

Bir zamanlar ada, huzur dolu bir rüyanın diyarıydı. Gökyüzü açık,prak, yaşamın sıcaklığını taşırdı. Bir eğlence parkına benzeyen bu ada…
Ama şimdi... Ada değişmiş. Bir korku treninin terk edilmiş ruhu gibi; sis çökmüş, toprağın kokusu kanla karışmış. Gölgeler sessizce izlerken, mezar taşları karanlık sırları saklıyor. Her adım bir risk, her bilmece bir tuzak. Eskiden huzuru hissettiren rüya, şimdi kabusa dönüşmüş. Cesareti olanların bile ürküp geri döneceği bir yer olmuş.
Işıl ile geçitten adım attığımız anda, diğer rüyalardan farklı bir atmosfer beni içine çekti. Tüylerimi diken diken eden bu yer, terk edilmiş bir korku treninin ada versiyonu gibiydi. Sağ elimdeki sıcaklık, sağıma baktığımda yalnız olmadığımı hatırlattı. Prensesimi o kabus diktatörün pençesinden kurtarmıştım; şimdi birlikte çıkışa doğru yol alıyorduk.
Bu adanın atmosferini size tarif etsem, muhtemelen korkudan ürperirdiniz. Kanla kaplı mezar taşları, toprakların içinden fırlayan kemikli eller, insana cadılar bayramını anımsatıyordu—ne iyi ki bizim kültürümüzde böyle bir bayram yok! Bu rüyaları gördükçe korkmaya alışır mıydım, onu da bilmiyorum.
Adanın sırlarını, yaratıklarını ve çözülmeyi bekleyen bilmecelerini hayal etmek bile nefes kesiciydi. Ve tam düşüncelere dalmışken, Işıl’ın sesi beni gerçekliğe çağırdı. Yüzündeki o tanıdık gülümsemeyle sordu: “Ee, Feyyaz Bey, ne yapmamız lazım burada? Bilmece mi arayacağız?”
O anda doğru tahmin ettiğini anlamıştım. Evet, bilmeceleri bulmamız gerekiyordu, ama nereden başlayacağımızı ben de bilmiyordum. İkiye ayrılmak en mantıklısıydı—böylece hem hızlı hem etkin şekilde gizemi çözebilirdik.
“İkiye ayrılıp her yeri inceleyelim,” dedim. “Bilmeceleri bulmak kolaydır, ama cevaplarını almak zordur ve bazen günler sürer. İlk bilmeceden başlayacağız; çünkü diğer bilmece, ilkinin cevabının olduğu yerde gizlenir. Bir kelebeğini bana bırak, iletişimde olalım. Bulduğumuzda birleşiriz.”
Işıl, kelebeklerini çağırdı. Bir tanesi zarifçe parmağına kondu, sonra omzuma doğru uçtu. Kulağıma ince bir ses fısıldadı: “Eğer bu rüyalardan uyanırsak ve beni bulursan saçını platine boyat. Çok yakışıyor sana.”
Bu öneri ciddi miydi, yoksa dalga mı geçiyordu, kestirmek zordu.
Işıl diğer yöne doğru giderken, ben bulunduğum bölgede aramaya başladım. Kanlı mezar taşlarının üzerinde eski yazılar görmek için hayal gücümle bir bez ve fırça oluşturmuştum. Mezarlığın tozunu temizleyerek işe koyuldum. Taşları temizlerken havaya kalkan toz burnumu gıdıkladı ve hapşırdım.
“Çok yaşa, Feyyaz,” diye seslendi Işıl, kelebek sayesinde beni duyduğunu anlamıştım.
“Sen de gör, Işıl,” diye karşılık verdim.
Gittikçe daha derine indikçe bilmeceyi bulacağımıza dair inancım artıyordu. Yorulana kadar mezar taşlarını, toprakları ve adanın karanlık köşelerini incelemeye devam ettik, bilmecenin bizi nereye götüreceğini sabırla bekleyerek her yeri didik didik aramaya devam ettik. Bitkin düşerek biraz mola vermiş yan yana oturarak bilmeceyi nerede ve nerelerde aramayı unuttuğumuzu düşünerek yemek ve su ihtiyacı için istediğimiz yemeği ve suyu düşleyerek elimize geldi.
“ Feyyaz senin halini daha iyi anladım. Bilmecenin bulunacağı yerlerde aradık ama bulamadık.”
“ İki kişiyiz rahatlıkla buluruz. İlk bilmeceyi bulalım sonraki bilmecenin içinde cevabın olduğu yerde çıkıyor.”
Işıl yemeğini yerken düşündü bende sandviçimden bir ısırık almıştım. Daha akşama kadar vaktimiz vardı sonuçta, burada ne gibi tuhaflıklar bulacağım bilmiyorum ne gibi düşmanla savaşıp bilmeceleri çözeceğimiz hakkında bir bilgi yok.
İlla not kağıdı şeklinde bulacağımız bir şey yoktu sonuçta “ Işıl biz şöyle yapalım eğer bilmece bir kağıdın üstünde değilse burada bulunan taş duvarların üstünde olabilir veya ele takılmış kağıtta da olabilir ama bence duvarlara yazılmış olabilir ?”
“ Onca şey yazıyor duvarların içinde nasıl bilmece olup olmadığını anlayacağız Feyyaz ?”
Çok güzel bir soruydu nasıl bilmece olacağını anlayacağız ya da anlayacak ama sanırım her yerde yazıları not almak zorunda kalıp tüm gün o mu bu mu diye bilmeceymiş gibi düşüneceğiz.
“ Işıl her yazıyı bilmece gözüyle bakacağız bulduğun bilmeceleri kelebek yoluyla bana söyleyeceksin ben deftere yazıp sonra birlikte tüm gün boyunca düşünüp doğru bilmeceyi bulacağız ya da bilmecelerin özelliklerinden biri bir şeyi buldurmak olunca tekerleme gibi veya soru şeklinde olur. Öyle bakacaksın.”
Işıl yemeğini bitirmiş ayağa kalkıp elbisenin eteğini çırpıp bana el uzatmıştı ayağa kaldırmak için elini tuttum ve ilk bilmece için akşam olmadan bulmak istiyorduk ve baktığımız yerleri tekrar baktık. Yaprakları goblini ve yıkılmış taş binanın içini duvarlarını, mezar taşlarını üstünü, kaçırmış olma ihtimalim olabilir diye tekrar tekrar baktım. Ellerin arasında var mı diye toprağı elimle kazarak mezarın içinde olma ihtimalini düşünerek kazıp kağıt aradım akşam boyunca arayış içindeydik ama ilk gün elimizde bir şey çıkmamıştı ki Işıl ne yapıp edip bulduğunu söylediğinde yanına gittiğimde baktığım goblin heykelinin yanında beklerken buldum “ Ben baktım ama bulamadım sen nasıl buldun.”
