@haticegorgulu
|
Arkadaşlar desteğiniz benim için çok önemli o yüzden oy verirseniz sevinirim. BİRİNCİ BÖLÜM “PARTİ” Elimdeki viski bardağını kafama diktiğimde müziğin sesi daha da uğultulu gelmeye başlamıştı. Deliler gibi eğlenen insanlara da göz gezdirdim. Hepsi o kadar dertsiz, telaşsızdı ki hiçbir şey umurlarında değildi. Benim aksime hayat onlara güzel davranmış kollarını, kanatlarını kırmamış. Dünya çok adaletsiz bir yer bazılarımız var olmak için canını tehlikeye atarken bazıları hiçbir şey yapmasına gerek kalmıyor. Herkes tarafından tanınan bir soy isim onlar için bütün kapıları açıyor. Yükselen müzikle birlikte partidekilerin boşalan bardaklarının sayısı da artıyordu. Herkesin kafası kullandıkları alkol ve uyuşturucudan dolayı bir milyon olmuştu. Çoğu ayakta dengede duramıyordu. Ne yaptıklarını bilmez bir şekilde etrafta sallanıyorlardı. Uzaktan bakılınca acınası görünseler de o an onların yerinde olmak istedim. Tamamen boş vermenin nasıl bir duygu olacağını merak ediyordum. Ben hiçbir zaman kendimi bu kadar çok kaybetmedim. En dağıldığım anımda bile bilincim açıktı. Bilincimi kontrollü bir şekilde de olsa kaybedecek kadar hiç kimseye güvenmiyorum. İnsan karanlığa bir kere alıştı mı en büyük düşmanı aydınlık oluyor. Hemen önümde duran iki tane kızın üstündeki elbiseleri çıkarıp havuza atlamalarıyla zamanın geldiğini anlamıştım. Daha fazla beklemek buradan çıkışımızı zorlaştırmaktan başka bir şeye yaramayacaktı. Kulağımda görünmeyen gizli mikrofondan İsrafil’in sesi geldi. “Cenk senin olduğun tarafa geliyor Asya, onu kaçırma. “ İsrafil’in uyarısıyla gözlerim yarınlar yokmuş gibi eğlenen kızları geçti. Bir avuç insan yığınının içinde Cenk’i aramaya başladı. Loş ışığın altında Cenk’i bulmak zordu. Etraftaki kafası uçmuş insanların sayesinde Cenk’i bulmak daha da zorlaşıyor. Partinin yaptığı geniş salonda biraz dolaştıktan sonra görüş alanıma Cenk girmişti. Elindeki viski bardağıyla üstünü çıkaran kızları ayran budalası gibi izleyerek merdivenlerden iniyordu. Cenk’i görmemle damarlarımda adrenalin patlaması yaşamaya başladım. Okyanus mavilerimin üzerinde alkolden oluşan sis biranda kayboldu. İşte ben bunu seviyorum kendimi alkole değil de adrenaline teslim etmeyi. Gün ışığını değil de karanlığı, güneşin altında güneşlenmeyi değil de yağmurun altında ıslanmayı güzel parfümleri değil de kan kokusunu, yaşamayı değil de ölümü seviyorum. Ellerinde geçmişin kanı olan insan dokunduğu yer de güller açtırmıyordu. Dokunduğu yeri kana buluyordu. Tıpkı bu akşamı kana bulayacağımız gibi. “Gördüm, Sen Aras’ı da bulup yukarı çık. Ben de üç dakika içinde Cenk’le gelmiş olurum.” Aras’ı şu an bu kalabalıkta göremiyordum. Ama uzaklarda olmadığına eminim. Kesin bir yerlerde bir şeyler yiyordur. Aras nerede hangi koşulda olursak olalım yemek yerdi. Çok yemek yediği için de gruptakilerden daha kiloluydu. İsrafil kulağımdaki mikrofondan “Tamam. Biz hazırlıklara başlıyoruz. Sen de çok oyalanma.” Diye beni uyardı. Cenk’i diğer kızların yanına gitmeden yakalamak için elime bir viski bardağı alarak onun olduğu tarafa doğru harekete geçtim. Onu bir kere elimden kaçırırsam iki aylık bütün emeğimizi riske atmış olurdum. Üst kattaki dolarları ve mücevherlere dolu olan kasayı saymıyorum bile. O yüzden onu gözden kaçıramam. Bu iş bizim en büyük vurgunumuz olacak. Her soygunda ilk soygunumuz gibi heyecanlanıyorum. İşte benim için tam olarak buydu, çalmak. Evet ben bir hırsızlık çetesinin lideriyim. Evet ben kötü biriyim yaşamaya on sıfır geriden başlamış bir kötüyüm. Canından başka kaybedecek bir şeyi olmayan bir kötüyüm. Anne sevgisini hiç tatmamış bir kötüyüm. O yüzden de bu hayatta yapamayacağım hiçbir şey yok. Hayat bizi yetimhanede kimsesizken bir araya getirdi. Yetimhanede kaldığımız süre boyunca orada birlikte hayat mücadelesi verdik. Yetimhaneden kaçtıktan sonra yaşam savaşımız sokaklarda devam etti. İlk hırsızlığımı on dört yaşında yaptım. Aç olduğum için bir fırından ekmek ve simit çaldım. İlk cinayetimi de on dört yaşında işledim. Sokaklarda kaldığımızı fark eden küçük bir market sahibi beni ekmek paramızı kazanmak için işe alabileceğini söylemişti. O an o kadar çok mutlu olmuştum ki kelimelerle anlatamam. Markette çalışmaya başladığım ilk gün beni depoların olduğu bölüme getirdi. İlk başta şakalaşma bahanesiyle bana dokunmaya çalıştı. Ben buna izin vermediğimde de iri cüssesiyle bana vurdu. Vurmasının etkisiyle yere düştüm. Yere düşmemle üstündeki kıyafetleri çıkarmaya başladı. O an o kadar çok yardım çığlığı attım ki bağırmaktan boğazım acımıştı. Yardımıma gelen, çığlıklarımı duyan kimse olmadı. O an anladım ki çaresizsen çare sensin. Anın verdiği çaresizlikle etrafa baktım. Temizlik malzemelerinin yanındaki duran makası gördüğümde içimde bir umut ışığı yandı. Yerde sürünerek makasa uğraştım. Market sahibi pantolonunu çıkaramadan ilk makas darbesini indirdim. Ardından bir tane daha, bir tane daha… Yerde kanlar içinde kalıncaya kadar devam ettim. Yere düştüğünde kirden rengi belli olmayan kazağım kanlar içindeydi. O gün benim için bir dönüm noktası oldu. Sokaklardan kurtulabilmek için daha büyük çalmaya başladık. Her soygun bir öncekinden daha gösterişliydi. Ama en gösterişlisi şu an yaptığımız soygun. Cenk’le aramızda bir metre kaldığında dikkatini üstümde toplayabilmek için ayağımı burkar gibi yapıp elimdeki viskiyi pahalı gömleğine döktüm. Cenk hemen üstüne düşmemem için belimden yakalayarak dengemi sağladı. Aramızda çok az mesafe bırakarak ayakta durmama yardım etti. Gözlerinde bir ışıldı oluştu. Loş ışığın altında bile belli olan bir parlaklık. Bu geceyi benimle geçireceğini salaktı. Elini belimden çekmeden beni baştan aşağı süzdü. Gördüklerinden ne