Yeni Üyelik
4.
Bölüm

4- YER GÖK ARASI

@haticeokumus

Geçmiş ve gelecek arasında sıkışıp kalırız çoğu zaman, geçmişin hataları, geleceğin adımlarını etkiler. Endişesiz adım atabilecek miyiz? Zannetmiyorum. Bu endişe bizi geçmişe bağladığı kadar geleceğin gerçekliğine hazırlar.

 

Her zaman geçtiği yollardan geçti, bu sokaklar bu kaldırımlar ve ileride gözüken yıpranmış bank az çekmemişti Hamza'dan. Biraz daha kafasını boşalması lazımdı bu yüzden üst üste yığılmış düşüncelerine barikat kurmaya devam ediyordu. İleride ki bank artık önündeydi derin bir iç çekip banka oturdu. Düşünce seline engel olamıyordu. Şimdi ne olacaktı? Geç olmadan dönse miydi? Hayır, dönmeyecekti. Peş peşe gelen sorularına düşünmeden cevap veriyordu. Hava eskisi kadar esmiyordu yağmurun peşi sıra gelmiş bir durgunluk vardı hava da toprağa karışmış olan yağmur ölmeden önce güzel bir koku bırakmıştı etrafa. Hamza önce nefesini düzenledi kriz anında nefes vermeyi unutuyordu. Verdiği nefesle biraz daha kendine geldi.


Tam banktan kalkacakken sokaktan çıkan adama takıldı gözü, tanıdık bir siması vardı. Hamza adamın da dikkatini çekmiş olacak ki adam gence doğru yürüdü. Karanlığın içinden beyaz takkesiyle, uzun siyah paltolu yaşlı bir adam Hamza'nın yanına oturdu. Evet, bu adamı görmüştü Hamza. Bir kaç saat önce dükkanda gördüğü amcaydı bu. Saçları aklaşmış ve sesi huzur veren o amca.
Kadir amca ufak bir tebessümle kafasını simsiyah gökyüzünde parlayan yıldızlara çevirerek konuştu.


"Hep yere bakıyorsun evlat. Gözlerin toprakta gömülü kalırsa, gökyüzünde ki bu güzellikleri nasıl göreceksin?"


Bu sözün ardından Hamza ilk defa kafasını kaldırarak gökyüzüne baktı. Küçüklükten beri böyle bakmamıştı gökyüzüne. Huzur veren bir tabloydu bu. Küçüklü büyüklü yıldızlar simsiyah bir tuvale serpiştirilmişti sanki. Sonra gerçekleri hatırlamış gibi kafasını tekrar eğdi.


"Gökyüzüne bakmak pek benlik değil amca. Galiba ben toprak insanıyım."


"Sen toprak insanı değilsin evlat, sen geçmişine sıkışmış bir insansın."


Hamza, Kadir amcanın bu sözüne karşılık derin bir nefes alarak konuştu.


"Haklı olsanız da ne geçmiş ne gelecek şu anı değiştirmez. Ne olursa olsun tek değişen zaman. Oturduğum bankta aynı, önümde ki denizde. Ve insanların güvenleri de aynı. Hala kimse bana güvenmiyor."


Kadir Amca, az çok durumu anlamıştı. Hamza'nın elindeki siyah poşete bakarak.


"Önce biz namazımızı kılalım sonrası, Allah Kerim."


Hamza, gidecek başka bir yeri olmadığı için Kadir Amca'nın peşine düştü. Ufak bir yokuştan sonra uzun minarelere sahip küçük bir cami gördüler. Cami pek yeni sayılmazdı. İstanbul'da ki diğer camiler gibi gösterişli değildi. Duvarlar renk cümbüşü ile donatılmasa da farklı bir samimiyet vardı. Temiz avlusu ve samimi havasıyla bir başkaydı sanki. Hamza'yı huzurla dolduran şey ise camiyi çevreleyen bakımlı çiçeklerdi. Kırmızı bir gülün kokusunu içine çekti.

Hamza. Gülü koparıp götürmek istese de kıyamadı. Kırmızı gül oraya aitti, onun sedasını duyabilmek için beklemesi gerekirdi.
O sırada yanında onu izleyen Kadir amca, genç adamı izlemeyi bırakarak abdest almak için şadırvana yöneldi. Hamza Kadir amcamın arkasından seslendi.


"Sizin isminiz nedir?"


"Kadir."


Hamza tebessüm etti. Kaç seferdir karşılaştığı bu kişinin ismini öğrenmişti sonunda. Kadir Amca şadırvana oturdu, Hamza'ya da yanına oturması için işaret etti. Hamza, Kadir Amca'nın hareketlerini takip ederek abdestini aldı. Caminin içine girdiler. Dışına göre süslüydü, tavanlarda ve halılarda ki motifler çeşit çeşit, göz yormuyordu. İki rekat namazlarını kıldıktan sonra camiinin avlusuna tekrar çıktılar. Bir süre sessiz sessiz yürüdüler. İkisi de belli etmese de sırtlarında ki yükler yavaşlatıyordu adımlarını. Birisi geçmişin prangalarına vurmuş bedenini , birisi ise geleceğin belirsizliğine karşı kırmıştı kanatlarını .

Hamza sokaktaki çiçekleri sayarken Kadir Amca gökyüzünde ki yıldızları sayıyordu. Hafif esinti eşliğinde yürürken dükkanın önüne gelmiş buldular kendilerini. Kadir Amca hırkasının cebinden anahtarını çıkardı ve Bismillah diyerek açtı dükkanını.


"Saat daha erken değil mi? Bu saatte mi açacaksınız dükkanı?"


" Bu saat çok bereketlidir delikanlı. O yüzden Allah'ın izniyle hep bu saatte açarım dükkanı."


"Nasıl? Bu saatte kimse oturmaya gelmez ki?"


"Hak Teâlâ rızıkları, fecr ile güneşin doğacağı vakit verir. Buyurmuş Peygamber Efendimiz (s.a.v) O saatler de tam da bu vakitler başlıyor."


Diyerek cevap verdi Kadir Amca. Tam o sırada Hamza'nın gözü masanın üzerinde ki cama asılmak için hazırlanmış 'Eleman Aranıyor' yazısına takıldı.


"Ben sizinle çalışabilirim."Dedi büyük bir heyecanla. Kadir Amca duymamış olacak ki


"Efendim."


Hamza masanın üzerindeki kağıdı eline alıp:


"Eğer sizde isterseniz ben yanınızda çalışabilirim."


"Bak gördün mü delikanlı? Günümüz şimdiden bereketlendi bile."


Hamza'nın elinden kağıdı aldı ve masanın altında ki çekmecelerden birine koydu.


"O zaman şuradan bir önlük verelim sana. Bugünden başla çalışmaya."


"Tamam çok sevinirim."


Dedi hevesli bir sesle. Birkaç saat öncesine kadar yapacak hiçbir şeyi olmayan Hamza'nın şimdi helal yoldan para kazanacağı bir işi olmuştu. Kadir Amca elinde beyaz bir önlükle geldi ve onu Hamza'nın beline bağladı.


"İlk işini verelim o zaman. Bugün hava güzel. Önce kapının önünü süpürelim sonrada şu köşedeki sandalyeleri ve masayı çıkartırsın."


"Tamam Usta."


Biran da hem Hamza'nın hem de Kadir Amca'nın yüzünde kocaman bir tebessüm oluştu.


*** 
 
 
 

GERÇEKLER


Hamza gittiğinden beri kimse uyumamıştı. Ortamın gerginliği sadece Hamza'nın evi terk etmesi değildi. İçlerinde yaşanmış olan anlaşmazlıktı. Kimi Hamza'nın dinlenmesi gerektiğini savunuyor kimi ise Sarp'ın doğruları söylediğinde ısrarcı oluyordu. Tayfun, dirseğini dizine yaslamış, elini çenesine götürmüş düşünüyordu. Hamza'yı şikayet etmeyeceğini bilecek kadar tanıyordu. İçindeki sıkıntıyı arttıranda buydu. Deniz bir o tarafa bir bu tarafa dönüp duruyor bir taraftan da homurdanıyordu.

"Nasıl çocuğun gitmesine izin verdiniz, olayın aslını astarını öğrenmeden. Ne yapacak o çocuk dışarıda. Allah'ım anlamıyorum hiçbirinizi!"

Ortamın gerginliğinden yararlanmak isteyen bir porsuk vardı. Sarp oturduğu yerden kalktı.

"Ne çocuğu! Kendi de dedi çocuk olmadığını. Sen hala neyin hesabını yapıyorsun. Madem o kadar seviyordun git peşinden. Kapı orada!"

Deniz iyice sinirlenmişti artık. Sarp'a doğru yürüdü:

"Lider'i tanıman herkese her istediğini deyip, yaptırman anlamına gelmiyor. Bana kapıyı gösterecek kadar kim olduğunu zannediyorsun lan sen! "

"Madem o kadar iyi biliyordun liderlik yapmayı sen yapsaydın liderliği kaç yıldır."

Tayfun hararetli konuşmaya sert bir giriş yaptı. Sarp'ın niyeti belliydi, grup içindeki ikiliği daha da alevlendirip aradan kaçmak istiyordu.

"Sarp, yıllar önceki konunun ne alakası var. Ortalığı karıştırma. Herkes gergin. Kapa çeneni!"

Deniz, Tayfun'un öfkeli sesini bile duymadan devam etti.

"İstesem bende yapardım!"

Sarp geride durmuyor. Deniz'in üzerine gitmeye devam ediyordu.

"Senin liderliğini de gördük. Topladın sokak çocuklarını eve."

İşte Denizin kopuş noktası bu kelimler olmuştu. Elini sertçe duvara vurdu. Duvardan çıkan tozlar ortamın havasını ani bir şekilde değiştirmişti. Deniz, sarpın üzerine yürümemek için kendini zor tutuyor, yumruklarını kanatırcasına sıkıyordu. Sinirlendiğinde hep yaptığı gibi saçını karıştırdı. Yıllarca öfkesini kendinden çıkarmış, pişmanlıklarını içine gömmüştü. Şuan ise karşısında duran sersem adam toprağını eşeliyordu. Onun bu halini gören Tayfun Denizin yanına giderek omzunu sertçe tutarak sarstı. Bu işin burada kapanması gerekiyordu. Yoksa Tayfun da kendini tutamayacak, sarpın boğazına yapışacaktı. Tayfun'un acıması olmazdı. Ne Deniz gibi sakin kalmaya çalışır ne de Hamza gibi olayları çözüme kavuşturmak için çabalardı.

Deniz çaresizliğin verdiği öfkeyle son kez duvara vurdu. Vuruşunun etkisiyle elinin üstü hasar almış derinin bir kısmı etten sıyrılmıştı. Tayfun da arkadaşının bu öfke nöbetine daha çok dayanamayarak Sarpa doğru bir adım attı. Tayfunla göre bütün problem Sarp'tı. Tam Sarpa doğru hamle yapacakken arkadan ince bir haykırış yükseldi. Kaan tereddüt eder bir sesle konuşmaya başladı.

"Özür dilerim, hepinizden özür dilerim."

Diyerek elleriyle yüzünü kapattı. Tayfun şaşkınlıkla,

"Ne demek istiyorsun lan sen! Oğlum bak şu saniyeden sonra söyleyeceklerini dikkatli seç."

