Yeni Üyelik
4.
Bölüm

3. Dileklerin Mükâfatı

@haqleah

Kadim günlerin ışığında Arz'a ilk insanların ne zaman geldiğini bilmiyoruz. Geçmişte yaşamış olan atalarımızın bizlere yazılı kaynak bırakmaması biz âlimleri daima derin bir üzüntüye sevk etmiştir. Tarihe dair bildiğimiz şeylerin kökeni efsaneler ve şarkılar oldu lakin doğruluğu konusunda şüpheler daima zihninimizin bir köşesinde var olmaya devam ediyor.

Bordin Reabren bir arif olarak yıldızları incelemeye başladığında garip bir şey fark etti. Gökyüzündeki iki aydan biri olan Sin'in ışığı kardeşi Lin'e göre daha parlaktı. Lin solgun sarı bir ışıkla parlarken Sin'in ışığı gümüşi bir beyazdı. Çıplak gözle görülmeyen bu durum rahibin kendi icadı olan , içinde merceklerin olduğu dairesel bir ahşap bir borudan bakıldığında ayırt edilebiliyordu.

Bu keşfinin üzerine kadim şarkı ve efsaneleri derleyerek insanların kökenine dair bir şeyler bulmak için yıllarca Arz üzerinde dolaştı. Bordin'e göre gece çöktükten sonra gökyüzünde beliren yıldızlar sabit değillerdi. Göğün ötesinde hiçbir şeyin sınırı olmadığını söylüyordu. İnsanların Arz'a gelmeden önce büyük bir suç işlediği için buraya yani hapishanelerine sürüldüğü fikrini ortaya attı. Yıldızlar ise devriye gezen bekçileriydi.

Bardağı taşıran son damla ise 17. İnanc'ın Çocukları toplantısında sarf ettiği sözler oldu.

"Tanrının aleminin sonsuzluğu, üzerinde insanların ve diğer canlıların yaşadığı geçici bir yer olan yeryüzünden ibaret değildir."

Bu sözler üzerine toplantıda bulunan rahipler ayağa fırlayıp Bordin'i inançsızlıkla suçlayarak tapınaktan sürdüler. Bordin'in peşinden;

"Tanrının sonsuzluğunu onun yarattığı bir şeyle nasıl kıyaslarsın!" diye bağırıyorlardı.

Bu sözleri Çocukların nefretini üzerine çekmesine neden olmuştu. Karşılaştığı ve hedef olduğu saldırganlık ölümüne dek sürmüştür. Öyle ki ölümünde bile huzur bulamamıştır. İnancın Çocukları yıllık ibadet için gittikleri Vaat topraklarına rahibin cesedini gömmüşler, zamanla Bordin'i şeytanlaştırarak mezarına tükürmenin bir ibadet olduğunu takipçilerine anlatmışlardır.

Ancak Bordin'in Arz'a hizmeti bu değildir. O, insanın potansiyelinde bulunan ve yeryüzüne hapsedilmeden önce sınırlandırılmış büyü güçlerini tekrar ortaya çıkarmak için deneyler yapmıştır. Bu deneylerin sonuçları malesef günümüze kadar gelmemiştir ama değişimin başlangıcı olduğunu söyleyebiliriz.

Değişim genelde acımasız ve zorlu olur. Kalıplaşmış düşüncelerden kurtulmak toplumların yapısında yoktur. Bordin buna karşı durmuş, savaşmış ve ölmüştü. Ama kaybetmemişti. Çünkü insanlara potansiyellerini keşfetme olanağı sağlayacak olan, Simugra ve Flamerk'in önünü açacak olan taş parçasını yuvarlamıştı.

Harlbror'un El Yazması - Kadim Günlerin Keşfi Üzerine

 

 

 

Lena Kirve şehrinin karmaşası içinde Ulak Lonca'sına doğru giderken insanların önünden kaçışmalarını merakla izledi. Yüzbaşı Odun ve askerleri Kirve'in Doğukapısı'ndan girdikten sonra ayrılmışlardı. Askerler Lena ve Sina'dan ayrıldıkları için memnun, şehirlerine ve ailelerine kavuştukları için sevinçli görünüyorlardı. Lena ise umursamamıştı. İnsanların yeri geldiğinde ne kadar garip olabildiğini biliyordu ve erkeklerse daha da garip olabiliyordu. Yinede Sina Alıç giderken arkasından uzun bir süre baktığı için üzüntü hisseden tek kişi olabilirdi. Zorlamama adına çok fazla üstüne gitmek istemiyordu. Çekingenliğini üzerinden atmaya başlamışken tekrar suskunlaşmasına dayanamazdı. Kendini ilk defa yalnız hissetmiyor ve bunu kaybetmek istemiyordu.