kadar memnun olursa bana da o kadar sorun çıkarmazdı. Bunu bildiğim için bu akşam özenle Cenk’in sevdiği tarz hazırlanmıştım. Normalde sarışın mavi gözlü olmama rağmen Cenk kızıllardan hoşlandığı için saçlarımı sıkıca toplayıp onun sevdiği gibi kızıl peruk taktım. Üstümde kızıl peruğu öne çıkaracak siyah bir elbise vardı. Neredeyse kusursuz bir fiziğim olmasına rağmen bacak boyumu uzatabilmek için on iki santim topuklu giymiştim. Şu an her şeyimle Cenk’in zevkine hitap ediyordum. Cenk gördüğü manzarayı beğenmişti. Beni kendine daha fazla yaklaştırdı. Yüzünde çapkın bir ifade oluştu yıldırım hızıyla. Yüzüme doğru düzgün bakmadan vücudumu süzmeye devam etti. Gözleri dudaklarıma takıldı. Küçük ama dolgun dudaklarıma sürdüğüm kırmızı rujum dikkatini çekmiş olmalıydı. Belimde duran elini çekmeden “İyi misiniz? “Dudaklarındaki çapkın ifade daha da fazla büyüdü. Gözleriyle beni yiyip bitiriyordu. “Ne kadar şanslıyım, yeryüzünde bir melek üstüme düştü.” Diyerek ekledi. Bunu ilk defa duymuyorum. Beni tanımayan insanlar görünüşümden dolayı melek kadar masum olduğumu söylerdi. Hayat bahtımı karartırken yüzümü masumlaştırmış. Ama bilmiyorlar ki ellerimde Azrail’in elinden bile daha çok kan vardı. Annelerin çocuklarına ilk öğrettiği şey iyi bir insan olmaktır. Benim annem olmadığı için kimse bana iyi bir insan olmam gerektiğini öğretmedi. Tam aksine yetimhanedekiler yaşamak istiyorsan her zaman ilk hamleyi benim yapmam gerektiğini öğrettiler. Şu an Azrail olup Cenk’in ümuğunu sıkmak istesem de bunu yapmak yerine yüzüme yalancı bir gülümseme ekleyerek konuşmaya başladım. “İyiyim, sanırım… Ben biraz çok içtim.” Cenk’in benden şüphelenmesini istemediğim için sarhoş gibi konuşmaya özen gösteriyordum. Bir kadının sarhoş olması Cenk gibi adamlar için bir anlam ifade etmiyordu. Onlar sadece kadınlarla zevkine bakıyorlar. Hatta sarhoş olması onlar için daha iyi. Çünkü sarhoş olduğunda daha fazla sorun çıkarmıyordu. İşleri bittiğinde bırakıp gitmesi de kolay oluyor. Cenk söylediklerime cevap vermek yerine gözlerini göğüslerime indirdi. Kirpiklerini bile kıpmadan göğüslerime aç bir köpek gibi bakıyordu. Kulağımdaki mikrofondan Aras’ın sesi geldi. “Onu buraya öldürmeden getirmeyi başarabilecek misin? İki dakika kaldı.” Aras’ın sesiyle aklımdaki cinayet planlarını rafa kaldırdım. Boşta duran ellerimi yavaş hareketlerle Cenk’in sağ kolunun üstüne koydum. Ellerimi aşağı yukarı hareket ettirmeye başladım. Bu hareketim Cenk’in gevşek olan kaslarının daha da gevşemesine neden oldu. “Merak etme, o parmak izlerini almak için gerekirse cesedini sürüyerek getiririm.” Şu an kalçamda duran elini kökünden kesmek istesem de kendimi tuttum. Ama kasayı boşalttığımızda o elini büyük bir zevkle özellikle kalçamı sıkan parmaklarını tek tek kıracağımdan emin olabilirdi. Bu akşamdan sonra ne zaman sol elini kullanmak istese aklına ben geleceğim. “Onu öldürürsen parmak izinin canlılığını kaybederiz. O yüzden canlı getirmeye çalış.” Aras’ın uyarısı hafiften keyfimi kaçırmıştı. Cenk Ağzımın içinden konuştuğum için ne dediğimi anlayamamış boş gözlere bakıyordu. Açıkçası şu an ne dediğimi umursadığını da sanmıyorum. Şu an tek derdi sarhoş bir kadını yatağa atmaktı. “Bir şey mi dedin meleğim?” Diye sordu. Bunu sorarken umursamaz bir şekilde göğüslerime bakmaya devam ediyordu. Yirmi üç yıllık hayatım boyunca çok fazla şerefsiz gördüm. Ama hiç bu kadar arsızını görmemiştim. Bu akşam hedefimiz olması da bundandı. Hedeflerimizi hiçbir zaman masum insanlardan seçmezdim. Karanlığın içine bir kere batarsan hep batarsın. Kimsenin karanlığının sebebi olmak istemediğim için hedeflerim her zaman karanlığa iyice batmayı başarmış insanlar olur. Daha fazla zaman kaybetmeden üst kata çıkmak için kollarımı Cenk’in boynuna doladım. Başımı Cenk’in boyun girintisine koyarak kulağına fısıldayarak. “Diyorum ki burası çok kalabalık baş başa kalacağımız bir yere mi gitsek. “Sağ elimle üstüne içki döktüğüm yeri işaret ederek “Sen de üstündeki gömleğini değiştirirsin.” Diye belirttim. Onu araştırdığım iki ay boyunca ne kadar titiz biri olduğunu öğrenmiştim. Üstüne bir şey dökülmesine hiç tahammülü yoktu. O yüzden nereye giderse gitsin yanında yedek giysi taşıyordu. Şu an onun evinde olduğumuza göre bu şekilde durmak istemeyeceğini biliyordum. Cenk gömleğindeki viskiyi yeni hatırlamış gibi kaşları hızlı bir şekilde yukarı kalktı. Anında yüzünde tiksinir bir ifade oluştu. “Haklısın üstümü çıkarsam iyi olur.” Bunu derken son defa kalçalarımı sıkmayı da ihmal etmedi. Bu sefer öncekilerden daha sert sıkmıştı. Kesin kalçamda parmak izleri kalacaktı. Ama bu iz bu akşamın sonunda benim onda bırakacağım izlerin yanında bir hiçti. Aras kasayı boşalttığında ellerimle Cenk’in kafasını kopacağım. Neticede Aras bana parmak izlerini almadan öldürme dedi. Hiç öldürme demedi. Merdivenlerden çıkmaya başladığımızda Cenk’in sarhoş olmadığımı anlamaması için yalpalayarak yürümeye devam ettim. Cenk eliyle belime destek oluyor, beni kendine daha çok yaklaştırıyordu. Şu an aramızda minim mesafe yoktu. Teninin sıcaklığını hissedebiliyorum. Uzaktan bakılınca çok yakın görünüyorduk. Bu benim için iyi bir şeydi. Çünkü aşağıda kalabalığın içinde sivil olarak bekleyen korumaların dikkatini çekmezdim. Üst kata çıktığımızda Cenk beni kendi odasına değil de odasının yanındaki boş odaya yönlendirmek istedi. Cenk bu akşam ilk defa aklını kullanmaya karar vermişti. Ama onu da yanlış zamanda yapmıştı. Buraya çıktıktan sonra hiçbir kuvvet beni durduramazdı. Cenk’in eli boş odanın kulpuna gideceği zaman ben ondan önce davranarak Cenk’in odasının kapısını yöneldim. Daha Cenk ne olduğunu anlamadan dudaklarımı dudaklarına yaklaştırdım. Dudaklarım Cenk’in