“ Bazen dışarıdan bakmak yetmez ki kelebeğim bakamadığımız yerlerin içine girerek gördü. Goblinin ağzının içinde bilmece kağıdı gördü.”
İlk bilmeceyi bakıp okudu tahmin yürüttü sonra kağıdı bana vermedi, kendisi okudu bilmeceyi yazmamı yardım etti söyleyerek.
“Sıcaktan kaçarım, ama sahile inmem.
Denizi izlerim, ama ayaklarımı suya sokmam.
Beni tekneye davet edersen,
Belki ellerimi kullanırım… ama asla ayaklarımı!
Dalga sesini severim, ama kendimi suyun içinde görmek istemem.
Ben neyim?” ilk bilmeceyi deftere yazmış düşünüyordum.
Bilmecenin cevabı basit gibi görünüyordu, ama aslında kelimeler arasında gizlenen bir gerçek vardı. Önce tereddüt ettim—sanki rüya görenin korkusunu sıradan bir ifade gibi görüyordum. Ancak Işıl’ın sesi zihnimi keskinleştirdi.
"Aslında bilmece," dedi, gözleri dikkatle parlayan bir dedektif gibi. "İroniyi fark etmedin mi? Rüya gören sıcağı sevmediğini, sahile inemediğini, denizi yalnızca izlediğini ama içine adım atamadığını söylüyor. Dalga sesini sevdiğini ama suyun içinde olmayı istemediğini... Demek ki biz bir nesne veya araç bulacağız."
Öyleydi. İroniyi görememiştim. Ama şimdi her kelimenin ağırlığını hissedebiliyordum.
Gece ilerledikçe, ikinci bilmeceyi yarına bırakmaya karar verdik. Aklım yemek hayaline kayıyordu ki Işıl sandviçini ikiye bölüp bana uzattı. "Tavuklu sandviç seversin, döner gibi ama farklı," dedi.
Bu cümlede de ironi vardı mı? Anlamaya çalışırken ilk ısırığı aldım—soğuk sandviçti. O an her şey netleşti.
Bilinmezlik içinde ipuçlarını bir araya getirirken, lunapark fikri zihnimde yankılandı. Burası bir lunapark gibiydi… ama başka bir tarafı daha olmalıydı. Öteki yüzü, suyun içinde bizi bekleyen o bilinmeyen...
"Su oyuncaklarına bakalım," dedim. "Altını üstünü getirelim. Aydınlık havada onları bulmak daha kolay olur."
Işıl sessizce başını salladı ama bakışlarında bir endişe vardı. "Rüya göreni nasıl bulacağız?" diye sordu.
Derin bir nefes aldım.
"Benim gezdiğim rüyalarda korkunun beden bulduğunu gördüm. Hep yanında ya da içinde hapsolur. Bu rüyada da böyle olacak. Korkusunu kökünden sökebilirsek, onu da kurtarmış oluruz."
Sessizlik, yalnızca dalga sesleriyle bölündü. Son lokmaları bitirirken birbirimize baktık—gözlerimizde hem kararlılık, hem belirsizlik vardı.
"İki seçenek var," dedim. "Ya suyla ilgili bir şey bulacağız, ya da bilemediği bir oyuncakla karşılaşacağız."
Işıl hafifçe gülümsedi, sonra çadırına doğru yöneldi. Ben de kendi çadırıma giderken kafamın içinde bilmece yankılanıyordu. Gerçekten ne anlatıyordu? Ve biz neyi bulmalıydık?
🧭
Sabah olduğunda, dediğimiz gibi lunaparkın içinde suyla ilgili olan oyuncakları ve bu adanın ötesinde deniz varsa bilinmeyeni bulmaya çalışalım. Defteri tekrar açtım ve bilmecenin üstünden yeniden geçtim. Aklıma bir şey geliyor, ama cevabı bu mu bilmiyorum. Sanırım bilmecenin içinde kendi korkusu bize yol gösterdi. İkimiz de suyla ilgili oyuncaklardan bahsetmiştik, acaba bu bir su fobisi olabilir mi? İngilizce bir ismi var, ama ben fobinin kendisini söyledim. Rüyayı gören kişinin su korkusu var ama bunu ironi ile açıklamış. Demek ki bu kişi ironi içeren şeyler yazmaktan hoşlanıyor.
Bunları geçelim. Şu an, Işıl ile ben farklı bölgelere ayrılıp suyla ilgili oyuncakları ve su araçlarını inceliyoruz. Bir sonraki bilmecenin ipucunu bulma umuduyla araştırıyoruz.
Suda aşk teknesini gördüm. Kuğuların yanına gitmek için simsiyah suya girdim ve her bir tekneye göz gezdirdim. Ancak, hiçbir şey bulamayıp sudan çıktığımda tamamen ıslanmıştım. Bir anda üstüm kurudu. Düşündüğüm şeyin gerçekleşmesi güzel olurdu, ama keşke bilmecenin nereden geleceğini bulmada da yardımcı olsaydı.
Eğer bunu yapacaksa, neden bizi buraya çağırdılar ki, değil mi? O yüzden pes etmeden diğer oyuncaklara bakarak bilmecenin cevabını kafamda sorguluyor ve çözmeye çalışıyorum. Işıl da diğer tarafı araştırıyor. Bilmecedeki ironi ve korku öğeleri dikkat çekici. Bilmeceye dahil edilen terimi nasıl yorumladığını düşündüm. Dalga, sahil ve adım atma korkusu bana bir şeyi anımsattı.
“Işıl, aradığımız araç bir gemi olabilir mi? Eğer deniz fobisi varsa, denizde bulunmak ona rahatsızlık verebilir. Su fobisi de varsa, bilmece bizi denizde olan bir araca, yani bir gemiye yönlendiriyor olabilir,” dedim. Kelebekle konuştum. Sesimi duyuyordu, o yüzden sudan çıkmıştım.
“Şimdi burası lunapark ve burada su araçlarına binmekten korktuğunu anlıyoruz. Ama sahil ve deniz kelimeleri bana bir oyuncaktan bahsettiğini düşündürtüyor.”
“Şu gondol oyuncağı olabilir mi aslında?”
