Yeni Üyelik
28.
Bölüm

27📜: Böğürtlen Dondurma Tadında Mektuplar

@handelendin

Mel ile sabah kahvaltısı yapıp hazırlanıyordum.

Mel yanıma gelip tılsımlı kolyenin işe yarayıp yaramayacağını sorup durdu sonra pes etmiş gibi ‘ Lita onca zahmet verdim işe yaramasa çabalama lütfen!’ diye dil döktü. Ben bir icata başladığımda bitirmeden durmam. Olmazsa olmadı deyip pes etmek huyumda değil benim.

 

“ Başka bir çözüm buluruz ama içimdeki o ses bu işe yarayacak diyor.” Harbi öyle demişti. Buzu editmeden küçük çekiç ile kırdım kenarları eğer eritmeye kalkarsam tılsım sıvıdan üretildi diye onu da eritmiş olur. Kendi sıcaklığıyla. Beden sıcaklığı eritmez ama yüksek alev seviyesinde bir sıcaklık yok eder.

 

Tılsımı kalıptan çıkarıp zincirine takarak Mel’ e doğru yürüyüp “ Buz gibi su tenine iyi gelecek. Ama senden ilk yapmanı istediğim bandını çıkarman ve boynuna bağlayacağım tılsımı ellerini alıp gözlerini kapattı ve ben yenileme sürecini başlayıp başlamadığını merak etmiştim.

“ Başladı mı Mel. İç ruhun yenileniyor mu .”

 

“İşe yar- “

 

“ Ne oldu Mel,”

 

Etrafında dönen beyaz ışık halkalarını fark ettim ve dönmeye bitirmeden kendi çevresinde bir büyü gibi her yerini hatta sesini bile etkilemişti.

 

“ İşe yaradı. Kaybettiğim ruh dönemlerim yeniden bana dönüyor.” İlk defa Mel’i bir o kadar mutlu olmuştu.

 

Mel’i bu kadar güzel göründüğünü bilmezdim ve sesi gençleşti. Bambaşka bir insan olmuştu.

Ben böyle bu kadar güzel bir kahin görmedim.

Beyaz incecik saçları narin bir yüz beyaz parlak gözleri ve bana gülümseyen incecik dudakları ve sesi incecik sanki eskisi nasıl göründüğünü bilmiyordum sesini bile ama o kalın sesten sonra bu kadar tatlı çıktığı inanmazdım. Ben bir erkek olsam lord olsam kesin bu kıza aşık olurdum. Kişiliği ile içindeki kız parlamıştı. Bana koşarak sarılmıştı. Şimdi Mel değişti ve tek ruhu değil giyimi ve tarzını değiştirip yeni eski Mel halini geri getirmek.

Odaya gidip gümüş dolu torbayı elime alıp pelerinin içine saklayıp odadan çıktım. Mel eşyalarını toplayıp bana gülümsedi.

 

Dışarı çıkmıştık bir geçitten sonra kalabalığın sesiyle kol kola ikimiz farklı dükkanlara gidip çeşit çeşit elbise ve kıyafetleri bakıp durduk. Mel beyazların kızıydı. Beyaz onu ışıl ışıl patlatıyordu. Belki eski dostu Wilder ile karşılaşırdı. Birlikte sohbet ederler eski günleri yar ederler.

 

Bir terzi dükkanın içine girip renklerin içinden beyaza doğru yönelip biraz canlı bir renk katılmış tonlara bakındık. Mesela beyaz içine mavi hafiflik veya pembelik olmaz pembe olmaz ama açık kahve olabilir yeşilde mor çok yakışırdı. Bir tanesini gözüne girmiş ki elinde kendi üstünde denerken omzuna atlayıp “ Hadi bir dene nasıl olacak.”

 

Benim gibi utandı ama Mel’in yüzü beyaz olunca kızardığını direk anlamıştım. Onu soyunma perdesine doğru itekleyerek içeri soktuktan sonra ben Mel için uygun elbiseler veya etek ve üst bakarken Mel “ Giyindim.”

 

Gidip nasıl olduğunu bakarken nutkum tutuldu. Hem elbiseye hem Mel’in üstünde durduğunda ki güzelliği “ Bu sana çok yakışmış incecik bir kızın üstünde peri gibi,”mavi tonda hoş detaylar süslemiş elbisenin düşük kol detayı ve incecik tüyle birleşmiş beyaz elbise; bunu aklımıza ekledik. Bu elbiseyi kenara koyduk ve giyim tarzını biraz değişiklik yapma vakti.

Farklı farklı tonlarda elbise baktık etekte sonra farklı giyim tarzlarını denedi her dükkanda, paramızın giyim bölümünde ayrılmış miktara kadar harcama yaptık.