dudaklarına değdiği an midem tiksintiyle kasıldı. Ama gene de dudaklarımı Cenk’in dudaklarından çekmeden onu tutkulu bir şekilde öpmeye devam ettim. Bir yandan boştaki elimle kapıyı açarak içeri Cenk’i çekiştiriyordum. Cenk onu şiddetli öpmemden odasını nereden bildiğimi bile sorgulamadı. Onun yerine dudaklarımı daha sert öpmeye başladı. Cenk de içeri tam olarak geldiğinde hızla odanın kapısını kapattım. Kapıyı kapatışımla kendimi Cenk’ten uzaklaştırdım. Onu biraz daha öpmeye devam etseydim kusabilirdim. Dudaklarımı sertçe tiksinir bir şekilde sildim. Cenk şaşkınlıkla bana bakıyor ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bunu yaparken de karanlık odada tam karşısında duran İsrafil’le Aras’ı fark etmemişti. İsrafil Cenk’in arkasından yavaşça yaklaşarak elindeki silahı Cenk’in kafasına dayadı. İşte şimdi bizim için eğlence başlıyordu. Cenk’in önce gözbebekleri sonra da kaşları çatıldı. Artık tuzak olduğunu anlamıştı. Arkasını dönmeye kalktığında İsrafil Cenk’i sertçe kapıya itti. İsrafil ciddi olduğunu göstermek için elindeki silahın emniyet kilidini açtı. “Ne oluyor lan burada, siz de kimsiniz?” Cenk’in bağırarak sorduğu soru İsrafil’in maskeli yüzünde bir gülümsemeye neden oldu. Bunu gülerken kısılan gözlerinden anlayabiliyordum. Şu an buraya evin kasasını patlatmaya gelmemişiz gibi ciddi ciddi eğleniyordu. “Uzaklarda aradığın meleğim. Kıyametini koparmak için geldim.” Şu anki durumda bile ismine alıntı yapması gözlerimi devirmeme istediği uyandırdı. Bu adamın gamsızlığı beni bir gün öldürecek. Odanın diğer köşesindeki Aras’a baktım. Kasanın yanında kucağında bilgisayarla kasanın şifresini patlatmak için uğraşıyordu. İçimizden birinin bu işi ciddiye almasına sevinmediğimi söylesem yalan olurdu. Cenk dudaklarını konuşmak için araladığında konuşmasına izin vermedim. Onun yerine gömleğinden tutarak kendime çekip kasıklarına bir tekme vurdum. Cenk vurduğum tekmenin etkisiyle yere yığıldı. Bana ilk dokunduğu andan beri bunu yapmak istiyordum. Cenk’e vurmak içimdeki öfke ateşini söndürmek yerine daha fazla körükledi. Şu an tamamen adrenaline teslim olmuştum. İsrafil yüzünde büyük bir mutlulukla Cenk’in kolundan tutarak yukarı kaldırdı. Cenk acı içinde kasıklarını tutmaya devam ederken yatağının yanındaki kasayla uğraşan Aras’ı fark etti. Panikleyerek İsrafil’in ellerinden kurtulmaya çalıştı. “Ne oluyor lan burada, siz de kimseniz?” Diyerek tekrar aynı soruyu sordu. İsrafil elindeki silahı bırakmadan cebinden plastik bir kelepçe çıkardı ellerini kelepçelemek için. Bunu yaparken de Cenk’in ısrarla sorduğu soruya cevap verdi. “Sana dedim ya kıyametin olmaya geldim diye. Ama sen bana Azrail de diyebilirsin.” Babası evdeki kasanın boşaltıldığını duyduğunda Cenk’e hiç anlayışlı olacağını sanmıyorum. Cenk’in babası oğlundan daha zeki biri olduğu için evde parti vermesine çok kızıyordu. Ama bu salak oğlu, babasının yurt dışına çıkmasıyla eve kızları topladı. Cenk’in babası iş adamıydı. Ama daha çok çek senet işleriyle bilinirdi. Tefecilik deyince İstanbul da parmakla gösterilen kişiydi. Bu bok gibi paranın kaynağı da buydu. Ama Cenk’i o yüzden seçmemiştik. Ama ondan da önemlisi Onu seçmemin nedeni tecavüz ettiği kadınlardı. Daha doğrusu küçük kız çocukları. Karanlık işlerin içinde olan herkes Cenk’in küçük kız takıntısını olduğunu bilir. Ata Erdem’in oğlu olduğu içinde kimse ona dur demez. Ben hariç. Bu hayatta mazlum olmayı en iyi ben bilirim. Benim on dört yaşında yaşadığım şeyi başka çocuklar yaşamasın diye onu seçtim. Daha doğrusu seçtik. Diğerleri de benim gibi hayattan acımasız canavardan nasibini aldılar. İsrafil daha birkaç aylıkken tren yaylarına bırakılmış üstünden tren geçip ölmesi için. Allah’tan Tren istasyonunda çalışan adamlar rayları kontrol ederken onu fark etmişler. İsrafil’i alıp polise teslim etmişler. Kasayı açmaya çalışan Aras’ın annesi, psikolojisi bozuk olduğu için sinir krizi geçirerek Aras’ı giriş katındaki evlerinin penceresinden atıp öldürmeye çalışmış. Komşular onu alıp polislere teslim etmişler. Dışarıda arabada bizi bekleyen Karsu, İsrafil ve Aras’a nazaran daha şanslıymış. Beş yaşına kadar ailesiyle birlikte yaşamış. Annesi ölünce babası bakamam diyerek Karsu’yu ve kardeşini yetimhaneye verip yeniden evlenmiş. Karsu’yla kardeşi yetimhaneye verildikten kısa bir süre sonra kardeşini bir aile evlat edinmiş. Ama Karsu’yu isteyen olmamış. Karsu yıllardır kardeşinin izini arıyor ama hala bulamadı. Kardeşini evlat edinen aile onun ismini, her şeyini değiştirmiş olmalı. Evde bizi bekleyen Işıl ise ailesine dair hiçbir şey bilmiyor. Tıpkı benim gibi. Ailem hakkında bildiğim tek şey annemin benim varlığımı hiç istememiş olmasıydı. Doğduğum gün beni sokağa atmış. Daha bir el kadarken bile bu hayatta fazla gelmişim. İnsan bu hayatta bir kere yersiz yurtsuz kalınca bir daha kendine yurt edinemiyormuş. Hayat bana bunu en acı şekilde öğretti. Yaşıyorum ama kendimi hiçbir yere ait hissetmiyorum. Daha da kötüsü kendimi sevilmeye layık hissetmiyorum. İnsan sevilmeye layık hissetmeyince kimse de onu sevmiyormuş. Eskiden sevgisizlikten şikâyet ederdim ama artık umurumda bile değil. Bu dört kişi beni seviyor. Bana aile oldular. Onlardan başka dünyada beni kimse sevmese de olur. Hayat bize hep acımasız yanlarını gösterdi. Yetimhanedeyken bizden büyükler tarafından hep ezilmeye çalıştık. Sokaklarda açlığa, soğuğa direnmek zorunda kaldık. Hayatta kalabilmek için kendimizi korumayı çocuk yaşımızda öğrendik. Biz yaşadığımız bütün zorluklara rağmen asla pes etmedik. Şu an burada olmamızın sebebi de pes etmemiş olmamız. Hayat bize hakkımızı vermezse biz de hayattan zorla hakkımız olanı almasını biliriz. Hayata ailesi olan çocuklarla eşit şartlara gelinceye kadar çalmaya devam edeceğiz. Çünkü bizim de onlar gibi mutlu bir hayat yaşamaya hakkımız var. Ortada bir suç varsa suçlu her zaman bir kişi değildir. Bazen sadece hayat suçludur. Cenk Bir kere daha İsrafil’in kollarından kurtulmaya çalıştığında zihnimdeki hesaplaşmadan çıktım. İsrafil Cenk’in bu kurtulma girişimine karşılık onu daha sert bir şekilde duvara yasladı. Bana bakmadan elindeki kelepçeyi uzattı. “Şunu paket yapsana.” Cenk’le daha fazla uğraşmak istemiyordu. Bu soyguna gelinceye kadar çok fazla soygun yapmıştık. Artık hedeflerin ne tepki vereceklerini ezberledik. Cenk’i paket yapmazsak bizi çok uğraştıracaktı. “Sizi bu yaptığınıza pişman edeceğim. Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” Diye bağırdı Cenk. Şu an yeşil gözleri öfkeyle kızarmış, göz bebekleri büyümüştü. Olayın ilk şokunu atlatmıştı. Bütün duyuları çalışıyordu. “Ne kadar şerefsiz olduğunu herkes gibi biz de biliyoruz. Neden seni seçtiğimizi sanıyorsun. “ Aras’la İsrafil’in yüzünde siyah maske olduğu için onları bulamazdı. Benim yüzüm açıktı ama yüzümü makyajla tamamen değiştirmişti ışıl. Saçlarım peruktu, gözlerim de lensti. Makyajsız beni tanıması imkansızdı. Buraya gelmeden önce aynada kendime baktığımda gördüğüm kadını ben bile tanıyamadım. “Babam seni bulduğunda böyle dik başlı olabilecek misin?” Babasının karanlık işleri yüzünden herkes ondan korkuyor olabilirdi. Ama biz korkularımızdan kaçmak yerine korkularımızın üstüne giderek büyüdük. O yüzden ciğeri beş para etmeyecek adamlara boyun eğmeyiz. “Baban bizi bulmayı başarabilirse, hiç şüphen olmasın ki başım eğik olacak. Neden biliyor musun? Ayağımın altındaki babanın cesedine bakmak için. Tabi o sen de olabilirsin.” Dedikten sonra ciğerlerime derin bir oksijen aldım. “Biz yüreğimizin yetmediği masaya oturmayız. Bir işin içe giriyorsak onun sonuçlarını çoktan göze almışız demektir. Sizin aksinize biz de cesaret ve yürek var.” Bir yerde okumuştum. Ne kadar dibe düşersen o kadar çabuk yükseğe çıkarsın diyordu. Bu tamamen yalandı. Ben uzun bir süredir en dipteyim ne yaparsam yapayım yukarı çıkamıyorum. Artık çıkmayı da umursamıyorum. Onun yerine dibe Cenk gibi pislikleri çekiyorum. Dünya bir pislikten daha kurtulsun diye. Cenk kendimden bu kadar emin konuşmama sinirlenmiş görünüyordu. Ama ben asıl derdini çok iyi biliyorum. Onu bu kadar kolay kandırmama kızıyordu. Bunu gururuna yediremiyordu. Bu yüzden bu kadar öfkeliydi. Ama İsrafil’in elindeki silahtan korktuğu için bir şey de yapamıyordu. Cenk’in tam karşısına geçip dizimi hafif eğdim. Parmaklarımda yüzük olan elimi havaya kaldırdım. Yüzüne olabildikçe sert bir tokat attım. “Bu kaçırıp tecavüz ettiğin kız çocukları için. Bu iş bittiğinde artık kız çocukları kaçıramadığından emin olacağım. “Diye belirttim. Cenk acı içinde inledi. Bu çekeceği acıların yanında hiçbir şeydi. Cenk’e vurduğumu gören İsrafil dibime kadar gelerek kısık bir sesle “Hay maşallah, mermer tokatlayan Osmanlı askeri gibi tokatlıyor.” diyerek şakalaşmayı ihmal etmedi. “Kızım sen merak etme ben ona güzel bir karışık paket yapacağım.” Anlamaz bir şekilde kaşlarımı çattım. “Karışık paket ne?” Diye sordum. İsrafil soruma ciddi misin der gibi baktı. Yeşil gözlerini kısılarak Cenk’i işaret etti. “Karışık döveceğim işte. Önce yumruk, sonra sopa, en son da demir.” Bunu yüksek sesle söylemişti. Cenk başına gelecekleri bilsin ayağımıza daha fazla bağ olmasın diye. “Onu dövmekten daha kötü şeyler yapacağım.” Dedim Tıpkı İsrafil gibi yüksek sesle. Babası sayesinden bu zamana kadar kendini bir şekilde kurtarmayı başarmıştı. Ama bu sefer değil. Cenk sessizce korumaların onu bulmasını beklerken Aras boğazını temizleyip konuşmaya başladı. Bu çok nadir olurdu. “Dövme işini sonraya mı bıraksanız? Şu an burada daha önemli işlerimiz var.” Aras İçimizde en zekimiz değildi. Ama içimizde teknolojiden en çok anlayanımızdı. Küçücük bir ekrandan her yere girebilir her şeyi yapabiliyordu. Bu da bizim işimizi kolaylaştırıyor. Aras söylediklerinde haklı olduğu için İsrafil’le aramızdaki sohbeti sonlandırıp Aras’ın yanına gittim işinin ne kadar kaldığını öğrenmek için. Buradan bir an önce çıkmalıyız. Çünkü artık her an korumalar Cenk’i kontrol etmeye gelebilirdi. Böyle bir şeyin olması bütün planlarımızı alt üst ederdi. “Ne kadar kaldı? Buradan bir an önce çıkmalıyız.” Cenk’in yanında yakalanma ihtimaline karşı birbirimize isimlerimizle hitap etmiyorduk. Soygun bittiğinde Cenk bizim hakkımızda ne kadar az şey bilirse bizi bulma ihtimali o kadar az olurdu. Ona yapacaklarımdan sonra peşime düşeceğine adım gibi eminim. “Bitti sayılır, parmak izi lazım.” Aras’ı onaylayıp elbisemin altına gizlediğim bıçağı çıkarmak için kısa olan elbisemin bir bacağını yukarı kaldırdım. Elbisemin altından bıçağımı alıp iki adımda Cenk’in baş ucuna geldim. Cenk bıçağı gördüğünde ilk önce korksa da kelepçesini kestiğimde ne yapacağımızı anladı. Başıyla hayır diyerek geri geri yürümeye kalktı. İsrafil Cenk’in kaçmasına izin vermeden yakasından tuttuğu gibi Aras’ın yanına sürüklemeye başladı. İsrafil Cenk’e kıyasla daha uzun ve iriydi. O yüzden onu yerde kolaylıkla sürükleyebiliyordu. Cenk parmak izini okutacağımızı bildiği için yerde sürüklenirken parmaklarını özellikle yere bastırıyordu ki parmak izi okunamasın. Aklı sıra babasının elinden kurtulmak için plan yapıyordu. Ama o kadar akıllı olmadığı için planını tahmin etmek zor değildi. Birkaç saniye önce kelepçesini kestiğim bıçağı tekrardan elime alarak “O parmağını yerden çekmezsen çekecek bir parmağın kalmayacak. Penisinin yanında onu da keserim.” Parmak izi okuyucusu son model olduğu için yaşayan doku ile ölü dokuyu ayırt edebiliyordu. Penisini kesmeyle ilgili