@haqleah
|
Ejderha yumurtalarının yıllar geçtikçe taşlaştığı doğrudur. Çünkü zaman hiçbir canlıya merhamet etmez. Ancak Kardeş olarak adlandırılan Kadim Soylu yumurta tamamen farklıdır. Kadimlerin büyüsü insanlık için asla çözümlemeyen bir bilgi. Sinrath, Caraxibor ve Kardeş. Kalan son kadimlerin hiçbiri yıllardır görünmüyor. Buna Arzennar'ı ana kıtadan ayıran Kuzey Denizindeki sis bulutu neden oluyor olabilir mi? Nhurplan artık efsanelerde anlatılan bir yer oldu. Bilgelik malesef varsayımlarla var olmuyor. Aramalıyım. Aramalı ve cevapları öğrenmeliyim. Harlbror- Kadim Günlerin Keşfi Üzerine
Lena Ulak Loncası'ndan çıktıktan sonra Konak'a uğramayı düşündü ama öncesinde Zerian'dan aldığı yumurtayı güvenli bir şekilde nasıl Sehr'e götüreceğini bulmalıydı. İçinde anlam veremediği bir tedirginlik vardı. Hava nefes almayı güçleştirecek deredece basıktı. Kirve halkı bile bu durumdan haberdarmış gibi sessiz, düşünceli bir halde sokaklarda yürüyordu. Satıcılar bağırmıyor, o tanıdık coşkulu çocuk sesleri etrafta çınlamıyordu. Güneş henüz en tepeye çıkmamıştı. Sina'nın uyuduğunu bağ sayesinde biliyordu. Zerian acil demişti ama bineğinin dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bir Grisoy bile olsa ölümsüz değildi. Onun kaybı tekrar yaşamasına müsaade edemem. Anıları çok karmaşık ama verdiğim sözü tutacağım. Bağ kurmak geçen iki yılda hala çok garip hissettiriyordu. Timovn bağ geliştikçe binekle binicinin zihni bir bütün olur demişti eğitim yıllarında. Lena hala bunu düşünüyordu. Bir bütün olmak tam olarak nasıl bir his? Yetim büyümenin verdiği o eksikliği kapatabilir mi? Bilmiyorum, diye düşündü. Yıllardır eksikliğini hissettiğim tek şey bir dosttu. Ve onu buldum. Belki de o beni buldu. O karanlık fırtınada işler tam olarak nasıl ilerledi bir fikrim yok. Loncalar sokağından çıktıktan sonra limana doğru yürümeye devam etti. Kendi kendine konuştukça kaygısı hafifliyordu. Karnının açıktığını bile hissetmeye başlamıştı. Peki Leon neden yumurtayı benim getirmeni istedi. Bir ejderha yumurtası! Yüce Sin! Üstelik Caraxibor'un kardeşi. Ejderhalar hakkında çok fazla bilgisi yoktu. Ulak eğitiminde öğrendikleri sadece binekler hakkındaydı. Plorthu Aslanları, Nehir Kunduzları, Dağ Semenderleri, Yunuslar, Aqranlar, Üçkuyrukatlar ve daha niceleri. Ancak Lena bir ejderhanın binek olarak kullanılabileceğini değil düşünmek hayal bile etmemişti. Caraxibor bir efsaneydi. Tomar'ın ejderhaları olan Çevik, Tombul ve Fırfır'ı tek başına öldürmüştü. Savaşın neden çıktığını bilmiyordu ama sonrasında Caraxibor ortadan kaybolmuştu. Batıda, Caraxibor'un Dişleri'nde uykuya yattığı söylencesi halk arasında konuşuluyordu hala. Binlerce yıl önceden kalma bir ejderha yumurtasını taşımak... Lena tedirgindi. Karnı ağrıyor, bir yandan da sürekli çişi geliyordu.