Sonunda neyi aradığımızı çözüyor gibiydim. Nereye bakmamız gerektiğini biliyorduk. Eğer bu bir rüyaysa, denizi karaya çevirmiş olabilir. Ama eğer bu bir kabusa dönüşüyorsa, aradığımız şey bir oyuncak yerine sudaki gemi olabilir. Ufuğa baktığımda, suda yüzen bir gemiyi fark ettim. Aynı gondol oyuncağına benzeyen bir gemi gözüme çarptı.
“Bir şey daha aklıma geldi. Eğer bu rüya bir kabusa dönüşüyorsa, gemi denizde olmalı, Işıl.”
“Haklısın, ama nerede? Görüyor musun?”
Ufukta parlayan şey bir gemiyse, evet, görüyorum. “Görüyorum. Kelebeğin sana yol göstersin. Ben bir tekne hayal ediyorum, Işıl.”
“Tamam,” dedi ve sesi kesildi.
Denize, suya doğru ilerledim. Bilmece, denize adım atamamaktan bahsediyordu. Merakla bir adım attım, ancak su bacak seviyemi geçmiyordu. Hatta adım attıkça ilerleyebiliyordum. Derin görünümlü bir kıyı sahili mi yoksa gerçekten bir deniz mi, bilemiyorum.
Işıl arkadan bana seslenmişti ben arkamı dönerek “ Su yolu ışıl adım atarak ilerle tekneye gerek yok.” Diye seslendim. Arkadan tamam demiş peşimden geliyordu.
“ Sence bu rüyanın korkusu ne olabilir. Yaratığı ne çıkabilir Feyyaz.”
“ Bilmiyorum Işıl ama hiç iyi bir şey çıkacağını düşünmüyorum.”
“ Sen bile tahmin edemiyorsan ben neyle başbaşa savaşacağımızı bilemem.”
Gülmüştüm ve sonunda geminin yakınına gelmiştim ve tırmanacak halat aramaya koyuldum. Arkamdan Işılda halat veya giriş aramıştı. Geminin etrafını turladım ve sonunda bulduğum derken Işıl ile göz göze gelmiş gülüyorduk. Aynı anda bulmuştuk. İlk Işılın tırmanmasını izin verdim. Ben ve halat acaba sihirbaz katlarında cambazı mı kullansam. Yapabilirsin oğlum, kendini güven biraz dedim ve halatı tutunarak geminin yüzeyine ayaklarımı koyarak bir yandan ayaklarım geminin yüzeyinde yürürken halatla kendimi öne çekip durdum ama halatın kalınlığı avucumu yaktı. Yutkunup tırmanmaya devam ettim. İyi tırmandığımı düşünürken biraz ilerlediğimi gördüğümde ümidim kaybolacak zamanda ışıl güverteden bana ne bakış atıp konuştu “ Yapabilirsin Feyyaz eğer yanıma kadar gelirsen seni öperim.” Erkeklerin en baş belası söz diyebilirim. Kızların söylediği ödül gibi istek. Ne yapıyorsa ne zaman bir kız bunu derse benim gibi daha fazla güç yükleniyor ve geminin korkuluklara kadar gelip güverteye atlama gücü vermesiydi.
“ Çıktım ödülümü ver diyeceğim ama önce bu rüyadan sağ çıktıktan sonra,”
“ Bende öyle diyecektim. Zeki ve buradan çabuk çıkmayı istiyorsun.” Başımı evet olarak salladım ve geminin içinde bilmeceyi aramaya koyulduk. Varillerin içine baktım zemine ve duvara kazılmış bir kelimeleri aradım ama yoktu. Işıl, odaların içine bakıyordu. Hamakların odasına sonra kaptan odasına ve mutfağa. Ben pes etmiştim ama Işıl içerden bana seslendiğinde bulduğunu düşünerek yanına koştum.
“ Bilmeceyi buldun mu Işıl?” Diyerek kapıdan içeri girdiğimde ise Işıl, mutfak masasının önünde bir şeyi baktığını gördüm. Yanına yürüyüp nereye baktığını baktım ve bir tezgahın üstüne baktım ve kazılmış şiirsel bir bilmeceyi fark ettim. İroniyi seviyor anlamayanlardan nefret ettiğini düşünüyorum.
Sonra deniz su korkusu var ve mutfakta bir şeyi bulmamızı istediği bilmece çıktı. Şiire meraklı biri sanırım.
“ Feyyaz, bilmecelerden anlamam ama bu bilmecenin altında bir tehlike geçiyor.”
Ne diye bilmeceyi not almak için öne eğilip defterimi açıp boş sayfada bilmeceyle doldurdum. İçimden okuyaraj tehlikenin ve bir sonraki son bilmeceyi bulmak ve rüya göreni nasıl bulacağımızı gösteren o bilmeceye doğru ilerlemiştik.
“ Rüyandan sürünür çürük bir adım,
Karanlık doyar, yemezse seni.,
Ve tezgâh konuşsun unuttuğun kitapla.”
Deftere satır satır yazarak düşündüm.
“ Sürünen bir yaratık, ve yemek olarak gören bir düşman acaba zombi olabilir mi ? Mezar taşları ve mezarlık havası vardı korku adasında diğer yazılar ve şiirsel merakı olan x kişisi.”
“ Sanırım sondaki bilmece bizi o kitaba gösteriyor olabilir.”
Işılın dediği satıra not aldım dahası hepsini tek tek not alarak işledim.
Son satırı bir kaç kez okuyarak dile getirdim ve “ tezgah konuşacak unutulan kitaba, bu biraz mutfak işiyle olacak sanırım ama bilmeceyi bu kadar çabuk bulduk ama nerede olacağı hakkında bir bilgim yok tekrar korku adasına gider bakarız. Gemiye bulduğumuz gibi arayalım.”
Işıl dediğime hak vermiş gibiydi. Gemiden inmeden önce tüm odaları göz gezdirdim. Bir şey bulamayınca çıktığımız yerden inip suda yürüdüm ayak boyuna gelen sudan karaya doğru yürüdük, Işıl suda beni beklemişti onla birlikte karaya doğru ilerlerken ayağıyla bana su attı. Benimle eğleniyor şu an saat komutunu vermiştim ve defteri içine aldı.
“ Bu koca taşın öyle süs olarak olmadığını görmüş oldum ne işe yarıyor. Bir çanta görevinde mi işe yarıyor mu ?”
“ Yarıyor Işıl, sırt çantası gibi ama komut vermelisin. Örneği karaya çıkınca gösteririm defteri çıkarıp bilmeceyi çözmeye başlayacağız.”