söylediklerimden sonra yüzü korkudan buz kesti. Bu zamana kadar yaptıklarının bedenini ödemesi gerekiyor. Onu öldürmenin ona ödül olacağını bildiğim için bende elinden en çok değer verdiği uçkurunu alıyorum. Aras Cenk’in elinden tutup parmak okuyucuya bastırdı parmak izini okutmak için. Cenk’in parmak izi dört şifreden biriydi. Diğerlerinin ne olduğunu bilmiyoruz ama önemi de yoktu. Aras beş dakika içinde hepsini kıracak. Bu işi girmeden önce bize bunu yapabileceğine dair garanti verdi. Biz de daha önce başardıklarından sonra bunu yapabileceğini onayladık. Aşağıda yüzüme bakmaya tenezzül bile etmeyen adam şu an gözlerime bakarak benden minnet diliyordu. Cenk’in nasıl biri olduğunu bilmesem belki onun için üzülürdüm. Ama nasıl bir tecavüzcü olduğunu biliyorum. Acınacak biri değildi, bende acımadım. Aras Cenk’in parmak izini alırken “Yapmayın babam beni öldürür.” Diye yalvarmaya başladı. “Babandan bu kadar çok korkma. Şu an korkacağın tek kişi benim puşt.” Şu an burada babası yok. Ama ben elimde bir bıçakla duruyorum. “Babam üçünüzü de öldürecek.” Diye bağırdı. “Anlaşılan senin duyduklarını algılamada sorunun var. Sana bir kere daha söyleyeyim. Ne senden ne de babandan korkuyoruz. Sizden korksaydık bu işin içine girmezdik.” Elimdeki avcı bıçağını usta bir şekilde elimde sallayıp “Biraz daha konuşmaya devam edersen penisinin yanında dilini de keserim.” Diyerek onu uyardım. Şaka yapmadığımı anlamış olmalıydı ki dudaklarını bir anda birbirine bastırdı. Aras Cenk’in parmak izini okuttuğunda bir anda kasada kırmızı bir ışık yanmaya başladı. Bu olmaması gerekiyordu. Yeşil ışık yanması gerektiğini bilecek kadar çok kasa patlattık. Aras’a ne olduğunu anlamak için baktığımda Cenk’in yüzündeki sinsi sırıtış belirmişti. Bu sırıtıştan işin daha çok boka saracağını anladım. Dikkatimizi dağıtarak Aras’a yanlış elini uzatarak güvenliği çalıştırmayı başarmıştı. Biraz sonra buraya polisleri yığacaktı. Bu sayede benden kurtulabileceğini sanıyordu. Hayatta keşke geri sarma tuşu olsa. İki dakika öncesine gidebilsem kasayı filan boş verip Cenk’in direk kafasını patlatırdım. Mantıklı bir karar almak için Kasadan yanıp sönen ışığa inat kendimi sakin tutmaya çalışıyordum. İsrafil’le göz göze geldik şu an kasayı bırakıp kaçalım mı yoksa polisler gelmeden kasayı boşaltabilir miyiz? Onu sorguluyorduk. “Ne düşünüyorsun?” diye sordu İsrafil. “Cesetten nasıl kurtulacağıma karar vermeye çalışıyorum.” Diye yanıtladım. Şu an aklımdaki tek şey Cenk’i öldürmekti. Cenk ceset kelimesini duyduğu an kendinden bahsettiğimi anladı. İçimdeki öfke büyük depremlerden önce gelen küçük depremlere benziyordu. Taş üstünde taş bırakmayacağım haberi yok. Elimdeki bıçağı ani bir hamleyle parmaklarımın arasında döndürüp Cenk’in sağ elinin üstüne sapladım. Bu iş bizim için ne kadar kötü biterse onun da alacağı hasar o kadar büyük olurdu. Benim bu hayatta kaybedecek şeyim kalmadı. Cenk bıçağı elinin üstüne saplamamla acı dolu bir çığlık attı. Bu öyle bir bağırmaydı ki partideki yüksel müziğe rağmen duyulduğuna emindim. Bu da buradan bir an önce çıkmamız için başka bir nedendi. Cenk’in yakasından tutup kendime doğru çektim. Bu adam içimdeki ilkelliği dışarı çıkarıyordu. Şu an onun derisini yüzmek istiyorum. “Bana bak şimdi o güvenlik alarmını durdurup o kasayı açacaksın. Yoksa bu sefer elini değil boğazını keserim. Seni bin bir parçaya bölerim. İstanbul’un her yerinden babana parçalarını toplatırım.” Cenk acıyla inlerken elinin üstündeki bıçağı daha derine bastırdım. Ardından bıçağı bir anda çıkardım. Bıçağı çıkarmamla elinden kanlar fışkırmaya başladı. Bizi tuzağa düşürmeye çalışmasaydı. Sadece penisini kesip bırakacaktım. Ama artık onu bin bir parçaya bölebilirim. Bıçağı tekrardan havaya kaldırdım. “Ne yapman gerektiğini anladın mı yoksa ben boğazını keseyim mi?” Madem dediklerimi anlayamayacak kadar salaktı kafasını bedeninin üstünde boşuna taşımasına gerek yoktu. Kasanın ışığı yanmaya devam ederken Aras panikle elindeki bilgisayardan bir şeyler yapmaya devam ediyordu. İşlerin bu kadar karışacağını hiç düşünmemiştim. Aras bize çok kolay olacağını söylemişti. Bize yalan söylediği için Aras’a da çok kızgındım ama şu an öfkemin hedefi o değildi. Cenk uyarımı anlayıp üç adım önümüzde duran kasanın yanına doğru sürünerek ilerledi. İnleyerek kanayan elindeki kanları üzerindeki pahalı gömleğe sildi. Parmağını Aras’a doğru uzattı. Aras Cenk’in parmağını okuttuğu an kırmızı renkte yanıp sönen ışık yeşil yandı. Ama kasanın yanındaki küçük ışık hala yanıp sönmeye devam ediyordu “Bu siktiğimin ışığı neden yanıp sönmeye devam ediyor!” Diye bağırdı İsrafil. Artık sabrı kalmamıştı. Aras ses tonunu sakin tutmaya çalışarak İsrafil’e yanıt verdi. “Bunların babası hiçbirine güvenmediği için bütün şifreler birbiriyle bağlantılı yapmış.” İsrafil’le gözlerimiz aynı anda buluştu. Bu da ne demekti? Biz Aras gibi teknoloji dehası olmadığımız için söylediklerinden hiçbir şey anlamamıştık. “Bu da ne demek? Sen neden bahsediyorsun?” Bir yandan kapıya doğru yürümeye başladım. Etrafta güvenlik ya da bizi duyan biri var mı diye bakıyordum. Güvenliklerin yukarı çıkması an meselesiydi. Cenk uzun süredir etrafta yoktu. “Bütün şifreler birbiriyle bağlantılı ama aynı zamanda farklı. İlk üç şifreden biri Cenk’in parmak izi, biri kardeşiyle diğeri de abisiyle ilgili. En son şifre de babasıyla ilgili. Dördü bir araya gelmeden kasa açılmaz. Babası kasadan para çalma olmasın diye bunu yapmış olmalı.” Aras’ın cümlesi bittiğinde ikinci şifreyi kırmayı başarmıştı. Diğer şifreleri de zaman kaybetmeden kırmaya başladı. İsrafil hiddetli bir volkan gibi patladı. “Ulan sen bunu ne zamandır biliyorsun? Bize bunu şimdi mi söylüyorsun?” Aras İsrafil’in