@haticeokumus
|
Korku, tüm vücudu saran o müthiş duygu. Aldığın nefesi zehreden, kalbinin atışını pervaneye çeviren. Kimi zaman bilinmezlikten korkarız kimi zaman ise bedellerden. Hamza'nın korktuğu bilinmezlikti. Ama bilmiyordu ki yapmadığı bir şeyin bedelini ödeyecekti. Genç adamın şu an istediği tek şey kapıyı açan kişinin Deniz olmasıydı. Tedirgin bir şekilde zile bastı ve kısa bir süre kapının açılmasını bekledi. İçinde tarif edilemez bir korku vardı. Nefes alıyor ama aldığı nefesi geri veremiyor gibiydi. Hayatındaki kırılma noktalarında hissettiği bu duygunun adı endişe miydi, korku muydu hala çözememişti. Yağmurda ıslanmış bedeni soğuktan titriyor olmasına rağmen kendisi soğuğu hissetmiyordu bile. Sert bir şekilde kapı açıldı. Kapıyı açan gözleriyle emir veren Sarp'tı. Hamza bu bakış karşısında bir şeyler demesini bekledi ama Sarp Hamza'ya sertçe bakmayı sürdürerek, kapıyı açık bırakıp içeri girdi. Genç adamın tüm vücudu sırılsıklamdı. İçeri girip girmemekte biraz tereddüt etti. Derin bir nefes alıp ilk adımını attı. Hırkasından, kahverengi parkeye düşen damlalar, toprağa kavuşamamanın üzüntüsünü yaşıyordu. Herkes salona toplanmış hararetli hararetli konuşuyorlardı. On kişilik grubun yedisi dokuzu da salondaydı. Hamza'nın da gelmesiyle tamamlanmışlardı. Odasın havasından çok net bir koku seziliyordu 'gerginlik'. Yüzlerindeki ifadeden keyiflerinin pek yerinde olmadığı gözlemleniyordu. Evin haline bakılırsa soygun saatinden önce gelmişlerdi. Şüpheli durumunda olan Hamza, birkaç adım daha atarak kendini gösterdi. Gencin ortama girmesiyle konuşmayı bıraktılar ve ona doğru döndüler. Tayfun çok sinirli, resmen burnundan soluyordu, Deniz'in ise nasıl olduğu pek yüzünden anlaşılmıyordu. Ama ekibin geri kalanı pek de Tayfun'dan farklı değildi. Tayfun önce oturduğu yerden kalkmak için hareketlendi, Deniz ona izin vermedi ve omzundan aşağı iterek tekrar oturtturdu. Hamza birinin bir şey demesini beklesede kimseden ses çıkmıyordu. Ortamın bu hali onu daha da geriyordu. Bu sessizlik birkaç dakika daha böyle sürdü. Hamza odasına çıkmak için merdivene doğru yönelince Tayfun yüksek bir sesle, ''Git üzerini değiştir. Her yeri sırılsıklam etmişsin. Sonra da hemen yanımıza gel. Açıklaman gereken şeyler var!'' Hamza 'tamam' anlamında başını salladı. Üzerini değiştirmek için merdivenlerin sağında kalan odaya doğru yöneldi. Sepetin içine atılmış kıyafetlerden işini görebilecek durumda olanları aldı ve üzerine geçiriverdi. Birkaç dakika yatağa oturdu. Ne diyecekti şimdi, yalan söyleyemezdi. Ekip haricinde dışardan biriyle konuşmak, telefonla veya herhangi bir araçla başkalarıyla iletişim kurmak yasaktı. Ne kadar kendi içlerinde Lider olarak adlandırsalar da 'Üç Yıldız'ın kurallarıydı bunlar. Hata yapan hatasının bedelini çoğu zaman canıyla çoğu zaman da sevdikleriyle öderdi. Hamza'nın grup içindeki varlığı bir sırdı ya da öyle olduğunu zannediyorlardı. Deniz ve Tayfun'un aldığı risklerden habersiz yaşamıştı yıllarca. Belki de bu fedakarlığı öğrenemeden hayata gözlerini kapatacaktı. Hızla ayağa kalktı karar vermişti. Doğruları söyleyecekti. Yanlış bir şey yapmamıştı ki. Kapıya doğru birkaç adım attı kola uzandığı anda kapı açıldı. Hemen geri çekildi. Gelen Denizdi. Fakat bu sefer yüzünden