın bir yolunu bulmaya çalışmıştım. Kesmek için bir şey alırken aklıma rüyada olduğumu unuttuğum için kendimi kızıyordum. Elimde bıçağın olduğunu düşünüp öne atılıp sarmaşığı kestiğimde canı çok yandı galiba. Beni yere düşürdüğünde sivrilmiş bir sarmaşıkla karşı karşıya geldim. Ondan kaçmak tüm gücümle koşabildiğim kadar koştum. Bana tüm saldırılardan kaçınabilmiştim ama ayağım bir şey takılıp düşerken sarmaşık o boşluğumu kullanıp saldırmaya çalışırken kolumu çizmişti iyiki son anda gözden kaybolmuştum. Sarmaşıkların zehirli olacağını düşünmedim aptalım işte. Kolum acıyordu, delip geçmedi ama sıyırdı ve zehri mi bilmiyorum çok fazla yanıyordu. Bir bez hayal edip daha fazla zehri ilerlemesi için o koluma sıkıca bağlayıp acıyı katlandım. Ağacın gövdesinden bir süre takıldıktan plan yapmayı koyuldum. Sarmaşıkları geçebileceğim bir yol olmadığı için tekrar ağaca tırmandım ve geniş açıda adanın ormanına bakış attım. Kullanabileceğim hiçbir şey yok muydu bu ormanda ya da bu bitkiye yenebileceğim bir şey. Çıkmazı girmek buymuş demek. Oflayarak bu adadan akşam olmadan kurtulmak istiyordum en azından bu bitkiden kurtulmak ve güvenli alana nasıl gideceğim hakkında plan yürütmek. Gözümün önünde kelebeği gördüm. Kanat çırpınışları eğer kelebeği kullanırsam canı yanar ve şarkıcısına zarar verir diye düşünüyordum. Ben bu zamana kadar hep tek başımla idare ettim. “ Seni kullanmayacağım bu tehlikeli görevde kelebekcik.” dedim gülümseyerek cesaretime hayran kaldım ve önüme dönerek kafamda bir yol planladım. Defteri çıkarıp yolun haritasına çıkarmıştım. Tehlikeli her yoldu ama her tehlikenin sonunda ödül vardı ve kolaylık sağlayacak yolda bulunurdu. 🧭 Sessiz emri çıkarıp bir elimde yelkovanı tutup kartı nerede sessizlik sağlayacağımı düşünerek emri vermiştim. Ağaçlar bir süre sağlam ve sessizlik içinde olursa ben taslağı çizmiş olurdum. Ağacın gövdesinden dallara tırmanarak ağaçtan ağaca geçmem için bir ip hayal ettim ve gideceğim yolları hayal edip o ipleri bağladım. İşte aşağıya bakmadan cambazlık yapmak vakti gelmişti. Kollarımı iki yana açarak dengemi sağlayarak diğer ağacı geçip her birini not alıyordum. Nerede sarmaşık olup olmadığını hesap ederek ilerlemiştim. Gözüme çarpan her detayı çizmiştim. Buradan geri dönüş sağlamam için bu yol belki işimi yarar ya da bir daha gelmek bile istemiyordum ama bu döngü yerine başka birisine çekecekse biz onları kurtarmak için elde ettiğim bilgileri kullanacaktım. Zehirli bitkileri fark edip orada durdum işte. Kolum bir zonkladı, zehri ilerlemesin için bezle sıkıca bağladım ama işe yaramıyordu. Zehrin etkisinin ne olduğunu bile bilmiyordum ama terlemeye başladım. Dayanmalıyım bu adadan akşam olmadan çıkışı ve bilmecenin cevabını bulmadan gidemezdim yoksa yolum zor olacak. Derin derin nefes almıştım. Uykum yoktu ama bilincim gidiyordu. Uyku zehri mi yemeği kolayca almak için mi, aşırı saçma olurdu bu fikir. Işıl’ın sesini duydum ‘ Feyyaz iyi değilsin kelebeğim seni güvenli yere götürsün iyi olunca yaparsın’ beni düşünüyordu ama ben bu adadan çıkmayı hayal etmiştim. Çok kötü olmuştu ilk günde zehri temas etmek ve bu zehri nasıl geçeceğini bile bilmiyordum. Bu zehir yayılmaya başlamıştı her hareket edişimde sanırım hızlı ilerlemenin sebebi bu olabilir. Sakin bir kafayla düşünmenin zamanı gelmişti. Başımla Işıl’ın teklifini kabul ettiğimde küçük kelebek önümde deve dönüştü. - Kelebeğin sırtına bin ve gözlerini kapa, dinlen!’ Bana emir buyurdu ama olsun diyerek kelebeğin sırtına binerek uzanıp gözlerimi kapadım. Beni nereye götüreceğini bilmediğim bir kelebeğin sırtında uçuyordum. Gözlerimi açtığımda harbiden sessiz ve tehlikesiz bir alandaydım. -sen dinlen kelebeğim gözlem yapacak’ Dinlenmek için çok erken olacağını düşünüyordum sonra tekrar Işıl’ın sesini duydum ‘ diğer kelebeğim zehri etkisiz bırakacak bir şey bulacak’ Asıl ben onu kurtarmaya gelirken o beni bu durumdan kurtarıyor. Tekrar gözümü açtığımda ise biraz toparlamıştım. Kelebek gözümün önünde kanatları çırpmıştı. Küçük elleri ve kanatları bir şey taşıyordu. Elimle uzanıp ne diye kokladım. -kelebeklerimi güven onlar iyi bilir.’ dediğinde ne için olduğunu çözmüştüm. Dışarıya baktığımda havanın karardığını fark ettim. Kaç saat uyudum ben şimdi anlamaya çalışınca tekrar Işıl konuştu “ akşama kadar uyudun sihirbaz hem daha iyi oldu kelebeğim uyuduğunu söyledi çiçeklerin o yüzden o kartı kullanabilirsin bulma konusunda.” Gülümseyip yaranın üstüne bastırdım getirdiği bitkiyi, az bir canımı yaktı ama dışarıya zehri attığını fark ettim. Bana olsaki birkaç saat gibi gelmişti ama rüyada zamanın farklılığını gözden kaçırmış olmalıyım. Kendimi daha iyi hissedip ayağa doğruldum. Üstüm başım yırtıktı. Kolumu tekrar bezi bağlayıp çıkışa doğru adım attım ve aşağıdan olabilecek kadar uzaktayım ve gördüğüm manzara beni büyüledi biraz. Genelde sabah kalkar işi devam ederdim ama çok fazla oylandım diyerek akşam bile olsa uykusuz olsam bile o hava aracını bulup çıkmak istiyordum. Küçük kelebek, dev kanatlarıyla havalanınca sırtına bindiğimde havalandı ve göklerde süzüldü. Kartı kullanmayı bile düşündüm. Beni o vahşi yaşayan ormanın üstüne kadar getirince onayımı bekledi. “ Beni şuradaki ağacın dalında bırakabilirsin” dedim beni o dala kadar getirip dalın üstünde kondu. Kelebeğin sırtında indiğimde küçüldü. Başlayalım mı diye düşünerek kartı çıkarıp yelkovanı tüm ormanı işaret edip emri vermiştim “ Sessizlik!” Ve orman sessizliğe gömüldü. Bende işimi bakmıştım. Ağaçtan indim. Beni duymasınlar diye sessiz adımlarla dikkat ederek ilerledim. Aklımda ilk durak şelalenin olduğu yere gitmek için ormanın derinliklerine geçtim. Suyun akış sesini dinledim, yol boyunca o sese kulak vererek karşıma çıkana kadar ağaçların arasından arkamı gözleyerek uyanıp uyanmadıklarını bakıyorum. Paranoyak olarak ormanı uyuttum ama bir yanım korkuyordu. Bir ses çıkarır uyuyan devi uyandırırım diye bakıp dururken şelalenin sesini duydum. Önüme baktığımda ben galiba uyuyan devin nereye dikildiğini görmüş oldum. Ben şimdi o bitkiyi uyandırmadan şelalenin arkasındaki mağaraya girecektim. Mutlaka hava aracı o şelalenin arkasındaki mağaranın içinde beni bekliyordu. Koluma baktım. Zehir gitmiş yara kendiliğinden kapanıyordu. Sanırım bana bir konuda yardımcı olmuştu. “ Küçük kelebek bana kolum için getirdiğin