Yeni Üyelik
44.
Bölüm

³⁸↓

@handelendin

"Ama kardeşim, seni mühürlemeden önce bir oturup konuşalım. Bana yaptıklarını anlat ve neden böyle bir hata yaptığını veya arka planda kim olduğunu söyle." Amelius, bir masa ve sandalye ayarladı. Masaya doğru ilerledi.

 

"Şimdi kardeşim, otur karşıma ve bir çay eşliğinde sohbet edelim."

 

Çok kibar söylemişti. Sandalyeyi çekip kardeşi Douglas’ın gelmesini beklerken konuştu: "Acaba seni lordluktan azad etsem yeridir ama ben senin gibi katı ve kötü biri değilim, kardeşim. O yüzden seni mühürlemeden önce bana nedenini açıklamanı istiyorum."

 

Douglas, korkusunu belli etmeden masaya doğru yürürken Amelius’la arasını iyi tutmaya çalıştı. "Uzun zaman oldu Amel, ne bu acele anlamıyorum vallahi."

 

Amelius, gölgeyle oynarken eliyle gülümseyerek cevap verdi: "Beni fazla yorma kardeşim, o gün sana ne kadar yalvarsam da beni lordluktan azletmeyi başardın ama ben de seni kolaylıkla mühürleyebilirim. Merak etme, halefini bulana kadar mühürlü kalacaksın ama şimdi biraz boşlukta uyumanı istiyorum, ruh halinle."

 

Amelius bir hareketiyle gölgeden yaptığı masa ve sandalyeyi yok ettiğinde Douglas yere yığıldı. Amelius mühür işaretiyle yere düşen Douglas’a yaklaşırken, Douglas kaçmaya çalıştı.

 

Douglas içinde bir hiçlik hissetti. "Cadı öldü mü? Ama nasıl?"

 

Amelius, Alex'in başardığını ve Douglas'ın cadının ölüm haberini duyduğunu biliyordu. "Sanırım artık bana zorluk çıkarmazsın. Ortağın gitti, sen de halefini bulana kadar sessizce uyu."

 

"Olmaz, buna izin vermem!" Douglas zorluk çıkaracaktı ama Amelius, bu zorluğa rağmen onu mühürleyecekti. Douglas ayağa kalktı. Kılıcını çekip etrafa savurmaya başladı.

 

"Seninle bir oyun oynayalım o zaman. Beni bulursan cezayı azaltabilirim. Eğer bulamazsan, ansızın mühürlenip uyursun."

 

"Seni bulamayacağımı söylüyorsun ama bulacağım ve seni ortadan yok edeceğim."

 

Amelius kahkaha attı. "Bir gölgeyi yok edemezsin, üzgünüm kardeşim. Gölge her yerde," dedi ve gölgelerini çevreye sardı. "O zaman oyun başlasın kardeşim."

 

Douglas sinirlendi ve koşarak gölgeleri tek tek kılıcıyla savurdu ama hepsi bir gölgeydi. Yorulana kadar kılıcını gölgelerin içinden salladı, savura savura durdu.

 

Amelius’un tanıdığı süre, Kara Lord'un pes etmesi ve yorulmasıydı. İstediği gibi saldırmasını istiyordu. Pilinin tükenmesini istedi ki zorluk çıkarmadan zırhın içinden iki parmağını sokup karanlık boşluğa bir kutuya koyabilmek amacı. Aklı Alex'teydi. Cadının sonunu getirdi ama şu an ortağının ne durumda olduğunu bilmiyordu.

Kılıcını sallarken Douglas, gölgeleri yok ettiği sırada gülümsedi. "Gerçeği öğrenmek istiyorsun, değil mi?" dedi alaycı bir tonla. "Cadıyla işbirliği yaptım senin kıskandım. Annemiz kainat tanrıçası senle gurur duyduğunu gördüm. Ablamda öyle Senin lordluktan attırdım çünkü lord olmanı izin veremezdim."

