Yeni Üyelik
8.
Bölüm

Bir Fotoğraf

@handemonet

Fiziken iyileşmek bir kaç günümü alsada ruhum o kadar çabuk iyileşmeyecekti bu belliydi. Peşimi bırakmayan, sinsi bir düşman gibi en huzurlu anda rüyalarımı bölen kabuslar hayatı bana resmen zehir eder gibiydi.

Fakat Sıraç, benimle o kadar güzel ilgilendi ki sanırım çabucak iyileşmememin en büyük sebebi de oydu.

Gecelerce başucumda benimle uyudu hatta elleriyle besledi bile diyebilirim. Onun gibi sert bir adamın bir kadına bu kadar nazik ve yumuşak davranacağını tahmin dahi edemezdim. Neticesinde onun bana zarar vereceğini düşünüyordum aksine hiç öyle olmadı.

Bu süreçte onu uzun uzun gözlemlemeye fırsat bulabildim hâl ve hareketlerinden anladığım kadarıyla tüm bu yaşananlardan kendini suçlu buluyor gibiydi. Ya da gibisi fazla belki de cidden o suçluydu.


Hayatta hep bir anlam olduğunu ve adına yaşam koyduğumuz bu uzun yolculuk o anlamı aramakla geçmiyor muydu? Ben kendime hep bir anlamlar yaratmaya çalışım bazen inandım bazen o anlam sandığım şeye tutunup kaldım. Bence başıma ne geldiyse benim hep bir anlam arama kaygımdan dolayı geldi.
Kendimi toparlayıp bahçeye onun yanına inmek için odadan çıktım o esnada yan odanın kapısının rüzgarın esintisiyle açılıp kapandığını fark ettim. Normal şartlarda kilitli olması gereken o oda açıktı ve ben içimi gıdıklayan hisse ya da beni içine çeken o girdaba tutulup yavaşça odanın kapısını araladım.

Sıraç’ın bahsettiği gibi ardiyeye benziyordu ancak her şey o kadar toplu ve tertemizdiki odanın herhangi bir yerinde uçuşan toz tanesi bile yoktu. Kapıyı sessizce kapatıp içeri doğru yürüdüm. Tüm evin aksine o oda biraz daha kasvetliydi çünkü eski püskü eşyalar odanın belli belirsiz yerlerinde öylece duruyordu. Gözüm yerdeki kutulara ilişti, mektuba ve fotoğraflara benzer şeyler vardı içinde. Yavaşça kutulara doğru eğildim elime bir fotoğraf aldım. Fotoğrafta bir kadın bir adam bir de cocuk vardı. Açıkçası ben bu insanları tanımıyordum hatta Sıraç’ın ailesi olduğunu da düşünmedim çünkü fotoğraftaki çocuk küçük bir kız çocuğuydu Sıraç’ın ise sadece abisi vardı. Fotoğrafları biraz daha detaylıca karıştırmaya başladım ve olduğum yerde kalakaldım. Fotoğraf resmen titreyen ellerimin arasından süzülerek kendini yere attı. Gördüğüm şey beni oldukça korkuttu çünkü Lale Devran Çocuk Esirgeme Kurumu tabelasının altındaki merdivende oturmuş mavi önlüklü küçük bir kız çocuğu vardı. Evet, o çocuk bendim. Ve o fotoğrafın çekildiği günü de çok net hatırlıyordum. İlk okula başladığımız gündü ve Sibel abla;

“Pelişim gel bir fotoğrafını çekeyim hatıra kalsın” demişti. Bu fotoğrafın aynısı bende de vardı.

İçimi inanılmaz bir telaş kapladı, kocaman oda bir anda küçüldü ve ben sığamamaya başlayıp bir solukta kendimi odadan dışarı attım. Hızla bahçeye indim, tek başına oturan Sıraç beni görür görmez ayağa kalktı.

“İyi misin Pelin?” gibi sorular soruyordu bahçenin ortasına doğru yürüdüm tüm dünya üzerime üzerime yıkılıyordu adeta. Boğazımdaki yumru beni sıkıyor, karnıma kramplar giriyordu. Ne diyeceğimi ne yapacağımı sapıtmış bir hâlde Sıraç’a döndüm, davranışlarımdan bir anlam çıkarmaya çalışır gibi bakıyordu bana.

Bu adam kimdi? Onun evinde benim fotoğrafım neden vardı?

Belki de bu adam sandığımdan çok kötü biriydi ve beni kandırabilmek için “iyi bir adam” maskesi takıyordu. Hızlıca yürüyüp onunla burun buruna gelecek şekilde karşısına geçtim.

“Ben İstanbul’a dönmek istiyorum eğer müsaden varsa” bu cümle öyle öfkeli çıktı ki ağzımdan Sıraç’ın bir anda kaşları çatıldı

“Neden bir sorun mu var?”

“Hayır sadece kedimi, evimi, arkadaşımı özledim”

“Tamam madem ben bırakırım seni hem İstanbuldaki işlere de bakmış olurum”

“Hayır” dedim yine aynı öfkeyle sonra bunun onu kuşkulandıracağını düşünerek daha sakin bir tonlamayla “Kusura bakma. Ben yalnız gitmek istiyorum biraz kendimle kalmam gerek” diyerek odaya döndüm ve eşyalarımı hazırladım.

Kocaman ev üstüme üstüme yıkılıyordu, midemdeki kramplar her saniye daha çok artıyordu toparlanıp aşağı indim.

Sıraç “Biletini aldım ama havaalanına ben bırakayım” dedi hiç bir şey demeden kafamı onaylarcasına salladım ve çıktık.