“ Çok karışık söyledin ama dediğini anladım.” Demişti avuçlarına suyla doldurup bana doğru fırlatırken sırtımı döndüm.
Aşağıya eğilerek avuçlarımı su doldurdum. Dökmemeye çalışarak Işıl’a seslendim tam bana doğru döndü ve avuçlarımdaki Işılın yüzüne doğru fırlattım. Gözlerini açamadı sonra dudaklarına gelen tuzlu suyu tükürmüştü. Gülmeye başladım “ Komik mi bu şimdi ?”
Ağzımı elimle kapatıp kahkahamı saklamıştım “ Kusura bakma ama komik valla Işıl hanım ?”
Bana doğru gelen sulara karşı kendimi kurtarmaya çalışıyordum.
“ Şimdi komik mi Feyyaz Bey ?”
Su yutmak hiç komik bir şey değilmiş. Boğazıma yaktı deniz suyu.
“ Tamam tamam karaya çıkalım daha çözülmesi gereken bilmeceler var ?”
Islak saçlarını kulağının arkasına alırken onu izledim. Bu kızı bu kadar güzel yapan şey ne ? Her şekilde acayip kalbimi etkiliyor.
Karaya doğru ilerlerken Işıl’a “ Buradan ve diğer kalan rüyalardan çıktığımızda diyorum. Benimle sevgili olur musun yani çıkar mısın ?”
“ Çıkma teklifi mi ettin az önce bana ?”
Sanırım etmiş oluyorum. Sevgilim olur musun sorusunu sormuştum. Neyse bunu çıkışta bu rüya evreninden çıkalım ondan sonra demiştim ki benimle aynı şeyi düşünmüş “ Sanırım ettin ama Feyyaz şimdi teklifin sırası değil. Sende bunun farkındasın değil mi ? Karaya da geldik. Beni bulduğunda kurtardığın bir daha edersin.”
“ Evet farkındayım ve benim aklımda da bu teklifi sonraya ertelemek var. Merak etmiştin ya kürenin ne işe yaradığını, akrep ileri, defteri ver !” Komutumla elime geldiğini şahitlik etmişti.
“ Geri yöne nasıl yapıyorsun.” Ben defteri açarak bir sonraki bilmeceyi düşünmeye başlamışken onun sorusuyla düşüncelerimden çıkıp sorusunu yanıt verdim “ Geri komutu ile dediğim gibi nesneyi ekleyerek içine alıyor.”
“ İlginç bir yetenek neyse bilmeceyi tekrar söyler misin ?”
“ Rüyanda sürünür çürük bir adım, yılan veya zombi diye düşündüm düşmanı yılanı es geçtim. Bu mezarlığın kabusu bir zombi !”
“ Bende aynı fikirdeyim bir sonraki satır peki ?”
Bir sonraki satırı okudum” Karanlık doğar, seni yemezse bu zaten zombiyi destekledi. Zombiler beyin yer değil mi ?” Sorumu ve düşüncemi başıyla onaylamıştı işte bir sonraki bize neyi bulduracak o satır “ gemide iken kitaptan bahsettim ama neyin kitabı mutfak kitabı olabilir yemek kitabı, tamir kitabı farklı farklı kitaplar var.”
“ Şimdi biz bilmeceyi geminin mutfak tezgahında yazılmış bulduk iki farklı kitabı bulmamız isteyebilir. Mutfak aletlerini anlatan kitapta veya yemek tarifleri yazan bir kitap olabilir.”
“ Bu adada öyle bir alanı bulup araştırmamız lazım. Tüm gün boyunca, alanı daraltırsak yemek tezgahlarına bakmamız lazım ya da kırık taş tezgahları, bu adanın görünen yüzü görünmeyen tarafta izler olabilir. İkiye ayrılacağız. En güvenli yer araştırmayı başladığımız görünen tarafı Işıl, sen bakmadığımız yerleri bakacaksın ben ise en karanlık tarafta olacağım. Bulana kadar ayrı olacağız bulduğumuzda kelebeklerin ile iletişim halinde olalım.”
“ Yine beni bulmadan önceki halin gibi olacağız. Çabuk bulalım bir sonraki bilmeceye her ne ise ?”
Başımı salladım ve dediğimiz gibi benimle birlikte gelen Işıl’ın kelebeği ile adanın karanlık arkasında kalan tarafa doğru eşlik etmişti. Önümde ne bekliyor bilmiyorum ne gibi şeyler çıkacağı hakkında pek bilgim bile yoktu. Hava açıkken bile böyle karanlık ve ürkütücü olması inanılmaz, bir fener düşündüm el feneri direk elimde belirdi. Fenerin düğmesini açarak yolu aydınlattım ve direk etrafı incelemek yerine bilmecede geçen yerleri düşündüm. Bir kitap arıyorsak bu kitabın içi ve kapağı ayrı olma durumu varken nereden başlayacağımı düşünmüştüm. Böyle zor olacaktı. Etrafı fenerle aydınlatıp burada ne saklı onu bulmayı çalışarak yoluma baktım. Umarım Işıl orada ikinci bilmeceye giden bir cevap nesnesi veya ipucusu bulur diye dualarım onunlaydı. Bir panayır haritası bulmuştum. Farklı bölümlere giden yol ayrımları vardı.
Işıl’ın kelebeği omzuma konmuştu Işıl’a seslendim “ Sanırım bir yol haritası keşfettim ve düşmanımızın ininin yerini nerede olduğunu öğrendim senden haber var mı Prensesim ?” Işılın tatlı gülüşünü duydum “ sihirbazım, prensim hala bakıyorum. Yemek tezgahlarını sen görebiliyor musun orada herhangi bir bilmece yazan nesneyi veya haritayı ?” demişti ben haritadan bakmayı kesip yemek alanını gösterdiği taraftan feneri tutarak ilerledim “ Burası karanlık bir şey bulmak imkansız Işıl ?” Tezgaha yazılmış yazıda bir kitap aramımızı söyledi umarım o kitabın sayfaları boş değildir ya da yırtık.