 

Amelius, kardeşinin sözleri karşısında dehşete düştü. "Sonunda gerçeği öğrendim. Bir bilim adamlarım bana ihanet etti birde sen, ben sizden farklıydım. Ne bir bölge istedim ne de alan, ben her şeyi kendim yaptım. Rızayla kendi emeğimle ormanı kurdum. Elfleri hiçbir şekilde zorlamadım. Sende bunu yaptın. Hepimiz insanları zorlamadan dönüştürdük, ama sen?”

 

 

Douglas sinirlendi ve daha sert darbelerle kılıcını salladı gerçeğini bulana kadar “ Senin bilim insanların bir sahtekar sende öylesin, hala aynı düşünce içindeyim.”

 

 

Amelius, gözlerinde öfke ve hayal kırıklığıyla kardeşine baktı. " Kardeşlik buraya kadarmış kardeşim, annemiz bizi birbirimize bıraktı ama sen bizi sattın benim hafızamı sildin. Neden ?”

 

 

 

Douglas, artık pili bitmişti son bir gölgeye saldırırken son sözünü söylemişti “ Böylesi daha iyi olur diye. Kardeşlerime senin hain olduğunu söyledim. Ve inandılar bana,”

 

Amelius, gölgelerden çıkarken bitkin düşmüş Douglas'ın karşısında dikildi “ Benim neyime kıskandın anlamıyorum. Benim bir halefim olamazdı içimde tuttuğum şeyi biliyorsun ve sizin her birinizin kendi seçtiği halefi vardı. Ben sadece bilgilerimi gölgelere öğretmek için her şeyi araştırıp durdum. Ben bir ormanın içinde bir gölgeydim. Siz büyük krallıklarınızın lordlarısınız. Hepsi açgözlü olduğun için.”

 

 

Douglas, öfkeyle ayağa kalkıp önünde duran kardeşini tekrar saldırdı ama Amelius, gölgelerin gücünü kullanarak kardeşini yere serdi. "Bu sonun olacak, Douglas," dedi Amelius, mühür işaretini yaparak.

 

Douglas, yerde kıvranırken Amelius'un gözlerine baktı. "Beni mühürleyemezsin! Ben senin kardeşinim!"

 

Amelius, kararlı bir şekilde mühür işaretini tamamladı. "Artık kardeşim değilsin. Sen sadece bir hain ve bu ihanetin bedelini ödeyeceksin."

 

Douglas, mühürlenirken acı içinde bağırdı. Gölgeler onu sardı ve yavaşça kayboldu. Amelius, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. " Bu kadar oyun yeter ve ihanetin bedeli ve kardeşine attığın iftiranın ayrıca hafızamı sildiğin için senin halefini bulana kadar seni sonsuz uykuyla mühürlüyorum. “ İki parmağını zırhın göz deliklerine sokarak içindeki karanlığı sonsuz bir uykuya yatırdı.

 

Amelius, kardeşinin parçaladığı zırhını izleyerek düşüncelere dalmıştı “ Douglas, kardeşler birbirinin kuyusunu kazmaz. Birbirlerine sırtını dönmez abi.” Sıkıntılı bir iç çekip aklına Alex gelmişti. Sarayın yapısı yıkılmaya başladığı anda Amelius, Alex'in nerede olduğunu bilerek hızlıca koridorlardan koşarak taht odasının içerisine girdiğinde gözleri Alex’i aramıştı. Cadının dev boyutu parçalara ayrılmış, yok olmuş cesedi gördü. Çevresine bakarken Alex’i fark etti. Bluzunu yırtıklar, yüzü yara bere içinde bir omzunda akan kanı görüp yanına koşmuştu.

“ Alex, uyan ortağım iyi misin?”

 

Alex sessizdi. Amelius, nefes aldığını hissetti. Yaşama belirtisini olduğunu görerek içi rahatlamıştı. Yaralarını dokunmadan fazla kucağını almadan, kılıcı gölge boyutuna yolladı. Kucağında tutarak taht odasından çıkarıp koridorlardan koşar adımla kapıya kadar yürüdü.

 

“ Alex, biz bu adayı o cadıdan tamamen temizledik.”

 

Amelius, gölge iziyle şu an nerede olduklarını taramıştı. Bazıları karargahta duruyor bazıları sığınakta bazıları ahır sahibinin evindeydi.