Yol boyunca son günlerde yaşadığım şeyleri tekrar tekrar düşündüm aslında bir sürü ipucu vardı ama ben asıl eksik olan parçayı bir türlü bulamıyordum. Düşündükçe daha çok buhrana giriyordum ve o yolu kendime zehir ettim.


İstanbul’a iner inmez soluğu Bilgi’nin yanında alıp ona olan biteni anlattım. Dehşete kapılmış ifadeyle dinledi beni.


“Sen ne yaptın Bilgi, bu Yasemin’i araştırabildin mi?!”

“Evet Pelin bir şeyler buldum gibi ama başka bir şey daha oldu”

“Noldu?”

“Volkan geldi buraya”

“Ne! Ne işi varmış burda ne istiyormuş?”

“Seni sordu, ona söyle anlatmam gereken önemli şeyler var engelimi kaldırsın beni mutlaka arasın dedi he birde o konum atma olayını anlattı ve Yaseminden bahsetti”

“Konum atma olayı mı? O ne alaka?”

“Şu alaka öncelikle o konumu sana Volkan atmamış onun telefonundan biri atmış. Yasemin olduğunu düşündüm ama Yasemin yanımdan hiç ayrılmadı ve telefonum salonda kalmıştı dedi ayrıca Yaseminle o olaydan kısa bir süre önce tanışmışlar ve ilk adımı atan ise Yasemin.”

“Nasıl yani”

“Şöyle ki Volkan bir süredir türlü tesadüflerle Yasemin’le karşılaştığını sonrasında bir restorantta otururken Yasemin’in bir anda masaya gelip onunla tanışmasıyla başlamış. Sonrası da zaten bildiğin gibi”

“Yani burdan anlamamız gereken şu Yasemin bilerek Volkan’ın hayatına girdi”

“Aynen öyle tatlım zaten o olaydan iki gün sonra Yasemin ortalıktan kaybolmuş ve nedense bir anda Beliz’in öldüğü gün ortaya çıkmış. Bir daha da Volkan’la hiç iletişim kurmamış zaten, bak bence sen Volkan’ı ara onda ipuçları olabilir bende bir yandan hala araştırmaya devam ediyorum” dedi.

Bir yanımda Sıraç, bir yanımda Yasemin hangisi daha tehlikeli?

Hemen Volkan’ın engelini kaldırıp bir buluşma ayarladım. Saat 20.30’da WinHouse’da buluşmak için sözleştik.


Gece’yi de Bilgi’den alıp evime geldim. Gerçekten insanın evi gibisi yokmuş kızımla uzun uzun hasret giderdikten sonra ılık bir duşa girdim sonrada uzandım. Gözlerimi açtığımda saat 18.56’ydı ve yataktan kalkıp bir kot pantolon bir de tişört giyip evden çıktım.


WinHouse'a gelip sakin bir masa bulup oturdum saat 20.15’ti. Bir kaç kez Volkan’a mesaj attım aradım ama dönmedi. Saat artık 20.30’tu geçtiğinde Volkan hala ortalıkta yoktu yine de gelebilme ihtimaline karşın etrafa bakınıyordum o arada telefonuma bir mesaj geldi Volkan’dan.


“Pelin benim işim çıktı kusura bakma gelemeyeceğim”

Resmen ikinci darbesini de attı derken pencereden sızan serinlikle birlikte mekana Yasemin’in girdiğini gördüm. O kadar öfkelendim ki o kızı öldüresiye dövmemek için kendimi dizginlemeye çalıştım. Yüzünde alaycı bir gülümsemeyle bana doğru geldiğini fark ettiğimde ben de ayağa kalkıp ona doğru yürümeye başladım ama onu yok sayarak yanından geçip giderken kulağıma doğru şeytani bir ses tonuyla fısıldadı “kendine çok dikkat et” bir öfkeyle yüzüne doğru döndüm tam ağzımı açmıştım ki birinin beni kolumdan tutup çektiğini fark ettim, anlık korkuyla arkama döndüğümde bu kişinin Sıraç olduğunu anlamam bir iki saniye sürdü. Malum kendisi beni tutup çekmeleriyle meşhurdur. Hızlı bir şekilde beni mekandan çıkardı ve arabaya bindirdi.


“Senin ne işin var burda, ne istiyorsun benden”

“Sus” diye bağırdı

“Sus konuşma anlatacağım her şeyi”

“Neyi anlatacaksın ya nereye götürüyorsun beni”

“Bana!”

“Senin evinde ne işim var benim”

“Pelin seni korumaya çalışıyorum lütfen zorluk çıkartma”

“Beni kimden korumaya çalışıyorsun sen önce kendinden koru beni”

Yüz ifadesinin bozulduğunu fark etsem de yine bu ifadeyi gizleyerek;

“Merak etme Pelin onu da yapıyorum” dedi kırgın bir ses tonuyla.

Dağ evi gibi bir eve getirdi beni yol boyunca da iki araba eşlik etti bize ve devamlı mesaj atarak birilerinden bir şey öğrenmeye çalışıyor gibi tavırları vardı.

“Bana evinin anahtarını ver” dedi

“Pardon! Ne sebeple”

“Kedini ve eşyalarını aldıracağım bir süre burda kalman gerek”

“Ya ben evime gitmek istiyorum niye anlamıyorsun”

“Gideceksin ama şimdi olmaz” diyerek kapıyı sertçe vurdu ve arabadan inip korumalarının yanına gitti.


Loading...
0%