Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2- AD'IM

@haticeokumus

Herkes yavaş yavaş hazırlanıp çıkmaya başlamıştı. Ama Hamza hala orada öylece bekliyordu. Ne yapması gerektiğini düşünüyordu, acaba hemen şimdi kaçsa, işler ne kadar kötüleşebilirdi ki? Kaçsa ne yapacaktı ki sanki gidecek yeri mi vardı? Bu düşünce önce kalbini yaralasa da saçma da olsa bir şeyler yapmakta kararlıydı. Bu işi diğerlerinden ayıran, Hamza'nın ilk takım işi olacaktı. Şimdiye kadar Deniz'in büyük katkılarıyla doğru düzgün dışarı işine çıkmamıştı. Kaldıkları evin içinde ağır işleri ve dışarıdaki ufak işleri yapardı. Deniz'in uyaran ses tonuyla irkildi.

"Hamza!! Daldın yine hadi çıkıyoruz."

Hemen bir şey yapması lazımdı. En son her zamanki kötü fikirlerinden biri aklına geldi. En kötü karar kararsızlıktan iyidir diye aklından geçiriyordu. Başına ne geldiyse bu kötü fikirleri yüzünden gelmişti. Hayat önüne hep iki tercih sunmuş, o ise hep yanlış olanı seçmişti. Şimdi planı hayata geçirme vaktiydi. Sanki gözü kararmıştı, önce eliyle komodinden destek alıyormuş gibi yaptı daha sonra kendini yere bıraktı. Deniz elindeki malzeme torbasını olduğu yere bırakarak endişeyle yanına koştu.

"Hamza Hamza iyi misin? Duyuyor musun beni."

Tayfun sert adımlarla kalabalığı yararak Deniz ve yerde yatan Hamza'nın yanına geldi. Hamza, Tayfun'un sert bakışları arasında ezilmesine rağmen oyunculuğunu sürdürdü. Ta ki o olgun ve sert sesi duyana kadar

"NE OLUYOR BURADA! Bu çocuk yine kaytarmaya mı çalışıyor. Kalk kalk."

Diyerek Hamza'nın kolundan çekiştiriyordu. Tayfun'un güçlü ve yapılı elleri arasında, Hamza'nın ince kolu adeta kaybolmuştu. Hamza iyice korkmasına rağmen, nefesini tutarak yerde kalmaya devam etti. Numara yaptığını anlarlarsa ne olacağını tahmin bile etmek istemiyordu. O yüzden pozisyonunu hiç bozmadı. Ve yine Deniz kurtarıcısı olmuştu. Tayfun'un ağır bedenini ittirerek yerde yatan gençten uzaklaştırdı.

"Ne yapmaya çalışıyorsun çocuk kendinde değil görmüyor musun?"

Yıllardır Deniz'in merhameti Hamza'ya karşı hiç azalmamıştı, ilişkileri abi- kardeş ilişkisinden farksızdı. Hamza yavaşça gözlerini açtı. Yaşadıkları onca tatsız olay ve aşağılanmaya rağmen birbirlerine iyice kenetlenmişlerdi. Hamza, Deniz'le Tayfun'un tartışmasını istemiyordu. Tayfun'un tersiyle uğraşacak kimseyle daha tanışmamıştı, gerçi Tayfun hep tersti. Karşısındaki kişi eski dostu dahi olsa hem sözlü hem de fiziksel olarak sert olabiliyordu. Deniz:

" Hamza iyi misin? Bir şey ister misin?"

"Hayır abi gerek yok daha iyiyim. Biran gözüm karardı sadece."

Hamza kimseden ses çıkmayınca ayağa kalkarak kapıya yöneldi. Artık umudu tükenmişti. Eninde sonunda bugün gelecekti. Elinden gelen her şeyi yaptığını düşünerek kapının önündeki ayakkabılara uzanacakken Deniz kolundan tutmasıyla duraksadı. Deniz'in sesi o kadar merhamet dolu ve nazikti ki acaba farklı bir ailede farklı bir ortamda tanışsalardı nasıl olurdu hep düşünüyordu. Ela gözleri insanı içine çekiyor, uzayın boşluğuna savuruyordu. Abisinin sesi saliseler içinde kulağına ulaştığında rahatladı.

"Bugün gelme sen, dinlen biraz."

Hamza çok şaşkınlığını gizleyemedi. Çünkü Tayfun da kafasıyla onaylıyordu. Tayfun kendisine bakıldığını fark edince, içindeki merhametin görülmesinden endişe edercesine konuştu.

"Amacım seni dinlendirmek değil! Başımıza bela olmanı istemiyorum sadece. Anladın mı beni? "

Hamza'nın kafasıyla onaylamasıyla birlikte, askıdaki siyah deri ceketini üzerine geçirdi. Siyah takımıyla ayrı bir görünümü vardı. Sert bir havası olsa da içten içe herkesle tek tek ilgilenirdi. Yöntemi yanlıştı diyelim. Hamza içinden derin bir oh çekti. Artık herkes hazırlığını bitirmiş çıkıyordu. Sarp, Hamza'nın kulağına doğru yaklaştı, o sinsi ve samimiyetten uzak sesiyle

"Herkes bu numarayı yutar ama ben yutmam, yarın bunun acısını çıkartırız senden haberin olsun."

Dedi ve oda çıktı. Deniz, Sarp'ın rahatsız ettiğini anlayınca ensesine vurdu.

"Çocukla uğraşmayı bırak da işine bak."

Bu beklenmedik hamleyle Deniz'e bakarak sırıttı daha sonra tek kelime etmeden, ekibi takip etti. Son birkaç kişinin de çıkmasıyla kimse kalmamıştı. Hamza, duvarda asılı olan çerçevesi kırılmış saate baktı daha çok erkendi. Normalde sessizliğin sesini dinlemekten keyif alırdı ama bugün midesinin üstünü kasıp kavuran hissiyat onu rahat bırakmadı.

Biraz çıkıp yürümeye karar verdi. Susmayan fikirlerini İstanbul'un dertli sokaklarına açacak, yaralı banklarıyla sohbet edecekti. Sarp'ın dedikleri de canını sıkıyordu, hoş ya oda zaten canını sıkmak için söylemişti. Yıllardır kendi olmaktan uzak bir hayat yaşıyordu. Herkesi memnun etmenin imansız olduğunun farkında olmasına rağmen denemekten vazgeçmiyordu.

Hırkasını aldı ve anahtarı soldan 3. Saksının altına koyup yürümeye başladı.

Sokakların yıpranış kokusunu içine çekti. Gecenin bu soğuk yüzü hiç etkilemiyordu Hamza'yı. İnsanların soğuk yüzlerini görmeye alışkın olduğundan olsa gerek soğukluk içine işlemişti.

Bir süre yürüdü. Geçtiği yolları pek bilmediği halde tanıdık geliyordu bu sokak ona. Kafasını yerden kaldırıp baktığında gözlerine inanamamıştı. Geçen gece girdiği dükkandı burası. Bu sefer sakince dükkâna doğru yürüdü. Ve soğuktan buz kesilmiş kapının kolunu aşağı indirdi. Biran da hoş bir koku kaplamıştı her tarafı sanki ayrı bir dünyaya götürüyordu birbirinden farklı kokuların hepsi. Önceki gelişinde bu kokular hiç dikkatini çekmemişti. İçeriye daha dikkatli baktığında buranın ufak bir kafe- pastane olduğunu fark etti, Yer yer raflara dizilmiş kitaplar vardı. Hamza kimsenin gelmediğini fark edince çekingen bir şekilde seslendi.

"Merhaba. Kimse var mı?"

Arka odadan çıkan Kadir Amca

"Oooo delikanlı hoş geldin. Buyur otur şöyle."

Çok iyi tanıyor gibiydi Hamza'yı. Hamza'nın şaşkınlığını fark edince, küçük kafenin sağında kalan, cam tarafındaki sandalyeleri göstererek.

"Otur sen şöyle ben de bir çay doldurup geleyim."

"Hiç zahmet etmeyin."

Diyebildi sadece. Karşısında duran orta yaşlı adam tecrübe kelimesinin vücut bulmuş hali gibiydi. Oturuşu, duruşu, adımı nizam içindeydi. Dikkatini çeken ilk özelliği ise yüzünden hiç eksik olmayan tebessümdü. Kadir Amca, bakır çaydanlıkların olduğu ocağa doğru ilerledi. Çaydanlığın temiz, pürüzsüz yüzeyine çok da uzun olmayan sakalı ve renkli gözleri yansıyordu. Dükkanına yeni gelen gence cevabını, yukarıdaki raflardan iki tane ince belli bardak alırken verdi.

"Kendim için demlemiştim zaten."

Bardaklara çayları koyarken, tahta sandalyeye oturmuş dükkânı inceleyen gence bakıyordu. Çayları tepsiye yerleştirdikten sonra daha adını bile öğrenmediği gencin yanına oturdu. Babacan bir tavırla

"Eeee delikanlı anlat bakalım."

Hamza iyice şaşırmıştı. Ne kadar bu ilk görüşmeleri olmasa da daha tanışmamışlardı bile, mizacı gereği aklına birçok düşünce geliyordu. Neyi anlatmasını istiyordu? Ne isteyebilir ki bu amca? Tereddütlü bir şekilde sordu.

"Neyi anlatayım?"

Gayet haklı bir soruydu. Kadir Amca en temelden başlamaya karar verdi.

"Adın ne senin?"

"Hamza"

"Hamza ne demek bilir misin?"

Hamza hayır anlamında kafasını salladı.

"Allah'ın Arslan'ı demek."

Hamza duraksadı. Kahverengi gözleri karşısındaki gizemli ama bir o kadarda güvenilir gözüken adam dikmişti. Kadir Amca masanın üstündeki çayı eline aldı bir yudum içtikten sonra masaya tekrar bırakıp

"Peki o zaman Allah'ın Arslan'ı kime denir onu biliyor musun?"

Sohbet ilginç bir şekilde Hamza'nın dikkatini çekti. Gerçekten yıllardır kullandığı bu isim nereden geliyordu?

" Anlatmamı ister misin peki?"

Hamza'nın gözleri kocaman oldu. Merak da etmişti.

"Çok memnun olurum."

'' Hz. Hamza Peygamber Efendimiz in (s.a.v) amcasıydı. Peygamber Efendimiz ilk İslam'ı anlatmaya, yaymaya başladığında yanında çok az kişi vardı. Ve Mekkeli halk Müslüman herkese eziyet ediyordu.

Bir gün müşriklerin başı Ebu Cehil Peygamberimiz Safa Tepesinde ibadet ederken yanına gelir ve hakaret eder. Bunları duymasına rağmen Peygamberimiz sükût eder. Bu olayı duyan Hz. Hamza ise çok sinirlenir ve Mekke'nin meydanında Müslüman olduğunu herkese duyurur.

Bu olaydan sonra Peygamberimiz ve amcası Hz. Hamza hep berber cenk ettiler beraber İslam'ı duyurdular. Daha sonra Mekkeli müşriklerle Medineli Müslümanlar arasında Uhud Savaşı oldu. Bu savaşta Hz. Hamza şehit oldu. Peygamber efendimiz çok üzüldü. Ama ölüm bir son değildir delikanlı gerçek olana yapılmış bir başlangıçtır. ''

Hamza o kadar dikkatli dinliyordu ki. Saatin kaç olduğuna bakmamıştı bile.

'' Sizin adınız nedir?'' diye soracaktı ki gözü saate takıldı. Üzerinde çiçek nakışları olan tahta bir saati. Dükkânın nostaljik görünümünü tamamlıyordu.

Bakışları saatin akrebine kitlenmesiyle, nefesi de kitlendi. Buradayken zaman çok hızlanıyordu, bu dünyadan soyutlanmış gibiydi zaman daha hızlı akıyor, düşünceler yavaşlıyordu. Şu dakikalarda evde olması gerekti ama o değildi. Zor kaçmıştı soygundan şimdi evdelerse ne diyecekti en son yaptığı hareket yüzünden dikkat zaten onun üzerindeydi. Aniden gecenin karanlığını yaran bir şimşek çaktı ve bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başladı. Dışarıdan gelen yağmur sesleri, Hamza'nın düşüncelerini susturmaya yetmedi.

Hamza'nın endişeli halini fark eden Kadir Amca:

"Delikanlı bir sorun mu var?"

"Şu an evde olmam gerekiyordu."

Dedi ve hızla kalktı. İnce siyah hırkasının önüne kapattı ve kapıyı açmak için elini uzattı. Kadir endişeyle karışık bir ifadeyle konuştu.

"Bu yağmurda mı çıkacaksın?

"Başka seçeneğim yok zaten çok geciktim."

"Peki. Allah'a emanet ol delikanlı."

"Sağ olun."

Hızla kapıyı açtı ve kendini yağmura bırakarak bir süre koştu, koştu. Sırılsıklam olmuştu ama şu anda bu umurunda değildi. Acaba işlerini bitirdiler mi, eve gelmişler midir, geldilerse ne diyeceğim?

Yağmur sesi eşliğinde düşünceleri iyice birbirine girmişti. Çevresine bir baktı, sol tarafında kalan banka oturdu. Yağmur damlaları büyük bir hızla toprağa çarpıyor toprakta onları kendine içine çekiyordu. Bir süre böyle oturduktan sonra kalkmaya karar verdi. Ne olursa olacaktı. Kötü bir şey yapmamıştı ki.

Yasakları çiğneyen ilk ya da son kişi değildi. Derin bir nefes alıp yürümeye başladı. Sanki Hamza'nın içinde çakan şimşekler dışardaydı. Kaldıkları iki katlı eski, dış cephesindeki mavi boyası dökülmüş binayı gördüğünde adımlarını durdurdu. Simsiyah saçlarından damlayan sular, kirpiklerine düşüyordu. Kapının önüne geldikten sonra soldan 3.saksının altına baktığında anahtar yoktu.

''Gelmişler'' dedi, hayal kırıklığıyla karışık korkuyla.

 

Loading...
0%