 

Sığınağa doğru gölge boyu açmıştı. Oyalanmadan tek yol buydu ve bir adım atarak sığınağa açılan gölgeyle ortaya çıktılar.

Alex ile gölgeyle birlikte kapıdan geçerken seslendi içeridekileri.

 

“ Kimse yok mu ? Alex’in durumu iyi değil ?”

 

Liana, ağrı çekerek odadan çıktığında Amelius’un kucağında olan zayıf dostunu bakıp yere düştü. Melih koşarak ne olduğunu bakmaya giderken durumun acilini anlamıştı.

 

Liana “ Telsizi getir Violetta acilen buraya gelmesini isteyeceğim.”

 

Melih koşarak odadan telsizi getirip anons geçmişti “ Violetta işin bittiyse acilen sığınağa gel.”

 

Violetta korkmuştu. Nedenini sormuştu “ Alex iyi değil, Violetta, Hiç iyi değil!” İçinde tuttuğu ağlama isteğini tutamadı.

“ İşim bitmek üzere, Alex'i yatağa yatırın. Geliyorum.”

 

Kral Erix karargahta telsizde kötü bir haber duymuştu masaya tutundu düşerken, Alvin ve Zelana fark ettiğinde koşarak kralı tutmuştu.

“ Alex başarmış ama durumu iyi olmadığını söyledi.”

 

“ Ben görmem lazım. Kızımı görmem lazım!”

 

“Ama kralım görseniz bile bu haliyle göremezsiniz.”

 

“ Ayrıca şu an kalabalık şekilde oraya gitmemek daha iyi. Toparlanması lazım. Yarın gider görürüz kralım.”

 

Kral Erix, dediğini sevmese de haklı olabileceğini fark etti.

“ Tamam ilk bakımı yapılsın ondan sonra görürüm kızımı.”

 

Violetta, ahırcının içinden zehri çıkarıp kendini gelmesini beklemeden. Bir not bırakıp sığınağa doğru at sürmüştü. Artık büyük düşmandan korkması gerekmezdi.

 

Sığınağa doğru kasabanın içinden hızlı at sürmüştü. Binaların içinden geçerek sığınağa çıkan ara sokaklardan geçerek sığınağın kapısına kadar yetişmişti.

 

Kapıyı tıkladı. Açan Melih olmuştu.

“ Alex hangi odada, Melih ?”

 

Melih, Alex'in yattığı odaya işaret edip sığınağın içerisinden hızlıca yürüyerek sakince odaya girdiğinde. Alex'in mahvolmuş halini gördüğünde ağlamamak için elini ağzına götürdü ve ağlama isteğini yuttu.

“ Liana sende iyi değilsin seninde dinlenmen gerek.”

 

“ Ben o ağaç cadısı ile savaşırken kendi acımı unuttum. Alex'in, can dostumun acısını düşünerek savaştım. Şimdi de o his var.”

 

“ Melih, Liana'yı odasına kadar götür. Lia, Alex seni bu halde görmek ister mi ve bana bırak Alex, benimde sevdiğim biri.”

 

Liana, zorlanarak ayağa kalkarken Melih ona yardım ederek odasına kadar eşlik etti.

 

“ Alex, sen orada ne işkence çektin. Seni bu halde görmek canımı yakıyor.”

Violetta, Alex'in bedenini bakarken omzunda derin yarayı görmüştü.

Odasından pansuman kutusuna ve ilaçları alarak ilk kötü yarayı temizlemeyi başladı sonra ise acısını aza indirmek için şifa gücünü kullanarak acı çekmemesi için çok çabalamıştı. Ama baygın haldeyken bile acıyı hissediyordu.

“ Zavallı arkadaşım.” İyi ki yan yatırmış oldukları için minnettar olmuştu.

 

Merhemi yaraya dikkatli sürerek oraya pamuklu bez ile bandaj ile kapatmıştı.

Sıra yüz ve bedeninde olan yaraları yapabildiği kadar gücüyle iyileştirmeyi çalışıyordu.

Ama ne kadar güç bıraksa bu yaraların izi hiçbir zaman üstünde, bedeninde ve ruhunda gitmeyeceğini bilmiyordu.

 

Birkaç saat süren tedavi sürecinin sonunda Violetta baygın yatan Alex için ocakta otun suyu yerine otun kendisi yakarak tütsü gibi burundan içeriye girmesini sağlayacaktı. İçemezdi ve ancak bu çözümü bulmuştu, gelmişti aklına.

 

Otu yakıp bir cam kavanozun içine bir kaç dal ile Alex'in odasına içeriye girerek yanı başına komidinin üstüne koyup odadan çıkmıştı.

 

“ Bugün kimse girip çıkmazın. Bir ot yaktım, sizin kokunuzla karışmasın. İçerecektim ki baygın haliyle bunu yapamazdım ama uyandığında bol bol içecek o otu anca kemiklerin acısı iner ve toparlanır.”

 

Bunu telsizde söylemişti.

 

Kral Erix, kızının durumunu merak edip Violettayı sormuştu.

“ Violetta, kızım yani Alex nasıl ?”

 

Violetta gözlerinin önüne gelmişti. Parmağını ısırıp ağlamamayı çalıştı “ Çok kötü Kral Erix, Bir omzu derin yara olmuştu. Cadı ve Kara Lord ona o kadar işkence etmiş ki bilemezseniz. Üstü başı yırtılmış bir kolu yok. Gölgede kalmış. Yüzü çok kötü. Gölge Kralının dediği gibi Mavi gölge gücüne kavuşmuş ama kendini iyileştirmeyi bile denemiş, başarısız olmuş.”

 

Kral Erix daha fazla dayanamayıp kendinden geçmişti.

“ Bugün bir uyusun, kendini gelir ama ada kurtuldu. Düşünüyorum ki adaya yine ağaçlar dikelim ne derseniz ayrıca bir festival yapalım ne dersiniz ?”

 

Nora bu fikri bayılmıştı “ Çok güzel olur, Gölge ormanından ağaç tohumlarını alıp büyütelim.”

 

Gölge Kralı “ Bu öyle kolay değil ama kuru ağaçları yeşertebiliriz.”

 

Gölge Lordu, belindeki kitabı eline alarak kuru ağaçlarla araştırma yapıp yapmadığını bakarken aklına süper bir fikir geldi.

“ Doğu adasından ağaçları buraya taşıyabiliriz. Andrea, telekinezi yeteneği ile bunu yapabilir.”

 

“ Bu olabilir hem o adada sadece çimler olur. Birde saray yapabiliriz.”

 

“ O konuyu sonra düşünelim.”

 

Hepsi hemfikir olmuştu ve bu planı kendi içinde görev dağılımı yaptılar. Taşıma işi Andrea ile Nora yapacaktı. Gölge boyuyla ağaçları güneye taşıyacaktı. Hem oradaki halkı güneye getireceklerdi. Karl ise ölü ağaçları tek tek gezerek yakacaktı.

Violetta, cadıdan kalma insanların mahvolmuş hallerini tedavi edecekti. Liana ise Alex'in başında duracaktı.

 

Hepsi adayı daha da güzelleştirmek için çok çaba harcayacaktı.

Liana “ Alex'e bir söz vermiştim. İlk geldiğinde bizim için şarkılar çalacaklar. Ve bunu başardık. Beyaz Ada tüm ırkları birleştiren bir ada, krallık olacak.”

Bu bir sözden hayali dönmedi. Bu bir sözden icraya dönüştü.

Ama bilmiyorlardı. Başlarına ne geleceği hakkında.

Kral Erix ve diğerleri karargahtan çıkmış sığınağa doğru at sürdüler.

Kasaba halkına duyurulan Beyaz Ada’nın kurtuluşu ile ilgili festivali için hazırlıklar başlanmıştı.

Kralı tanıyan kasaba halkı, coşkuyla selamlaştı. “ Kral Erix geri döndü.” Her yerde sevinç çığlıkları dolaştı. Kral Erix, at üstünde kasaba insanlarına el sallamıştı.

 

“ Şuradan sağa döneceğiz oradan ara sokağa girip sığınağa ulaşacağız.” Demişti Andrea. Kral Erix başıyla onay yapmıştı.

