@harbidengerek
|
O KIZ GERÇEKLİK Ambulans ça- ölmek üze- OLİMPOS Bana yavaşça, vahşi bir hayvanı korkutmak istemezmiş gibi yaklaştı ve elimi tuttu. Ah, eldivenin içine hapsolmuş bu pamuk da neydi böyle? Beni arkasında açık bıraktığı devasa, tahta bir kapıdan geçirdi. Burası daha sıcaktı ama garip kokuyordu, zemin deriye basıyormuşum gibi hissettiriyordu; sanki bir ambulansın içi gibiydi. Ben bunları düşünürken, karşımda en az altı metre uzunluğunda, üzerinde içinde mumlar yanan şamdanlar ve krallara layık tavuklar, biftekler, sebzeler ve tatlılarla dolu bir masa belirdi. Hizmetçi diyebileceğim hanımefendi beni masaya buyur etti ve sandalyemi çekti. Gerisi biraz bulanık, kendimi o kadar yemeğe vermişim ki gözüm hiçbir şeyi görmedi. Yemekleri yedikçe vücudum ısınıyor, adeta kanıma kan, canıma can ekleniyordu. Sanıyorum ki 4 saat boyunca yemek yedim. Midem dolmuştu, patlamak üzereydim; hayatımda hiç bu kadar doymamıştım. Yemek yemeyi bırakıp bulunduğum binayı gezmeye başladım. Rönesans mimarisine benzeyen taş sütunlar, üzerimizdeki mermeri havada tutuyordu; kapılar devasa, kudretli ve eskiydi. Biri hariç, sağımda duran bir kapı. Tozlu ve üzerinde "girilmez" yazan bu kapı, bana bir yerden tanıdık geliyordu. Kapıyı açıp içeri girmeye karar verdim. Ona doğru ilerledim ama her adımımda karnıma bir tekme yiyormuşçasına midem bulanıyordu. Aramızda üç adım kadar vardı ama sanki uzun bir acı ve bıkkınlık koridorunda yürüyormuş gibi hissediyordum. Her adımda, evet her adımda daha çok acıyor; her adım hayattan bıkkınlık hissi yüklüyordu. Etraf kararıyor, başıma ciddi ağrılar giriyor, soğuk ecel terleri döküyordum. Kulaklarım çınlıyor ve sonunda kapı kulbunu çeviriyorum. İçerisi karanlık ve çığlık sesleri geliyor. Aşağı doğru inen bir merdiven var ve ilk adımımı atıyorum bu cehennem çukuruna. Her adımda ayağıma çiviler batıyor ve daha çok çığlık duyuyorum. Neredeyse merdivenin yarısındaydım ve artık çığlıkları susturmak için kendi çığlıklarım gerekiyor, sanki birine işkence ediyorlarmış gibi. Merdivenin son basamağında sesler kesildi ve orada bir ışık gördüm. Altında bir resim vardı. Annem... oradan bana bakıyordu, resmin içinde bana gülümsüyordu. Resmin yan tarafında pense ve tornavidalar vardı, diğer tarafta zincirim ve dilendiğimde inandırıcı olsun diye kestiği sağ serçe parmağım. Ve anladım... burası benim hücrem. Bodrum dediğiniz yer, basamakların her biri ise işkencemin aşamaları. Son basamak ise kabullenme. Ama bu gerçek olabilir mi? Burası bunca şeyi nereden biliyor? Daha doğrusu neredeyim ben? Öldüm mü? Cehennem mi burası? Anneme yeterince iyi bir köpek olamadım mı? Ah, eskiden öyle derdi: "Eğer iyi bir köpek olmazsan sana yemek vermem" demişti ve gerçekten bir hafta boyunca sadece bir bardak su içmiştim. Hastaneye kaldırıldığımda ise doktorlara kendim su içmediğimi söylemişti. Bana doğru dürüst bir şey diyemedim. Şimdi düşünüyorum, ya deseydim... Ya anneme karşı çıksaydım ve ondan kaçsaydım ne olurdu? Yine bu halde olur muydum? Belki intihara kalkışmazdım. D-doğru, hani ben intihar etmiştim... Ahiret mi burası? Bir şeyler oluyor... B-bekle, sanırım bayılıyorum. GERÇEKLİK "Uyandı, uyandı. Hey, iyi misin?" Neredeyim ben? Hastane mi burası? Yine mi? Yine mi kurtulamadım şu lanet yerden? Hatırladığıma göre, annem yeterince para getirmedim diye yüzüme kaynar su döküp beni sokağa atmıştı. Hem yüzümün acısı hem dışarının soğuğu bana şok geçirtmiş olacak ki acıdan yere uzanmışım. Gerisinde kafayı yemiş olmalıyım ki bir hırdavatçıya girip keskin bir şeyi boğazıma sapladım. Ölmem lazımdı... Lazımdı. Neden? NEDEN? Ne yaptım ben bu dünyaya, nasıl bir günah işledim Tanrı’ya? Beni duyuyor mu, acaba takıyor mu beni? Ya da orada mı? Bana bunları çektiren Tanrı mı, yoksa şeytan mı? Bir söz vardı: "Dünyada bir tane çocuk bile acı çekiyorsa Tanrı yoktur." |
0% |