Yeni Üyelik
13.
Bölüm

12. Ölümün Şarkısı

@haqleah

Lin'e güvenmek bir hataydı. Kaybım beni kör etmişti. Onun ruhunu kurtarmayı düşünmüştüm. Ancak tüm dünyayı alevlere terk edeceğimi düşünmedim. Letrah bağı Caraxibor'u bağlıyor. Bense artık umursamıyorum. Yaşam her anı işkencelerle dolu bir döngü benim için. Tekrar ve tekrar...Bu hale nasıl geldiğimi bilmiyorum. Sadece daha iyi olmak istemiştim. Bir şeyleri değiştirebileceğime inanmıştım. Artık çok geç. "

Harlbror - Kilazhe'nin Yükselişi

 

 

Ölümü tanıyordu. Savaş alanında yürürken çığlık sesleri kulaklarını dolduruyor, ölmekte olan insanların haykırışları etrafta yankılanıyordu. Gökyüzünde yükselen güneşin ısısı toprağa akan kanların pıhtılaşmasını sağlamıştı. Yürürken bastığı yerler kayganlaştığı için dengesini sağlamakta zorlanıyordu. Esen hafif rüzgar alnında biriken terleri soğutmuş, hafif deri zırhının içinde birazda olsa serinlemesine yardımcı olmuştu.

 

Ölümü tanıyordu Odun. En azından tüm yaşamı boyunca karşılaştığı bu şeyi tanıdığını düşünüyordu. Nasıl bir his olduğunu hayal etmişti uzun bir süre. Sonrasında ne olacağı Arz'ın üzerinde yaşayan tüm insanların merak ettiği bir konuydu. Ölümün insan kavrayışının ötesinde olması herkes için kafa karışıklığına neden oluyordu ama Odun biliyordu. Ölüm dengesizliği severdi.

 

Yere saplanmış mızrakların ucunda bulunan flamalar rüzgarın etkisiyle dalgalanırken savaş alanında yürüdü. Düşünceleri yoktu. Kaygıları kaybolmuştu. Umut onu terk edeli yıllar oluyordu. Sadece bir sonraki adımını atmaya yetecek kadar kuvveti vardı ve bu da şu an için yeterliydi.

 

Sıcağın kendisini göstermesiyle ortaya çıkan kara sineklerin vahşi kanat sesleri, bu ruhlarını kaybetmiş ve toprağa düşmüş bedenlere ilahi okuyormuş gibi geliyordu. Açlıklarını bastırmak ve larvalarını bırakmak için cansız bedenlerin üzerine konuyorlar, nadiren de olsa Odun'un etrafında dolanarak bir umutla onun da yere yığılmasını umuyorlardı. Ama Odun düşmemeye yemin etmişti. Bir gün ölüm onu aldığında eğilerek değil ayakta durarak karşısında dikilecekti.

 

Hatıraları geri gelmeye başlamasından sonra sessizleşmişti. Hayatını kurtaran bu insanlara borcu olduğunu hissetmiş ve kılıcını onlara adamıştı. Ancak yaşadığı hafıza kaybının onu ahlaki bir çıkmaza sokacağını aklının ucundan bile geçirmemişti. Arz onunla tekrar oynamaya başlamıştı. Bu kıtanın Odun ile işi bitmeden dinlenmesine asla izin vermeyeceğini hissediyordu.

 

Düşünme. Sadece ilerle. Düşünme. Düşünme.

 

Savaş meydanında hayatta kalanları aramak için dolanan kabile üyeleri her cesete bakarak ilerliyorlardı. Kendilerinden olmayan ve henüz ölmemek gibi bir talihsizliğe erişenleri ise kısa mızraklarıyla arzuladıkları sona kavuşmalarına yardım ediyorlardı. Ashrik Koçlarının haykırışlarını duydu. Dağılmaya başlayan düşmanın üzerine koşarken çıkardıkları hafif deprem yeri salladı. Odun durdu. Önündeki yükseltiye tırmandı. İleride kalkan toz bulutlarının ardında insan haykırışları kulaklarını doldurdu.

