@haticemsare
|
Şuan öylece tutulmuş kalmıştım ve kelimenin tam anlamı ile sıçmıştım. Bakışlarım Alparslan'a kaydı. Onun da yüzünde şaşkınlık vardı. Şuan ki yaşadığım stresten başım ağrıyordu. Şaka demesini bekledim ama albay ciddi bir şekilde duruyordu. İçimden kendime birkaç küfür savurdum. Bu kadar da şanssız olmazsın be kızım işte bu kadar da şanssızdım. Aynı zamanda burada kalmam demek Alparslan'ın bilmediği o şeyi öğrenmesine neden olacaktı. Yüz yüze söyleme cesaretini asla elde edememiştim. Şimdi nasıl diyeyim karşısına geçip senin bir kızın var diye. Evet çok doğru o beni terk ettiğinde ben hamileydim. Bunu öğrendiğimde üzüntünün içine öyle bir boğulmuştum ki doktora gitmesem bebeğim de beni terk edecekmiş ve bende iki acı ile baş etmek zorunda kalacakmışım. Doktorlar bu çocuğu aldırmamı söylemişlerdi. Çünkü riskli bir doğum olacaktı. İkimizden biri her an ölebilirdi. Ben kararımı vermiştim. Benim tekrardan yaşama sebebim olan bir şeye karşı nasıl bu kadar acımasız olabilirdim ki O bebek olmasa ben çoktan ölmüştüm zaten. Şu anda İstanbul'a yola çıkmak üzere bakıcısı ile hazırlanıyorlardı. Kızı ile babası aynı şehirde dip dibe nasıl olacaktı acaba Mavi Güçlü en sonunda babası ile elbette tanışacaktı. Ama bunun nasıl olacağı büyük bir muammaydı. "Benim görevim İstanbul'da, oraya görevlendirilmiştim." Az önce kıyametleri koparırken şimdi uslu uslu konuşmam ne kadar gülünçtü acaba. "Bizde yeni öğrendik. Ama sadece isim ve soyisim birde" Alparslan'ı işaret etti. "Onun eşi olduğunu biliyorduk" diyordu işte. Benim büyük ihtimalle bir asker olduğumu sanıyordu ama ben mitten biriydim. Uygulama gereği gizli işler ve yahut bir hain var mı diye bazı zamanlarda mitten birileri karargaha atanırdı. İstanbul'dada bir karargaha atanacaktım ama hayatın bana farklı sürprizleri vardı işte ne yaparsın. Mitten olduğumu bilmiyordu elbette albay onun emrinde bir asker olacağımı sanıyordu. Alparlan ile evli olduğuma göre Alparslan elbette benim hakkımda bazı şeyler demiş olabilirdi. Bunlardan biri de asker olmam ile alakalı, acaba Alparlan asker olmadığımı mit personeli olduğumu öğrendiğinde ne tepki verecekti. İzleyelim görelim bakalım. "İzniniz olursa üstlerim ile konuşmak isterim" başını salladı. Etraftaki tüm gözler bizim üzerimizdeydi. Karargahın giriş kısmına ilerledim. Beni bekleyen taksiye gidip parayı ödedim. "Sen gidebilirsin" "Ne yaptın bacım kimi öldürdün" he yetti ama ya ters bakışlarımı attım. O da direk gaza basıp kaçtı zaten. Her neyse şuan bir taksi şoföründen daha büyük sorunlarım vardı hem benim lan ne demek kocam ile Alparslan ile birlikte aynı yerde çalışacağız. Telefonumu etmem gereken kişilere ettim. "Dinliyorum" "Ben Hazal Güçlü görev yerimin değiştiği doğru mu?" "Doğru efendim" "Neden peki" "Bu konuda bir bilgimiz yok ama görev yerinizi isteseniz de değiştiremezsiniz. Görev yerinizi değiştiren kişiler üst mercekten" "Peki" demekle yetindim. Tam kapatıyordum ki "Bu arada albay şu meşhur albay hiçbir mit personelinin dayanamadığı" "Ne?" Hay benim şansıma "Kudret Kurt mu?" "Evet efendim" sıkıntılı bir nefes verdim. "Peki" ardından telefonu