Ama çıkmadan yeni aldığı elbiseyi giydirdim. Peri masalında fırlamış. Okuduğum romanlarda ki o peri gibi. Öyle bir kitap okuduğumu hatırlamıyorum ama birden anımsattı.

 

Saç konusunda bir şey yapılmayacak ama takılacak eski günlerdeki gibi bir toka veya taç tarzı şeyler bakındık. Biraz yorulunca gözüme hoş görülen tatlıcı dükkanın önünde geçtiğimizi fark edip içeriye daldık.

Mel’e saç tokası çok yakışıyor parlak renkte özellikle gözümün önünde parlıyor bir melek gibi.

Orta alanda boş masa bulmuştu kendi rızasıyla görünmek istemedi. Tam oturacaktık ki çok tanıdık birini görüp gülümsemişti.

“ Şu yolda geçen çocuğu çağırsana?” Kim diye bakınırken tabii ki sıkı dostu Wilder’ı gördüm. Neden kendin çağırmıyorsun diye soracakken utandığını fark ettim.

Maskenin altında yüzünü göremediğim ama çıkınca gençlik zamanını dönmüş gibisin.

“ Peki tamam çağırayım, sen otur burada.” Dedim tüm taşıdığım torbaları ona emanet ettim. Bana yükledi aldıklarımızı.

Bu nasıl bir dost veya kardeş anlamıyorum ama gidip beyaz gömlekli siyah pantolonlu üstünde koyu yelek giymiş çocuğa doğru kafenin kapısından çıkıp Wilderı bağırdım. Bana dönüp tanımadı ilk yanına gidip lita olduğumu söylediğimde “ maskeni ne oldu?”

Güldüm “ Maskemi çıkardım birininde maskesi çıkık bizi kafenin içinde bekliyor bak bakalım tanıyacak mısın ?”

Kim olduğunu çözemedi ama onu bileğinden çekip peşimden sürükleyip karşı karşıya getirdim kafenin içerisine girip orta masada birbirine bakmalarını yardım eli uzattım.

İlk konuşmadılar ama karşı karşıya oturup bakıştılar. Kızdan bu çifte bir renkli serinletici dondurma getirmesini söyledim. Başını sallayıp çekildi.

 

 

Onlara yakın bir masaya ama cam kenarında istemiştim. Uzun zaman ayrı kaldılar biraz sohbet etmelerini istedim. Yanıma aldığım parşömen ve tüyü pelerini üstümde çıkarmadan masaya koymuştum. Pelerini boynumdan çıkarıp sandalyenin üstüne koyarak hem dışarıyı hemde çifte dost kumrularını göz kulak oluyordum. Bir nevi onların bakıcısı gibiydim.



 

 

Mektupları yazmayı başlamadan masama böğürtlenli dondurma sipariş gelmişti. Karşı masaya göz attığımda Mel bana gülümseyip dondurmasından bir kaşık almıştı. Anlaşılan beni yalnız bırakmayan gönül kardeşini sahibim hem gönül hem öz kardeşim çıkmıştı. Kötü bir haberle günüm bozulmasını istemem.

 

Neyse önümü döndüm ve camdan dışarı bakıp çıkardığım tüyü aklımda gelen kelimeleri bay şapkalıma, Morlis’e yollamak için yazdım.

 

 

 

 

En yakın dost bir kafede buluştu şapkalım, şans eseri.

 

 

 

Onların masası ayrı benim masam onlardan ayrı ama

 

 

 

gözüm kardeşinde, merak etme.

 

 

 

Dediğim dost, senle küsken bana yalnızken yanıma gelenle birlikte,

 

 

 

çok eski dostuyla..

 

 

 

 

Böğürtlen tadında bir aşkı izleyen Litadan…


 

Altından daha değerli kalbe sahip olan denize düşmüş

alev gözlü leydim. Onlara bu tatlı anı yaşatmasına izin verdin.

Bu alem senin emrinde leydim.

Başkasına devredeceğim ama yarın için plan yaptık.

Yarın başkasında olacak görev, ben o yüzden bugünden halletmek istedim.

Kafeye gelip birlikte dondurma yerdik.

 

Göreve mahkum şapkalın…

 

 

 

 

Bu görevi bitirme çabanı hayranım,

 

 

 

benim gibisin, eksik bırakmak istemiyorsun

 

 

 

Ve yarın için bir parkta birlikte olma hayali var ya. Sabırsız bir leydi yapıyor beni ama iç çektim.

 

 

 

Elime tüyü alıp ne yazacağım konusunda çaresiz kaldım.