bitkileri tekrar bulup getirir misin? Sanırım bu et yiyen bitkiye nasıl alt edeceğimi buldum.” Dediklerimi kabul mu etti yoksa reddetti mi emin olamadım. Ama geri geldiğinde anlayacaktım. Bir yol bakındım. Şelalenin arkasında uğraşmayı çalışmak için yol bakındım. Ama gidişi yok diye üzülecektim ki gözlerime suyun içinde taşları fark etti. Taşların üstüne basarak gidebilir miyim ? Bilmiyorum ama denemesem zaman kaybı olacak. Göle doğru ilerleyip yakın taşa ayak basıp diğer ayağıma ona yakın taşa basarak dengemi koruyarak ilerledim, yavaş yavaş bir an kayıp suya düşecektim ama diğer küçük kelebek benim dengemi var olan küçük enerjisini kullanarak düşmemi engelledi. Sanki sek sek oynuyordum çocukluğumun oyunu. Çocukluk hayatım ve dostlarım vardı ama ailemin sürekli taşınıp durması onları kaybetmeme sağladı. Bir taş iki taş ve üç taş…Böylece devam edip önümde duran şelaleye tırmanma düşüncesiyle tehlikeye alamam diye ıslak taşları katarak en iyisi sağlam olarak çıkıp bakış atmayı düşündüğüm için elime tırmanma kazması hayal ettiğim de iki tane gelmişti. Sağlam taşa basıp kazmayı boşluğa saplayarak ilerledim. Elimin terlemesini sorun etmeden kaydığı anda sıkı tutarak hızlı hızlı boşlukları saplayarak açıklığa doğru ses çıkarmadan tırmandığıma inanamıyorum ama bu işim rast gittiği için sevinmiştim. Son bir taşa sapladığım anda taş kayarak göle düştüğünde canavarı baktığımda hala sessizdi. Emri verdiğimi unutup duruyordum. Son kez saplayarak açığa bulduğum için sevinip atladım boşluğa ama burada hava aracını görmediğim için hayal kırıklığına uğradım. Fener hayal ettim ve duvarlara fenerli tuttuğumda taşa saplanmış bir kağıt parçası ve bir yol haritasını fark ettim. Bulamadım ama alt edeceğim dair bir kağıt bulmuştum. Tekrar ürediğini yazmıştı. Canavarı nasıl kökünden sökeceğim ben şimdi. İlk yol haritamı deftere çizerek hava aracını nerede bulacağımı göstermesi beni mutlu etti. Ben düşündüm ki eğer bitki burada koruma görevi yapıyorsa o ipucu burada olmalı. Fenerle yolu devam ettim ve bu mağaranın iki yüzü olduğunu bilmiyordum. Demek oluyor ki giden yolu tutmuş. Bundan sonrasını nasıl ilerleyeceğimi buldum sanırım. İlk şu hava aracını bulduğumda halla emrinin etkisinde olan ormandan çıkıp bombayı yaptıktan sonra patlatıp tüm anti zehri o yaratığın içine atıp ormanı kurtaracağım. Aslında bir şey yapmadan çıkarsam daha iyi olurdu ama ya bu yüzen adada o rüyanın bir parçası ise rüya sahibini daha fazla acı vermek istemediğim için adada büyüyen yaratıktan kurtaracağım, benden önceki rüya koruyucuları da yapmış yaptığımı ama en iyi çare bu olur diye düşündüm. Tümden kurtalamasak bir süre kurtuluş olur. Benim bu kıyafeti değiştirmem lazım diye kart cambazını sihirbaza doğru kendimi çevirip emri vermiştim “ yenilen ve saat sihirbazına dönüş!” yenilenme işlemi bitince kıyafet değişimi yaptım. Bu daha iyiydi. Kürenin içine geri koydum kartı ve mağaranın içinden açığa çıktığımızda burası çok sessizdi ve huzur verici bir ortamdı. Duvarlarda çizili olan resme bakınca nasıl bir yerde bulacağımı tahmin yürüttüm. Sarmaşıklarla kaplı bir hava aracını bulmalıyım ilk. Bugün bitmeden buradan