belliydi bir şeylerin ters gittiği. Ela gözleri ışığın vurmasıyla yeşilin alt tonuna bürünmüştü. Hamza daha fazla dayanamadı. "Bir sorun mu var abi?'' '' Sorun, sorun ya! Var tabi.'' Sesi bir şeyler ima eder gibiydi, Deniz'in bu haline alışık olmayan Hamza önce ne olduğunu anlamasa da toparlayarak devam etti. ''Anlamadım abi '' ''Nasıl anlamadın! Neyi anlamadın! Bunu nasıl yaparsın Hamza?'' Deniz şimdiye kadar Hamza'ya hiç sesini yükseltmemişti. Şimdi bile kendini sakinleştirip kısık sesle konuşmaya çalışıyordu. '' Abi ne diyorsun sen? Ne yapmışım, doğru düzgün anlatsana!'' '' Bilmemezlikten gelme.'' Artık sinirlenmişti. Odanın kapısını kapatarak, yapısında olmadığı halde sesini yükseltti. ''Abi gerçekten anlamıyorum. Bir şeyler olmuş belli. Biri de bunu benim üzerime atmış oda belli. Olayı anlat da en azından neyle suçlandığımızı bilelim.'' ''Bilmiyor musun sen şimdi olanları?'' Biraz sakinleşmişti Deniz. Dolabın yanındaki sandalyeyi çekti ve oturdu. Hamza'ya da oturmasını işaret etti. ''Abi sen bana inanmıyor musun? Ben sana bugün yaptıklarımı anlatayım senin bana bir şey anlatacağın yok çünkü. Siz çıktıktan sonra evde çok sıkıldım. Biraz etrafı topladım, hala kimse gelmeyince çıkıp yürümeye karar verdim. Yürürken dalmış gitmişim kendimi bir dükkânın olduğu sokakta buldum. Hava da iyice soğuyunca, dükkâna girdim. Isınmak için biraz oturdum ve birden yağmur yağmaya başladı. Bende sizi evde bekletmeyeyim diye yağmura rağmen çıktım. Koştum ama yağmur çok şiddetliydi anca gelebildim. Benim bu akşam yaptıklarım bu kadar. İsterseniz dükkânın sahibine de sorabilirsiniz.'' ''Bizi polise sen şikâyet etmedin yani." Deniz'in içi rahatlamıştı. Hamza'nın bunu yapacağına baştan beri inanmamıştı zaten. Ama Hamza pek rahatlamış değildi. İnanamıyordu. Bunu yapacağını nasıl düşünmüş olabilirdi. Hiddetle ayağa kalktı. ''Bunu yapacağımı nasıl düşündünüz. İnanamıyorum abi sana bana hiç mi güvenmedin? Sen benim ağabeyim değil misin? Abiler kardeşlerine güvenmez mi? Nasıl inanırsınız buna?'' Hamza çok sinirlenmişti. Odada bir oraya bir buraya gidip duruyordu. Her şeyi diyebilirlerdi fakat ihanet mi? Yapsaydı yıllardır yapardı. Tüm taşlar yerine oturmuştu. Deniz mahcup bir ifadeyle ayaklandı. ''Kardeşimsin elbet sen benim. Ben zaten en başından inanmamıştım senin bunu yapacağına ama eve gelip de seni bulamayınca emin olamadım.'' '' Emin olamadım ne abi ya? Hamza değildir diyemedin mi? Ne olursa olsun ihanet etmez diyemediniz mi? Hepiniz benim abimsiniz. Yaptığınız doğru bir şey olsun olmasın. Hiçbirinizin hakkını ödeyemem ben. Yıllarca baktınız bana.'' ''Haklısın. Özür dilerim. Ben sana inanıyorum ama aşağıdakilere laf anlatmamız biraz zor olacak.'' Deniz, odanın dönüp duran Hamza'nın kolundan tutarak durdurdu. ''Kimseye laf anlatmamıza gerek yok abi. İstemiyorlarsa giderim. Çocuk değilim artık!'' Deniz tam bir şey söyleyecekti ki Tayfun aşağıdan gelmeleri için bağırdı. Hamza kendinden emindi. O yüzden hiçbir korkusu yoktu. Hızla merdivenleri inerek salondaki kalabalığın yanına gittiler. Söze Sarp başladı. '' Birde yüzsüz yüzsüz eve geliyor. Bu ne cesaret. Kime güveniyorsun sen!'' Hamza ilk darbenin Sarp'tan geleceğini biliyordu. ''Ben bir şey yapmadım abi. Kimseye güvendiğim falan da yok. Deniz Abim