 

 

 

 

Sen görevine bak, ben iyiyim ve yanımda olmasan bile senle

 

 

 

mektup yoluyla konuşuyoruz ya şapkalım.

 

 

 

Şimdilik idare edeceğiz, mağarada sarılarak uyuruz.

 

 

 

Yarın kim kimin koynunda bilmiyoruz..

 

 

 

 

Şapkalısına Bağlı Leydiden…

 

Anladım seni, o zaman mağarada hasretimiz tutuşsun.

Morlis

 

Boğazımda kaldı soğuk dondurma, bir su istedim. Garson leydi su getirip “ iyi misiniz ?” diye sorunca başımı evet olarak salladım.

Bu konuşmayı şimdi kısa mı kessek diye düşüncesiyle şapkalının yazdığı mesajın altına bir yalan uydurdum tatlı bir yalan.

 

 

 

 

Görev seni çağırıyor

 

 

 

beni de birileri bu mektup konuşması bitmiştir.

 

 

 

Utanmadan kim öldü diyen Leydiden sevgilelerle.




 

Başımı kaldırdığımda karşıma oturan çifti gördüğümde şaşırdım açıkçası “ Konuşsaydınız biraz, ne ala bitirdiniz dondurmanızı ve konuşmanızı.”

Kendi dondurmadan birer soğuk kaşık alıp ağzımda erittim.

“ Mel, bana yaptığın ilaçlardan bahsetti acaba diyorum ben krallığı gidip babamla konuşup senin icatlarını satışa mı çıkarsak inan gümüş sorunu değil diğerleri senin yaptığın ilaçlardan yararlansa nasıl olur?”

 

Mel dondurma yediğim ellerimi tutup gözleri parladı, sırf benim iyiliğimi istemişti ama iyi olurdu ama ya o isimle beni bulurlarsa, kayıp olduğumu anlamış olabilirler ve tanıdık isimle bana daha yaklaşırlarsa, korkum bu yöndeydi.

“ Kabul ederim ama bir şartım var?”

 

“ Neymiş şartın söyle.”

 

“ Bu isimle değilde takma lakapla bilmelerini istiyorum belki daha sonra açığa çıkar ismim ama şimdilik olmaz.”

 

“ Oldu bil. Bunu üç gün sonra burada yanında eşlikçinle grup toplantısında konuşalım.”

 

“ Zaman bile ayarlamışlar ama o üç gün sonra ne olacağını bilemeyiz.”

 

“ Aslında bilebilirim, gördüm yine burada hava almaya çıkacağımızı.”

 

Ben şaşkındım, ruh yenileme taşı görülerine yinelemiş olabilir. Anında görü veya geleceği görmesi şaşırttı.

 

“ Ben bu konuyu krala açıklayım ne der kabul ederse oldu bil bu iş.”

 

“ Kral ne alaka yoksa gölge kralı seni mi yolladı.”

 

Güldüler her ikiside gerçi öldürdüm ben onu geri canlanamaz değil mi yok canlanamaz imkansız.

 

“ Gölge kralını tanımıyorum ayrıca ben buralı biri değilim, gezgin ruhlu olduğum için gezip duruyorum.”

 

“ Nerelisin peki ?”

 

“ İnsan krallığından geliyorum, bana kedi prens derler yani melez ruhlu.”

 

‘Ha’ kelimesi çıkmıştı ağzımda burada insan olacağı bilmezdim.

 

“ Sen bir insanla dost mu oldun.”

 

Mel, başıyla sallamış onaylayınca ben sustum “ Neyse bunu sorgulamayacağım, peki konuşup cevabı bana söylersin kedi prens.”

 

Benim yanımda takıldılar bir süre sonra zaman geç olunca kalkmak zorunda kaldık ama güzeldi. Ben mağaraya geldiğimde yatağa uzanacaktım, çok yoruldum.

Poşetleri elimize aldık, Mel bir geçit açtığında mağaranın önüne gelmiştik. Ben poşetleri bir kenara koyup yatağa geçiş yaptım.

 

Beni uyandırın ya da uyandırmayın ben biraz dinleneceğim, güneş başımı ağrıttı hem terzi gezip durduk takı dükkanları şapkacıları süs satan her yere; bitkin düştüm. Biraz dinlenme benim hakkım.

 

Şapkalım gelmiş yine ganimetle ama ben onu yiyecek halim bile yoktu. Odaya getirip kendisi yedirdi ve tekrar uyudum.

“ Alev gözlüm, neyin var senin.” dediğini duydum yerimden kıpırdama gücüm bile yoktu. Alnımdan ıslaklık hissedince ve öpülme hissiyle dudaklarım kıvrıldı.


 

 

Loading...
0%