çıkacağım dair kendime söz vermiştim. Bu işi fazla uzatmadan mağaranın içinden çıkıp açığa çıktığımda arkamda bıraktığım o vahşi kısım bu tarafta daha sakindi. Sarmaşıkların çok olduğu bir yer bulursam onu kolayca bulurum. “ Beni yine sırtında taşır mısın ?” Diye kelebeğe sorduğumda bir yere kondu ve büyüdü. En azından havadan bulmak o yeri benim için vakit kaybı olmayacaktı. Gökyüzüne yükseldiğimizde çizdiğim gibi bir alana göz gezdirdim. Dürbünle her yere baktım. Tüm alanı gökyüzünde taradıktan sonra hareket eden sarmaşıkları gördüğümde ‘ Şurası’ diye gösterdiğim an kelebek o yöne doğru hareket etti. Sarmaşıkların hareketlendiği yere daha dikkatli bakınca bir yerde yoğunluğu fark ettim. Dürbünü gözümün önünden çekip “ Buldum sanırsam.” Düşüncelere daldım. Kelebek o yöne doğru dikkatli bir iniş yaptığında defteri çıkarıp birebir aynısı olan karşımda duranı görüp gülümsedim. “ Evet bu bilmecenin bir cevabını görmüş olup bulduk. Gelsin artık diğer bilmece.” Sesli düşündüm. Buna nasıl bineceğiz ve sarmaşıkların arasından söküp alacağım ben şimdi. Kılıç veya hançer hayal ettim. Ancak sarmaşıkları kesersek çıkar teorisiyle yol aldım. Her bir sarmaşığı kestiğimde yenileniyor. Yenilenme süresi çok kısaymış cidden. Hızlı olmam lazım. Ya da tekrar o kartı kullanmalıyım. Kartlara bağladım her sorunu. Acayip bir zekam var. Ama doğa böyle yenilenip vahşi oluyorsa bunu yapmam lazım. Kartı çıkarıp yelkovanı hava aracına tutup ters çevirip emri verdim “ Sessizlik” ve zaman durmuştu. Acele etmeliydim. Kılıçla tüm otları ve sarmaşıklardan temizlemeye koyuldum. Kapı tarafı açılsa kafi diyerek kapıyı bulmaya çalışınca kırmızı parlak çıkış yazan kapı tabelasını görüp o tarafı daha hızlı bitkilerden kurtarıp kapıyı tüm gücümle çekerek açmıştım ve aracın içine zar zor adım atmıştım. Herhangi gibi bir bilmece kartı ya da yazısını bulmaya odaklandım. Onun dışında bu aracı çalıştırabilecek bir anahtar ya da düğmeye bakındım. Kontrol noktasında takılı olan küçük bir not kağıdı gözüme takıldı. Bu olabilir mi diye not kağıdını takıldığı yerden alınca bilmece yazan kağıdı bulmuş oldum. Ne yazıyor diye kağıdı okuduğumda “ bazen güneşli bazen bulutlu olur, beni orada bulursun.” Ne demek istiyordu. Güneşli ve bulutlu gökyüzündeki bulutlar ama acaba oradaki rüya göreni bulabilecek miyim ? En azından buradan kurtulmanın yolunu bulduk. Şimdi geldi bu aracı nasıl çalıştıracağımıza ve çıktığımızda o bitkiden kurtulup kurtulamayacağımız konusunda. İç bıraktım. Burada anahtar veya düğme var mı diye bakındım. Her tuşa basıp çalıştırıp çalışmadığını kontrol ettiğimde bir düğme gözüme çok parlak gözüktüğü için ona basayım dedim. Motor sesini duyup kapıyı çekip kapattım. Dümeni elime alıp freni öne doğru getirip pervaneleri döndürmeye başarmıştım. Sarmaşıkları keserek havalandı hava aracı ve ağaçların ortasından çıkıp gökyüzüne çıkarmaya başardım. Hep uçak belgeseli izlerdim. İşe yarayacağına inanamadım izlediklerim. Mağaraya doğru uçurdum bu aracı. 