kapattım. Kudret Kurt karargahında mit personellerine pek iç açıcı davranmazdı. Onlara sürekli zora sokmaya çalışırdı. Onun yanına atanmış olanlar hep titreyerek giderdi. Normal bir şekilde olsa elbette saygı duyardı ama karargahında onunla çalışacak olursa büyük sıkıntı çıkarırdı. Alparslan yetmiyordu zaten başıma derin bir nefes verdim. Onunla çalışanlar bir hafta içinde istifasını veriyordu. Bakalım ben ne kadar dayanacaktım. İnadım inattı ama sabır konusunda beni zorlayacağına emindim. Benim mit personeli olduğumu öğrendiğinde bakalım nasıl bir tepki verecekti. Adımlarım ister istemez karargaha geri döndü. Yavaşça ilerledim. Hadi kızım yapabilirsin içeri girdim. Kimseyi umursamadan hızlıca karargaha girdim. Yanımdan geçen askere "albayın odası nerde?" Diye sordum. Yolu gösterdi. En sonunda odasına geldiğimizde ise selam vererek ayrıldı. Evet benimde başlıyordu imtihanım bana kolay gelsin o zaman kapıyı tıklattım. "Gir" komutu ile içeri girdim. Albay beni görünce koltuğu işaret etti. İster istemez oturdum. "Evet" dedi "sizi dinliyorum" "Bir süre buradayım efendim" "Rütben ne peki" Başlıyoruz. "Benim rütbem yok" anlamaz gözlerle baktı. "Ben buraya emrinizde bir asker olarak gelmedim. Kartımı çıkarıp gösterdim. "Mit personeliyim" Gözlerindeki ifade aniden değişti. Azda olsa yumuşak bakıyordu az önce şimdi ise öldürmek ister gibi. Derin bir nefes aldım. "Bir süre sizinle çalışıcaz" derin bir nefes verdi. Arkadasına yaslandı. "Sen benim hakkımda duyduğun şeyler var mı?" Başımı salladım. "Size dayanan mitten kimse yokmuş. Öyle diyorlar. Namınızı teşkilatta çok duydum. Sizin yanınıza atanacak kişi günler öncesinden başlıyordu korkmaya. İşkencelerden, ölümden korkmayan insanlar sizden korkuyordu." "Peki sen benden korkuyor musun?" "Tam karşınızda sesim titremeden durmam neyi işaret eder." "Bana bir hafta bile dayanamadılar. Bakalım sen bana ne kadar dayanacaksın" "Buraya alışmamaya bak. Ama tebrik etmeliyim gelir gelmez herkese kendini göstericek kadar dişlisin" "O sırada buraya atandığımı bilmiyordum." Başını salladı. "İzninizle" diyerek ayağa kalktım. "Yarın başlamamı mazur görürsünüz umarım. Sonuçta bugün izinliyim ve çılgın bir gün geçirdim." Ayağa kalkmıştım ki "umarım işinizle duygularınızı karıştırmazsınız Hazal hanım. Çok kısa bir süre birlikte olsak da işini düzgün yapan kişilerle çalışmak isterim." "Merak etmeyin ben işimle duygularımı azla karıştırma-" sözüm yarıda kesildi. Kapı çalındı ama ben cümlemi elbette bitirdim. "Gel" Gelen kişi elbette Alparslan'dı. "Alparslan" dedi Kudret Albay "eşin de kısa bir süre birlikte çalışıcaz" Anlamadı Alparslan "kısa bir süre derken komutanım" "Mitten biri bana ne kadar dayanırsa o kadar yüzbaşım. Bana eşin Hazal hanımın mit personeli olduğunu söylememiştin" Durdu, dondu. Algılamakta güçlük çekti. Bana döndü bakışları, hiçbir tepki vermedim. En sonunda "haberim yoktu komutanım" başını salladı tekrardan. "Bugün izinlisin yüzbaşım" yapmayın be albayım. Başını salladı Alparslan kendileri de birazdan ağzıma sıçacaklardı. "Sizin konuşacaklarınız vardır sonuçta" Çok şey söylemek istedim ama söyleyemezdim. Saygı