bağırmasıyla korksa da işine devam etti. Bu kasayı patlatmayı gerçekten çok istiyordu. Gözünü para hırs bürümüştü. Ama bizden bir şey saklayacak kadar ileri gitmesini beklemiyorduk. “Ben de iki gün önce öğrendim. Size söyleyip iki aylık emeği çöpe mi atsaydım. “ Aras’ın pervasızca söylediklerine gözlerimi kısarak ürkütücü bir bakış attım. İsrafil kısa, sarı saçlarını asılarak çekti. “Ulan polisler her an gelebilir. Yakalanabiliriz! Yakalandıktan sonra hapiste ne yapayım parayı.” İsrafil’le hiç aynı fikirde olacağımı düşünmezdim ama şu an aynı fikirdeydim. Biz hapse girdikten sonra o paranın bize ne faydası olacaktı. Yakalanırsak diğer soygunları da bizim yaptığımız da ortaya çıkardı. Bu da bir daha gün yüzü görememek demek. Aras bizim panikle ona bağırmalarımıza rağmen üçüncü şifreyi kırmayı başarmıştı. “Polislerin buraya gelmesi beş dakikayı bulur. İki dakikada kasayı boşaltsak polis gelmeden arka kapıdan çıkmış oluruz.” Beynimin içinde kâr zarar hesaplaşması yapıyordum. Şu an çıksak polislerden kaçma fırsatımız olurdu. Kalırsak polislere yakalanma şansımız vardı. Ama yakalanmazsak Cenk’in annesinin takılarıyla beraber iki milyondan fazla vurgun yapmış olurduk. Ama ya yakalanırsak. Bu riski almaya değer miydi? “Senin para hırsın yüzünden hapishanede çürürsem oradan çıktığımda ilk işim seni öldürmek olur.” Aras daha cümlem bitmeden kasayı boşaltmaya başlamıştı. Kapıyı hafif açarak Merdivenlerden gelen var mı diye kontrol ettim. Merdivenlerden sivil korumalardan iki tanesinin yukarı gelmeye başladığını görmemle aralık olan kapıyı serçe kapattım. Şu an Cenk’i öldürmediğime sevinsem mi üzülsem mi emin olamıyordum. Seviniyordum çünkü bize zaman kazandıracaktı. Yerde elini sıkıca tutarak kan akışını durdurmaya çalışan Cenk’e baktım. Şu an etrafında olan hiçbir şey umurunda değildi. Tek derdi daha fazla yaralanmamaktı. Çok zamanımız kalmadığını o da bizim kadar iyi biliyor. Durduğu yerden paraları alıp kaçmamızı bekliyor. Benim işaretimle İsrafil Cenk’i zorla ayağa kaldırarak kapının önüne getirdi. Her zaman belinde taşıdığı silahı tekrardan çıkarıp Cenk’in kafasına dayadı. Uslu durmazsa olacaklarını hatırlatma amacıyla. İsrafil’in elinden kurtulmaya çalışan Cenk silahın kafasına dayanmasıyla olduğu yerde donup kaldı. Eline bıçak sapladıktan sonra şaka yapmadığımızı söylediğimizde ne kadar ciddi olduğumuzu anlamıştı. Bizi kızdıracak bir şey demek istemediği için konuşmamaya özen gösteriyordu. İsrafil Cenk’in kulağına fısıldayarak “Şimdi sana iki seçenek sunuyoruz. Ya korumayı buradan yollarsın ya da kurşunu kafana yersin.” Cenk İsrafil’in söyledikleriyle korkudan daha fazla titremeye başladı. İsrafil Cenk’ten istediği cevabı alamayınca elini yaralı olan elinin üstüne koyup sıktı. Tekrar fısıldayarak “Tercihini yap ya ölüm ya sessizlik.” Cenk acıdan inleyerek istediklerimizi yapacağını belli eden bir şekilde başını salladı. Koruma kapıyı iki kere çaldığın da İsrafil’in eli tetiğe gitti. Cenk içindeki son kurtulma umudunu da kaybetmişti. Tek aksilikte hiç düşünmeden onu öldüreceğimizi artık biliyordu. Biz yakalanırsak bir cinayet eksik ya da fazla fark etmiyordu. Her şekilde bir daha dışarı çıkamazdık. İsrafil Cenk’e adamları buradan yollamasını söylediğinde hiç itiraz etmeden dediklerini yaptı. Sesi normal çıkarmaya özen göstererek “Ben size beni rahatsız etmeyin demedim mi?” diye bağırdı. Bu bağırış aslında bir yardım çağrısıydı ama bunu korumalar anlamadılar. Hiçbir şey demeden Sessizce kapının önünden uzaklaştılar. Korumanın uzaklaşan her adım sesinde Cenk daha fazla titriyordu. Kanla, ölüm kokusu bütün odayı sarmıştı. Yirmi üç yaşında olabilirim ama o kadar çok ölüme şahitlik etmiştim ki artık bu koku beni korkutmuyor. Benim normalim haline geldi. Korumanın üst kattan uzaklaşmasının artından derin bir nefes almıştık ki dışarıdan polis arabası sesi yükselmeye başladı. Üçümüzün de bakışları birbirimizi buldu. Aras’ın söylediğinden çok daha erken gelmişlerdi. İsrafil yakalanmaya çok yakın olduğumuz için kendini o kadar çok sıkıyordu ki boynundaki damarlar patlayacaktı neredeyse. “Hani bunlar beş dakika sonra geleceklerdi. Daha iki dakika geçmeden kapıya dayandılar.” Polis sesleri yaklaştıkça beynimdeki sinir uçları birbirine çarpıyordu. Gözlerimden ve kulaklarımdan alevler çıkarmama gram bile kalmamıştı. Aras kasayı boşaltmaya devam ederken “Gelmemeleri gerekiyordu. Ben her şeyi hesaplamıştım.” Diyerek kendini savundu. “Yeter artık buradan hemen çıkıyoruz.” Polis arabalarının bahçeye giriş yaptığını duyduğumda içimi bir panik kaplamıştı. Belki şimdi her şeyi bırakıp kaçarsak bir şansımız olurdu. Aras kasanın içindeki paraları yanımızda getirdiğimiz deri spor çantasının içine koymaya devam etti. “Tamam az kaldı. Dolarları da alıp çıkalım.” Buradan tek çıkışımız bahçenin arkasındaki kapıydı. Polisler arka kapıyı da tutmadan önce buradan bir an önce çıkmalı kalabalığın arasına karışarak arka kapıya gitmemiz gerekiyordu. Yoksa buradan polis arabası dışında çıkmamız imkânsız. Aras hala kasadaki paraları yanımızda getirdiğimiz deri çantaya koymaya devam ediyordu. Arasa doğru yürüyerek yakasından tuttum. Dişlerimi sıkarak “Sana yeter diyorum. Yakalanırsak o lanet paraların hiçbir önemi kalmayacak. Şimdi plana sadık kalalım.” İsrafil hiçbir şey demeden Cenk’i odanın içindeki banyoya doğru sürüklemeye başladı. Ellerini plastik kelepçeyle bağlayıp ağzına bağırmasın diye el havlusu sokmayı da ihmal etmedi. Peşlerinden giderek banyo da Cenk’in baş ucunda dizlerimi kırarak aşağı eğildim. Elimdeki bıçağı parmaklarımın arasında birkaç kere çevirdim. “Ya Cenk Efendi, küçücük kızları kaçırıp onlara tecavüz etmeye benzemiyor değil mi burada elin kolun bağlı olmak.” Cenk başını hayır anlamında sallıyordu. Sanki bir daha öyle şeyler yapmayacağını anlatmaya çalışıyordu. Anlatmasına gerek yoktu çünkü bir daha böyle bir şey istese de yapamayacaktı. Elimdeki bıçağı son bir kere daha parmaklarımın arasında çevirip Cenk’in cinsel organının üstüne bıçağı sapladım. Plana sadık kalarak onu öldürmek yerine ömrü boyunca unutamayacağı bir şey yaptım. Cenk gibi adamlar ürememeliydi. Cenk acı içinde inlerken bıçağımı geri çektim. Onun çırpınışlarına aldırmadan bıçağın üzerindeki kanı üzerine sildim. Pis kanını üzerime bulaştıracak değilim. Bıçakta parmak izim olduğu için burada bırakamazdım. o yüzden bıçağı elbisemin altındaki gizli yerine taktım. Artından Cenk’i kanlar içinde yerde bırakıp diğerlerin yanına geri döndüm. Aras’a “Aldıkların yeter şimdi buradan çıkıyoruz.” Aras başını hayır anlamında salladı. Bizimle aynı fikirde olmadığı belliydi. Bu kıt beyinli hala zamanımız olduğuna polisler bizi bulmadan önce buradan çıkabileceğimize inanıyordu. “Bir dakika, sadece bir dakikada geri kalanı da alabiliriz. Bu kadar tehlikeye girdik onları burada bırakamayız.” Grubumuzun tek kuralı arkamızda insan bırakmamak olmasa onu şu an burada polislere bırakırdım. Ama bu işe ilk girdiğimiz gün arkadaşlarla öyle anlaşmıştık. Ne olursa olsun arkamızda birini bırakmayacaktık. Biz kan bağı olmadan aile olmuştuk. Ve ailedekiler birbirinin arkasını kollardı. Biz de öyle yapıyorduk. “Geri zekalı mısın? Anlayamıyor musun? Bir dakikamız yok. Ya buradan çıkarız ya da hapse gideriz.” Öfkeden çenemi öyle bir sıkıyordum ki. Biraz daha sıkarsam dişlerim inci taneleri gibi yerlere saçılacaktı. Başımı yukarı kaldırdım. “Allah’ım ya bana sabır ver ya da siniri damarlarımdan çek al. Yoksa tam şu an da kardeş katili olacağım. “Diye kendi kendime söylenmeye başladım. İsrafil kapıyı açarak dışarı kontrol etmeye başladı. Dışarıdaki polis sesleri daha da yakınlaşmaya başladı. Aras sonunda durumun ciddiyetini daha yeni anlayabilmişti. Çantayı kapatıp hızlı bir şekilde İsrafil’in yanına gitti. Yanımızdaki misafir odasının penceresinden dışarı kaçmayı planladığımız için Cenk’in odasından çıkıp misafir odasına geçtik. İsrafil yol boyunca Aras’a küfrediyordu. Bırak dediğimiz an bıraksaydı şu an bu durumda olmayacaktık. Aras’a kızmakta haklı olduğu için İsrafil’i sakinleştirmeye çalışmadım. İsrafil hiç zaman kaybetmeden pencereden dışarı çıkacağımız ipi hazır hale getirdi. Her şey hazır olduğun da polisler üst kata çıkmıştı. Direk hemen yanımızdaki Cenk’in odasına girdiler. Bunu yaparken diğer polislerde katı sarmaya başlamıştı. Artık dakikalarla değil saniyelere mücadele ediyorduk özgürlüğümüz için. Aras çaldığımız paraları pencereden arka bahçeye atarken İsrafil de kapının önüne misafir yatağının yanındaki koltuğu çekti. Kendini koltuğun arkasında siber aldı. Aras İsrafil’in ne yaptığını anlamazken ben çoktan anlamıştım. Buradan kaçamayacağımızı anladığı için bizim için zaman kazanmaya çalışıyordu. Biz buradan kaçabilelim diye kendini her zaman olduğu gibi bizim için kendini feda ediyordu. “Siz gidin ben polisleri oyalarım. “ Başımı deli gibi hayır anlamında sallamaya başladım. Bunu yaparken on beş yıl sonra ilk defa gözlerimden yaşlar akıyordu. En son yetimhanede ağlamıştım. O gün bir daha ağlamayacağıma yemin etmiştim. O günden sonra hiç ağlamamıştım. “Saçmalama buradan birlikte çıkacağız. Ya da hiç çıkmayacağız!” Aras pencerenin önünde beklemeye devam ederken ben İsrafil’in yanına doğru büyük adımlar attım. “Asya ben polisleri oyalamazsam hepimiz burada yakalanacağız. Üçümüzün yakalanmasındansa birimizin yakalanması daha mantıklı. Siz daha fazla zaman kaybetmeden gidin ben onları oyalayacağım. “ Dediklerinde haklı olduğunu her hücrem biliyordu. Ama İsrafil’i burada polislerin eline bırakmayı ne kalbim ne de aklım kabul edebiliyordu. Bizim için kendini feda etmesini istemiyordum. Çocukluğumuzdan beri İsrafil bizim için çok fazla fedakârlık yaptı. Şimdi de yapsın istemiyorum. “Sen git ben onları oyalarım.” “Asya sen içeride yapamazsın. Güçlü görünmeye çalışıyorsun ama değilsin. Kalbin camdan yapılmış gibi kırılgan. Diğerleri bu gerçeği bilmese bile ben biliyorum.” Dedikleriyle beni afallatırken konuşmaya devam etti. “Asya gidin, daha fazla zaman kaybetmeyin. Diğerleri sana emanet.” Polislerin bizim olduğumuz odanın önüne konuşma sesleri gelmeye başladı. İsrafil bir kere daha “Gidin, beni merak etme. Ben hapiste tek başıma hayatta kalabilirim. Ama diğerleri dışarıda sen olmadan iki gün bile kalamaz. O yüzden beni değil kızları düşün.” Gözlerimden yaşlar yağmur misali yağıyordu. Gözlerimi İsrafil’den çekmeden “Aras aşağı in.” Diye emrettim. Aras bir şey demedi ama sözümü dinleyip aşığı inmeye başladı. “Seninle kalıyorum. Onlar çocuk değil kendi başlarının çarelerine bakarlar.” İsrafil bir seçim yaptıysa ben de seçimimi yapıp burada kalıyorum. “Hayır Asya, sen hapse girersen diğerlerine kim sahip çıkacak. Onlar sen olmadan bir gün bile dayanamaz. Bunu sen de biliyorsun. Aras’a bak. O mu kızları bir arada tutacak. Boş yere hapse girmendense dışarı da kalıp diğerlerine sahip çık. “Arka kapının önünde arabanın içinde bizi bekleyen Karsu ve evde bizi bekleyen Işıl’dan bahsediyordu. İsrafil gene bizleri kendi ihtiyaçlarının önüne koymuştu. Hiçbir zaman ilk önceliği kendi olmamıştı. Şimdi de olduğu gibi. “Şimdi sen git. Onlara sen sahip çık.” Bu seferlik fedakârlık yapma sırasını bana verebilirdi. Her zaman o fedakârlık yapamazdı. “Asya senin de bildiğin gibi bizim onlara bağımız seninki kadar güçlü değil. Onları iki gün bile aynı yerde tutamam. O yüzden sen gideceksin. Hem ben gidersem Aras’ı öldürebilirim.” Bunu söylerken yeşil gözlerinden alevler çıkıyordu. Aras’a