🧭 Mağaraya girdiğimde hava aracı orada indirmeye kalkıp bu ormanı huzur verdirmeyi düşüncesi geçmişti ama eğer rüya göreni uyandırıp bu kabustan kurtarsak belki bu orman yok olur ya da daha sonra o işi yapacağız. Bilmiyorum valla ama tek bir şey hakkında bilgim yok şu an. Ya da istediğim antivirüs maddesini uçarken dökersem bu ada biraz rahatlar bencede. İlaçlama yapma vakti. Bu çiçeği bir güzel parçalara ayrılıp uçakta bunu koyabilecek bir yer var mı diye bakınca hiçbir yer olmayınca sorunlu bir iç verip nasıl yapacağımı bilemedim. ‘Kelebeğim yapsın feyyaz sen sonraki bilmeceyi çöz.” Samimi ses tonuyla bana yine yardımcı olmayı deniyor. Ama bu işi başkasına veremem bu benim çözmem gereken bir konu “ Bu bitkileri yok edemiyorsak bizde adayı denizden sileriz,yakarız adayı.” Diye öneride bulundum. ‘ Nasıl yapmayı düşünüyorsun koca adayı yakıp kül etmeyi. Hem bitkilere ne yapacağız.’ Güzel bir soruya güzel bir cevabı defterin içine sıkıştırdığım defter sayfasını gösterdim. “ İlk düşünmezdim, anlamamıştım ama sonra bitkileri ve adanın ortadan kaldırmaya yetecek bir fikir doğdu. Aslında bu hava aracı bir bomba görevi görüyor. Kimine göre bir araç ama benim için bomba saatli bomba gibi bir şey. Biraz bilgim vardı uçurdum ama eğer buna saat sistemine eklersem ve adanın ortasında uçan bir hava aracı yere çakılırsa ne olur.” Akıllıca bir fikir yürüttüm. ‘ Aslında mantıklı ve sen saatlerden iyi anlayan biri sihirbaz olduğunda bozabilirsin. Ama nasıl uçuracaksın.’ Bunun içinde güzel bir cevabım var aslında. “ Kelebeğini hazır tut Işıl. Ben uçağı uçurduğum anda uçağı durduracağım zamanı asılı kalacak.” ‘ Onu hallettik ama bombayı nasıl yapacaksın.’ “ Anti zehri uçağın her yerini süreceğim veya havalandırma bölümüne koyacağım zamanı başlattığım anda uçak yere çakılacak.” “ Ya da aklıma daha iyi bir şey geldi. Ben bu yaprakları toz haline getirip ilaçlama yaptıktan sonra tüm adaya en sonra da bomba yerine ayarlayıp araçtan atlayıp uzaklaşmak daha mantıklı geldi.” ‘ Bu daha iyi mantıklı bir fikir bence de öyle yapalım.’ Gülümsedim. Vakit kaybetmeden yeniden getiren o yaprakları kelebekler önüme koyduktan sonra hepsini toz halini taşla getirip torbanın içine koymuştum. “ İlaçlamayı yılanın başında yapsak tüm ada yerine o dev bitkinin içine atsam diye düşünüyorum başından süzülse diye.” ‘ Sen yine tehlikeye giriyorsun.’ ben her zaman tehlikedeyim. Başımı bu rüyalardan çıkaramıyorum ki güvenli alana geçeyim. Bir şekilde tozları hallettim ve torbayı bitkinin yakınına koydum ki sarmaşıklarla torbayı alıp ağzını atmasını istiyordum. Uçağa koştum. Uçağa bindikten sonra saatli bomba yapmak için her zaman yaptığım gibi bozmaya başladım ve bir şekilde saat sistemini giriş yaptığımda sevinmiştim. Zamanlayıcıyı 3 dakikaya ayarladım. Başlat tuşuna basmadığım için uçağı uçurup gökte hem yakın hem uzak olacağı bir yerde zamanı sessizlik yapıp kelebeğin geniş gövdesine atlayıp oturmamı düzelttim. Kelebek biraz daha uzaklaşıp zarar görülmeyecek bir yerde kanatlarını çırpmaya devam etti. Kartı sesli emri çevirip tüm adayı gösterdiğimde, ada canlandı ve dürbünle adaya bakış attım. Tahmin ettiğim gibi gizemli cismi ağzına götürdüğünü şahit oldum ve yavaş yavaş sarmaşıkların zehir etkisi kaybolmaya başladı. Öldürmeye başladığında tüm ormanı o ilacı yaymaya devam