anlatana kadar olaylardan haberim de yoktu.'' '' Yoktu öyle mi yoktu? İyi ki bir Deniz abin var. Tayfun dedim ben sana çok yüz verdiniz bu velede. Neredeydin o zaman bu saate kadar.'' Sarp, Hamza'nın üzerine doğru yürümeye başlayınca, Deniz aralarına girdi. ''Hava almak için dışarı çıkmış Sarp, yağmur yağınca da bir dükkâna girmiş. Dilerseniz dükkân sahibiyle de konuşuruz ama ben Hamza' ya güveniyorum.'' '' Hamza' ya güveniyormuşmuş. Kim yapacak ondan başka. Bir Hamza bizimle değildi bir de Kaan. Kaan kaç yıllık arkadaşımız. Sen yapmadın öyle değil mi Kaan?'' Kaan susmuştu. İşte bu sessizlik mesajını bas bas bağırmasına rağmen şüphe zilleri duyulmasına engel olmuştu. ''Bende sizin kardeşiniz değil miyim abi?'' Tayfun sessiz bir şekilde bir Kaan'a bir de Hamza'ya bakıyordu. Sarp susmak bilmedi, Hamza'yı karalamak için bir fırsat bulmuştu nihayetinde. ''Sen bizim ne kardeşimizsin ne de başka bir şeyimiz. Yıllar önce Deniz'e uyulmuş yapılmış bir hata hangimize soruldu bu çocuğu alırken.'' Tayfun durumu kontrol etmek istercesine ayaklandı. Onun ayaklanmasıyla birlikte ortamdaki herkes toparlandı. Kendinden ödün vermeyen tek kişi vardı, o da suçsuz birinin üzerine badem rengi gözlerini dikerek üstünlük sağlamaya çalışan Sarp'tı. Tayfun, bilinçli olarak yüksek sesle konuşan Sarp'ın sesini bastırmak için sesini yükseltti. Tayfun'un sesi, sakin olduğunda bile çevresindekilerin mum gibi dizilmesine sebep oluyordu ve şu an sinirlenmişti. " Sarp ileriye gidiyorsun." Sarp'ın son dedikleri çok dokunmuştu Hamza'nın yüreğine. Biliyordu zaten onlara yük olduğunu her fırsatta elinden geleni yapıyordu. Yıllardır hiçbirine bir saygısızlığı olmamış üstüne hepsini de abisi olarak görmüştü. Derin bir iç çekti, artık çocuk değildi. Anlamadan dinlemeden bu tavırlarda neydi böyle? Sarp'ın konuşmalarına odadaki kimsede itiraz etmemişti. Kimse Hamza'yı da dinleyelim bile dememişti. Hamza, Sarp'la aralarında duran abisine biraz daha yaklaştı. ''Öyle mi? Madem öyle kimse istemiyor beni. Ben de istenmediğim yerde durmam.'' Deyip odasına doğru yürüdü. Merdivenin başında Deniz önüne geçti. ''Ani karar verme Hamza. Onlar da öğrenecek gerçekleri. Saat kaç oldu zaten. Bu saatte ne yapacaksın dışarıda? Gel abicim oturalım konuşalım doğru düzgün olmaz mı?'' ''Neyi konuşalım abi onlar çoktan inanmış benim yaptığıma. Sen beni merak etme, başımın çaresine bakarım.'' Odasına geçti bir poşetin içine kıyafetlerini koydu. Poşeti de alıp salona indi ama dönüp hiç kimsenin yüzüne bakmadı. Yıllar önce olduğu gibi. Arkasında ne göreceğini biliyordu. Pişmanlık, acı, çaresizlik, beklenti... Kaçmasının sebebi buydu. Geçmişin bataklığı onu yutmasın diye hep çırpınmıştı. Çırpındıkça da daha da dibe batmış, kendini bile tanıyamaz hala gelmişti. 'Ben kimim? Hamza kim? Kim bu Hamza?' Birisinin anlatmasına o kadar ihtiyacı vardı ki. Sorun ise üzerine toprak attığı Hamza'yı kimse tanımıyordu. Kendisi bile. Koridoru geçip kapıyı açtı. Derin bir nefes aldı ve kapıyı kapatıp çıktı. Durduran olmamıştı, daha doğrusu bunun olacağını kimse tahmin etmemişti. Dışarıda yağmur durmuştu. Ama rüzgâr Hamza'nın içini yakan öfke ve hayal kırıklığı alevlerini söndürmek için büyük bir gayretle esiyordu. Bu olay Hamza'nın Kırılma Noktasıydı. |
0% |