@harbidengerek
|
Ağır bir havası olan dar bir odadayım, etrafım kitap dolu. Her biri kalın ve bir kolum kadar büyük kitaplar. Yan tarafımda babam duruyor, siyah bir tişörtün üzerine mavi bir kot pantolon giymiş. Ben ise siyah ipek bir gömlek ve siyah kumaş bir pantolon giymekteyim; ayağımda en sevdiğim kunduram, kafamda ise siyah bir brim panama fötr şapka var. Bu arada, ben Cenk, eski moda şeyleri seven normal bir şehirliyim. Çok acıklı bir hayat hikayem yok ama tatlı bir sevgilim var. Evet, biraz ani bir giriş oldu ama etrafta ondan bahsetmeden duramıyorum. Birbirimize 12 saat kadar uzaktayız ama karakteri bile mükemmel. Zaten fotoğrafları bile bu kadar güzel bir insan nasıl farklı çıkabilir ki? Neyse, evet, odada kitaplar, babam ve 3. bir kişi daha var; gri takım elbiseli, kravatlı, saçları ağarmış ve burnu oldukça büyük bir adam. Elindeki kağıttan büyükannemin vasiyetini okuyor. Ah, büyükannem! Ne kadar severdim onu, çok iyi kalpli ve cömert bir kadındı. "Ankara'daki Hanımağa köyünü torunum Cenk Gönlübol'a bırakıyorum!" "Ne pardon, pardon ne dediniz demin, köyü bana mı bırakmış?!" "Evet Cenk Bey, duymadıysanız tekrar edeyim." "Hayır, gerek yok, devam edin." Ve evet, ben Cenk Gönlübol, dünyanın en sıkışık ve boğucu avukat bürosundan canlı sesleniyorum; resmen üzerime bir köy var! Ah, avukat durdu, o halde hadi çıkıp kutlayalım. Derhal o sıkıcılığın icat edildiği yerden sokağa çıktık ve arabamıza bindik. "Hadi bir restorana süreyim seni baba." "Olur." Sadece "olur" dedi ve oldukça düşünceli görünüyordu. Sonunda restorandayız. Burası benim favori restoranım: yemekleri harika, içecekleri harika, konsepti harika, tamamen bir harikalık abidesi. Hemen oturup garson çağırdık. Koltuklar kırmızı kumaş, beyaz Roma sütunlarıyla dolu, geniş kare masaların üzerine beyaz ipek örtüler serilmiş, cam bardaklar ve şarap kadehleri yan yana konmuş. Masada parlak çelikten ıstakoz çatalları, yemek çatal ve kaşığı, tatlılar için porselen kaşıklar var; ortadaki vazoda beyaz güllerden bir demet bulunuyor. Bu güller bildiğimiz "gül" kokmazlar, daha çok limon veya zambak kokusu yayarlar. Garsondan büyük bir şişe "Chamlija Thracian" istedik; ah, favorilerimden biri bu şarap. Normalde beyaz veya gül şarabı daha hoşuma gider, ya da şampanya, ama kutlama olunca hiçbir şey kırmızı şarabın önüne geçemezdi. Ve birkaç ıstakoz türü ve biraz adana usulü kebap sipariş ettim. Bu arada, size nereli olduğumdan bahsedeyim, sonuçta yemekler gelmedi henüz. Ben Adana doğumlu bir gencim ama sakın ha aklınıza "Adana" deyince belalimıısın veya bıçak taşıyor musun gibi sorular gelmesin. Çünkü böyle şeyler aklına gelmişti. Adana'nın elit bir tarafı da var ama o da yolsuzluk dolu. Bendeniz öyle bir yerdenim ki ne gençlere tekli sigara satılıyor (ki isterseniz paket alabilirsiniz) ne de gençlerin elinde ustura var. Ve olabildiğince İstanbul ağzıyla konuşulmasından yanayım. Ah işte yemeklerimiz geldi. Garson yemekleri masaya koyarken babam bana seslendi, sesi gayet gergindi. "Yemek çıkışı seninle bir şey konuşmam lazım." "Eee peki?" Yine garip davranıyor. Ve yemekleri büyük bir iştahla yedim. Ah, çok güzellerdi; adeta cennetten çıkmışlardı. O sırada babam geldi: "Cenk." "Buyur." "Derin nefes, köyü bana devret." "Ne?" "Köyü, bana, devret." "Hayır, neden yapayım ki?" "Çünkü ben babanım!" "Ölürüm de devretmem." Beni duvara itti ve bağırmaya devam etti. "Devretmezsen bir daha evime giremezsin!" "İyi be, sanki çok meraklıydım." Orada babamla ayrıldık ve bu gece kalacak bir yere ihtiyacım vardı. Ama akrabalarıma gidemezdim çünkü hepsi mirası duyduğu anda yakama yapışacaklar ve onu almaya çalışacaklar. Lanet olsun bu iğrenç insanlara, lanet. Kalabileceğim tek yer arkadaşım Cemil'in eviydi; oraya gitmem gerekiyordu. Restoranın önüne doğru yürüdüğümde, ne göreyim? Babam arabayı da alıp kaybolmuş. Hay lanet, şimdi yürümem gerek. Hızlıca Cemil’i aradım: "Alo Cemil." "Buyur bro." "Bu gece sende kalabilir miyim?" "Olur bro, da niye?" "Uzun hikaye." "Peki, bekliyorum." 1 SAAT SONRA Sonunda Cemil’in apartmanındayım. Ah, neden bu kadar uzak bu çocuk. Her neyse, hemen içeri girdim. Cemil beni karşıladı. Ona olan biteni anlattım ve birer soda içtikten sonra bana: "Eee şimdi nereye gideceksin?" diye sordu. "Miras kalan eve." "Bundan emin misin?" "Evet, madem miras kaldı, sahip çıkmalıyım." Sabah uyanınca ilk işim derhal otogara gidip bir otobüs bileti almak oldu. Avukattan evin adresini ve bir fotoğrafını almıştım; adreste Çorum yazıyordu. |
0% |