etti. Kuruyan ve etkisiz hale gelen bitkileri görüp gülümsedim. “ Beni uçağa götür .” Dememe kalmadan uçak tüm adaya yangına çevirmişti. Kelebek biraz daha adadan uzaklaşıp geniş açıdan bakmamı sağladı. Ada her patlamada parçalara bölünüyordu. Zehir suya karışınca o adanın çevresine her taşı toprağı bırakmadı yaşayan bir bitkiden eser yoktu. Bir sonraki ipucuya geçebilirdik. Göklerde bir şeyi arıyorduk değil mi ? “ Güneş ve bulutun olduğu yer neresi aslında basit gibi görünüyor ve içimdeki ses o kolayın içinde yapılması gereken bilmece olduğunu söylüyor.” Gökyüzünde öyle bir yer bulma umuduyla kelebek kanat çırparak ilerledi. Hadi buldum diyelim peki o rüya göreni nasıl bulacaktım ben. Neyin içinde ve nerede ruhu ? Bunların cevabını nasıl bulacaktım bilmiyorum. Adaları gezme işi bitti şimdi geldi bulutların içinde o yeri bulmak. 🧭 Uzun aramalardan sonra bulutların içinde dolandıktan sonra yine sonra dedim, müthiş üçleme neyse o yeri bulmuş olduğuma seviniyorum ama çok yorgunum. Kaç gündür adadan çıkış arayarak geçirdim ve onun üstümde bıraktığı etkisi yüzünden uyukluyorum. Sağlam bir bulut örtüsüne ayak bastığımda düşeceğimi sandım ama düsmediğimi fark edip sakin bir yerde durup duvara sırtıma yaslamış gözlerimi biraz olsun uykuya teslim oldum. Birkaç saat uyku buna değmişti ama belki biraz ya da bir gün ekleyebilirdim ama etrafımda beni yabancı olarak algılayan sesleri duyduğumda. Bulut kafalı muhafızları gördüğümde gülmeye başlayacaktım. Sustum. Bulut kafadan muhafız ha! Gözümden yaş gelmişti bunu fark etmiştim. Ayağa doğrulduğumda küçük kelebek parmağıma dokundu ‘ Ben olmadığım zaman kelebeğim seni dinleyecek. Gitmek istediğin yere söylemen yeter ve ne yapması gerektiğini.’ Işıl sana yaklaşıyorum gibi hissediyorum. Çok emindim. Bir tahmin yürütsem bu rüyadan sonra Işıl’ın rüyasına girecektim. Kim bilir yeni kart orada çıkar. Ve zorlu görev ve ödülü sayarsam. Beni nereye götürdüklerini bilmiyordum ama bulutların içinden geçip bir köşk gibi bir yere kadar eşlik ettiğinde “ Burada bekle Rüzgar tanrıçasını haber vereceğim.” Rüzgar Tanrıçasını kimdi acaba ve neden burada beklemem söylendi. Bir an aklımda bilmeceyi düşündüm. Bulut ve güneşin olduğu yer ve kimi bulacaktım. Beni bul demişti bilmecenin sonunda acaba. Yok olamaz değil. Rüzgar tanrıçası bedeninde rüyaya hapsolan biri mi vardı. Kesin onda bir bilmece çıkacağı kesin bundan eminim. Biraz bekledikten sonra “ Sen buranın yabancısın ne işin olabilir ki rüzgar şehrinde.” Eğer rüzgarı estiremezsem hem onu kurtaramam hem buradan çıkamam. Çok zaman kaybettim. “ Beni yol buraya getirdi. Birini bulmam lazım!” “ Hazır keyfim yerindeyken buradan çabuk giderdim.” Bende buradan çıkmak istiyorum ama son parçayı bulmadan gidemiyorum. Sesli mırıldandım bilmeceyi “ Bazen güneşli bazen bulutlu oluyor beni orada bul!” Duydu mu emin değilim. Tanrıçaya bir şeyler oluyordu. Keyfi az önce yerinde olan tanrıçamız şimdi ise sinirlenmiş ve kara bulutlar çöktü üstüme ve gürlemesiyle emretti beni bir süre misafir edecekleri yere, zindana koydular. Bilmecenin sonuna kadar gelmiştim buradan geri dönüş olamazdı, olmazdı. Beni bul dediği şey