@happystrawberryy
|
Peki ya ben! Ben onun çığlıklarını duyuyorum ona yardım edemezsem ne olur? Benim onlardan ne farkım kalır... Gözlerimi kapattım ve ellerimi iki yana açtım. "Acı! İntikam! Öfke! Kader! Umut! Ne istiyorsun? Ha!Neyden besleniyorsun Kozmik Duvar?! Hiçbirisi umurumda bile değil seni paramparça edeceğim!" Deyip son hızla ellerimi duvarın tam merkezine yerleştirdim. Duvar şiddetimle gümbürdedi ve uğultulu bir ses çıkardı. Zihnime Roesia'nın acılı sesi doluyordu. O çaresizliği, kelimesini devam ettiremeyişi, güçsüzlüğü, benden için için yardım isteyişi... İçim bu duygularla paramparça olurken duvardan çatırdama sesleri gelmeye başladı. "Ahh her şeyimi feda ediyorum! Tüm gücümü, tüm benliğimi, tüm hayatımı senin için seni kurtarmak için! Tek ışık o hayatındaki tek ışık ben olacağım güzelim" Son hızla enerji yüklemesi yaptığımda duvar parçalanmaya başladı. Duvardaki mistik güçler her yana yayılıyor uçuşuyordu. Son bir darbe. Geri çekildim içimdeki beyaz ve siyah özü birleştirdim. Son hızla duvara püskürttüm. İçimden akan enerji duvarı parçalayıp delip geçiyordu ve ben Tanrılar Şehrini görüyordum. Açılan delikten hızla kendimi diğer tarafa attım. Ama o anda beni bekleyen Tanrı ve Tanrıçalar üzerime doğru saldırmaya başladılar. Beyaz, yeşil, sarı renk cümbüşü üzerime doğru akıyordu. İçimdeki özün neredeyse tamamını duvar için kullanmıştım şuan onlara karşı durabilecek miydim bilmiyordum ama Roesia için geri durmayacaktım. Bileklerimi çapraz şekilde tutup savunmaya geçeceğim esnada gözlerim çoğaldı. Bu şu anlama geliyordu. Kargalarım benimleydi. Son hızla etrafımı sarıp siper edindiler. "Sizin yanınızda olmayacağımızı düşünmediniz değil mi efendim?" Diyerek Noah yanıma gelmiş arkayı işaret ediyordu. Tüm orduyu toplayıp getirmişti. Herkes gücünü kullanarak beni koruyordu. "Nasıl?" Dedim. "Gücünüz efendim Kemikler Şehri yoğun gücünüzü hissetti zor durumda olduğunuzu anladık. Cehennemde olsanız hissetmezdik. Bu yüzden bir tahmin yürüttüm ve bingo" deyip göz kırptı. "Sen iyi adamsın Noah" deyip omzuna dokundum. "E-efendim ben teşekkür ederim" derken gözleri doluyordu. "Bu kadar duygusallık yeter Noah burayla ilgilenin. Komuta sende. Ben saraya gideceğim hızlı olmalıyım" "Peki efendim" deyip başıyla onayladı beni. Tüm herkes Tanrılar şehrindekilere karşı koyuyordu. Az vaktimiz vardı. Sayıca üstün olsak da halkım onlara oranla güçsüzdü. Kanatlarımı güçlü bir şekilde açıp gökyüzünde yükselip ilerledim. Tanrı ve Tanrıçalar beni öldüremezdi ama ben onları öldürebilirdim ve şuanda önüme çıkan küçük Tanrıları bir böcek gibi ezip öldürüyordum. "Yardım edin lütfen kurtarın beni!" Roesia'nın bağırma sesini duymuştum. Sesi sarayın orta kısımlarından geliyordu. Önümdeki Tanrı askerinin de son hızla boynunu kırıp yere gönderdiğimde elime güçlü bir şiddet topu yaptım. Ardından sarayın dış katmanına fırlattım. Sarayın dış hattı tamamen kırılmıştı ve büyük bir toz bulutu yayılmıştı. Tozları kanatlarımı çırparak savuşturunca gördüğüm görüntü karşısında şoka uğramıştım. Karşımda Adalet Tanrısı Aequitas'ın kendi büyük bedeniyle Roesia'nın çıplak bedeni üzerine oturmuş olduğunu gördüm. Beni görünce hızla üzerinden kalktı. Ellerim artık öfkeden titriyordu. Bakışlarım Aequitas'tan yerde yatan Roesia'ya kaymıştı. Kafasını çevirmiş bana bakıyordu. Bedeni çıplaktı üzerinde sadece iç çamaşırları kalmıştı ve titriyordu. Gözleri kanlanmıştı. Yanakları ıslaktı. Kim bilir ne kadar çok ağladı. Onu bu halde görünce istemsizce gözümden yaş aktı. Ama bir yandan içimdeki öfke tüm vücudumu kasıp kavuruyordu. Başımı tekrar bu şerefsize çevirdiğimde bana doğru kılıcını uzattığını gördüm. Gökyüzünde şimşekler çaktırıyordu. Bu şehrin en güçlüsü oydu. İsterse sonsuz güce sahip olsun. O benim kadınıma el uzatmıştı. "Sen! Seni şerefsiz ona nasıl el sürersin!" Diye bağırdım ve kılıcına güçlü bir tekme attım. Kılıç şiddetimle yere saplandı. Ardından o da benim olduğum tarafa doğru yükseldi ve konuştu. "Asıl senn sen Ölümün