Yeni Üyelik
26.
Bölüm

26.Bölüm: Ölüm ve Yaşam

@happystrawberryy

Roesia'nın Gözünden

Kharoon Gelmeden, 14 Saat Önce

"Evet, heyecanlandın mı? Hadi gel odana götüreyim seni biraz bilgilendireyim" deyip elimden tutarak beni kendine çekti.

"Kendim giderim" diyerek hızla elimi çektim ondan.

O da hafifçe geri çekilip bana baktı ve gülümseyerek "Peki olur" deyip yürümeye devam etti.

Beni koridorun en sonunda, solda kalan bir odaya getirmişti.

İçerisi büyük, ferah beyaz tüllerin hakim olduğu bej koltuk takımının bulunduğu ışıltılı bir odaydı.

"Güzel değil mi?" Deyip gülümsedi bana Mars.

"Evet gerçekten güzelmiş" deyip koltuğa oturdum. O da hemen yanıma oturdu.

"Mars sana bir soru sormalıyım?"

"Dur tahmin edeyim Luna değil mi?"

Gözlerinin içine bakıp "evet" deyip gülümsedim.

"Hatta daha çok Ölümün Efendisine olan takıntısını öğrenmek istiyorsun?" Diyerek imalı bir bakış attı.

Ben de kafamı sallayıp gülümsemekle yetindim.

"Hımm bu aslında eski bir hikayeye dayanıyor. Derlerler ki yüzyıllar öncesinde aslında Ölümün de bir Tanrı olduğunu ve Tanrılar ile daha içli dışlı yaşadığını, kendi şehrindeki insanlarında küçük Tanrı ve Tanrıçalarla iç içe yaşayıp mutlu bir ömür sürdüklerini söylerler. Fakat Büyük Tanrı, Kemikler Şehrinde yaşayanları, Tanrılar Şehrinde yaşayanlara yasak kılmış"

"Nasıl yani?"

"Yani onların birbirine karışıp evlenmelerini yasaklamıştır"

"Ah anladım devam edebilirsin" deyip elimle ona devam etmesi için işaret yaptım.

"Günlerden bir gün Ölümün Efendisi, Tanrılar Şehrinin büyük sihirli ormanında yaşamını süren altın kuşun ölümünü gerçekleştirmek için gelir ve orada onun aklını başından alan, beyazlar içerisinde bir kadın görür. Kadının elinde ise o altın kuş vardır. Ölümün Efendisi biraz daha izleyince bu kadının o kuşu yaşatmak için çırpındığını anlar ve yanına gider.

Ona şöyle sorar; Gerçekten bu kuşu yaşatabileceğine inanıyor musun?

Kadın ona bakıp konuşur; Ben Hayatın, Yaşamın Tanrıçasıyım ben yaşatamayacaksam kim yaşatacak?

O an Ölüm, onun yaşamın, doğumun ve yeniliğin Tanrıçası olan Carmente olduğunu anlar. Carmente'nin iki önemli şehirde adı duyulsa da onu gören kişiler çok azmış. Ölüm'de onu ilk defa o gün görmüş.

Ölümün Efendisi tekrar konuşmuş; Peki ya benim onun canını almaya geldiğimi de biliyor musun?

Carmente bu duruma çok şaşırmış ve altın kuşu göğsüne sarıp konuşmuş; Hayır o yaşayacak onu öldürmene izin veremem. Bu kuş ormanın dengeleyicisidir.

Ölümün efendisi beklemeden cevap vermiş; Ona kıyamıyorsun biliyorum fakat ben de bu evrenin dengeleyicisiyim. Ölümü geldiğinde gerçekleştirmeliyim.

Diyerek Carmente'nin kucağından kuşu almış. Zayıf bir şekilde nefes alan kuş, Ölümün elinde can vermiş. Carmente o kadar üzülmüş ki yere yığılmış. Ölümün Efendisi ise onu kucağına alıp kendi şehrine götürmüş. Orada ona bakmış ve onunla ilgilenmiş.

Eh tabi aralarındaki bu samimiyet arttıkça Ölüm Yaşam'a, Yaşam da Ölüm'e çekilmeye başlamış.