ne olabilirdi. Burada bana biraz müsade ederler değil mi. Bulut zindan bulut kafalı muhafız ve rüzgar tanrıçası güzeldi yani tanrıça olarak. Bulut zindanın içinde bulut zemine biraz uzanıp gözlerimi kapattım. Ada gez, bulutlarda dolaş ve bir köşkün içindeki zindanda uyuma düşüncesi. Yarına kadar uyanmam. Tüm acımı çıkarmak istemiştim. Harbide öyle yaptım. Dün öyle güzel yattım ki ne bir yemek getiren biri ne de uyandırmak isteyen bir muhafız. Hiç ve sessizlik ama uykumu almıştım. Yemeği düşledim ve elime gelmedi. Bu köşk mühürlü mü bilmiyorum. İstediğim bir şey elimde olmadı. Ayak seslerini duydum bana doğru gelen birinin veya bir kaçını. Yaklaştılar buraya ve elinde müzik kutusunu bana uzattığında şaşırdım. Hani mücadele hani kavga.. bir dakika acaba tahminim doğru mu, beni bul dediğinde tanrıça ya bulmamı istemişti ve tanrıçanın içindeki ruhu özgür bırakmamı. Müzik kutusunu açtığımda sessiz şehri hatırladım. Orada tek müzik kutusu çalmamıştı. Kapağında bir bilmece yazıyor olduğunu fark ettim. İçinde bir taş vardı. İkili bilmece ve yapacak iki işlem. Bilmeceyi bir kez daha okudum “ Kayıp mısralar rüzgarı anlatır, kayıp mısrayı bulmak için silinmiş melodiyi bul?” Ben bilmeceyi sesli okumuştum ki melodinin kayıp hali müzik kutusunun içinde yankı yapıyordu. Gözüm karşımda duran tanrıçaya baktığımda tanrıça ile rüya göreni iç çatışmasını, çekişmesini fark ettim. Sonuna gelmiştim ve bu çile kayıp melodiyi bulunca çıkışa açılan kapıya yol gösterecektir. “ Bilincini uyut Tanrıçanın!” Bulut kapıdan çıkıp tanrıçanın elinden tutup muhafızlar bizi görmesin diye görünmeyecek bir yerden kaçıp kelebekten yardım istemiştim. Kelebek büyüdü. Tanrıçayı bindirip sıra bana gelmişti “ Her şeyin başladığı yere götür. Zirveye. Hem kızı serbest bırakacağız hem çıkacağız burada.” Zorluk içinde kolay bir son oldu. Bir daha zorluk çıkmasın valla. Keşke demez olaydım. Tanrıça’nın yokluğunu fark eden muhafızlar üstümüze kara bulutlar yağdırdı. Kelebek, her yıldırımdan kaçabildi ama son bir yıldırım düşünce bir kanadı hasar gördü. Zirveye çok yaklaşmıştım. Kelebek biraz daha dayanmıştı ve zirveye var gücümüzle atlayıp yuvarlandık. Bir kaç gün kalıp düşünürdüm ama artık bilmeceleri kafa patlatmadan kolay olanları çözümü bulabilmeye başladım. Doğrulmaya kalkıştım ve hala tanrıça ile savaş içinde olan rüya mağdurunu fark edip acaba bunun cevabı diye düşündüm. Güneşin olduğu yere doğru gidip kutunun içindeki taşı çıkarmadan kayıp melodiyi sanki tamamlama mı istiyordu. Kısık bir ton vardı. “ Rüzgarın melodisi çalınır, zirvede Dallarda dolaşır esintisi saçlarında, Susar mı rüzgarın çılgın nağmeleri ? Kıskanır mı güneş yıldızların arasında.” Devam ettirdim melodiyi, bir yandan gözüm mağdurdan ama mağdur bir erkek çocuktu. Sanırsam bu rüyanın sonuna geldim. Ağaca odaklandım ve rüzgarın kuvvetli esintisini tenimde hissettim. Taşı çıkarıp ağacın gövdesini tuttuğumda kapı belirdi. Bana gülümseyen erkek çocuk o ağacın içinden geçip gittiğinde benim önüme saat geçidi çıkmıştı. Bu rüyada böylece bitiverdi. Saati baktığımda zirvenin esintisini fark ettim. Bir iki adım attığımda kırık şatonun resmi gözüktü.
|
0% |