"Hmmm."

"Bunu konuşmuştuk Sina," dedi Lena. "Zihnime dokunmak, düşüncelerimi duymak için önce izin alacaktık birbirimizden."

"İzin mi?" Sina'nın sesi şaşkındı. "Ben kendinden bahsediyordun sanmıştım."

"Kendimden ve senden. İkimizden."

"Kendini çok fazla kaptırma Lena. Seni sırtımda taşıyorum diye izin isteyecek birine benziyor muyum?"

"Bak şimdi. Bu söylediklerin çok kırıcı. Daha önce kimseyi taşımadığını söylemiştin ve bunun beni özel biri yaptığını düşünmüştüm."

Sina cevap vermedi. Sadece önünden korkuyla kaçışan insanların arasından taş döşeli sokak boyunca yürümeye devam etti. İnsanlar şaşkınca ağzı açık bir şekilde bakakalıyorlardı. Bazıları elleriyle kötü ruhlari kovma işaretlerini havaya çiziyor, bazıları çocuklarının gözlerini kapatmaya çalışıyordu. Bir tanesi annesinin elinden kurtulup Sina'ya yaklaşmak için koşmaya başladığı anda annesi yakaladı ve ensesine bir tane tokat patlattı. Lena Sina'yı durdurdu.

"O bir gölge dölü seni budala!"dedi kadın çocuğunu azarlarken.

"Gölge dölü mü? Ahmak kadın." dedi geçmekte olan yaşlıca bir adam bastonuyla Sina'yı işaret ederek. "O Yolda Yürüyen. Kadim Yollar'dan kurtularak özgür kalmış bir ruh."

Kadın çocuğuna bir tane daha tokat patlattı. "Yolda Yürüyen mi? Birde ona doğru koşuyorsun. Yürü çabuk. Seni güzelce yıkamalıyım."

Lena anlık gelişen durum karşısında şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. "Merhaba. Efendim çocuğa sert davranmayın. Ben Yolda Yürüyen değilim. Yani yolda yürüyorum evet ama yol var yol var değil mi? Haha." dedi Lena ensesini kaşıyarak. Zihninde Sina'nın kahkaha attığını duydu.

"Bu yoz cahillere aldırma çocuk,"dedi yaşlı adam Lena'ya doğru yaklaşarak. "Rüyalarında böyle bir güzellik görseler korkudan altlarına yaparlar." Yavaşça Sina'ya doğru elini uzattı.

Sina kıpırdamadan yaşlı adamın ona dokunmasına müsade etti. Gözleri kapalı bir şekilde sabit duran adamın tıraşlı suratındaki çizgiler sertleşmişti. Saniyeler sonra gözlerini açarak başını iki yana salladı.

"Sağlığı çok yerinde. Mükemmele yakın. Evet. Ona iyi bakmışsın çocuk." dedi Lena'ya dönerek. "Bağ kurmuş bir Grisoy. Yüce Sin. Kalan şu ömrümde bunu da gördüm."

"Grisoy'ları biliyorsun!" diye haykırdı Lena heyecanla.

"Grisoy mu? Neden bahsediyorsun evlat." Yaşlı adam Lena'ya sanki az önce konuşan kendisi değil bir başkasıymış gibi bakıyordu.

"Eee... Şey.." Lena ne cevap vereceğini bilemeden öylece kalakaldı.

"Baba!" Genç bir kadın soluk soluğa yaşlı adamın kolundan tuttu. Yüzü kızarmış, başına bağladığı eşarpın altında çıkan siyah saçları terli alnına yapışmıştı. "Neden beklemiyorsun beni. Her yerde seni arıyorum."

"Sen de kimsin?"dedi yaşlı adam.

"Hay aksi yine mi." Genç kadın başını öne eğerek iki yana salladı. Sonrasında Lena'ya dönerek, " Kusura bakmayın. Aklı gidip geliyor..." Sina'yı fark edince sesi solaran azaldı.