 

Ölümün ürkütücü yüzü ile tanışan insanların korkularını hissetti yüreğinde. Kaderlerine küfür ediyorlardı muhtemelen. Gelecekle ilgili kurdukları hayallerin bir anda yok olmasına içerliyor olabilirlerdi. Ya da herkesin hayatında bir kere kendine sorduğu soru olan 'Neden ben?' sorusu kalplerine kazınmış olabilirdi. Tüm bunların cevabını aradı zihninde. Bulamadı. Odun yaşamın acımasızlığını derinden tatmıştı. Sorularına cevap aramayı bırakmıştı. Umut etmenin çocuklar için uydurulmuş bir masal olduğunun da farkındaydı. Odun sadece... yürüyordu.

 

Varsayımlar insanın sadece zihnini zorluyordu. Neler hissettiklerini tam olarak bilemezdi. Bilmek istiyor muydu. Emin değildi. Ama umursamamak zor olsa da başvurabileceği tek çözümdü.

 

Yüksekliğin tepesinde dikilirken arkasından bir ses işitti. Hızla kılıcını çekerek döndü. Ayaklarını savunma pozisyonuna geçirerek kılıcını çapraz, gövdesine paralel gelecek bir şekilde kaldırdı.

 

"Bu seferki baya zorlu geçti."dedi Sırtlan.

 

Tanıdık surat ifadesini görünce rahatladı. Giydiği ayı derisinden dikilmiş kıyafeti içinde epey heybetliydi. Uzun saçları ensesinde toplanmış, kuyruk gibi beline doğru sarkıyordu. Zırh namına pek bir şey giymiyordu. Ağartılmış ve üst üste dikilmiş deriden yapılma hafif bir zırh kuşanmıştı. Sakalı yoktu. Savaşa giden herkes yüzünü kıllardan arındırıyordu. Ama o bıyıklarına dokunmamıştı. Orman İnsanları içinde bile aykırı birini bulmak Odun'un büyük şansıydı. Geleneklerin katıksız uyulacak kurallar silsilesi olmasından Sırtlan'da memnun değildi.

 

"Evet"dedi Odun kılıcını kınına sokarak.

 

"Hayatta kalmanı beklemiyorlardı."diye konuştu Sırtlan. " Bir gün gerçekten de beklentilerinin karşılığını alacaklar."

 

"Biliyorum."diye cevap verdi Odun. Her ne kadar onu aralarına kabul etseler de bu durumu kabullenmeyen bir kesim vardı.

 

"Bundan memnun olmayacaklar"

 

"Memnun olmalarını istemiyorum. Sadece beni rahat bıraksınlar."dedi Odun. "Yaşamım ellerinde zaten. Alabilecekleri pek bir şey yok.

 

"Çok şey istiyorsun Odun. Aslında imkansız şeyler istiyorsun."

 

"Devam etmenin tek yolu bu. "diye cevap verdi.

 

Sırtlan başıyla onayladı. Aldığı cevap onu tatmin etti mi emin değildi Odun. Ancak suratında oluşan gülümseme en azından doğruyu söylediğinin farkında olduğuna işaretti.

 

Orman İnsanları garip bir topluluktu. Düz ve dolaysız. Yalan söylemek insan öldürmekten daha ağır bir suçtu onlar için. Yaşamlarının her anına uyguladıkları katıksız bir dürüstlük içinde yaşıyorlardı. Bu da onların daha dobra olmalarını sağlıyordu. Bir şey onlar için yanlışsa yanlıştı. Üzerine çok fazla düşünmeye mesai harcamıyorlardı.

 

"Güve seni çağırıyor. Herhalde toprağa düşmeni beklediği için hayal kırıklığına uğramış olabilir."dedi Sırtlan ve o şen kahkahası attı. Odun arkadaşının bu kelime oyununa gülümseyerek cevap verdi.

 

"Toprak hayatta o zaman?"diye sordu Odun.

 

Sırtlan kafasını sallayarak ve hafifçe gülümseyerek onayladı.

 

"Güzel"diye cevap verdi Odun. " Yaşamak.. güzel bir şey."

 

Sırtlan neşeyle omzuna vurdu. Doğruyu söylediğini biliyordu. Bu insanlar yalanın kokusunu kilometrelerce uzaktan bile alabiliyorlar sanırım, diye düşündü Odun.