duymalıydım. "İzninizle albayım" diyerek hızla odadan çıktım. Benim buradan hemen kaçmam lazımdı. Yoksa Alparslan beni bitirebilirdi. Benim başım gerçekten ağır beladaydı. İçimden düşünmeden edemedim. Eğer bu şekilde gelmeseydim. Kendimi rezil ederek ortama girmeseydim nasıl gelirdim. Elbette yine gelirdim ama Alparslan ile evli olduğumu kimsenin bilmezine izin vermezdim. Soyadları aynı aralarında bir bağ yok deyip geçmelerini beklerdim ama öyle bir şekilde gelmiştim ki buraya. Beni çok zor zamanlar bekliyor gibi görünüyordu. Birde Mavi'm kızım ve Alparslan'ı ne yapacaktım ben. Arkama baktım. Alparslan arkamdaydı. Hızla yanıma geldi. Etraftaki konuşan insanlara rağmen geldi hemde. Yani gelse ne olacak sonuçta her şeyi biliyorlar değil mi? "Bekle beni dışarıda konuşalım" "İşim var" "Beklesin işin biraz" "Ben bunu sana söylediğimde yüzüme kapatmıştın ama" gerizekalıya karma yaşatmazsam olmazdı. Bu zamandan sonra beni arayan kişi hep kendi olacaktı hatta bugün daha yeni numaramı değiştirmiştim. Arasın bulsun numaramı kendisi ben çok bulmuştum. Bir zahmet o da bulsun. "Gitmiyorsun" "Gidiyorum" "Gitmiyorsun" "Gidiyorum. Seninle uğraşmak zorunda değilim" bu lafı da bir zamanlar kendisi söylemişti. Bana dediği tüm lafları ona geri iade edecektim. Görsün bakalım gününü. "Nereye gidersen git bulurum seni" Bu lafı daha önce de kullanmıştı. O zaman da birlikteydik. Filmdeydik. Her zaman ki romantik filmlerden biriydi. Kadın adama söylemeden çekip gidiyordu. Daha sonra ona sormuştum. "Peki ben gitsem ne yaparsın" Cevap için beklememişti bile "bulurum" "Ya bulamazsan" demiştim o da "nereye gidersen git bulurum seni" demişti. Geçmişteki bu anıları unutmak için oldukça uğraşmıştım ama olmuyordu işte en güzel anılar, anılarımız unutulmuyordu. "Tamam" dedim en sonunda ardından etrafa baktım. "Ama burada konuşmayalım" zaten herkesin gözü bizden başka kimseyi görmüyordu. Başını salladı. Soğuk gözlerinde saniyelik bir duygu geçti. Neydi bu duygu böyle hasret miydi? Olamazdı. Üzüntü mü? Olamazdı mümkün değildi. Hiçbiri olamazdı. "Dışarıda bekliyorum seni" başını salladı. Karargahtan attım kendimi. Bulduğum boş banka oturdum. Etrafıma baktım detaylıca, albay burada çok fazla kalamayacağımdan emindi ama beni tanımıyordu. İstediğimi en sonunda elde ederdim ve benim istediğim bir haftadan fazla bir süre onunla çalışmaktı. Sırf adamı daha da sinirlendirmek için. Yanıma onun timinden bir asker geldi. "Aramıza hoş geldiniz" Başımı salladım. "Hoşbuldum." Adama kısa bir bakış attım. Üsteğmen Mustafa Tuna 28 yaşında diye içimden geçirdim. "Hangi timdensiniz" "Ben asker değilim. Mit personeliyim" demekle yetindim. Bugün şaşkın görmek insan görmek bıktırmıştı yemin ediyorum. "Albayla başa çıkabilecek misiniz ki" ardından durdu. Daha sonra ise "tabi siz komutanımızla başa çıkıp nikah masasına oturtmuş kadınsınız. Elbette bunun da üstesinden gelirsiniz yenge hanım" İçim bir garip oldu. Yenge dedi bana ulan bana yenge dedi. "İzninizle" "Görevin sırasında diğer mit personellerine nasıl davrandıysanız bana da öyle davranın" dedim. "Emredersiniz efendim izninizle" gitti uzaklaştı. Bir süre