Kaan olanların sorumluluğunu kaldıracak kadar güçlü karakterli biri değildi. Oynadığı gizem rolüne daha fazla bürünememiş ve itiraf etmişti.

"Sizi ben polise ihbar ettim. Önceki gün Tayfun'la kavga etmiştik. Söylediği şeyler çok ağırıma gitti o an ki sinirle polise gittim işte, çok özür dilerim."

Deniz, Kaan'dan gelen bu itiraf karşısında şok olmuştu. Artık bir şey düşünemiyor tepki bile veremiyordu. Hamza'nın bir şey yapmadığını biliyordu ama olayın Kaan'dan çıkacağını da hiç düşünmemişti. Kendince çıkış yolları aramış, Üç Yıldız kendilerine kurduğu bir tuzak olabileceği bile aklına gelmişti. Deniz kendini arkasında duran koltuğa bıraktı. Kaan'ın bu itirafıyla tüm oda sessizleşti . Sarp bile Kaan'ın bu hamlesine şaşırmıştı.

"Ne diyorsun lan sen!? Senin yersiz gururun yüzünden suçsuz bir çocuğu evden kovduk oğlum biz. Bize bu ihaneti nasıl yaptın? "

dedi, Tayfun.

Odada ki sessizlik, Tayfunun Kaan'a indirdiği sert yumruk ile bozuldu. Sinirden damarları görünür bir hal almıştı. Tayfun omzunu gerginleştirdikten sonra, destek almak için duvara tutunmuş Kaan'a göz ucuyla baktı. Burnundan kan damlayan Kaan, yediği sert yumruğun etkisiyle tökezlemiş bir şekilde ikinci bir yumruğun gelmesini bekledi. Tayfun sol eliyle Kaan'ın yakasından tutarak tekrar kaldırdı.

"Ne olacak şimdi haberin var mı? O kadar mı aptalsın? Canın tehlikede oğlum. Değer miydi lan bunun için."

Öfkeli sözleri arasında ikinci yumruk Kaan'ın yüzünün soluna inmişti bile. Kaan'ın sessizliğine karşın Tayfun konuşmaya devam etti.

"Bu kadar zor mu lan konuşmak. Üç Yıldız'ın kulağına gittiğinde ne olacağını düşündün mü? Bu kadar basit mi senin için her şey?"

Yüzü kan içinde kalan genci yere bıraktı. Tayfun hala kendinde değildi. Yerde kalmış Kaan'a bakmadan konuşuyordu.

"BU OLANLAR BURADAN DIŞARI ÇIKMAYACAK. ANLADINIZ MI LAN BENİ!?"

Sarp'a dönmüştü. Çıksa bile bunu yapacak tek kişi Sarp olurdu. Ama hain porsuğun, Tayfun ve Deniz haricindekilerle problemi yoktu. Ve ihanetin bedelinin ne olduğunu çok iyi biliyordu. Tayfun biraz daha sakinleşmişti. Kaan'da yavaştan ayaklanıyorken, kendine doğru hızla gelen adımları gördüğünde, kafasını kaldırmaya vakit kalmadan Deniz karşısında durmuştu. Şuan sadece yer yer duvara çarpmanın etkisiyle kan olmuş Deniz'in yumruk yaptığı elini görebiliyordu. Kaan'a kısa bir süre baktıktan sonra arkasını dönerek kapıya yöneldi.

"Siz ne yaparsanız yapın. Ben Hamza'yı aramaya gidiyorum."

Tayfun.

"Bende geliyorum."

Daha sonra Kaan'a dönerek.

"Şikayet meselesini daha sonra ayrıntılı konuşacağız merak etme."

Dedi, ve siyah deri ceketini alarak Deniz'in arkasından evden çıktı.

Grubun içindeki ilk tartışma bu değildi. Ama en önemlisi buydu. Çünkü Tartışma kutupları Deniz ve Tayfun değildi bu sefer.

 

 

Loading...
0%