Işılla konuşarak yol ilerledim bir kitap arıyorduk acaba bundan sonrası bizi ne götürecekti bilmiyorum. Yemek tezgahlarına doğru ilerledim. Ya orada ya benim olduğum karanlık tarafta bulunacaktı o kitap ama ana düşmanın olduğu taraf burasıydı. Çekmecelerin içine baktım yemek kitabı aradığımızı emindim çünkü bilmece de yemekten bahsetti ya o bizi yiyecek ya biz onu yiyeceğiz ama saçma biz onu öldürerek mi yiyeceğiz ? Peki rüya sahibini nereye saklamış olabilir bu yaratık. Rüya sahibinin ismini öğrenemedim hobileri biraz olsun anlamış oldum. Şiirsel yönü yüksek su korkusu olan ve ironiyi seven biri belki günlük benzeyen bize bir şey anlatan şey buralarda bulabilirim birde yemek yapmayı bilmecelerin içinde varlığını hissettim.
Işıl’ın sesini duydum sanırsam kelebekte kitabı bulduğunu söylemişti ama içinde bilmece yazılı olduğunu söyleyince “ Bilmece de ne yazıyor Işıl ?”
Işıl “ Anlamıyorum ama bu kitapta sayfaları eksik Feyyaz, bilmeceye gelirsik ‘ Sayfalar yok, hepsi karanlıkta. Ada fısıldar eski bir tat, Zehir mi, şifa mı, bilinmez sırat. Ay ışığında bir harf belirir, Karanlık tarif seni izletir.’ ne demek istiyor zehirli bir tarifin mi yoksa şifalı sayfa mı bulacağız.”
Işıl bilmeceyi söylediğinde sonda karanlık taraf dendiğinde neresi olduğunu anladım “ Işıl yanıma gel nerede olduğu açık, kelebeğin yolu gösterir.” dedim bana tamam demişti. Işıl yanıma gelirken ışığı havada süzülmesini hayal ettim ve defteri taştan çağırdım “ Akrep ileri! Rüya defteri elime bırak.” dediğimde elime gelmişti bu rüyanın sayfasını açarak yeni bilmeceyi hatırlamayı çalışarak yazarken arkamda Işıl’ın sesini duyar gibi oldum ve bana koşarak korktuğu için sarılmış sonra ayrılmış bilmeceyi tekrar söyleyince kısaltarak parçaları böldüm deftere yazarken ilk kısımda “ Karanlık burası onu anladım. Ada fısıldar eski bir tat galiba yaratığın yemesi için öldürücü bir yemek hazırlayacağız ve sunacağız o bizi yemeden, zehri anlarım şifa derken ?”
“ Sanırım zehri yaratığa ama şifayı rüya göreni sunacağımızı düşünüyorum.”
“ Haklı olabilirsin Işıl, işin en zoru bu kısım diyebilirim. Ben yaratıkla uğraşırken sen rüya sahibini şifalı yemeye vermeye odaklanmalısın. Ama bize ipucu vermiyorsun sayfaların nerede kaybolduğu hakkında,”
“ Onu da biz bulacağız oluyor en son kısım sanırım bulduğumuzda yapılması gerektiği gösteriyor ama ay ışığı yok nasıl parlayacak Feyyaz veya sayfaları taktığında gösterecek mi bilmiyoruz gerçi ?”
“ Akrep geri ! Defteri geri al.” diye komut verip elimde defteri saatin içine ışınlayıp havada süzülen feneri elime alarak “ uzun bir yolumuz var onu bulduğumuzda düşünelim şimdi sayfaları arayalım burada da ayrılalım.”
Işıl için fener isteyecektim ama bir şarkısıyla kelebekleri ışıl ışıl parladığında daha da etkilendim sonra bu rüyadan beraber çıkmak için çıkışı bulmaya odaklandım ve panoda haritaya bakarak ben şu yönden Işıl bu yönden gideceğini söylemişti buluşma olarak bulunduğumuz haritanın önünde olarak ayarladık ve ayrıldık.
Şimdi mantık yürütüyordum ben bir sayfa olsaydım en çok kaybolduğum yer ise çöp kutusu olurdu acaba sayfaları buluşturup atılmış çöp kutusu nerede bulunur ve bu panayırda binlerce çöp kutusu var nasıl arayabilirim diye düşündüm onca çöplerin içinde hepsini tek tek bakacaktım tabii ki. Önümüzde ki ilk çöp kutusunun içine baktım ışık tutarak elimle kurculadım yenmiş yiyeceklerin elime değmesiyle tiksindim ama sayfaların birini bulamadım. Fenerle sıradaki çöp kutusunu fenerin odağına girmesi için tarayarak yürüdüm yürüdüm ve bir tane daha görüp fenerle elimle taradıktan sonra bunda da olmayınca bir sonraki bir sonraki çöpleri tarayarak ilerledim ve ama hiçbirinde yok olması sinirimi bozdu ve çöp kutusunu ayağımla vurarak sinirimi çıkarmıştım.
Işıl gülerek kelebekle iletişim kurmuştu “ Kamu mallarını zarar vermeyelim!”
“ Bir rüyanın içinde kamu malları kapsar mı Işıl ?”
“ Olsun evde nasıl davranırsan dışarıda öyle davranırsın Feyyaz.” Kamu spotu gibi her yerden uyarıyor beni inanılmaz ressam.
“ Bir sayfa olsaydım diye düşünüp çöp kovalarını aradım ama bir iz yok sende durum nedir ?”
“ Bende de öyle her yeri bakıyorum bir iz yok ?”
“ Işıl eğer bulamazsak benim düşüncem düşmanın ininde saklı olabilir mi ?” bu düşünce beni korkutmuştu. Düşmanın evine dalarak bilmecenin cevabını bulmak. İmkansızı bulmak gibiydi.
“ İşimiz baya zorlaşacak diyorsun bundan emin olmak için tekrar bakılmamış yerlere bakalım, ‘ben kağıt olsaydım’ düşüncesine çöp kutularında değildi belki banklarda ya da panolarda asılı olabilir mi ya da gişelerde çünkü biletleri orada arıyoruz ne dersin ?”
Işıl çok mantıklı bir şey demişti. Gişelerde olabilirdi sonuçta bir lunaparkta biletleri gişelerde alıyoruz “ Tamam oradaki oyuncakların gişeleri bak bende buradaki gişeleri bakıyorum. Eğer yoksa benim düşüncem haklı çıkıyor bu konuda,”
“ Bu gişelerde bulma isteğim sana korkaklık gelebilir ama korkuyorum.”