"Önemli değil."dedi Lena durumu anlayarak. "Endişelenmeyin. Sohbeti keyifli bir adam o."

Kadın gülümseyerek yaşlı adamı kolundan çekti ve kalabalığın arasına dalarak gözden kayboldu. Lena az önce ne yaşadığını tam olarak anlamlandıramadan Sina yürümeye devam etti.

"Hafızasını kaybetmiş. Anılarını. Bir insanın korkması gereken tek gerçek bu olabilir. Yaşıyorsun, uzun bir zaman yaşıyorsun: Neredeyse seksen yıl. Ve bir an sonra tüm yaşamın kayboluyor." diye konuştu Lena. "Yaşarken ölmek gibi."

"Yada yeniden doğmak gibi." dedi Sina. " Pişmanlıkların ve hataların olmadığı yeni bir sayfa gibi."

Lena Sina'yı yelesini kaşıyarak onayladı. "Sende Arif kıvılcımı var Sina. Dünyaya bakış açın farklı."

"Sadece o adamı anladığımı düşünüyorum. Farklı bir his. İnsanların çeşitliliği her gün şaşırtıyor beni."

"Grisoy'lar hakkında bilgi sahibi gibiydi bir an için. Ama sonra kayboldu. Umarım Sin onu tekrar karşımıza çıkarır.

"Ondan bir şey istemeden önce iyi düşün Lena. Genelde tahmin ettiğin şekilde işlemez."

"Bu ne demek oluyor Sina?" Lena Sina'dan gelen anlık pişmanlık hissiyle gözlerini kocaman açmıştı. "Onunla konuştun mu? Sin ile konuştun ?"

Sina cevap vermedi.

"Hay gölgede beklemiş havuç suyu! Sina!" Cevap vermeyince Lena homurdanarak konuşmaya başladı. "Ketumluğuna ve lanet inadına. Seni kendim tımar edeceğim sanırım. Evet bunu yapacağım. Belki böylece kadim bilgilerinden kırıntılar öğrenmek yerine uzun cevaplar öğrenebilirim."

Lena Sina'dan gelen korku ve endişe dolu hislerle kendini tatmin olmuş gibi hissetti.

*************************************************

 

Lena Ulak Loncası'nın giriş bölümünü hafifçe aksayarak geçti. Sina'yı tımar etme hatasında bir kez daha bulunmayacağına dair kendine tekrardan söz verdi. Attığı çifte (Grisoy'ların insanların hayal gücüne göre şekillenen sağlam bir çifte.) dizinin morarmasına neden olmuştu ama yinede tatmin olmuş gibi hissediyordu. Ulakların binekleri için yapılmış loncaya ait Konak'ta dinlenen Sina'ya öfkeyle yoğunlaşmış duygular göndermeye çalıştı bağ aracılığıyla.

Giriş bölümü geçip loncanın ikinci katına çıkan sarmal merdivenlere yöneldi. Kirve'in Ulak Loncası'nın simgesi olan Aqran heykelleri merdivenin iki başında da kıpırdamadan tüm heybetleriyle dikiliyorlardı. Kulakları avını görmüş etçil hayvanlar gibi dik bir şekilde kafasının üzerinde duruyordu. Bedenine oranla uzun kuyrukları gövdesine yılan gibi dolanmıştı. Kalın kaslı ayakları boğum boğum birbirine sarılmış, açık ağızlarından fırlayan korkunç dişleri tehditkar bir şekilde korku salıyordu.

Otobur olan bineklerin bu kadar korkunç görünmesi çok garip, diye düşündü.

Merdivenleri çıkarken ellerinde paketler ve resmi evraklar olan memurların kalabalığı arasında kendine yol açmaya çalıştı. Birkaç tane dirsek yedi ve başkalarına peşisıra iade etti. Basamakların sonuna yaklaştığında ona doğru gelen bir kadın gördü. Çene hizasında kısa saçları yürürken dalgalanıyor, hafif çekik gözleri durgun surat ifadesine farklı bir ciddiyet katıyordu. Yola çıkmayan Ulak'ların giydiği kahverengi ceketindeki bronzdan yapılmış arması parlıyordu. Siyah pantolonu bacaklarını sıkı bir şekilde sarıyordu. Gri gömleğinin yakasına taktığı siyah kravatı düğmeleri ilikli ceketinin içinde kayboluyorken ileri atılarak Lena'ya sarıldı.