 

Odun bulunduğu yüksek çıkıntıdan aşağı indi. Güve komuta çadırını nehrin kenarına kurmuştu. Caraxibor'un Dişleri'nden Turna boyunca akan ve oradanda kıtanın güneyine, Dhorn topraklarından okyanusa dökülen Aknehir, Arz'ın batı kesiminin su ve ulaşım ihtiyacını karşılayan tek araçtı. Yolculuk için küçük mavnalar kullanılırdı. Güve'nin savaş konusunda oldukça deneyimli olduğunu biliyordu. Turna'dan gelecek herhangi bir tehditin nehir yoluyla gelemeyeceğini biliyordu. Nehir daima Orman İnsanlarına aitti. Bunu göze alabilecek herkes, Odun'u her zaman korkutmuş olan o korkunç dişli kunduzlarla baş etmek zorundaydı.

 

Turna özgür şehirler arasında görece en fakir yerleşimdi. Tahıl, Arz genelinde çok kazanç sağlayan bir ürün olmadığından, ormanın kenar kesimlerine ekmek istedikleri tütün tohumları onlara farklı bir kazancın kapısını arayabilirdi. Uzak doğu toprakları hariç her toprakta yetişirdi. Ancak hesaba katmadıkları, daima vahşi ya da barbar diye aşağıladıkları bu garip insanların direnişiydi.

 

Caraxibor'un Dişleri'nden aşağı kesimlere nadiren inen kabileler, tehdit altında birleşmiş, sıradağların güneyine yerleşerek atalarından kalan toprakları savunmak için bir hat kurmuştu. Aknehir'i tutmuşlar, onlardan izin almadan geçmeye çalışan balıkları bile yakalamışlardı. Turna diğer özgür sehirlerden yardım istese belki başarılı olabilirdi ama Odun biliyordu ki Orman İnsanları asla kendilerinin olan bir şeyi kolay kolay vermezdi.

 

Ticaretin ulaşım için doğuya kayması, Turna'nın ekonomik anlamda çöküşün eşiğinde olmasına yol açtımıştı.Tüccarlar mallarını uzak ama daha güvenli yollardan götürmeye başlamışlardı. Tık nefes kalan Turna son bir baskınla dirençlerin kırmaya çalışmıştı. Zor da olsa durdurmayı başarmışlardı.

 

Nehre yaklaştıkça savaşın stresini ve kirini atmak için nehre giren kabile üyelerinin sesi gelmeye başladı. Çocuklar çığlık atarak neşeyle oradan oraya koşuyorlardı. Kendi üzerindeki kıyafetleri değiştirmek için bir dürtü hissetti. Kurumuş kanla lekelenmiş zırhı ve pantolonu kötü kokmaya başlamıştı. Terle karışık ekşi kokusu midesini bulandırıyordu ama şu an için böyle bir lükse sahip değildi.

 

"Hey Odun. Hey!"

 

Odun sesin geldiği yöne baktı. Gülümseyerek;

 

"Pelit. Seni burda görmeyi beklemiyordum."

 

Çocuk koşmaktan soluk soluğa kalmış bir şekilde karşısında durdu. Burnundan akan koyu renk sümüğünü farkedip tekrar içine çekti.

 

"Bugün birini yere devirdim. Babam da işini bitirdi. Görmen lazımdı. Çok hızlıydım. Tıpkı bir şimşek gibi." R'leri söyleyemediği için Odun'a komik gelen bir konuşma tarzı vardı.

 

"Ooooo. Artık bir binek bulma zamanın gelmiş Pelit "dedi Odun hevesle. Çocuğun heyecanı onda geçmişe dair kıpırtılar uyandırıyordu.

 

"Babam elli tane daha düşman öldürürsem kendime ait bir Ashirk Koç'um olabileceğini söyledi,"dedi heyecanla Pelit. Sonra elli sayısının büyüklüğü altında ezilmiş gibi," İki yıl sonra belki ."diye cevap verdi.

 

Odun çocuğun kafasını okşayarak," Zaman çabuk geçiyor Pelit. Bir bakmışsın elinde mızrağın savaşta koşturup duruyorsun. Ancak benim gitmem gerek. Sonra detaylı bir şekilde anlatırsın"dedi.

 

"Tamam Odun. Görüşürüz" dedi Pelit. Koşarak uzaklaştı.

 

İleride komuta çadırını gördü. Oraya doğru ilerledi. Güve onu bekliyordu.

 

Loading...
0%