“ Bende korkuyorum Işıl, onca şeyle savaştım ama belirsiz bir yaratıkla karşı karşı kalacağımız düşüncesi korkuttu.” Birlikte dediklerimizi gülerek feneri tutarak ışığın odağı giren gişeleri yöneldim. Kapılar kilitliydi açmak için anahtarı diledim ama anahtar elime gelmeyince neyle açabileceğimi aradım taradım ne iyi ki bir ışık açacağım objeyi ışık tuttu. Bir bayloz görüyordum bu güç gösterisinin aleti değil miydi ? Sanırım öyleydi baya ağırmış bunu kaldırmak baya zahmetli olacak, sürükleyerek götürüp o kartları kullansam iyi olacak. O kadar kaslı bir yapım yoktu, elimden bırakıp kartları elime istedim ve cambazı kendimi tutarak “ Kart cambazı, kuvvet ver.” dedim kartı geri ışınladım ve balyozu elime aldığımda hafif geliyordu ve arkaya eğip öne doğru sert bir darbeyle kapıyı fırlattım ve içeriye girdiğimde “ O ses neydi Feyyaz ?”
Gülerek yanıtladım “ Biraz kartların verdiği güçle güç gösterisi, balyoz ağırdı bende kartlarımı kullandım.”
“ Bunu anlıyorum ve uyarı yapmıyorum. Buradan çıkmak istediğim için,” dedi başımı sallayarak içeriye feneri ışığıyla aydınlatıp içeriye, kapının üstünden ilerledim. Masaya fener tuttum boştu çekmecelerin içine bakma düşüncesi gelmişti. Tek tek açtım yine boştu, gişenin tüm alanını ışık tutarak çıktım yoktu. Bir elimle balyozu sürükleyerek diğer kapalı olan kapıları balyozla indirip içeriye ışık tutarak her tarafı bakmıştı en sonda bulamayınca diğer gişelerin içine girip baktığımda tam dışarı çıkacaktım son girdiğim gişenin masasında bir ışık belirdi. Bir not gibiydi notu alarak okudum sesli bir şekilde “ Işıl sanırım ipucu bulamazsam da rüya sahibinin elinde bir not buldum.”
Işıl okumamı söylediğinde sesli şekilde okudum “ Rüyamda bu ada eğlenceliydi sonra havanın kararması ve atmosferi birden değişti. Bu adada benden başka biri vardı ona seslendim ama ne olduğunu gördüğümde karanlık yoldan mağaranın içine girdiğimde, duvarın üstünde garip şekiller çizilmişti daha da yürüdüm ama arkamda o sesle geriye baktığımda o yaratık beni yiyecekmiş gibi baktı. Babamın yüzünü görmüştüm o yaratığın suratında geri geri doğru kaçmayı çalıştım ama o yaratığın eli benim omzumda belirdi. Bir rüya olduğunu söyledim. Uyanmak için 1 den üçe kadar sayıp gözlerimi kapadım, açtığımda uyanmak istedim ama gözlerimi açtığımda-’ buradan sonrası yok Işıl sanırım düşman bir zombi olduğunu öğrenmiş olduk ve rüya sahibinin babasına karşı nefreti bir fobisi var.”
“ Bu da bir bilgi işe yarayan bir bilgi diyebiliriz o zaman bu da demek oluyor o kağıtların bulacağımız yer o zombinin ini mağarası, orada buluşuruz Feyyaz.”
Işılla konuşmamız bittiğinde defteri geri elime isteyip notu defterin içine koyup geri yolladım. Balyozu bıraktım, sonuçta cambaz demediğim halde sirkte olan bir kas gösterisini sergiledim neyse kartı üstümde tutarak “ Saat sihirbazı,” komutu vermiştim kendimi dönüp Işılla buluşacağımız mağaraya doğru koştum, nefessiz kalmıştım, yanına geldiğimde soluğumu tazelemiştim.
“ Bir taşla iki kuş bulacağız demek oluyor. Ben rüya sahibini bulacağım feyyaz sen kağıtları bulmaya bak bulunca kelebeklerimiz sinyali birbiriyle üç kez kanat çırpsınlar.”
“ Kelebekler her kanat çırpabilir.”
Işıl güldü “ Ama omzunda durmuş bir kelebek kanat çırpmaz değil mi ?” Bu iyiydi.
“ Tamam hadi bir zombi bizi ne yapabilir diye girerim mağaranın içine,” dedim ve kelebeklerimiz omzumuza konmuş şekilde içeriye fenerin ışığını tutarak içeriye doğru yol ayrımı yaptık. Ben duvarlarında ki şekilleri merak etmiştim. Mağaranın duvarına bakış attım. Çizimi berbat ve zevki inanılmaz tuhaf bir zombinin duvar resimlerini bakıyordum ama sonda sanki kağıt çizimi gördüm ve üstünde malzemeler çizili bir resim görmüştüm ve bana ipucu gibi geldi defteri saatten sessizce komut vererek resmi bu sayfanın rüyasına ayırdığım sayfanın arkasına çevirerek resimleri çizdim sonra not almıştım ‘ bir mutfak masası, bir açık tencere ve ocak.’ Acaba bu mağarada mutfak var mı ? Merakım depleşti vardır ya sonuçta bu bir rüya olması gerekir.
Omzumdaki kelebek kalkmış üç kez kanat çırpmıştı bende nerede olduğunu gösteren bir ipucu bulduğumu söylemek için üç kez kanat çırparken bir ses gelmişti. Işıl’ın bağırışını duydum, bir yandan Işıl’ı kurtarmak isteyip bir yandan bu rüyadan çıkmak arasında kalmanın ikilemi yaşıyorum ama Işıl eğer benim yerimde olsa beni sonra kurtarıldı çünkü bu bilmecenin çözümü daha önemliydi eğer bu sorunu çözersem çıkışı bulurdum. O yüzden ipucunun tarif ettiği yere doğru sessiz adımlarla ışığı tutarak mutfağa doğru yol aldım. Bir gözüm deftere bakıp sonra etrafı inceledim. Zombinin sesini duyar gibi oldum. Duvara dayadım ki Işıl ile rüya sahibinin ellerini bağlayıp sandalyeyi oturttuğunu görünce Işıl, kafasını bana doğru çevirip gözlerini iki kez kırpınca devam etmemi işaret etti. Bende bir sonraki duvar çıkıntısına doğru koşmadan dikkat çekmemek için kartlardan sessiz komutu elime alarak kartı kendimi tutarak komutu vermiştim ‘ sessiz komut’ sessiz adımlarla ilerlemiştim beni duyup durumu tehlike atmamak için bunu kullandım.