bir şey dememişti ama ona çok kızdığı belli oluyordu. Kapı kulpu aşağı inmeye başladı. İsrafil silahını kapıya doğrultup “Git Asya beni değil diğerlerini düşün ben başımın çaresine bakarım.” Gözlerimden yaşlar daha hızlı süzülmeye başladı. İsrafil tekrardan” Git “diye bağırdığında polisler kapıyı açmaya çalışıyorlardı. Kapının dışından “Aç kapıyı polis.” Sesi yükseldi. “Asya diğerleri sana emanet.” Dedikten sonra bana zaman kazandırmak için elindeki silahla polislere kurşun gelmeyecek şekilde ateş etti. Şu an ki şartlarda İsrafil’i dinlemekten başka çarem yoktu. Odanın penceresinin önüne geldim. Son defa İsrafil’e baktığımda silahıyla siper almış ateş etmeye devam ediyordu. Polisler de İsrafil’e karşılık veriyorlardı. Kurşunlar havada süzülüyor, bütün oda barut kokuyordu. İsrafil’i bu şartlarda bırakmamın tek nedeni dışarıda bizi bekleyen kızlardı. İsrafil’in kurşun seslerinden beni duymayacağını bilsem de “Seni dışarı çıkarmak için her şeyi yapacağım. “ diye bağırdım. Ben özgürlüğe giderken İsrafil parmaklıkların ardına gitti. Ben pencereden aşağı inmeden kapının kırılma sesi geldi. Bu akşamdan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. En başta da Aras için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ata Erdem’den intikam almak için bizi zor duruma düşürmüştü. Bunu ne ben unuturum ne de Aras’a unuttururum. Pencereden dışarı çıktığımda Aras aşağıda beni bekliyordu. Ona bir şey demeden arka çıkışa doğru koşmaya başladık. Polisler İsrafil’i yakaladılar. Bizi de bulmak için çemberi genişleteceklerini biliyorum. O yüzden bir an önce buradan çıkmamız gerekiyordu. Arka bahçeden dışarı kendimizi attığımızda gözlerim suskunluğuma inat Aras’a bağıra çağıra kızıyordu. Dilimden dökülmeyen kelimeler gözlerimden dökülüyordu. Aras kendini savunmak için bir şeyler demeye çalıştığında onu elimle durdurdum. “Açıklama filan yapma, bu akşam yapacağın her şeyi yaptın. Elindeki çantayı işaret ederek “Onun için bizden birini parmaklar ardına koydun. Ama şunu bil Aras bu akşamdan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” Bizi yemek arabasının içinde bekleyen Karsu’nun yanına giderek arabaya bindik. Ben ön koltuğa binerken Aras arka koltuğa bindi. Deri para çantasını koltuğa koyduğunda üstünde bir huzursuzluk vardı. Sessizce kıyametini bekliyordu. Karsu Telaşla “İsrafil nerede?” diye sordu. Şu an ona olanları açıklayacak zamanımız olmadığı için başımdaki peruğu çıkarıp arabanın içine attım. “Arabayı sür.” Derin bir nefes alıp “İsrafil’i polis yakaladı. Şimdi bizi de yakalamasını istemiyorsak bir an önce buradan çıkalım.” Diye bağırdım. Karsu ikiletmeden dediğimi yaptı. “Nasıl yakalandı? Hani hiçbirimize bir şey olmayacaktı.” Evet planımız öyleydi. Ama Aras’ın aç gözlülüğü her şeyi mahvetmişti. “Bunu Aras’a sormaya ne dersin!” Karsu’nun gözleri dikiz aynasından Aras’ı buldu. Bir cevap bekliyordu. Olay yerinden yeterince uzaklaştıktan sonra arabanın torpido bölümünden yedek olan silahı çıkardım. Arka koltukta oturan Aras’a döndüm. Peş peşe tetiğe bastım. Önce sağ koluna Sonra da sağ dizine nişan aldım. Onun yerinde bir başkası olsaydı onu hiç düşünmeden şuracıkta öldürürdüm ama Aras’ı çocukluğumdan beri tanıdığım için öldürmüyordum. Aras kolundan ve dizinden vurulmayla acılar içinde bağırmaya başladı. O şifreleri bize daha önce söyleseydi daha sağlam bir plan yapar eve öyle girerdik. Şu an İsrafil yanımızda olurdu. Ben de kendimi böyle kötü hissetmezdim. Okyanusun ortasında büyük dalgalarla savaşmış, kolumu kanadımı kaybetmiş gibi hissediyorum. İsrafil olmadan hayata nasıl devam edeceğimi bilmiyorum. Bu zamana kadar en zor anlarımda hep İsrafil vardı yanımda ama şimdi Aras yüzünden yoktu. Karsu peş peşe gelen silah sesleriyle bir an direksiyonun hakimiyetini kaybetti. “Asya sen ne yapıyorsun? “Diye bağırdı. Silah sesiyle panik olmuştu. Aras’a bir şey olmasından korkmuştu. Karsu’nun sorusunu duymazlıktan geldim. Elimdeki silahla Aras’a doğru konuşmaya başladım. “Seni orada bırakmadım ama bir daha aramızda görmek istemiyorum.” Bundan sonra hiçbir şey olmamış gibi ona canımı emanet edemem. Daha çok para için bu sefer de benim hayatımı tehlikeye atabilirdi. Ne kadar kabul etmek istemesem de Aras bize gerçekleri saklayarak ihanet etmişti. Gerçekleri bizden saklayarak hepimizin canını tehlikeye attı. O yüzden ona artık eskisi gibi güvenemem. Aras bizi yok saydı ama İsrafil’in polislere onun ya da benim adımı vermeyeceğini biliyorum. Ama Cenk’in üç kişi olduğumuzu söyleyeceğini de biliyorum. Polisin bizim peşimize düşeceğinin de farkındayım. Aras hiçbir şey söylemeden kıvranmaya devam ederken Karsu panikle “Onu vurdun hastaneye gitmemiz gerekiyor.” Diyerek bağırdı. “Bu şerefsiz şifreyi patlatırken polise haber gideceğini bildiği halde susmuş. Bizden gerçekleri saklamış. Polisler beklediğimizden erken geldi. İsrafil bizi kurtarmak için kendini feda etti.” Karsu ani bir fren yaparak arabayı durdu. Olanlara inanamadığı için Aras’a bakıyordu. Anlattıklarımın doğru olmadığını söylemesi için gözleriyle Aras’a yalvarıyordu. “Saçma bir intikam için bize, kardeşliğimize ihanet ettin. Bunu kabul edemem.” İnsanların bu hayatta kabul edemeyeceği şeyler vardır. Ailem dediğim insanlardan birinin bize ihanet etmesi benim kabul edebileceğim bir şey değildi. Zor olsa bile gerekirse kangren olmuş parmağı keser atarım. Bu akşam hepimiz hayatın acı yüzünü bir kere daha görmüştük. Ama bu sefer diğerlerinden başkaydı. Bu sefer diğer insanlardan değil, kendi içimizden biri bize ihanet etmişti. Saçma sapan bir intikam uğruna yapılmıştı. İnsan düşmanının attığı ataşın üstünden geliyormuş da sevdiği birinin attığı çakıl taşının üstesinden gelemiyormuş.
|
0% |