"Dinlenmem gerek." dedi kendine kendine. "Güzel bir yemek yemeli ve akşama kadar uyumalıyım." Ayrıca, diye düşündü. Oeryon'la ilgili bilgiye ihtiyacım var. Adımlarını hızlandırarak limana yakın olan hanların birine uğramak için yolunu değiştirdi. Arzennar'ın tam merkezinde olan Sehr'e gemiyle seyahat etmek imkansızdı. Ulunehir'in kolları Sehr'in merkezinden geçiyordu ama nehir asla bir gemi için gerekli genişliğe sahip değildi.. Sadece küçük kayıklar nehir boyunca seyahat edebilirdi. Ayrıca Sina sudan nefret ediyordu. Hanlar Sokağına girdiğinde oldukça kalabalık bir grup insan karşısına çıktı. Kürsüye çıkmış siyahlar içinde konuşan adamı dinlemek için başlarını uzatıyorlardı. Bağıran satıcılar susmuş, ağlayan bir çocuğun da ensesine inen bir fiske sessizliğin bozulmasını engellemişti. Kimseden çıt çıkmıyor, herkes konuşmacıyı dinliyordu. Lena kalabalığın kenarından doğru süzülerek yola devam etmeye çalıştı. İtiş kakışlar eşliğinde bir kaç adım atabildi ama sonrasında pes etti. Konuşmacının sesi daha net duyulmaya başlamıştı. Minik adımlarla kendine yol açmaya çalışırken kulak kabarttı. "... en büyük düşmanımız. Onu hükmü altına alanlara karşı daima karşı koyduk. Yüce Simugra'nın mirası kimlerin elinde! O tüm bunları insanlığı yükseltmek için bizlere bıraktı ama onlar sadece kendilerine saklıyorlar." Kalabalıktan onay mırıltıları yükseldi. "Onlardan korkmayın dostlarım. Sizi sindirmelerine izin vermeyin. Çünkü biz ölümler sadece bir kere ölebiliriz. Onlar ise bu lütuftan mahrum kaldılar. Daim bir eziyet içerisinde yaşayacaklar!" Lena sesin duyulamaz olduğu noktaya ulaştığında sesizce hızlandı. Letrahlardan bahsettiğini anlamak zor değildi. Ancak neden böyle düşündüğüne anlam veremedi. Letrahların ölümsüz olmadığını bilmiyorlar mı? Oeryon'un ölümü buna ikna etmiyor mu?
*********************
"Kalabalıklar duymak istediklerini duydukları sürece peşinden gelirler çocuğum," dedi Meşesakal. "Kimsesizler'in isteği de bu. Sorgulamadan arkalarından yürüyecek topluluklar."
Lena kupasını yudumladı. Sert Kirve birası boğazını yaktı. "Yine de kalabalıkta tanıdık yüzler gördüm Meşe."
Meşesakal zemini titretecek türden bir kahkaha attı. Son gördüğünden bu yana neredeyse üç kat büyüyen göbeği masaya çarpmaya başladığında Lena kupasına uzandı. "Evlat burada herkes birbirini tanır. Sen sanıyor musun ki oradaki herkes söylenenleri onaylıyor. Hayır, hayır. Sadece merak ediyorlar. Neredeyse bir haftadır burada Kimsesiz rahipler. "
"Oeryon'un katı denetimleri erken zayıflamış o zaman."
"Ölüm peşinden akrabaları sürükler Lena." Meşesakal ayağa kalkarak belindeki önlüğü düzeltti. " Hayatta olmana sevindim. Burada istediğin kadar kalabilirsin. Çocuklar senin için bir oda hazırladı bile. Ancak Kirve'den çıkacana kadar ceketini çıkarmanı öneririm. Yıllar sonra seni tekrar görüp ebedi kaybının yasını tutmak istemem." Sonrasında dönerek garson kızların birine yakınlardaki bir masayı işaret etti.
Kendimi gizleyebilirim, diye düşündü. Bunu defalarca yaptım ama Sina'yı gizlemeyi beceremem. Saklanmaktan yorulmuştum zaten. Sina'nın beni daha cesur olmaya teşvik etmesine hala şaşırıyorum. Lena masadan kalkarak üst kata çıkan merdivenlere yöneldi. Kalktığını gören kızlardan biri hızla önüne geçerek yol göstermeye başladı. Hanın ikinci katına, sokağa bakan bir odaya girdi. Teşekkür ederek kıza bir gümüş sikke verdi ve kapıyı kapadı. Yavaşça perdeleri çekili cama doğru yürüyen Lena çantasını yatağın üzerine fırlattı. Sonradan hızla atılarak ve yaptığına içten bir küfür ederek yumurtanın sağlam olup olmadığını dışarıdan yoklayarak anlamaya çalıştı. Ah. Bunu sağ salim Leon'a teslim ettiğim zaman güzelce uyuyabileceğim. *******************************
Khorlat kılıcını savurarak silahlı grubun arasına daldı. Etrafını sarmış sekiz silahlı adam önce şaşkınlıkla duraksadı. Sonrasında silkelenerek suratlarında kıvrılan alaycı gülümsemelerin eşliğinde sessizce ileri atıldılar. Khorlat dinginliğini kaybetmedi. Henüz daha ilk adımını atmaya fırsat bulamayan bir tanesinin kafası yatay kılıç darbesiyle bedeninden ayrıldı. Yanındaki arkadaşlarının suratına kan ve deri parçaları uçuştu. Kılıcı kanın tadını aldığında her zamanki gibi siyahla gölgelenmeye başlamıştı. Henüz şaşkınlığını atlatamamış olan bir diğerinin göğsüne doğru hamle yaptı. Kılıç tabaklanmış deriden yapılmış zırhı zahmetsizce yırttı. Ağzından kan boşalan adam dizlerinin üzerine çöktüğünde Khorlat tekrar kafasını bedeninden ayırmak için kılıcını savurdu. Bu sefer hamlesi mükemmel değildi ancak kılıcı kafatasını da deri gibi kolayca keserek etrafa kanla karışmış beyin parçalarını saçmıştı. Sonrası Khorlat için sönük geçti. Heyecanı daima ilk iki ile sınırlıydı ve devamı kılıcın susuzluğunu gidermek için yaptığı bir angaryaya dönüşmeye başlamıştı. Orduma sekiz asker daha katıldı. Ölümle yüzleşmek için yazgılarını hiçe sayan aptallar. Onlara istediğini verdim. Onlara istediğini verdik,dedi kılıç zihninden. Khorlat gölgeyle neredeyse bir olmuş kılıcı kınına koyduğunda çok hafif olduğunu fark etti. Aylarca belkide yıllarca onu çekmek zorunda kalmayacağını düşünüyordu. Tutsaklığının süresini tutmayı bırakmış geçmişi sadece kılıcı çektiği anlarda düşünmeye başlamıştı. Bir lütuf. Bir lanet. Karar kullanıcıya aitti. Lin'in çarpık bir ödüllendirme şekli vardı. Önünden kızıl bir gölge geçti. Neredeyse gözucuyla fark etmişti. Haberci, diye düşündü. Kızıl Haberci. Gölge sakince karşısında durdu. Açık alanda güneş ışığından kaçması gerekirdi ama önünde bir birikinti halinde dalgalanıyordu. Khorlat alayla gülümsedi. Khorbanis'in kendi boyutundan buraya benliğini geçirmek istemediğini fark etmişti. "Konuş Haberci!" Gölge bir topak haline gelip akışkan bir hale gelerek tekrar dağıldı. "Khorlat," sesi yere sürünen kumaş gibi hissizdi. "Aptallığının mükafatı seni yaşlandırmış." Gölge ondan bir cevap bekledi. Khorlat konuşmayınca devam etti. " Lin'in dokunuşu sana erişemiyor. Ancak bir yolunu bulmuş olabilirim. Haberci sana teslim edecek. Onu mantıklı kullan. Devir tamamlanmak üzere. Zaman daralıyor." Kızıl Haberci konuştukça Khorlat sırtından aşağı terler akmaya başladığını hissetti. Yüzyıllar boyunca kısılı kaldığı mekan hiç bu kadar yıpranmış gözükmemişti. Tam bir devir. Yüce Efendi. O kadar uzun zaman geçmiş miydi? Zaman yaklaşıyordu. Kendini daha önce hiç hissetmediği kadar yorgun ama bir o kadar da dingin hissediyordu. Faniler sık sık topraklarına girmeye başlamıştı. Bunun tek bir anlamı olabilirdi. Mühürler zayıflıyor, hatlar tekrar birleşiyordu. Habercinin getirdiği mesajlar ise başka bir şeyi anlatıyordu. Ölmüş olması gereken biri hala hayattaydı. Bizzat öldürdüğü biri. Gölgenin kaybolduğunu fark etmedi. Zihnine kılıcını parlayan bir şeye sapladığı anılar geldi. Hayır hayır. Öğrenmem gerek. Gerçeği bulmam gerek. Gölgenin kaybolduğu yerde üzerinden ışığın kayıp gittiği bir kutu gördü. Kutuyu cebine atarak yüksek şiddetli bir ıslık çaldı. Karşılığında ulumalar ve kahkahalar geldi. Kurnaz Onyele, diye düşündü. Av başlıyor
|
0% |