sonra beyimiz çıktı karargahtan üstünü değiştirmişti. Simsiyah giyinmişti. Siyah pantolon, siyah spor ayakkabı ve siysh tişört giymişti. Yanıma geldi. Kolumu kavradı. "Hadi" dedi "gidelim" "Nereye?" "Konuşacağımız sakin bir yere" Beni peşinden sürükledi. "Bırak kolumu" peşinden ilerletmeye devam etti. "Bırak diyorum kolumu" Demiştim ya yaptığımdan pişman olurum diye gerçekten de pişman olmuştum. Ben o sırada kendimde değildim ama albayın bir sözü kendime getirmişti zaten beni. Taksiciye takıldı aklım ulan adam benimk cinayet işleyeceğimi sanmıştı lan! acı ama gerçektı. O kadar mı kendimden geçmiştim. Kapının çıkışına geldiğimizde beyaz bir egea karşıladı bizi. Benim de arabam vardı ama şuan da İstanbul'a doğru yola çıkmaktaydı. Aynı zamanda eşyalarım da öyle ben onları arasam iyi olacaktı. Fakat şu an yanımdaki salak buna izin verecek gibi görünmüyordu. "Bin" yanımızda bize bakan askerler olmasa ben çok binerdim ama mecbur başa gelen çekilirdi. Şoför koltuğunun yanına bindim. Hızlıca binip sürmeye başladı. Sakinleşmesini beklemeli miydim? Hayır hiç bekleyemezdim. "Mahkemeye neden gelmedin?" Bana bakmıyor gözünü bir saniye bile yoldan çekmiyordu. Cevap vermeyince ise "sana bir soru sordum" yola bakmaktan başka bir şey bilmiyor muydu bu adam? "Bekle" dedi sonunda. Konuşsa bir dert konuşmasa başka bir dert, "ne demek bekle Emir elinm miyim lan ben senin beklemiyorum seni" Sinirlendiğini çok iyi görüyordum. Sinirli halleri sürekli beni korkuturdu. Fakat bunu belli etmeye niyetim yoktu. Sakin ol kızım sakin ol. "Hazal Allah aşkına sus" aynen o dedi diye kesin susucam değil mi çok bekler. "O ettiğim küfürleri tekrar duymak istiyorsan tekrar söyle ne dersin?" Çok orijinal küfürler etmiştim kendisine. Nereye gittiğimizi bilmediğimiz için sormak zorunda kaldım. "Nereye gidiyoruz?" Cevap için beklemedi. "Cehennemin dibine" tam sövmek için ağzımı açmıştım ki biri bir eli ağzımı tuttu. Tabii ben de fırsat bu fırsat dedim ve elini ısırdım. Reflekse geri çekti elini ama söylenmeye de başladı. "Zararsın be daha geldiğin ilk günde harika bir şekilde tüm askerlerin önünde rezil oldum. Bende susar mıyım? "Sen de mahkemeye gelseydin" durdu. Nereye geldiğimize baktım. Ormanlık alanlardaki parklardan birine getirmişti beni. Çok güzel kavgalarımız başlıyordu. Arabadan indim. Etrafta hiç kimse yoktu. Parka doğru yavaşça yürüdük. Evet dedim içimden başlasın... "Gelir gelmez beni rezil ettin" diye bağırdı. "Hakettin" dedim sakin çıkarmaya çalıştığım ses tonum ile. Sonunda parkın bir köşesinde durduk. Başka bir konuya geçiş yaptı. "Ne demek mit personeli" dedi. Bu konuda şaşkındı. "Sen en son askerliğe başlamak üzereydin. Ne ara nasıl oldun?" Ne ara sen gittikten birkaç gün sonra nasıla gelirsek işte vallahi ben de bilmiyorum geldiler teklif ettiler kabul ettim. Tabi ki bunu onu söylemeyecektim onun yerine kendisini çıldırtacak iki kelime ettim. "Seni ilgilendirmez"diyerek onu daha da çıldırttım. Beni terk ettikten sonra olan şeyler onu ilgilendirmezdi. "Sana düzgünce bir soru soruyorum Hazal düzgün cevap ver" Ters ters baktım. "Sen benim sorularıma düzgünce cevap verirsen belki ben de vermeyi düşünebilirim." Önüne sıkıldım. Topuklu ayakkabılarımın sesi yankılandı. "Amacın ne senin neden boşanmıyorsun? Madem bir şey..." Gözlerimi kapattım. "Bir halt yedin bari arkasında dur" dedim. Bana arkasını döndü. "Şimdi değil" dedi sadece. "Şimdi değil" derin bir nefes verdim. Tüm askeri bizi konuşuyor sayende" diyerek konuyu değiştirdi. Elbette cevabımı hemen yapıştırdım. "Evli olduğunu gizlemeseydin, bu sırrın açığa çıkacağını düşünmedin mi hiç" "Bu şekilde açığa çıkmaması gerekiyordu" gözlerimi devirdim. "Ne bekliyordun seni aradığımda bilerek açmadığında defalarca numara almak zorunda kaldığımda ne diyeceğime bir türlü izin vermedin şimdi o söyleyeceğim şeyi de ben söylemiyorum sen geç kaldın çok geç kaldın" sen kızına çok geç kaldın. "6 yıl 6 yıldır seninle boşanmak için uğraşıyorum fakat sen adım atmıyorsun ayrılalım diyen sendin işte ben de bunu tam resmiyetini de kapatmaya çalışıyorum ama sen izin vermiyorsun. O kadar lafından sonra şimdi çıldırmama dua etmen gerekiyor. Suçlu sensin emin ol sen benim kadar kendine sabredemezsin." Durdum çok hızlı konuşmuştum. Sinirli bir şekilde çıkmıştı ağzımdan laflar ama yetmedi. "Bitirdin beni, hayatımı bitirdin" dedim en sonunda bu bir isyandı artık. "Seninle daha fazla konuşmak istemiyorum. Zamanı gelince o söylemek istediğin şeyi söyle bir daha da konuşma" dedim en net bir şekilde. "Maalesef seninle aynı yerde çalışma gibi bir sıkıntım da var" arkamı dönüp ilerledim. Ardından durdum, ona dönüp "bizimle ilgili dedikodu duymak istemiyorum. Halledersin" İlerledim. Nereye getirdiği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Umarım taksi bulabilirdim. Arkamdan geldiğini hissettim. "Nereye?" Bu sefer ben yapıştırdım. "Cehennemin dibine gelir misin?" "Buradan pek mümkün gözükmüyor. Taksi gelmez yada geçmez buradan" durdum. Bu herif beni nereye getirmişti. "Gel götüreyim seni istediğin yere" itiraz edecek değildim. Başka birileri olsa gururundan kabul etmezdi. Aslında bende etmezdim ama mecbur işlerim vardı. Mecburi bir şekilde yanına ilerledim. Arabanın ön kapısını açmış beni bekliyordu. Hiçbir şey demeden bindim. Ardından o da bindi. "Nereye gidiyoruz?" Ona kaldığım oteli tarif ettim. Araba yolculuğu boyunca hiç konuşmadık. Eskiden birlikte olduğumuzda kalabalık içindeysek bana gözleri ile yanında olduğunu hisseder yalnızsak da sıcaklığımızla birbirimizi ısıtırdık. Fakat şuan da yalnızdık fakat bir o kadar da değildik. Aramızda beni terk etmesi, beni sevmemesi ve onu affedememem vardı. Aramızdaki gerginliği saymıyordum bile. Yanındaydı ama bir o kadar da değildi. Otele geldiğimizde hiçbir şey söylemeden arabadan indim. Ardından iki kelime edebildim. "Teşekkürler" başka hiçbir şey demedim. Hızla otele doğru ilerledim. Odama vardığımda derin bir nefes verdim. Çok garip ve aksiyonlu bir gündü. Daha beterlerini de görmüştüm ama duygu karmaşası bakımından değil. Çalan telefonumu direk cevapladım. Ekranda gördüğüm yüz ile gülümsedim. "Annecim" o zaten neşe saçıyordu. "Anne seni çok özledim." Gülümsedim. Benden ayrı kalmaya dayanamazdı çok fazla. "Bende seni annecim" Birkaç saate yola