@handsimy
|
Azat Deniz Erdemir'in anlatımıyla: Sayın yolcularımız uçağımız iniş yapmak üzeredir. Lütfen kemerlerinizi bağlayanız ve inişe hazırlıklı olunuz. Gelen uyarı sesi ile uçağın iniş yapacağını anladım ve uçağın inmesini beklemeye başladım. 15 dakika sonra uçak İstanbul'a inince ilk başta kafamı yukarı kaldırıp gökyüzüne bakarak havayı soludum. Aynıydı. Bıraktığım her şey aynı duruyordu. Bavulumu da alıp havalimanı çıkışına doğru ilerledim. Bir taksici durdu önümde. Gideceğiniz bir yer var mı efendim? İsterseniz bırakabilirim. Derin bir nefes alıp taksicinin sorusunu cevapsız bırakarak ilerledim. Çünkü gideceğim hiçbir yerim yoktu artık... Yürüyüp bir banka oturdum. Cebimdeki telefonu çıkartarak elimdeki telefona baktım. Ekranı açıp rehbere girdim ve sadece baktım. "K" yazıyordu. Kim kendini "K" diye kaydederdi ki? Ekrana bakmaya devam ederken telefon çalmaya başladı. Arayan telefondaki tek kayıtlı numara olan K'ydı. Telefon çaldığı süre boyunca açmadım. Denizimin manzarası gözüküyordu oturduğum banktan. İfadesiz bir yüz ifadesiyle denizimi izlemeye devam ederken yandaki banktan gelen haber sesini duydum. Evet sayın seyirciler; Dünya gündemini kasıp kavuran Alcatraz firarı hakkında henüz suçlular hakkında bir bilgiye rastlanılmadı. Çıkışları esnasında ada hapishanesindeki kameraların hepsi imha edildiği için ne ile kaçtıkları bilinmiyor. Adanın etrafındaki deniz köpek balıklarıyla çevrili olduğundan arama kurtarma ekipleri herhangi bir cesede rastlama ihtimali üzerine denizdeki çalışmalarını titizlikle sürdürüyor. Kaçan 30 kişiden hala bir haber alınamadığını tekrar size bildirmekteyim sayın seyirciler. Elimdeki telefon tekrar çalınca bu sefer açmak üzere aramayı yanıtladım. Oturduğun banktan kalk ve solundaki siyah araca bin. Tabi yakalanmadan rahat bir şekilde yaşamak istiyorsan. Kapanan telefona baktım öylece. Hapishaneden kaçtığımız tüm dünya tarafından bilinmekteydi artık. Haber başlıkları sürekli bizi tekrarlıyor olmalıydı. Gidecek, kalacak hiçbir yerim yoktu ve bu şekilde korunaksız bir bankta oturamazdım. Ayağa kalkıp solumdaki siyah araca doğru yürümeye başladım. Yaşayıp yaşamamam pek de umrumda değildi açıkçası. Geride yakalanabilirdim bunu da önemsemiyordum aslında. Ama merak da etmiyor değildim. Sonuçta Dünya'nın en tehlikeli hapishanesinden kaçmaya ve özellikle de kaçırmaya çalışmak her yiğidin harcı değildi. Bakalım kimin nesisin K? Araca bindim ve yaklaşık 1 saat boyunca araç gitmeye devam etti. Bir süre normal bir otoban yolda ilerledikten sonra araba toprak bir yola saptı ve durana kadar da toprak yolda ilerledi. Bir süre sonra araç durdu ve kapısı benim inmem için açıldı. Buyurun Azat Bey. Arabadan çıktım. 3 katlı devasa bir villanın önünde duruyorduk. Ormana gelmiştik. Arabadan iner inmez farklı bir koruma yanıma geldi. Hoş geldiniz Azat Bey beni takip edin lütfen. Eve doğru giren korumayı takip edip peşinden gittim. Evin her köşesinde sırayla dizilmiş korumalar vardı. Çok sayıda güvenlik kamerasının da göze çarpmaması mümkün değildi. Evin içine girdik. Kocaman, devasa bir girişi vardı evin. Geniş ve bomboş bir holü vardı. Yan tarafında kapılar ve hemen önümde merdivenler duruyordu. Girişi incelediğimi gören koruma birkaç saniye incelememe izin verip sonra yanıma geldi. Efendim Kayra Bey sizleri bekliyor, izin verirseniz sizi onun yanına götürmek isterim. K, denen kişi Kayra denen herif miydi acaba? Korumanın arkasından ilerlemeye devam ettim evi incelerken. Merdivenlerin önüne geldik ve yukarı çıkmaya başladık. İlk katı, ikinci katı ve sırasıyla korumayla beraber üçüncü katı da çıktık. Hangi deli böyle büyük bir eve sadece merdiven koyarak büyük bir