Yavaş yavaş adımlarla ilerlemeye devam ettim saati baktığımda ise bana pusula gibi neresi olduğunu gösteriyordu ki tam karşıma çıktı. Bir sonraki duvardan sağa dönünce, rüya olduğunu hatırlattım çünkü bir mağaranın içinde böyle bölmeler olmaz diye düşünüyordum. Mutfağı bulmuştum, defterdeki konumuna bakmıştım. Tencerenin içindeydi ses çıkarmadan tencerenin kapaklarını veya açık olanları içlerini baktığımda ise kağıtları bulmuştum ve küfür etmemek için kendimi zor tuttum. İnanılmaz meğer düşmanın ininde saklanıyormuş. Saatin içinden kitabı çıkardığımda boş kağıtları kitabın arasına yerleştirdiğimde parlayarak birleştiğini şahit oldum ve elime süzülerek gelip yazılar belirmeye başladı.
Aha son bilmece ve zamana ihtiyacım vardı bu tarifleri yapmak için bence ilk şifa yemeğini hazırlasam mı yoksa zehir olanı diye düşünmeye başladım ama vakit yoktu. Zehri şimdi yapıp bitirip şifayı arkasında yaparsam hem kendiliğinden ölürse beni hiç bu zorlu süreçte yormasın. Biz çıkalım o ölmeye hazır olsun.
Yemek tarifleri bile şarkının içinde geçmesi ne kadar ironi…Tamam senin hobilerini bulduk diyelim. Peki sen kimsin ve adın ne ? Kitaba odaklandım ve yazılan malzemeler bile bilmece şeklinde gel şimdi hem bunu yapıp hemde hazırla.
Bilmeceyi okudum “ Karanlığın kalbinde, ölü nefesin gölgesinde pişer.
Çürük kemikten doğar, kan damlası ile parlar.
Tuzla mühürlenir, çamurla karışır.
Bir lokması etleri yakar, geriye yalnızca gölge bırakır.
Söyle bana yolcu, bu yemek nedir?” Ne nedir bana daha basit bir şey soramaz mısın. Teker teker malzemeleri bilmecenin içinden bulup tencereye atacaktım.
Ölü nefesin gölgesi mi pişer o zaman bu ocak anlamında kullanıldı, çürük kemikten doğar diyorsa zombinin çürük eti veya gözümde ölü iskeleti gördüm. Çürük kemik çok rezalet kokuyordu bir kırıcı aletle kemiği kırarak kazanın içine attım sonra bir sonraki işlemi okudum ve kan damlası ile parlar bu birinin kanından mı diyor diye düşünürken tavanda kan kokusunu aldım ama burnumun dilekleri yandı. Çok yakıcı ve zehirli mantar olabileceğini fikir yürüterek almak için elime eldiven hayal ettim ve bıçakla maske, rüyada böyle bir şeyleri hayal ettiğimi inanamadım.
Tavana yükselmek için taş tezgahların üstünden dengemi koruyarak mantarı tavandan bıçakla kazıyarak koparmış ve kazanın içine attım. Tahtayla karıştırırken diğer malzemeleri bilmeceden çıkarmayı çalıştım. Yemeği tuzla mühürleyeceğim ve içine çamur mu katacağım. Son cümlesi ; etleri yakar demek yakıcı bir yemek ve gölge bırakacak kadar öldüren türden.
Zehirli bir şey olabilir. Düşündüm düşündüm “ Zombi öldüren zehirli kemikli mantar.” dediğimde yemeğin kokusu tatlı gelmeyi başladı sanırsam bilmiştim ve kitapta başka bir bilmeceli yemek tarifi çıktı ama bu buradan bulunmayacak malzemeydi.
Bir taş kasenin içine kepçeyle doldurup yanına kibarlık olsun diye çıkardım. Kitabı saatin içine geri koymuştum. Kaseyi dikkatlice masaya doğru yürüyüp parmağımla susmasını söyledim. Kimse yokken yemeği masaya koydum.
Kart cambazını çıkarıp klon özelliğini kullandım hem Işıl’ın hem rüya görenin klonunu yapıp üçümüz bu mağaradan çıkarken “ Nasıl öğreneceğiz yemeği yediğini ?”
“ Çok basit yaratık gittiğinde bu ada canlanacak o zaman bu adada rüya görenin uyandırıcı yemeği yapacağız.”
“ Ya iki düşman ile başbaşa kalırsak, ben ilk bilmeceyi bakarken o goblinden şüphelenmiştim veya düşman fark edip zombileri çıkartırsa, arkadaşlarıyla.”
“ Kötüyü düşünme kötüyü çağırma, her rüyada bir kabus yaratığı bulunur ama kabus yaratığı dışında kabus gözcülerin bir tuzağı da olabilir.”
Işıl bana dik dik bakmıştı “ Kötüyü düşünme diyeni bak sen benden daha kötü ihtimalleri söylüyorsun. Ama bir yönden haklı olabilirsin. Benim rüyamda onları gördün ve senin peşine bırakmazlar. O goblin bizim başımıza bela olacak.”
Birkaç saat içerisinde rüya canlanmaya başlamıştı sanırım düşmanı oyuna getirip kazanmıştık, çıkış yolumuz için rüya görenin yemeğini hazırlamamız lazımdı.
“ Feyyaz ben malzemeleri bulurum ama biri bu kızı koruması lazım. Beni merak etme! Kızı koru çünkü tek çıkışımız rüyadan geçidi açması olacak.” Tamam der gibi onayladım ona kitabı emanet ettim ve kızı kelebeklerin yardımıyla açıklık güvenlikli olan tarafa doğru götürüp bir yerde oturttum. Kılıcı çıkardım kartı düz okudum “ Luna West” dedim kılıç karttan çıkmıştı ve elimde hazır bekliyordu. Umarım Işıl’ın durumu iyidir, bir sorunla karşılaşmaz.
Ben Işıl’ın gelmesini beklerken ağaç oldum. Bir yandan etraftan gelen sesleri dikkat kesildim. Sesin geldiği yöne doğru kılıç tuttum kimse yoktu. Sola dönerken arkamı dönerek kılıcı savurdum.
Yine ses yoktu.
Aydınlık bir lunapark misali olmuştu ama hava kararmıştı. Ama hala o heykel duruyordu ve sanırsam o heykelde bir şey vardı. Beni ürperten bir havası…Işıl’ın dediği doğruysa bu heykel canlanıp saldırıya kalkışırsa ve Işıl tehlikede ise buradan çıkmaya ramak kalmışken başımıza bu gelmesi en kötü senaryo olacaktı.
Bir gözüm heykelde kalmıştı. Işılın yemek için malzemeleri alıp burada bilmeceyi çözecekti. Bir çatırdama sesini duydum sanki…
Aklıma o eski çizgi film sahnesi geldi. Sylvester tweety konuşma sahnesini ‘ Bir kedi gördüm sanki!’
