
Herkesi evlerini bırakıp arabayı değiştirmek için Demir'in evinin önünde bekledim. Anahtarı bana fırlattı, arabama geçip bindim. Camı açmamı istedi, açtım. Gülümseyerek baktı, umursamadım. "Bizi bekliyorlar, hadi bin," dedim. Yolcu koltuğuna geçti. Yolum uzundu; üçünü alıp okula götürmem lazımdı. Hepsine aynı mesajı yolladım, beni kapının önünde beklemelerini söyledim.
İlk Gül'ü aldım, yolun üstündeydi. Sonra Berki ve Merve’yi aldım. Okula doğru gidiyoruz. Demir'den Melis'i aramasını istedim. Elinde tuttu telefonu, ilk aramamda açmadı. Uzunca çaldıktan sonra açılma sesi geldi. "Alo, Miray ne oldu?"
"Melis, okula doğru geliyoruz diye aradım."
"İyi ki geliyorsun Miray. Senin biri meleğinin kanadından alıkoymuş, ağlıyor."
Benim kıza kim kanadından alıkoydu? Haddini bilmeli o şerefsiz iblis olan çocuk. "Melis, tanıyor muyuz o şerefsizi?" diye sordum.
"Alperen diye birisi."
"Alperen mi? Ne alpların ereni, ben işini bitirmeye geliyorum. Eceline merhaba de."
"Tamam, kapat. Meleği arıyorum," dedim. Kapattı, meleği ara dedim, aradı. Direkt açtı. Ağlama sesini işittim. Direksiyonu daha da sıktım, derin bir nefes alıp verdim. Yoldaydım. "Melek, benim Miray ablan. Emin değilim ama kuşlar bana seni kanadını koparan birinin olduğunu fısıldadı. Bu doğru mu?"
Burnunu çekti. "Evet Miray abla, kanadımdan alıkoyan biri oldu."
Sakin olmaya çalıştıkça sinirleniyordum. Bir el elimi kondu, yandan baktım. Demir sakin olmamı söyledi. Derin derin nefes alıp bıraktım. Sakin bir ses tonuyla, "Sen üzülme, o kanadını geri alacaksın. Onun bedelini ağır ödeyecek," dedim. Burnunu çekip ağlamayı kesti, sevindim. "Birazdan oradayım, yanına geliyorum," dedim. "Tamam," diye kapattı.
"Hiç mola vermek yok, ölümler olacak," Berkin sesi sanki bu durumdan memnun değildi, öyle tahmin ediyorum. Ona özel bir ölüm meselesi, iblisin işi diye bir ölüm mü olsa? Olabilir. Meleğin kanadını koparan bir iblis gibi ben de onun kollarını koparsam nasıl bir fikir olur? Kolsuz iblis bulundu, çok vahşiyim. Sen iblisin yoluna girme, zaten iblis senden korksun. Ama dizginlemem lazım, Pelin'i düşün, onu yanına alıp mutlu olacağını.
"Neden bu kadar mutlusun?" dedi bana Demir. Nedeni söylesem mi bilemedim. "Hiç, öylesine bir ölüm, bir hayat gibi," dedim, gülümsedi. Demir kapıdan geçip onları indirdim. En son park edip ben indim, beni beklediler. İlk derse geç kalmıştık. Bizi idare edene teşekkür edip biraz ders dinledim. Zilin çalmasına az kalmıştı ki zil çaldı. Melekle buluşmak için sınıftan çıktım, o benle buluştu. Gülümsedim ona ama o yine ağlıyordu. Yanımıza Melis geldi. "Melis, bana o Alperen'i bulup getir," dedim. Başını salladı. Şimdi ona küçük bir ders verecektim, sırası değildi. Birlikte dışarıya doğru yürüdük. Bir ses geldi, melek diye anılan bir eşek gibi arkamı geçmesini söyledim. "Nesin sen, eşek mi? Ne diye anılıp durdun?" dedim. "Bundan sana ne?" dedi. "Bundan bana ne mi? Sen kim olduğunu sanıyorsun?" Çekilmemi istedi, inanamıyorum. Çekilmemi istedi. "Çocuk, sen kim olduğunu sanıyorsun?" güldü ve sorumu bana yöneltti. "Sana kim olacağımı söyleyeceğim ama ilk önce Demir'den Melis'i aramasını istedim." Çocuk kendisi karşıma geçti, telefonumu ona verdim, arayıp haber verdi.
"Aramıza girme sürtük." Sürtük birine mi benziyorum ben? Sence? Yakasından tutup sırıttım. "Ben kimim, söyleyeyim. Belayım, bana bulaşma."
"Belasan bela, herkes senden korkabilir ama ben korkmuyorum," dedi. Öyle mi? Beni tanıyormuş, gülümsedim.
"Duyduğuma göre kanadını koparmış biri var kızımın."
"Ne ima ediyorsun, anlamadım." Beni sinir ediyordu. Üzerime üzerime yürüdü, bir gıdım kaldı dudağınla kapattı. Demir bile bu kadar cesaret edemedi, beni öptü ama bu kadar değil. Bir ses duydum. "Şerefsiz, bir de benim sevgilime yanaşıyor," diye çocuğu bir metre geri fırlattı. Şaşırmış kalmıştım. Melis yanıma koştu, ona bu çocuğu takip ettir deyip meleği teslim ettim. Biraz sürtmek gerekiyor bunu diye ona adımladım. Saçını tutup erkeklerin tuvaletine götürdüm. Arkamdan iki kişi geldi, kapıda durmalarını söyledim. İlk yüzüne tükürdüm, sonra küçük bir uyarı yapmak istedim, öyle de yaptım. Saç diplerinden tutup duvara yapıştırdım. "Bu sana küçük bir uyarı, melekten uzak dur," dedim. Bir kez daha çarpıp, "Bu da birisi sorarsa adımı söylememen için. Bir daha kızın kanadını koparma, yoksa pis ödetirim. Bu sana ön izlenim oldu," dedim. Saçını bırakıp ellerimi yıkayıp kurulayıp ona gülümseyip çıktım. Kapıdan çıktığım an sarıldı biri. Gözlerimi indirdiğimde melekti. Ellerimi indirip sarıldım. "Teşekkür ederim, bunları benim için yaptığı için," dedi. "Sen bizim ailemizdesin," dedim, gülümsedi. Ders zili çaldı, sınıfa giderken fısıl fısıl benim geri döndüğümü söylediler. Doğru, geri döndüm buraya.
Dersteyken Demir'e döndüm, ne yapıyor diye. Bir şeyler karalıyordu, sanırım ikinci görevi belli olmuştu: bu çocuğun ölümü olacaktı. Teneffüs zili çaldığında telefonum çaldı. Avukat bey arıyordu. Açınca bana babamın dolabındaki dosyaya bakmamı rica etti. Ona şu an okuldayım, eve gelince bakarım dedim. "Peki," dedi. Bu dosyada ne var ki, bilemedim.
Koridorda durmuş arkadaşlarla sohbet ediyorduk. Yine o çocuk çıktı karşımıza, bana bakıp sırıtıyordu. Demir sinir olmaya başlamıştı. Sakin olmasını istedim. "Ben senleyim, ona bakmam Demir," dedim. Derin derin nefes aldı, sakin oldu, elimi tuttu. Bana "peşini bırakmayacağım" der gibi oynattı, görmezden geldim. Demir'e bakıp, "Demir, ikinci görevi seve seve yapacağını biliyorum," dedim. Bana gülümsedi. "Anlıyorum ve bunu seve seve yaparım," dedi. Başka şeyler hakkında konuştuk. Melek yanımıza gelip aramızda durdu. "Dersler nasıl?" diye sordum. "Normal," dedi ve bir de finallerle ilgili düşüncelerini söyledi.
Zil çaldı, sonra yine teneffüs devam etti. Bazen yemekhanede durduk çünkü acıkmıştım. Sonra çıkış zili çaldığında herkesi evlerine bırakıp Demir'le birlikte bana gidiyorduk. Telefon çaldı. İsimsiz biri beni arıyordu. Açtım. "Alo, kimsin?"
"Beni tanımadın mı, yazık."
"Ne zırvalıyorsun, sen kimsin? Açıkla," dedim. O iki kelime sinir olmamı sağladı. Yanımda Demir vardı. Yine elimi tuttu, sakin olmamı istedi. "Alperen, eğer meleğe dokunduysan pişman ederim demiştim, akıllanmadın mı sen?" dedim. Gülme sesiyle bir müzik sesi girdi. "Melis, sen ne iş yapıyordun? Melek onun yanında ve savunmasız. Bu kötü oldu," dedim. "Şerefsiz, sen öldün," dedim ve telefonu kapattı. Yüzümü buruşturdum. Bu salak benim telefonumu nasıl aldı? Melis'i aradım, konuştum. Barın adresini hemen buldu. Gülümsedim. "Sağ ol, Melis," dedim ve kapattı.
O barın önüne geldiğimde Melek omuzlarını tutuyordu. "Şerefsiz," dedim içimden. Arabadan hızlıca çıkıp öfkeli halde Melek'in yanına geldiğimde ağlıyordu. Beni fark etti, kekeleyerek, "Miray abla, bana yardım et. O bana dokundu," dedi. İç çekip daha da sıktı. Saçını okşayıp alnından öptüm. Demir yanıma geldi. "Sen Melek'i arabaya bindir," dedim. Arabaya kadar yürüttü, bindirdi.
Barın içine girip net şekilde bağırdım. Korkmadan, o kızlardan değildim. Asla eski ben olmak istemiyorum. Saf olanlar saf kalır. "Nerede o şerefsiz çocuk?" diye bağırdım. Beni aldırış etmediler. Sinirli nefes alıp veriyordum, kızgın boğa gibiydim. Sonra bir ses arkadan geldi. "Vay, kraliçe buradasın," dedi. Bana bakıp gözlerinden korku belirdi. Boşlukları gülümseyerek doldurdum. Benden korkmayan şu çocuk, "Kraliçe, benden hoşlanıyorsun sanırım, peşimden geliyorsun," dedi. Güldüm, dik dik baktı. Burnu havada, kendini bir bok sanıyor. "Şerefsiz, senin neyini hoşlanayım, iğrenç kişiliğini mi? Daha akıllanmadın sanırım," dedim. Dikkate almadı, devam ettim. "Şanslı birisin, benim elimden değil, sevgilim seni gebertecek." Gülümseyip bardan çıkıp arabaya geri bindim.
Melek'i evine mi bıraksam diye düşündüm ama korkar diye kendi evime götürdüm. Kapıdan içeri girdik. Ona pijamalarımdan birini verdim. Sarılıp benim odama yatırdım. Alnından öpüp iyi geceler dedim. Aşağı indim, avukatın bahsettiği dosyayı elime aldım. Sonra Pelin hakkında dosyayı elime aldım ve koltuğa oturdum. Dosyaya bakıp onu bulacağım diye tekrar ettim.
Demir, "Kraliçem, derin düşüncelere daldın. Kralına söyle," dedi. Ona dönüp gülümsedim. Ona Pelin ile ilgili düşüncelerimi anlattım. Aramamı söyledi. Dur, numarayı yazıyordu. O yaşıyorsa açardı. Derin nefes alıp numarayı yazıp kulağıma dayadım.
"Alo, kimsiniz?" Pelin'imin sesini duydum. "Pelin hanım, ben Miray ablan," dedim. Bana inanmadı. "Bak, Pelin. Ablan yerine koymak yerine ben diyorum," dedim. Yine inanmadı. Ona sadece senin bildiğin şeyler sormasını istedim. Sormaya başladı, hepsini doğru bildim. Sonra sevinçle sıçradı yerinden. "Ablacım, seni çok özledim. Ne zaman beni yanına alacaksın?" dedi. Çok yakında, Pelin'im. Önümdeki engelleri aşmalıyım. İlk Çınar'ın ölümü, sonra da diğerleri. Ailemiz düşmanlarını teker teker ölene kadar hesaplarını kapatıp seni yanıma alacağım. "Geliyorum kardeşim, beni kaydet. Murat sana bir şey yapmadı, değil mi?" diye sorduğumda, yapmadığını söyledi. Biliyordu yapacağımı ama demedi. Neyse, birbirimize iyi geceler deyip kapattık.
"Ağlama kraliçem, gülümse. Kardeşine çok yaklaştın," doğru diyordu. Çok yaklaştım, gülümsedim.
"Seni böyle mutlu görmek uzun zaman oldu, kraliçem," dedi. Çekildim. Nasıl kutlayacağız dedim. Canımın içini numarasını kaydedip "canımın içi" yazdım, çünkü o benim canımın içiydi.
Ayağa kalktı, bana içecek bir şeyler olup olmadığını sordu. Dolapta meyve suyu var dedim. Sonra yiyecek bir şeyler var mı diye sordu, gidip bakmasını söyledim. Gitti ve bakıyordu.
Numarasında gezdirdim parmağımı, öpüp durdum. Senin sesini duymak, canımın içi, beni mutlu etti. Sana çok yakınım ve daha da yakın olacağım. Şu Çınar işini bir an önce halletmeliyim, değil mi? Bence de. Bir de Merve'nin sevgilisi durumu vardı. Çınar'la buluşmayı erken çekip Merve ile girmeliydim. Perşembe günü ikimiz de boştuk, değil mi? Bence de. Öğleden sonra görüşmeye gideriz artık.
Mutfaktan bana seslendi, ayağa kalktım, yanına gittim. Ne ala, mumları almıştı bilemedim. Masa hazırlamış dışarıya. Çok romantiksin sen, Demir kralım. Elini uzattı, elini tuttum, birlikte dışarı çıktık. Sandalyemi çekti, çok kibar. Kendim ittim. Karşıma geçip meyve suyu dolu olan kadehi kaldırıp, "Mutluluğa içerim kraliçem," dedi. "Mutluluğumuza," dedim. Bardakları tokuşturup yemeğe başladık. Yemek yaparsın sen ha, çok beceriklisin anladığıma göre.
"Bir kral, kraliçesi için her şeyi yapmaya hazır olduğunu söyledi. O kim acaba?" diye dalga geçtim. "Dudağında yemek kalmış." Romantik anı bozmak istemedim, siler gibi yaptım. "Olmadı, gel sen kucağıma," dedi. Sandalyeden kalkıp yanına gittim, kucağına oturdum. Resmen emir dinliyorum ben. Yine bu adama karşı yumuşadım. Tamam, sevgilim ama bu kadarı da olmaz. "O şerefsizin dudak izini sileceğim kraliçem," dedi. Öyle mi Demir efendi, sil bakalım.
Dudağımın kenarından yarayıp gülümsedi. Şerefsizin izini bir dokunuşla yıkayıp sildi. O çocuktan iz kalmadı, tek sevgilimin verdiği tat vardı. Ayağa kalktım, yakasından tutup beklemesini söyledim. Hava bu kadar güzelken burada durmak, yatmak istedim.
Balkona çıkarken ince yorgan aldım. Salıncakta sallanırız ya da yatarız diye düşündüm. İki tane üstümüzü örtmek, diğerini yere aldım. Melek daha yeni gelmişti, kendisinin bir daha aynı şeyleri görmesini istemedim. Yanıma oturdu, elini elimin üstüne koydu ve adımı seslendi. Ona döndüm, dudağımı kaptı.
... Güzel bir gece geçirdik diyebilirim, çok güzeldi...
---
Sabahın güzel esintisine doğru uyanmıştık. Birbirimize dönüp gülümsüyorduk. Demir burnumun ucunu öptü. Gülünce gamzesi olduğunu fark etmemiştim. Eğilip gamzesinden öptüm. "Bu işi bitirelim ne dersin? Cumartesi günü ölümü olacak."
"Sen nasıl istersen. Eğer bir yanlışı olursa erkene alabilir miyiz bu tarihi?" Omuz silktim. İçeriden ses geldi, Melek uyanmıştı, beni arıyordu. Yorganı çekip, "Bahçedeyiz," diye seslendim. Yanımıza geldi, sonra geri bastı. "Miray abla, çok ayıp," dedi. Gülüp ne diye bakınca fark ettim. "Sen içeri gir, ben geliyorum," dedim. Girdi. Yorganı kendime çektiğimde o çıplak kaldı. Altındaki yorganı aldı. Ben odama gidip doğru düzgün şeyler giydim, o ise dün ne çıkardıysa onu giyindi.
---
Okulda ilk teneffüs yemekhanede oturmuş konuşuyorduk. Konumuz ölümlerin tarihi. İki arkadaş yaptıklarını anlattı bize. Bu işte tamamdı. Merve'ye, "Ölümü salı günü, öyle ayarladım. O yüzden bu perşembe canlı görüşmeye gidelim. Dört ya da beş gün orada bilgi bulacaksın. Salı günü işi bitecek. Bir taşla iki kuş," dedim. Kahve aldırdım. Sıradaki konumuza girersek söze başladım. "Şu sevgilisi köye nasıl geldi anlamadım. İzmir'den İstanbul'a dört ya da beş saat var. Nasıl ulaştı bilmiyorum."
"Işınlandı resmen, piyuv diye," güldük. Kahvelerle geldi yanımıza, ortaya koyup oturdu. Kahveleri içerek devam ettik. Ders zili çaldı.
Hocanın söylediğine göre bir proje yapmamız gerek. Finale girebilmemiz için bir reklam afişi hazırlamamız gerektiğini söyledi. Ne hazırlayacaktık ki, anlamadım. Anlamsız şekilde teneffüse çıktık. Yemekhaneye gidip masaya oturup sohbet ediyorduk. Sonra Melek yanımıza geldi, Gül'le birlikte bana sarıldı. "Gül abla bana bir iyilik yapacağını söyledi." Gül'e baktım, güldü. "Geç yanımıza," dedim. Demir'in kollarına girdi. Aklıma süper bir fikir geldi. Neden bir gün piknik yapmıyoruz? Çok güzel olurdu Pelin'imle birlikte, ailece.
Demir, ben ve canımın içi. Dur, onu aramak için telefonumu çıkarıp numarasını tuşladım. Dıt dıt, sonra ağlamaklı ses tonuyla açtı. "Alo, canımın içi, ne yapıyorsun? Merak ettim." Arkadan sesler geliyordu, sanırım teneffüsteydi. Burnunu çekti. Ne oldu diye sorduğumda, önemsiz bir şey vardı dedi. Bu kızı kim üzdüyse benden bulur zaten. Onunla yeni yeni konuşmaya başladım. "Sen merak etme, ablan işlerini bitirsin, seni almaya gelecek. Yapmam gereken iki sorundan kurtulmam gerek Pelin'im. Sonra sen ne zaman istersen gelirim," dedim. "Peki," dedi, kapattım. Kim canımın içini üzdüyse onu pişman edeceğim.
Bana baktılar. "Pelin'le mi konuştun?" diye sordular. "Evet," dedim. "Bana ne zaman?" dediklerinde, "Dün aradım. Çok mutlu oldu, gelmemi istedi," dedim. "Bunu neden bize söylemedin?" dediklerinde güldüm. "Söyleyecektim."
"Demek o yüzden dışarıda siz."
"Nasıl yani?" dedi Berk. Başımı salladım. Gül şaşırmadı. "Sen onları fabrikada basacaktın, onları öyle gördük, değil mi?" dedi Gül. Başlarını salladılar. İkisi of deyip alnımı geçirdim.
"Neyse, mutlu oldum. O yüzden erkene çektin günü, anladım. Tamam, yarın öğlen çıkınca gideriz. Selma hanıma söyledin mi?" Ha, unuttum. Tabi Selma’yı aradım. O bu okulda değildi. Onu arayıp günü değiştirdiğimizi söyledim. Günü Perşembe olduğunu söylemesini istedim. "Peki," deyip telefonu kapattı.
Omzumda bir el hissettim. Ne diye başımı çevirdiğimde dudakları beni buldu. Ne olduğunu kavramaya çalıştım. Demir'in sesini duyar duymaz onu itekleyip Demir'in eline döndüm. Kahveyi nasıl döktüğünü anlamıştım. Sıktı mı diye düşündüm. İlk elini üfledim, soğuttum. Sonra kralımın elini öptüğümde tebessüm gösterdi, gülümsedim. Bizimkiler "öhö öhö" ses yapınca toparlandım. Şerefsiz konuştu. "Sanırım ben senden hoşlanıyorum kraliçe." Benden mi lan, şıpsevdi misin? Melek bile şaşırmıştı, ne diyeceğini bilemedi. Demir ise durum farklıydı. Sinirden ayağa kalkıp adamın yakasından tutup, "Bir adım at, sana ne olduğunu göstereyim," gibi şeyler söyledi. Sakin olması için yanağından öpücük kondurdum, ateşini biraz kıstım.
"Şunun tarihini öne çekebilir miyiz? Mesele cuma günü gibi. Bu arada ben de seninle geliyorum!"
"İyi gel ve sen bilirsin," dedim. Gülümsedi. Daha nasıl bir plan yapacağını bulmadan yapamazsın. Ders zili çaldı, derse girdim. Ne iyi ki bundan sonra sadece iki dersim vardı, o da öğleden sonra başlıyordu, normal şeyler işte.
Bir iki saatlik serbesttik, çantaları dolaba bırakıp kapattım. Bir fikir bulmaya çalıştık. O iki saatlik molayı ne yapsak dışarı mı gitsek, bir kafeye mi gitsek diye düşündük. Her birimiz fikir söyledi. En son güzel bir yerde yemek yemeye gidelim diye düşündük, öğlen yemeği gibi. Arabaya bindik, bizim ekip, iki başka bölümden olan arkadaş, diğerleri benim bölümümde olanlarla birlikte bir yerde karar verdik.
Güzel manzaralı ormana yol aldım. Güzel bir lokanta bulup ortak payda buluştuk. Yarım saatlik yoldu, bir saat oturur, yarım saatte okulda oluruz artık. Önce onları indirdim, beni beklediler, park edip çıktık. Benle çıkmak istedi, çıktık birlikte. İçeri girdik, garsondan geniş masa istedik. İki masayı birleştirdi, masaya oturduk. Menüleri dağıttı. Her birimiz çok acıkmıştık, sanırım çorba ile başladık. Bir şeyler istediler, ben de bir şeyler istedim. Rastgele gelene kadar konuştuk. Melek, "Çok aktif bir grupsunuz, her gün böyle mi?" dedi.
"Yok, bu sefer kutlama yemeği olacak çünkü kardeşimin sesini duymuştum. Bu bile beni mutlu etmeye yaradı. O yüzden açız diye yemek yerim," dedim.
"Bu yemek işini ara sıra yapsak nasıl olur?" dedi. Melek'in fikrini beğendim, sanırım. Ya da ona istediğini veriyordum. Yemekler geldi, yerken bile sohbet ettik. Sonra çay içip hesabı anlaştığımız gibi bölerek ödedik ve çıktık.
Yarım saat sonra okulun kapısından girdim ve zil çaldı. Öğleden sonra iki dersim vardı. Ona yetişmem gerek var mı bilmiyorum ama yetiştik. Diğerlerinin dersi bittiğinden arabada bekleyeceklerini söylediler. Tamam dedim. Dolaptan çıkarıp dersin defter ve kitabını, bir kalemle dersin olduğu sınıfa girip üst üste iki blok dersi dinleyip çıkış zili çaldığında, eşyamı toplayıp sınıftan dolaba kadar yürüdüm. Dolabı açarak çantamı çıkarıp içine koyup kapattım. Geride kalanları alıp of diye çıktım. Telefonuma mesaj geldi. Kimden? Canımın içinden. "Seni özledim," mesajıydı. Ben de seni ama merak etme, ablacım, ben seni yanıma almaya az kaldı.
Arabaya geçtim, Demir beni beklemişti. "Diğerleri nerede?" dedim. Onları bırakıp geldim, dedi. Benim yerime o sürmek istedi, itiraz etmedim. Yanına geçip oturdum.
Murat ile ilgili bilgi toplamalıyım diye canımın içini aradım bir kez daha. "Canımın içi, senden bir istekte bulunacağım, tabi yaparsan... Eminsindir yani. Senden şunu istiyorum: Şimdi eğer Murat ağabeyinin odası varsa, çalışma odası yani, oradan zarf ya da dosya bulursan söyle bana... Tamam, canımın içi, bekliyorum." Demir kapıdan geçti ve evin önünde durup park etti.
Arabadan ilk ben, sonra Demir indi. Eve girdik. Ben, belki babamın odasına girip dosyalar varsa bakmak için üst kata çıktım.
Kapıda durdum, girersem üzülürüm diye derin nefes alıp kapıyı açtım. Bir adım, bir adım ve içerdeyim. Pencereyi açtım hava alması için. Perdeleri çektim ışık gelsin diye. Sonra çekmeceleri, dolapları aradım. Dosyaları çıkarıp hepsine tek tek baktım. Sonra bir gizli hesap yazan kağıdı gördüm. Elime aldım, ne hesabı olabilir diye düşündüm. Dosyalarla birlikte aşağı inip bilgisayarı açıp hesap numarasını yazdım. Şifresi ne olabilir diye düşünürken dank etti. Eskiden babam bize hesap açacağım derdi de inanmazdık. Her şeyi denedim ama en tuhaf kaçanı denemedim. İki ismi birleştirdim ve doğru açıldı. Baba kim, ikimizin ismini koyar ki MirPerin? İsmini anlamadım.
Birini tıkladım ve gördüğüm para miktarını görünce, bunu kullanabilirim ev ihtiyaçları için, belki iyi bir fırsat geçti elime, kızım. Sonra diğer dosyalara bakındım. İçinden bir şey düştü, anlamadım. Eğilip aldım. Zarfın dosyasının içinde ne alasın? Elime alıp doğrulduğumda ismim yazıyordu. İyice merak ettim. Demir’den makas istedim. Makas bulup getirdi. Ortadan ikiye kesip açıp okudum. Bana yazılmış bir mektuptu sanırım. Babamın el yazısına benziyordu.
"Sevgili Kızım,
Bu mektubu sana vermek isterdim yanında iken ama hepsi o kara Bulut soyunun yüzünden oldu. Seni oğullarına vermem için beni zorladılar. Eğer evlenirsen şirketler birleşirmiş ama ben hayır dedim onlara kızımın kararını sadığım diye teklifi reddettim ve yangın çıktı. Oğulları bizi canlı canlı yakmaya çalıştı. Her şey o gün başlamıştı. Kızım, seni seviyoruz annenle ben..."
"Hey, ne oldu, niye gözünden yaş akıyor?" Demir'in sesini duydum. Gözümden yaş mı akıyordu? Demir'e döndüm, bana sarıldı, kocaman gözyaşlarımı sildi.

"Onları özlüyorum Demir. Kim olabilir kara soylu aile? Binlerce var aynı soyadı, nasıl bulacağım?" dedim. Elimden alıp okudu. Yüzüne baktığımda tekrar aynı şey oldu, solmuş çiçek gibi beyazladı. Bana dönüp yutkunduğunu duydum. "Bu gece için hazırlan sen," dedi, alnımdan öperek beni odama yolladı.
Gece için hazırlanmamı bekliyordu. Onun istediği ne varsa hep yaptım. Ben nasıl bu hale geldim bilmiyorum. Aşk insanı hakikaten değiştiriyormuş. Yine sofrayı o hazırladı dışarıda. Dün gibi, bu adam beni şımartmayı iyi beceriyor. Bu adama sahip olan şanslı sayılır, tabi ki ben.
Birlikte bahçeye çıktık. Sandalyemi çekti, yerine geçti. Yine dün gibi, bu sefer gazlı içeceklerle dolu bardakları tokuşturduk. Yemek yerken o soyisimli kişiyi düşünüyordum. "Demir, düşünüyorum da o sen olma ihtimalin kaç?" Öksürdü. Yanına gidip sırtını sıvazladım, su içmesini söyledim. Bana, "Ben nasıl olayım? Senle tanışalı bir yıl oldu kraliçem," dedi. Yani bir suç işlesen, polisler senden şüphelenir tepkine.
"Sadece şaka yaptım."
"Böyle şaka mı olur?" dedi. Hakikaten böyle şaka olmaz ki. Yerime geçip yemeğime devam ettim. Yemeğini çabuk bitirdi, masayı bana bıraktı bulaşıklarıyla birlikte. Bir şey demedim. Masayı toplayıp bulaşıkları makineye koyup masayla işimi bitirip içeri geçtim. Yukarıdan, "Koltuğun üstündeki geceliğini giyin," dedi. Emir verir gibi giyindim. Ben de kocasını dinleyen kadın gibi oldum. Odadan çıktığımda basamaklarda mumlar duruyordu. O yolu izledim, odamda durdum. Kapıyı çaldığımda bana kalın sesiyle "Gir," dedi. Çok sert dedin.
Kapıyı açtığımda onu bulamadım. İlerledim, kimse yoktu ama sesin buradan geldiğine emindim. Bir yerden gelmesi imkansızdı. Biraz daha ilerledim, sonra belime sarılan kollar ve o sıcak hissi hissettim. İçim ısınmıştı adeta.
"Beni mi bulamadın kraliçem?" Onun güzel, hoş sesi kulağıma nefesiyle birlikte girdi ve içime. Ensemi öpücük kondurdu, elleri ellerime kaydı ve sıkıca doladı. Dans ediyor gibiydik. Beni kendine döndürdü ve dudaklarımız buluştu. Yatağa sürükledi, düştüm. Mesafe oluştu, sonra kapandı ki telefonum çalıyordu. Aşağıdan mecburen inip telefonumu alıp konuşarak odama girdim. Yatağa oturmuştum, Demir'in elini tuttum. Beni öpmeye doyamadı, her yerimden öpüp durdu. Arayan Pelin'di, canımın içiydi.
"Ablacım, seni ne zaman göreceğim?" Sabırsız bir kardeşin sesini duydum. "Bir tanem, ben de seni özledim. Yapma, olmaz," (bunu Demir'e söylemiştim ama kardeşim duydu).
"Neyi yapmayım abla?"
"Sana demedim canımın içi. Bir tanem, sana demedim. Benimle uğraşan bir oğlan var, yaramaz. Tamam mı? Sen ne zaman istersen," dedim. Anlamıştı beni.
"Ha evet abla, belki bu cuma günü gösterime gelebilirsin abla," dedi. Sevindim bunu duyduğuma. Seve seve geleceğim ablacım. Arkasından aynı evde kaldığımı söyledi. Ben de evet olarak cevap verdim. Pazar günü gelebilir miyim diye sordu. Tabi ki, ekibim seni görmek istiyor diye cevabı verince sevinme sesini hissettim. Kardeşler hisseder bizim gibi, birbirine bağlı kardeş bağı olanlar tabi. Birbirimize görüşürüz deyip telefonu kapattım.
En sonunda telefonu kapatıp komodinin üzerine koydum. Demir Bey'e, "Telefonla konuştuğumu görmedin mi?" diye sorduğumda bana cevabı, "Gördüm ama dayanamıyorum kraliçem, seninle vakit geçiremiyorum," diye inkar etti. Of deyip yanına uzandım. Parmak uçlarımla vücudunda gezdiriyordum. Dudak bükme bana karşıydı ama ben ona, "Demir, kraliçenin işleri var. Şu işler bitene kadar dayansan, en sonunda bolca vakit olacak ikimiz için de," deyip kalkacaktım ki kolumdan tutup beni yatağa sabitledi. Üzerime çıkıp gıdıklamaya başladı. Nasıl bir adama aşığım ben.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 1.43k Okunma |
107 Oy |
0 Takip |
27 Bölümlü Kitap |