çıkacaklardı. "Canan" telefonun yanında bakıcısı belirdi. "Buyurun Hazal hanım" "İşler değişti. Ankara'ya geliyorsunuz. Biletlerinizi iptal et ve Ankara'ya bir bilet al" "Nasıl isterseniz" "Anne ne oluyor?" "Bizim bir süre Ankara'da kalmamız gerekiyor birtanem" Başını tatlı ve anlamış gibi salladı. "Peki ne kadar bir süre kalıcaz" Bunun hakkında bende emin olamıyordum. O yüzden "henüz belli değil birtanem ama Ankara'yı da çok seveceksin. Merak etme" Buraya geldiği an anaokuluna kaydettirecektim. Gülümsedim. "Canan dediğim gibi, annecim benim şimdi biraz işim var. Sonra görüşürüz birtanem" Gülümsedi. "Bay bay" ellerini görüşürüz dercesine salladı ve bu halleri çok tatlıydı. Ne tamamen bana ne de babasına benziyordu. İkimizin karışımıydı. Telefonu kapattıktan sonra ise başlasın koşusturmaca ....................................... "Burası son ev abla" iki saattir ev bulmak için emlakçıyla birlikte sürüklenip duruyordum. Bana 2+1 ev yeterdi. Bir odası benim diğer odası ise Mavi'nin. Fakat odalar istediğim gibi değildi. Ben maviye uzun bir oda istiyordum. Çok çabuk daralırdı Mavi. Kapalı küçük alanları sevmezdi. Tıpkı babası gibi. Birde babasından aldığı fıstık alerjisi vardı. Babasına fiziki olarak tamamen benzemiyordu ama içi çoğunlukla babasıydı. İlk söylediği kelime baba olmuştu. O zaman o kadar çok istemiştim ki Alparslan'ın kızının yanında olmasını ama olmamıştı işte. Elbette o anı kayıt altına almıştım. Bir gün babasına göstermek için, aklımı kurcalayan şey Alparslan gerçekten kızına babalık yapar mıydı? Çok isterdim yapmasını ama elbette bunu ona zorlayamazdım. Bir çocuk istediğinden bile emin değildim. Eskiden en büyük hayalim derdi. Sen, ben ve çocuğumuz bir aile olmayı istiyorum demişti ama şuan da ne derdi ona emin olamıyordum. On katlı bir apartmanın altıncı katındaydık. Odalar büyüktü. Mutfak ve lavabo fena değildi. Evi kontrol ettik. Güzeldi. "Biz burayı tutalım" dedim. Mavi eve bayılacaktı. Eşyalarımız buraya doğru gelmekteydi. Emlakçı ile sözleşmemizi yaptıktan sonra direk otele geldim. İzin süremi artırmam gerekiyordu. Eşyaları yerleştirme işi uzun sürecekti. Bir ton iş vardı. Allah kolaylık versin. Üstümü değiştirip direk kendimi yatağa attım. Uzun birgün olmuştu. Fakat başımda başka bir dert vardı. Ben Alparslan ile Mavi'yi ne yapacaktım. Alparslan'a söylersem ne diyecekti ne yapacaktı. Çocuğumu benim elimden alır mıydı? Yapmazdı o kadar merhametsiz bir insan değildi. Öyle miydi? Onu tanıyamıyordum. Ne yapacağını kestiremiyordum. Onu tanıdığımı sanırdım ama o gece aslında hiç tanımadığını anlamıştım. Çünkü benim tanıdığım Alparslan o gece asla böyle bir şey yapmazdı. O gece, o gece beni terkettiği gece, sabahına nikahı kıyıp akşamına terk ettiği gece... Ben normal bir rüya görmezdim. Rüyalarım hep onunla olan anılarımdı. Başka bir şey değil. Beni terk ettiği geceyi görürdüm. O gördüğüm kabustu. Mutlu bir anımızı görürdüm. Gördüğümde rüya uyandığımda kabus olurdu. Çünkü uyandığımda yanımda olmazdı. O gece diye mırıldandım yine. Harika bir gün demiştim. Hayatımın en mutlu günü demiştim. Nasıl bilebilirdim en karanlık günü olduğunu.
|
0% |