işkence ederdi ki? Bide en üst kattaydı odası. En üst kata gelince sağa döndük ve uzun bir koridorda daha ilerlemeye başladık. Nihayet koridorun sonundaki odanın kapısında durduk. Koruma kapıyı tıklattı ve kapıyı açıp geçmem için odayı eliyle işaret etti. İçeriye doğru birkaç adım attım. Genişçe bir yatak odasındaydım. Balkonda ayakta dikilip dışarıyı izleyen bir adam duruyordu. Efendim, Azat Bey geldiler. Koruma ona seslenince Adam bize doğru dönüp yanımıza gelmeye başladı. Ooo kimleri görüyorum. Azat Deniz Erdemir hoş geldin. Tam ismimin söylenmesinden haz etmem. Sadece Azat de bana sesleneceksen. Afedersin Azat. Eee o zaman baştan alalım. Elini bana doğru uzattı. Evime hoş geldin Azat. Uzattığı ele öylece baktım. Elini indirdi. Peki terasa geçelim o zaman. Malum konuşacak konularımız var. Kardelen Sahra Aktaş'ın anlatımıyla: Benimle evlenir misin Sahra? Az önce burada bana Tuna tarafından bir evlilik teklifi mi edilmişti yoksa ben mi yanlış duymuştum şuan bunu sorguluyordum. Önümde diz çöken Tuna'ya ve çevredeki insanlara baktım. Herkes heyecanla ne cevap vereceğimi bekliyordu. Tuna... Biliyorum çok ani oldu Sahra ama bugünü senin ve benim için bir sürpriz olarak hazırladık buradaki herkesle. Tek tek etrafımdaki insanların üzerinde göz gezdirdim. Tuna'ya evet demem için ne kadar da istekliydiler. Bu herkesin gözlerinden belli oluyordu. Tuna... Sahra cevap vermeden önce bir beni dinle istersen. Biliyorum birbirimizi pek tanımıyoruz. Biliyorum seninle olan ilişkimiz bir arkadaşlıktan ibaretti bugüne kadar ama ben seni hep içimden sevdim. Bunu sana söyleyemedim ama şimdi bunu herkesin içinde sana söylüyorum Sahra. Birbirimizi tanıyarak, aşık olup evleneceğimiz bir geleceğimizin olmasını istemez misin sende? Dünya'nın en mutlu kadını olarak yaşayacağın bir hayatın olsun istemez misin? İzin ver seni seven, sana değer veren iyi bir eş olayım sana olmaz mı? Olduğum yerde buz kestim. Bunları ne zaman düşünüp bir evlilik teklifi edebilecek kadar nasıl bu kadar ileri gidebilmişti? Kabul etmeyecek misin Sahra? Bütün gün bu kadar insan bizim için uğraşmışken beni red mi edeceksin? Zaman daralıyordu. Tuna'ya bir cevap vermem gerekiyordu artık. Gözümü kapattım ve birkaç saniye sonra açtım. Tuna... Ben gerçekten ne diyeceğimi bilmiyorum teklifini için. Bunu birazcık düşünmek için zaman istesem senden. Dediğin gibi ani bir teklif oldu ve şuanda gerçekten bunu düşünmek için zaman istiyorum senden. Tuna elinde öylece yüzükle önümde beklerken onu ardımda bırakarak mekandan dışarı attım kendimi. Şans eseri önüme bir taksi gelince hemen kendimi taksiye attım. İyi akşamlar hanımefendi nereye gideceksiniz? Eve, evime gitmek istiyorum. Evime sürer misiniz? Taksinin içinde evime gidiyordum. Tuna'nın ettiği evlenme teklifi ile anlık şok geçirdiğim için çantamı da alıp çıkmıştım hızlıca mekandan herkesi arkamda bırakarak. Şimdi ise evime gidiyordum. Böyle bir şeye nasıl cüret edebilirdi ki? Sevgili olalım demiyordu, flört edelim ya da benimle bir akşam yemeğine çıkar mısın demiyordu. Benimle evlenir misin diyordu bana. Nasıl hemencecik kabul edebilirdim ki? Evlilik öyle hafife alınacak bir mertebe değildi. Birbirini seven iki insanın ilişkisini özelleştirmesiydi. Biz Tuna ile birbirimizi sevmekten çok uzaktık. Ayrıca onu daha tanımıyordum bile. Nasıl öylece evet derdim ki ona? Bu düşünceler kafamda dönüp dururken arabanın içinde boğulacağımı hissettim. Pardon arabayı durdurur musunuz lütfen, inmek istiyorum. Hanımefendi şuan ıssız bir yoldayız arabayı durduramamı istediğinize emin misiniz? Boğazımı tutarak nefes almaya çalıştım. Lütfen arabayı durdurun. Hanımefendi a- Durdur şu arabayı! Taksi şoförü