Efendisi misin? Cehennemden nasıl kaçtın? Ayrıca bu suret de ne böyle? Her neyse. Şuna baksana koridorda yatan acınası insana. Onun yüzünden cehenneme gittin istersen onun hafızasını silip dünyaya postalayayım ne-" Daha fazla onu dinlemek istemiyordum suratına sert bir yumruk çaktım. Gökyüzünden bir anda yere çakıldı. Yerden kendini toparlayıp geri yukarı çıktı. "Demek zoru oynamak istiyorsun Ölüm peki madem" deyip ellerini yukarı kaldırdı ve parmaklarını çevirmeye başladı. Şimşekler yere inmeye başlamıştı. Tüm şimşekleri başıma topluyordu. Kriz patlaması yaşatacaktı. Buna maruz kalırsam benim bile uyanmam 10 günümü alırdı. Şimşek adaletin önemli bir ceza aracısıydı hizmet ettiği beden hakkaniyetini kaybettiği anda ondan alınırdı. Peki ya bu piçte neden hala şimşek vardı? Başımı yukarı kaldırdım. "Ey adaletin tecellicisi, ey kudretli şimşek kendi isteklerini dinleyen beş para etmez bu bedene mi itaat ediyorsun!" "Ne! Kes sesini şimşeklerin seni duyacağını mı sanıyorsun? Benim onlar ve hepsi benim emrime amade" deyip eliyle kendisini gösterdi kibirli bir şekilde. Ona baktım "öylemi dersin" deyip elimi kaldırdım tek tek şimşekleri onun içinden içinden geçirdim. Şimşekleri geçici olarak almıştım. "Ben bu evreni senden daha iyi tanıyorum Aequitas ve sana and içerim ki seni cehennemin en dibine göndereceğim" diyerek üzerine üzerine gitmeye başladım. Şimşekler onu öldürmezdi yavaşlatırdı bu da benim için bir avantajdı. Çünkü onu döverek öldüreceğim... Şimşekler vücudunu delik deşik edince ona vurmaya başladım. Hızlı bir şekilde yüzünü yumrukluyordum. Şimdi gökyüzünden sarayın koridoruna geçmiştik Roesia yerde hafifçe kendini doğrultmaya çalışmış bizi izliyordu. Onu gördükçe içim parçalanıyordu. Bu halimi fırsat bilen Aequitas tekrar karşı atak yapıp bana vurmaya başladı. "O kızın içindeki ruhu alacağım anladın mı?! Biz de uzun yaşamayı hakediyoruz!" Diyerek bağırmaya başladı. "Bu şekilde mi yapacaksın? Bir masuma tecavüz etmeye çalışarak mı ha?! Seni adi şerefsiz geber!" Deyip yüzünü parçalarcasına vurmaya başladım. Ona her vuruşumda sarayın duvarı daha da yıkılıyordu. Yer şiddetle sarsılıyordu. "Hiçkimse dokunamaz ona hemde hiçkimse!" Kendimi tutamadan vuruyordum... Taa ki omzuma bir el konana kadar. "O öldü onu götürmeliyim" Gelen kişi Azrail'di. Ellerim altın sıvıyla kaplıydı. Azrail'e doğru döndüm ve başımı aşağı yukarı salladım. "Kendini koru, sen artık Tanrı katilisin" deyip Aequitas'la birlikte gözden kayboldu. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. Şuan hiçbir şeyi düşünmeyecektim. Yavaş adımlarla Roesia'ya doğru yürüdüm. "Hadi gel benimle gitmeliyiz" deyip elimi ona uzattım. Hala titriyordu. Korku dolu bakışlarla beni süzüyordu. "Be-ben ya-yaklaşma bana" dedi titrek bir şekilde. "Neden hadi ama lütfen" deyip elbisesini yerden alıp üzerine giydirmek için ona yaklaştım. Elbisesi kanlıydı büyük ihtimalle büyük bir yara almıştı. "Dokunma bana hayır dokunma" diyerek bacaklarını kendine çekti ve başını dizlerine gömüp sallanmaya başladı. "Lütfen tekrar bak bana beni tanımadın mı?" Dedim. Sonra kafasını kaldırıp bana doğru baktı.
*Kharoon Vanth (Ölüm) (Üzgünüm resim sorunu hala çözülmedi ekleyeceğim hepsini merak etmeyin)
"Ben ben bilmiyorum kimsin sen neler oluyor? Sende mi beni alacaksın ha? Sende mi benim içimdeki ruha sahip olmak istiyorsun? İstemiyorum kimse bedenime dokunamaz. Kimse dokunamaz. Kimse dokunamaz..." Sayıklıyordu kötüydü. İçim paramparçaydı. Önünde diz çöktüm. Onun bu hali beni mahvediyordu. Gözyaşlarımı tutamadım. Tüm herkese karşı koyacak gücüm varken ben bir tek sana karşı koyamadım Roesia... "Ben ben özür dilerim daha erken gelemediğim için. Özür dilerim o sana dokunurken yanında olamadığım için. Ben kahroluyorum mahvettim her şeyi özür dilerim Roesia lütfen affet beni lütfen"
. . .
Eveet bölüm sonuna geldik 🥹 Sonunda birbirlerini buldular ♥️ İki acı dolu yürek birleşsin bakalım onları neler bekliyor görelim 🧚🏻♀️ Umarım beğenmişsinizdir🍓 |
0% |