 

Alvin ile Casus Karargahta kalmak istemişti. Tacı güvende tutmak için hem fazla kalabalık yapmamak için böylesini uygun buldular.

 

Sağa döndüler, kasabalı insanları ezmemek için dikkat ederek ara sokağa girdiklerinde hangi yönden gideceklerini Karl söylemişti “ Düz gidip yanda kalacak kapı.” Dedi ara sokağa girerken Kral Erix “ ağaçları yıkacaksın değil mi ? Anılarla dolu olan Sarayı da yakın. Güzel anılarımız var ama az ben yeni anılar olması için oraya bir saray yapma taraftarıyım.”

 

Karl “ Yakarım o sarayı ama yeni saray yapmama kararı aldık kanunsuzlar olarak. Eğer Alex gerçekten prenses ise Alex'in fikri elçiler olarak ayarlama fikrinde kralın ve kraliçenin yeri değil seçilmiş elçilerin toplandığı farklı ırklarla anlaşma yaptığı bir bina yapacağız ama daha oraya gelmek için elflerin yeminlerini bozmak olacak.”

 

“ Doğru düşünmüşsünüz, ben bir süre gizliden görev yapayım. Bazen görünüp varlığımı sunayım.”

 

Kral Erix yakınlarda çok tanıdık bir his hissetti ve uçuşan kargaları fark ettiğinde hissettiği hissin kim olduğu açıktı. Oğlu, Prensin kargaları burada ama neden burada ? Bunu anlamayı çalışıyordu.

 

Anlamayı çalışırken çoktan vardıklarını fark etti ve atlardan inerek kapıya doğru yürüdüler. Kapıyı çalan Karl olmuştu.

Kapıyı açan Violetta oldu.

 

İçeriye girmelerini izin vermişti. Karl, Sahtekarın hala elleri bağlı olduğunu fark edip gülümsedi.

“ Merak etme bir gözüm onda Karl,” dedi Melih.

Karl gülümsemişti.

 

Kral Erix “ Kızımı yani Alex'i görebilir miyim ?”

 

“ Tabii ki ama hala baygın, uyanması zaman alabilir.”

 

“ Görsem, kızım olup olmadığını anlamam lazım.”

 

“ Kırmızı ve Mavi gölgesi kayboldu. İlk geldiği anda saçları aynı tanıma yapabilirsin kralım.”

 

“ Neden renkleri gitti peki, kılıç onda yokken aynı renkteydi.”

 

Violetta durumu açıklamıştı “ Amelius dedi. Bedeni baygın, uyuyor. Amelius ise renkleri bir süre durdurmak zorunda kalıp lanetin sesini duymaması için gölgesine gizlendi.”

 

“ Anladım yani uyanınca gölgeden çıkacak ve gücü gelecek.” Dedi Nora ve Violetta başını sallamıştı.

 

Kral Erix, Alex'in kaldığı odasına adım attığında tütsüyle kokan odanın içinde Alex'i baygın yattığı haliyle gördü. Yatağa doğru ilerleyip kızını tanımak için yaklaştı. Sarı uzun saçlarını, yüzünde çizikleri görmüştü. Alnındaki morluğu fark etti. Alex'in elini tuttu ve prensin varlığını hissettiği gibi Alex’den almıştı o hissi.

 

İçini atmak çok zorladı. En sonda haykırmıştı kral “ Kızım, Alexxa. Lütfen gözlerini aç yalvarırım.”

 

Dışarıda olanlar Kral Erix’in haykırdığını duyup odaya toplandılar.

“ Prenses, Alex mi ? Bunca zamandır bizim yanımızdaydı hem taç hem prenses inanmıyorum.” Demişti Canon.

 

Kralın acı içinde haykırışlarıyla kendisini mahvetmesini dayanamayan diğerleri sakinleştirici uzatan Violetta'nın elinden alıp kralı vermişti.

Kralı oturttular sandalyeyi ve duyduklarını sindirmeyi çalıştılar. Düşünüyorlardı ama emin olamamışlardı. Ama şimdi her şey tamdı.

Ama Alex prenses olduğunu kabullenecek miydi. Ya da kendinde o gücü bulabilecek miydi.

Gelecek Bölümde görüşmek üzere.

Loading...
0%