"İyi olamana sevdim. Senin için çok endişelendim."diye boynuna sarılırken kulağına fısıldadı.

"Eh."dedi Lena. "Daha kötülerini de atlattım Ashura. "

"Biliyorum. Ancak şehrin kapısından girerken seni gören casuslar baygın olduğunu söylediler."

"Aslında uyuyakalmışım. Kısa bir süreliğine içim geçmiş. Tüm gece boyunca yolculuk ettikten sonra doğan güneşin sıcaklığı altında huzurlu kısa bir uyku çektim." Lena hafifçe esneyerek Ashura'ya tekrar sarıldı. "Zerian müsaitse onu bilgilendirmem gerekiyor. "

"Seni bekliyor Lena." Ashura kaşlarını çattı. "Herkes bu aralar tedirgin. Oeryon'un şüpheli ölümü okları biz Letrah'lara çevirdi. Zerian'ın üzerindeki baskı onu öfkeli bir kirpi yavrusuna döndürdü. Dikkatli ol Lena."

"Görevi koru. Ölümünü yücelt."dedi Lena fısıldayarak. "Oeryon'u bizim öldürdüğümüz mü düşünülüyor."

"Ulaklar büyü kullanımına vakıf olan Letrahlardır Lena. Bir hain var." diye fısıldadı Ashura düşünceyle.

"Bir hain yada başka bir şey..." Lena'nın sesi azalarak soldu.

"Doğu'da hareketlenen bir şeyler mi gördün Lena?"

Lena cevap vermeden önce Ashura'yı iyice süzdü. Güvenip güvenmeyeceğini bilemiyordu. "Emin değilim ama kulağıma söylentiler geldi. Bir keşif grubu göndermek istiyorum."

"Bunu deneyebilirsin sanırım." Ashura aklına unuttuğu bir şey gelmiş gibi gözlerini kocaman açtı. "Gitmem gerek Lena. Limanda sorun çıkaran bir kaptanla bir iki laflamam lazım. Zerian seni bekliyor." dedi hemen karşılarında bulunan yarısı açık duran kapıyı işaret etti ve koşar adımlarla merdivenlerden inmeye başladı.

Lena derin bir nefes alarak ilerledi ve kapıyı tıklatarak beklemeye başladı. İçeriden gelen bir homurdanma girmesinin sorun olmayacağını belirttiğinden dolayı çelik iskelet üzerine geçirilmiş kavak tahtalarından oluşan kapıyı yavaşça itti Lena. Menteşelerinin üzerinde sessizce kayarak açıldı. İçeriden gelen yoğun tütün kokusu suratına çarptı.

İçeride Zerian ceviz ağacından yapılmış ve üzerinde Ulak Loncası'nın tarihini anlatan sembollerle bezenmiş masanın üzerine eğilmiş elindeki kağıda bakıyordu. Beyaz lonca ceketi üzerine dar geliyor gibiydi ama konu Zerian olduğunda her şey ona dar gelirdi. Kadın iki metreyi aşan boyuyla bir dev gibiydi. Oturduğu halde Lena'nın ayakta olduğu kadar uzun görünüyordu.

Lena'ya bakmadan," Bazen düşünüyorum. Bunu nadir olarak yapsamda emin olduğum bir şey var. O da senin sürekli bir yerlere geç kalman !" dedi ve piposundan bir nefes çekti. Duman ağzından dışarı dünyaya çöken sis gibi dağıldı.

"Efendim ben.."

Zerian elini kaldırınca sustu. Omuzlarına dökülen siyah saçları kısa kesilmişti. Elindeki kağıdı sallayarak ona uzattı.

"Bu rapor senin uğraman gereken iki Konak'a gitmediğini söylüyor." diye konuştu. Lena kağıdı alınca arkasına yaslanarak onu izlemeye başladı.

"Yolda kontrol etmem gerek bazı söylentiler duydum efendim."dedi Lena. Raporu okuduktan sonra kağıdı masaya bıraktı. Alkız'ı tekrar görme fırsatını kaçırmazdı.

"Biliyorum Adlenaor. Bana bilmediğim bir şey anlat lütfen." Zerian tütünden derin bir nefes daha aldı.

Adlenaor.Bu ismi hiç bir zaman dile getirmeyecektim.

"Yollardan dışarı çıkarak ormanda gezen bir varlık hakkında bazı duyumları dinlemek için yolumu uzattım efendim." Lena yutkundu. "Chorakh sınırlarına yakın bazı yerlerde terk edilen köyler gördüm. Sanırım bir hareketlilik var."

Zerian kaşlarını kaldırdı ve öne doğru eğildi. " Emin misin Adlenaor. Lanetli toprakların ardından buraya, Arz'a geçit yok."

"Hayır emin değilim. Bir kanıt bulamadım ama yinede göz ardı etmemek için yolumu uzatarak keşif yapmak istedim efendim. Terkedilmiş köyler, özellikle sınır bölgelerinde hayra alamet olmaz." Lena, Zerian'ın bakışlarının sertleşmesini ve düşünceyle kafasını sallamasını izledi.

"Mmm. Olabilir mi? Yine de bir keşif grubu göndermem gerekecek." dedi Zerian.

Lena öne doğru bir adım atarak ağzını açtı ama Zerian bir kaşını kaldırarak ona sorgularcasına baktı.

"Gönüllü mü olacaksın çocuk. Ha? Olmaz. Büyü gücünü sezemediğim bir çaylağı tehlikeye atamam."

Lena ağzını tekrar açtı ama Zerian keskin bir bakışla yeniden susturdu. Masasının bir çekmecesine uzanarak bir anahtar çıkardı ve ayağa kalkarak kapıya doğru ilerledi. Lena dev kadın yanından geçerken tütün dumanı ile karışmış parfümünün garip kokusunu aldı. Zerian kapıyı kapattı ve anahtarı deliğe yerleştirdi. Bir kez sağa, üç kez sola çevirdi kapıyı tekrar açtı. Lena ağzı açık bir şekilde hayretle bakakaldı.

Dakikalar önce içeri girdiği koridor kaybolmuş, bir depoyu andıran ve birbiri üzerine yığılmış onlarca paketten oluşan bir odaya dönüşmüştü. Zerian hemen ileride duran yığından bir çantayı alarak geri geldi. Kapıyı kapatıp anahtarı aynı düzende çevirdi ve masasına geçerek çantayı bıraktı. Lena onun bir ulak çantası olduğunu fark etti.

Ulak çantaları efsunlarla korunan ve sadece efsunu bozacak anahtara sahip olanların açabileceği bir düzeneğe sahiplerdi. Yollarda karşılaşılan tehkikelere karşı alınmış önlemdi bu. Taşıdıkları emanetlerin içeriğini bilmeyen ulaklar içinse olası esir düşme durumunda bilgi sızıntısını engelliyordu.

Çantanın kapağı hafif dumanlar çıkarak açıldı. İçinde ne olduğunu bilmese de dışarı saçtığı ışıklardan dolayı değerli bir nesne olduğunu düşünüyordu. Zerian elini çantanın içine uzatarak içindekini dışarı çıkardı . Lena daha önce ne taşıdığını bilmeyen Ulak'ların yaşadığı şaşkınlığı tekrar deneyimledi.

Yaklaşık otuz beş santimlik dairesel bir nesne masanın üzerinde duruyordu. Üzerinde rengarenk çizgiler dolanıyor, ve her seferinde o çizgiler farklı bir renge bürünüyordu. Lena hayretle ağzı açık bir şekilde büyülenerek izledi.

Zerian konuştu ama Lena duymadı. O güzel renklerin içinde kaybolmuştu. Sarılar beyazlarla, siyahlar yeşillerle karışıyor ve farklı renk kombinasyonları ortaya çıkıyordu.

"Çok güzel," diye sessiz bir şekilde fısıldadı Lena.

"Öyle" dedi Zerian fısıltıyla. "İmkansız olması gerekiyordu."

"İmkansız olan ne Efendim? "diye sordu Lena. " Çok değerli bir taş gibi."

Zerian homurdanmakla yetindi. "Bu sevgili Adlenaor, Kayıp Kardeş. Bulunduğu söylendiğinde inanmamıştım ama hala nasıl mümkün olduğunu bilmiyorum."