dediğimi yaparak kontrollü bir şekilde kenarı da durdu benim için. Hızlıca tutan miktarı ödedikten sonra kendimi arabanın içinden dışarı attım. Önümde deniz vardı. Sahile doğru ilerleyerek denizin kenarına oturdum. Denizden gelen hafif su dalgası elbisemi ıslatıyordu ama umursamadım. Oturdum sadece. Etrafta kimse yoktu. Malum gündemdeki Alcatraz firarı herkesi endişelendirdiği için onun Türkiye'ye geri döneceğini düşünüyorlardı. O yüzden deniz kenarları yine boşalmaya başlamıştı. Etraf karanlıktı. Tepedeki tek ışık kaynağı olan ay denize vuruyor ve denizi aydınlatıyordu. Denizi izleyerek kafamdaki düşüncelerden uzaklaşmaya başladım. En son bu şekilde denize yakın bir konumda 5 yıl önce deniz katili ile yalnız bulunmuştum. Ondan beridir deniz kenarına yalnız bir şekilde gitmemiştim. Şimdi yine yalnızdım ama bu sefer o yoktu yanımda. O gün bana söyledikleri sözler daha dün gibi aklımdaydı. Nasıl unutabilirdim ki? "Seni öldürmemem için bana tek bir sebep söyle Kardelen. Ağzımdaki elini çekti konuşabilmem için. Kelimeler ağzımdan benden bağımsız bir şekilde döküldü o an. Yaşamak istiyorum. Güldü. İlginç. İlginç olan ne ? Bir kış çiçeğinin yaşamak istemesi. Yani ? Kış çiçekleri kışa özeldir Kardelen. Kış ölümlüdür, herkese ölümü getirir kardelenler hariç. Kış herkesi öldürürken kardeleni yaşatır. Ne demek istiyorsun ? Yaşaman için herkesin ölmesi, ölmen için herkesin yaşaması gerekiyor Kardelen ve sen yaşamak istediği söylüyorsun. Madem yaşamak istiyorsun. Sadece bu gecelik bir istisna yapacağım kış çiçeği. Bir daha sakın karşıma çıkma." demişti bana o gün ve ne o benim ne de ben onu karşısına bir daha çıkmamıştım. Bir daha karşılaşır mıydık onu da bilmiyordum sadece bildiğim tek şey bunu hissettiğimdi. Onunla karşılaşacaktık. Aramızda yarım kalan bir hesap vardı ve bu hesabı kapatmak zorundaydık. Kumların üstüne uzandım. İleride çok zengin olursam deniz kenarına bir ev yaptırmak isterdim. Her gün bu manzara ile kumların üstünde denizi ve ayı izlemek çok güzel olurdu. Uykum geldiği için gözlerimi yavaşça kapattım. Bir süre sonra iyice uykuya çekilmiş olmalıyım ki kafam sol tarafa doğru düştü. Uyku sersemi gözlerimi açtım yavaşça. Solumda gördüğüm hafif kalkık bir toprak kütlesi dikkatimi çekmişti. Belki gündüz gözü ile görsem çocuklar gelmiştir ve kumdan kale yaparken bozup gitmişlerdir diye düşünürdüm ama şuan gözüme daha çok kumlardan kazılan bir mezara benziyordu. Gözlerimi açıp yavaşça doğruldum ve ayağa kalkıp bombe şeklindeki kum kütlesine doğru gittim. Diz çökerek kumu eşelemeye başladım. Kumu eşeledikçe bunun kesinlikle bozulan bir kumdan kale olmadığına emin oluyordum her geçen saniye. Tam yarım saat boyunca ellerimle kumu eşeledim. Normalde olsa bu yaptığıma salak mısın kızım sen boş boş deniz kenarında gece gece kumu eşeliyorsun derdim ama şuanda bunu düşünemeyecek kadar kumun altından çıkacaklara odaklanmıştım. Yaklaşık bir 10 dakika daha kazdıktan sonra elime çarpan bir şeyle durdum. Tırnaklarımın arası kumla dolmuştu ve bazı tırnaklarım kırılıp zarar görmüştü. Bunu umursamadan elime çarpan nesneyi görebilmek için kumu biraz daha eşeledim ve gördüğüm kemik parçasıyla hayatımın şokunu yaşadım. Deniz kenarında bir mezar bulmuştum. Kemiği elimden atıp sürünerek bir kaç adım geri gittim. Aklıma gelenler ile içim ürperdi. Olabilir miydi? Şu anda bulduğum bu mezar deniz katilinin kayıp kardeşinin mezarı olabilir miydi?
Evett, bir bölümün daha sonuna gelmiş bulunmaktayız. Azat, Kayra ile ne konuşacak? Sahra, Tuna tarafından edilen evlilik teklifini kabul edecek mi ve en önemlisi bulduğu mezar ile Sahra ne yapacak? Hepsi ve daha fazlası bir sonraki bölümde hoşça kalın...
|
0% |