Hatta derlerler ki Kemikler Şehri'nin ünlü Renkli Denizinde bulunan kafatası Ölüm'ü onun üzerindeki renkli desenler ise Yaşam'ı yani Carmente'yi simgelermiş."

Kalbim garip bir şekilde tekliyordu. Kharoon'un başka birisini sevme ihtimali beni sanki derin bir üzüntüye çekiyordu. Ama bu bir hikayeydi. Fazla etkilenmemeliydim.

"Mars sonunda ne oluyor peki? Ayrıca Luna ile bunun bağlantısı nedir çözemedim şuanda?" Diyerek merakla sordum.

"Hey sakin ol bakalım geliyorum oralara. Hımm işte gel zaman git zaman Carmente ve Ölümün Efendisi birbirlerine delicesine aşık olmuşlar fakat birbirlerine yasaklarmış. Ayrıca hesaba katmadıkları başka unsurlarda varmış. Carmente'ye aşık olan başka Tanrılar ve Ölüme aşık olan Kemikler Şehrinin seçkin kadınları ve Tanrıçalar. Bu insanlar bencilce onları arzulamışlar.

Bir dolunay gecesi Carmente ve Ölüm birbirlerine aşklarını itiraf etmişler. Fakat onları gören bir kadın bunu tüm herkese yaymış. Ölüme ve Yaşama takıntılı olan kişiler ise bunu duyunca toplu ayin düzenleyerek Tanrıların Tanrısına bir yasağın işlendiğini ve gereken cezanın verilmesi için tapınmışlar."

"Peki ya sonra ne olmuş? Yani onların bu ayini işe yaramış mı?" Gözlerim irileşmişti. İyice merak ediyordum.

"Maalesef işe yaramış. Büyük Tanrı'nın gazabı şiddetli bir şekilde Kemikler Şehri'ndeki bu iki aşığa inmiş. Carmente'nin ruhu bedenini terk etmiş ve ceza olarak başka bir diyara gönderilmiş. Ölümün Efendisinin ise tüm o ihtişamlı sureti alınmış ve kollarının arasında, ruhu bedenini terk etmiş bir kadın kalmış. Onu sımsıkı tutmuş. Acı haykırışları cehenneme kadar duyulmuş. Büyük Tanrı ise son hamlesini bu iki aşığın ve tüm herkesin hafızalarını silerek yapmış. Fakat Ölümün hafızası silinsede o günden beri Kemikler Şehrine dönmemiş.

Bu hikayeyi bazı kişiler gerçekten var olduğunu savunarak senelerce anlatmış ve günümüze kadar gelmiş. Bana sorarsan tamamen uydurmacadan ibaret. Sonuçta Büyük Tanrı herkesin hafızasını silmiş. Böyle bir şey olsa kim nasıl hatırlayıp da anlatacak ki? Ölüm kavramını içten içe güzelleştirmek istedikleri için böyle bir hikaye uydurmuş olmalılar.

Gelelim senin Luna konusuna. Luna bu saçma hikayeye inananlardan birisi. Kendisi Ay Tanrıçası ve söylemiştin kavga esnasında Ay, Ölümün Efendisinin enerjisinden yaratıldı. Bundan dolayı aralarında bir ilişki olduğunu kendisinin aslında Carmente olduğunu sanıyor" deyip Mars gülmeye başladı.

"Ama hikayede Carmente başka bir diyara gönderildi. Luna nasıl kendisinin Carmente olduğunu düşünüyor ki?" Deyip kaşlarımı kaldırdım.

"Roesia, hikayede farklı unsurlar var. Bazıları Carmente'nin aslında hep Tanrılar Şehrinde olduğuna da inanıyor. Burası anlatılan tüm hikayelerde muamma diyebilirim" deyip ellerine doğru baktı.

"Anlıyorum Mars, peki bu hikaye diyelim ki gerçek o zaman sence Carmente nerede olabilir? Sen ne düşünüyorsun?"

 

.

.

.

 

Eveet bir bölümün sonuna geldik 🥹

Büyük Tanrı ve Tanrıların Tanrısı aynı varlıktır. İki hitap da kullanılıyor belirtmek istedim 🐥

Diğer bölümde görüşmek üzere 🧚🏻‍♀️

Hepiniz seviliyorsunuz 🫶🏻🥹

Loading...
0%