"Kayıp kardeş mi? Caraxibor'un kardeşi mi ?" Lena hayretle bakıyordu.

"Evet Adlenaor. Ama renginin gri renkte sabit kalması gerekiyordu. Bağ kurmamış ejderha yumurtaları renk değiştirmez. "

"Ama," diye sordu Lena. "Caraxibor'un kardeşi olduğuna nasıl emin olabilirsiniz. Bunun için üç bin yaşında olması gerekiyor ki bu da taşlaşması için yeterli bir zaman dilimi."

"Ejderha büyüsü daima küçümsenir çocuk. Sana karşılaşacağın tehlikeler ve gizemlerle ilgili neler öğrettiler. Eğitim alanında yaşadıklarını çabuk unutmuşsun."

"Bilinmeyen küçümsenir. Göze batmayan canlılar daima hayatta kalır." diye cevap verdi Lena.

"Evet, ama bu yumurta bağ kurmuş. "dedi Zerian.

"Bağ kurması iyi bir şey değil mi efendim."diye sordu Lena. "Sonuçta yumurtanın çatlaması için gereken enerji kolay kolay oluşmaz."

"Caraxibor neden tüm dünyayı ateşe verdi Adlenaor biliyor musun?"

"Hayır," dedi Lena.

"Çünkü başka çaresi yoktu. Efsanaler daima çarpıtılır. Gerçekler her zaman inanılacak kolay yalanlarla yer değiştirir." Zerian başını iki yana salladı. "Bağ gerektiğinde zorlanabilir. Bu iki zihin içinde felaketle sonuçlanır. Buhran dünyanın en iyi niyetli insanını bile bir katile çevirir."

"Anlayamadım efendim. Caraxibor'un yanlışlıkla dünyayı yaktığını mı söylüyorsunuz?" diye sordu Lena. Yüzbinlerce insanın ölümüne neden olan bir ejderhanın nasıl çaresiz kalıpta bunu yaptığını anlayamıyordu. Öfke yüzüne hücum ediyordu.

"Grisoy'a biniyorsun ve anlamıyorsun. Binekler insana değil letrah bağına itaat eder. Bu ister ejderha ister aqran olsun farketmez. Bağ bir silah. Yaşam karşısında bizden daha güçlü olan canlıları esir almamızı sağlayan bir silah ." Zerian konuşurken sakindi. Lena'nın öfkesini hissetmiş ama onu kışkırtmaya çalışmak yerine anlamasını isteyen öğretmen gibi konuşuyordu

"Kabullenmek sana kalmış Adlenaor. Bunlar maalesef gerçekler." dedi ve yumurtayı çantaya koydu. Mırıldanarak elini çantanın üzerinde gezdirmeye başladı. Hafif bir ışık avuç içlerinden çantaya katarken Lena tekrar mühürlendiğini anladı. Öne doğru iterek Lena'ya almasını işaret etti.

"Bunu Sehr'e, incelenmesi için Bağkulesi'ne götüreceksin." Bunu söylerken yüzünden anlık bir hoşnutsuzluk ifadesi geçti ama anında kayboldu. "Leon senin tarafından getirilirse kabul edeceğini söyledi ve bizimde burada işimiz başımızdan aşkın. Oeryon'un sağladığı güvenlik kayboluyorken bunu burada tutmak çok riskli."

"Emredersiniz efendim."dedi Lena yutkunarak.

"Gerekli belgeleri al ve çok oyalanmadan yola çık Lena. Hızlı ol. Burası karışmak üzere. Güç dengesi değişiyor ve tüccarların açgözlülüğü tekrar gün yüzüne çıkıyor. Gerekecek masrafların için lonca hesabına ücretin yatırıldı." Zerian sönmüş piposunu tekrar yaktı. "Hadi git çocuk! Oyalanma."

Lena başıyla selam vererek çantayı kucakladı ve hızla odadan ayrıldı. Az önce konuşulanlar sanki aklından uçmuş gibi hatırlamakta zorlanıyordu.

Kucağımda bir ejderha yumurtası var,diye düşündü şaşkınlıkla. Hemde sıradan bir ejderha değil. Yüce Sin. Sina haklıymış. Dilekler konusunda daha ayrıntı vermeliydim.

 

 

 

 

 

 

 

Loading...
0%