Bende bir ses duydum sanki…Goblin heykeline doğru kılıç tuttum ve gözlerim yanılmıyorsa heykelde çatlaklar belirginleşti. Yutkundum. Hadi Işıl malzemeleri bulmak bu kadar zor olmamalı. Benim düşüncem doğru çıktı. Kabus gözcüler işini bitirmeden kaybolmazlar. Ve onların mutlaka her rüyanın içinde bir tuzakları olacağı mutlak bir şeydi.
Heykel çatlamıştı sonuna kadar… İçinden uzun ve vahşi bir goblin çıktığında kızı arkama alarak kolladım . Hadi Işıl, elini çabuk tut.
Goblinin atağı pençesini üstüme atlamasını kılıcın sert demiriyle tutuyordum. Bunu ne kadar devam edecektim bilmiyorum. Geriye savurabilirsem belki deyip bu güçsüz bedenimle nasıl alt edebilirim. Aklıma bu kılıç sıradan bir kılıç değildi. İlk rüya koruyucuların şövalyenin tuttuğu sıranın bana ve sonraki koruyucuya verilen büyülü nesne.
Eğer bir ışıkla gözlerini parlatsam karşı atak yapabilirim diye merak ediyorum.
“ Parla Luna West, goblini gözlerine kör et !” Emir vermiştim. Kılıcın demirinden gelen ışığın yavaş yavaş parladığında gözlerimi kapadım ve elimdeki sıcaklığı hissettim.Goblinin gözlerinin üstüne çakan ışığın yankısı tüm meydanı doldurdu. Can çekişir gibi ama aynı zamanda kudurmuş bir hiddetle kükredi. Gözlerimi açamazdım; açarsam kör edici parıltının içinde yolumu kaybedecek, saldırı fırsatımı yitirecektim. Tam o anda Işıl’ın sesini duydum, rüzgâr gibi keskin ve inatçı:
“Ben iyiyim! Yanına geliyorum! Malzemeleri buldum Feyyaz… kelebeğimi hisset!”
Sesiyle aynı anda, narin bir dokunuş sağ elimin üstüne kondu. O küçücük ağırlık bir işaret, bir pusulaydı. Kanat çırptığında esen rüzgâr yönümü gösterdi. Kılıcı kavradım, sağa doğru hamle yapıp yanlamasına savurdum. Çelik havayı yardı, ardından goblinin acı dolu kükremesi göğsümü titretti. Kuyruğunu öfkeyle savurup yere çarptığında çıkan rüzgâr beni geriye fırlattı.
Daha toparlanamadan kelebeğin kanat sesini duydum; bu kez sola kondu. Rüzgâr öne doğru esti. Gözlerimi hâlâ kapalı tutarak sıçradım, gövdemi havaya bıraktım. Kılıcı dik tutup goblinin boynuna indirdiğimde metalin kemiğe çarpan uğursuz sesi yankılandı. Ama yaratık pes etmedi. Çığlık atarak pençesiyle beni yakaladı, vahşice fırlattı.
Sırtım bankların sert tahtalarına çarpınca ciğerlerimden nefesim söküldü. Dişlerimi sıkarak doğruldum. Elim hâlâ kılıcı sımsıkı kavrıyordu.
“Keşke şu goblini yok edip kaçsak, değil mi Işıl?” diye hırladım kan tadını ağzımda hissederken. “Dediğimiz yere geldik…”
O an kelebeğin kanat çırpışı yüzüme değdi. Burnumun ucuna konduğunda, karşımda süzülen gölgeyi hissedebildim. Kılıcımı kaldırdım. Bu kez bütün gücümle, önümde havada kıvrılan o yaratığın üzerine atıldım…
Goblin pençesini savurduğu an, ben kılıcımı çapraz kaldırarak darbeyi savuşturdum. Pençesinin gücüyle metal zangırdadı, kollarım uyuştu. “Valla kabus Gözcülerin evcil yaratıkları sizi bu rüyalardan def etmek benim görevim oldu!” diye haykırdım, sesim çatallanarak yankılandı.
Bir sonraki hamlede goblin öfkeyle ayağını yere vurdu. Toprak titredi, taşlar yerinden oynadı; dengemi kaybedip sendeledim. Yere kapanmamak için tüm gücümle tutundum ama o devasa gövde bir kez daha üstüme gölgelendi.
Artık oyalanacak zaman yoktu. Dizlerimin üstünden doğrulup kelebeğin titreşimlerini takip ettim. Kanat çırpışlarının yön verdiği tarafa koştum. Kılıcımı parlayan bir hilal gibi savurdum. Çığlık kükremeye karıştı, siyah kan üzerime sıçradı, sıcaklığı tenime yapıştı.
Yaratık sendelediğinde, nefesimi kestim. “Parlama, Luna West!”
Gözlerimi kısarak açtığımda goblinin kafa ve gövdesi taşa dönüşüp parçaları ayrıldığında dizlerimin üstüne çöktüm.
Işıl’ın sesini duydum “ İyi ki ben gittim yoksa kızı ben koruyamazdım. Ayrıca yemeği yolda düşünürken yaptım. Biraz sabret rüya daha da canlanacak ve uykusundan uyanacak.”
Omzunun üstünden bakıp önüme döndüm.
“ Sihirbaz iken savaşçı olmak varmış ?”
“ Bir sihirbaz oldun bir savaşçı ve bir prens feyyaz…birçok şey olabilirsin.”
Gülümsedim “ Tek isteğim bu rüyadan çıkışı bulmak ve buna benzeyen rüyalardan gerçek dünyaya adım atmak.”
Yaralarımı iyileştirmeyi düşünmüştüm. Işıl, rüya göreni uyandırıcı ilaçlı olan yemeği ağzına yedirirken.”
Gözlerini yavaş yavaş açarak etrafı ve bizi bakmıştı.
“ Merak etme! Seni baba zombiden kurtardık ve rüyanı yeniledik. Bize adını ve çıkış yolunu gösterip seni bu rüyadan uyandırıyoruz.”
Kız bize gülümsemiş ağzını açarak kapının nerede olduğunu gösterdiğinde şaşırdık kapı goblinin konduğu taşta olduğunu “ Benim ismim Luna.” Bir rüya böylece sona ermişti.
İlk Luna kapıdan girmişti sonra bize açılan geçitten geçip kendimizi yeni bir rüyada adım attık.
Bu rüya en zorlu rüya denilmesin. Daha zorlu rüyalar tattım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |