@haticesar
|
Keyifli okumalar ✨ (yukarıda gördüğünüz kişi Kara Akrep karekteridir.) 🎶 Duncan Laurance. Arcede
Mezarlıktaydım, annemin mezarlığına gidiyordum. Her yer fazla sessizdi, aslında mezarlık hep sessizdi ama ilk kez sessizlik korkutmuştu beni. Kafamı gökyüzüne kaldırdım kapkara bulutlar vardı şimşekler çakıyordu. Sabah mıydı? veya akşam mıydı? Bilmiyordum. Kara bulutlar yüzünden saat kavramı yok gibiydi. Mezarlığa yaklaşmıştım annemin mezarının yanında sırtı dönük iri bir adam vardı. Ne yaptığını pek göremiyordum. Adımlarımı hızlandırıp mezarlığın yanına 2,3 adım kala durdum. Adam mezarlığın üstündeki tüm gülleri kesiyordu. Yüzünü göremiyordum çünkü dehşetle kestiği güllere bakıyordum. Sinirle gidip adamın kollarından ittim.
"Ne yapıyorsun sen?" Adam beni yeni fark etmiş gibi gözlerini bana çevirdi. Ama bu gözler onundu, bu iğrenç bakışlar ona aitti. Benimle göz teması kurduğu an gözlerinde yine aynı aşağılama ifadesi vardı. Yüzünü incelediğimde yine her şey aynıydı sadece eskiden kahverengi olan saçları ve sakalları artık gri, beyaz bir hal almıştı.
"Canım kızım bak baban geldi sarılmak yok mu?" Yüzündeki iğrenç gülümsemeyle sarılmak için öne doğru atıldı. Arkaya doğru kaçtım. Sarılması benim için ölümdü. Sırtımı dikleştirip ona korkmayan bakışlarla baktım.
"Yaklaşma bana, niye geldin buraya?" Dedim. annemin mezarına döndü.
" Karımı özledim." Dedi. Özlediği karısını öldüren bir adam nasıl özlerdi ki karısını.
"Git buradan kestiğin gülleri de geri ver." dedim. Her geldiğimde gül getirip ektiğim mezarın üstündeki küçük bahçeden sadece sekiz tane gül kalmıştı. Gözlerine baktığımda kafasını gülümseyerek iki yana salladı.
"Senin yüzünden öldü güzel karım, sen o gün onun güzel bedeninin arkasına korkak gibi saklanmasyadın yaşıyordu. Sen ölseydin onun yerine daha az acı çekerdi herkes. Senin yüzünden senin varlığın yüzünden. Senin onun kızı olman yüzünden" dedi. Sesi sonlara doğru nefret ve sinirle yükselmişti. Gözlerim doluyordu. Dikleştirdiğim omuzlarım çöktü. Ayaklarım beni taşımıyordu. Dizlerimin üstüne çöktüm. Üzerimdeki pantolon yerde oluşan çamurla kirlenmişti.
"Bu dünyadaki tek hatası seni doğurmaktı." dedi. Bakışlarımı kaldırıp nefretle ona baktım.
"Bu dünyadaki tek hatası senin gibi biriyle evlenmesiydi."bağırarak söylediğim sözlerden sonra kahkaha atmaya başladı. Yaklaşıp önümde durdu.
"Mezarda sekiz gül var fark ettiysen."dedi. Yaklaşınca ondan uzaklaşıp hızlı bir şekilde ayağa kalkıp mezarın yanına gittim. Küçük gül bahçemden sadece sekiz gül vardı. Arkamda bir soluk hissediyordum arkamı döndüğümde aramızda az bir mesafe vardı. Ondan uzaklaştım. Gitmek istiyordum ama mezara bir şey yapar diye gidemiyordum. Elinde birdenbire bir balta belirdi. Kaldırıp omzunun üstüne koydu.
"Bu sekiz gülün her biri intikam alma girişiminizde solucak yani ölücek çünkü siz kendi hırslarınız uğruna birbirinizin ruhunu öldürüceksiniz. Birbirinizin katili olucaksınız." dedi. Yine o iğrenç kahkahalarından atıp. Kaldırdığı baltayı annemin mezar taşına vurup parçaldı. Kalbim, aklım hepsi durdu ne konuşabiliyor ne hareket edebiliyordum. Mermerin yerde parçalanmış hali, annemin isminin her bir harfinin başka yerde olmasını kacaman açtığım gözlerle izliyordum.
"O yalandan ailen olacaklara pek güvenme canım kızım çünkü onlar senin sonun olucak. Sizin sonunuz olucak"dedi. yüzümü ona çevirmemle Bu sefer baltayı tüm hızıyla yüzüme indirdi.
Uyandığımda nefes nefeseydim ellerimi yüzümde gezdirdim çok...çok gerçekçiydi ter içinde kalan yüzümü elimle sildim. Yanıma baktığımda Aygül uyuyordu. Yataktan ayaklarımı sarkıtıp dirseğimi dizime yasladım elimi yüzümden bir türlü çekemiyordum balta sanki gerçekten benim yüzüme çarpmıştı. Başımda atlılar koşturuyordu sanki.
Yataktan kalkıp yürümeye başladım. Soluğu hala boynumda gibiydi. boynumu elimle silmeye çalışıyordum. Kafamın içinde yapboz barçaları vardı.
Başım ağrısıyla, kalbimin atma hızı şuan bir yarışın içindeymiş gibi birbirini geçmeye çalışıyordu. Gerçekten baltayı yüzümün parçaladığını hissettim. Annemin mezarının parçalandığını rüya değilde gerçekmiş gibi yaşadım. Bu bir rüyadan hatta kabustan da öte bir şeydi.
Ağır adımlarla salona geldiğimde Yiğit'i görmemele derin bir nefes aldım. Burda olması nedense içimi rahatlatıyordu. Çift kişilik koltukta uyuyordu. Bu boyla sığmazsın demiştik ama koltuğu her iki kenarını açınca kendine küçük bir yatak yapmıştı. Sırtüstü uyumuştu bir kolu koltuktan aşağıya sarkmıştı, ayaklarını her iki yana açmış, kafasını yastıkta değil koltuğa koymuştu, hareketli uyuyanlardandı.
Salondan geçip mutfağa geldim kendime bir bardak su doldurup balkona çıktım. Bardağımdan bir kaç küçük yudum alıp kenara bıraktım.
Güneş doğmak üzereydi. Sokağa baktığımda kimse yoktu bir sandalye çekip oturdum. Gördüğüm rüyayı aklımdan çıkaramıyordum. Babamın çıkıp gelmesi, baltayla mezarı parçalaması, sonra baltayı alıp yüzüme vurması kalbim yine hızlı atmaya başlamıştı. Elimi kalbime bastırıp"o hapiste,o hapiste korkacak bir şey yok."diyip avutuyordum. Bu bir rüyaydı ama gerçek olup olmayacağı belli değildi. Kafamda anlamlandırmadığım parçalar vardı. Yerine oturmayan parçalar.
Hayat sürprizlerle doluydu bana karşı ama hep kötü sürprizler olduğu için artık sürprizlerden de nefret ediyordum. Sunduğu sürprizler de hep cüretkar davranmıştı. Hangisi daha ağır gelir diye tartmıştı ve ona göre seçip karşıma çıkarmıştı. Ve başarmıştı da.
Dün akşamki konuşmamızın üzerinden baya bir geçmişti. Yiğit'in değişiyle bay gizemle bugün tanışıcaktık." Babamdan almak istediğim ama alamadığın intikam." Demişti mektupta haklıydı almak istediğim ama alamdığım intikam.
Saatin kaç olduğunu bile bilmiyordum güneş artık yarısından fazla doğmuştu. Gördüğüm rüyayı tam hatırlamıyordum. annemin mezarı vardı, balta vardı ve babamın beni suçlaması vardı. Senin yüzünden demişti seni korumaya çalıştığı için öldü demişti. Gözlerim dolmaya başladı. Ben annemin ölümünü neden isteyeyim. Ben daha 13 yaşındaydım ölümün ne demek olduğunu yavaş yavaş anladığım zamanlarda ölümü en acı şekilde tatmıştım. Gözümden yaş akıp yere düştü. Gözümdeki yaşı silip güneşe bakmaya başladım. Koca bir ışık hüzmesi ve sıcaklık topu.
Gözümü güneşten alamıyordum birazdan gökyüzündeki yerini alıcaktı. İnsanlar kalkmanın saatini güneşten anlayıp kalkıcıklardı. Yetişkinler işe gidicekti, çocuklar okula, diğerleri evinde oturacaktı ve benzeri şeyler olucaktı. Gün boyunca koşuşturmalar olucak ve birden akşam olucak eve gelicekler yemek yedikleri sırada haberleri izliyecekler bugün kaç ölü kaç hırsızlık olayı kaç silahlı çatışma uyuşturucu operasyonu kaç kişiye tecavüz edilmiş kaç kadın ölmüş haberi izledikten sonra gidip uyuyacaklar. Ve yarın yine güneş doğacak yine aynı günü tekrar edeceklerdi. Böyle böyle günler geçecek sonra pat diye ölücekler dünyada sadece bir döngünün içinde hapis hayatı yaşadıklarını anlayacaklar.
"Abla!" Diyen bir çocuğun sesiyle düşüncelerinden sıyrılıp ayağa kalkıp balkondan aşağıya baktım. Elinde bir sepet olan tahminen11 yaşlarında erkek bir çocuk kafasını balkona doğru kaldırmış kocaman açtığı gözlerle bakıyordu.
"Efendim."dedim. Çocuk gülümseyip sepeten bir gazete ve ekmek çıkardı. Her iki yanağında da gamzesi vardı konuşunca bile görünüyordu.
"İster misin?" dedi. Küçük çocuğun bu satlerde dışarıda ekmek ve gazete dağıtması ne kadar korkutucuydu. Burası pek tekin değildi ve bir çocuk için daha da tekin olmayabilirdi.
"Ne yapıyorsun bu saate dışarıda." Çocuk sorduğum soruyu duyunca affalamıştı. Galiba pek kimse ona neden bu işi yaptığını sormuyordu.
"Ekmek parası be abla."dedi buruk bir gülümsemeyle söylediği laflarından sonra gözümdeki acıma duygusunu silip ona gülümseyerek bakmaya başladım. Çünkü bir çocuk için acımış şekilde bakmak çok aşağılayıcı bir durumdu.
"Okula gidiyor musun?"dedim. Yüzündeki gülümseme kaybolup yerini üzüntüye bıraktı. Kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı.
"Çalışıyorum anneme ve kardeşime bakıyorum."dedi. Bir çocuğun ailesine bakması ve bu yaşta bu saate bu tekinsiz sokakta olması çok kötüydü. Baban nerde akrabalırın varmı? Diye sormak istiyordum ama yüzündeki üzüntülü ifadeyi büyükmek istemediğimden sustum.
"Alıcan mı abla?"gülümsemeye çalışarak elindekilerini bana doğru uzattı.
"Alırım 2 dk bekle geleyim." İçeri geçmek üzereydim ki,
"Ben getiririm abla zahmet etme."
"2 dk bekle tamam mı?"dedim. Arkamı dönüp hızlıca ve sessizce içeriye doğru koştum ve sessizce dış kapıyı açıp çıktım. Botlarımı giyip fayans olan merdivenlerden indim. Binanın kapısını açarak dışarı çıktım. Elinde sepetiyle balkonun altındaki kaldırıma oturan çocuk gözüme çarptı. Üstünde bu soğuk havaya rağmen sadece bir yıpranmış kazak vardı. Havlama sesi geldi çocuğa doğru koşan cambazı fark etmemle hızla çocuğa doğru koştum. Çocuk yerinden kımıldamayıp Cambaz'a korkan gözlerle bakıyordu. Cambaz ve kaldırımda oturan çocuğun arasına geçtim.
"Cambaz! Sakın ona dokunma!" Bağırarak söylediğim sözlerden sonra Cambaz korkup uzaklaştı. Arkamda bir hareketlilik hissettim ardından belime sarılan çift küçük ele baktım. Arkamı dönüp dizlerimin üstüne çöküp çocuğa sarıldım. Boynuma sardığı elleri daha da sardı.
"Korkma ben buradayım." Diyip. ellerimi kaldırıp saçlarını okşamaya başladım. Yavaş şekilde uzaklaşıp yüzüne bakmaya çalıştım ama bana gözlerini kaçırıp başını önüne eğdi. Uzaklaşıp kaldırımdaki sepetinden bir ekmek ve gazete çıkarıp uzattı.
" Para vermsen de olur." Utana sıkıla söylediği sözlerden sonra arkasını dönüp gidiyordu.
"Gitme." Dememle durdu ayağa kalkıp önüne geçtim elleriyle yüzünü gizliyordu.
"Ben korkağın tekiyim. nasıl bir köpekten korkarım... Nasıl korkarım. Nasıl." Dediğinde kafamı sağ omzuma yatırıp ona anlayışla baktım.
"Nasıl koruyacağım abla?" Merakla yüzüme baktı ela gözleri kızarmıştı."kimi?" Gözünden bir gözyaşı yanağından akıp yere düştü elimi kaldırıp baş parmağımla yanağını sildim." Kimi?"dedim tekrar ederek.
"Annemi, kardeşimi... Ben daha kendimi koruyamıyorum bir köpekten de korkuyorum."dedi. Herkes korkardı. Korkması onun suçu değildi. Ama bu ailesini koruması zorunluluğunu ona hissettiren kişi suçluydu. Onu bu yaşta çalışmaya zorunluluğu yükleyen kişi suçluydu. Elimi yanağından indirip sepeti elime aldım.
"Bu gün ki tüm ekmekleri ve gazetelerini ben alıcam." Koluyla sildiği ela gözlerini bana çevirdi." Ama bir şartla."artık ağlamıyordu iri gözleri ufak burnu ve ufak dudakları vardı. Konuşurken bile çıkan derin gamzeleri ve kıvırcık sarımsı saçları vardı.
"Ne şartı?" Diyip altan altan meraklı gözlerle bana bakıyordu. Sepeti kaldırıma geri bıraktım. Eğlenceli çıkmasını umduğum bir sesle.
"Sana köpekten korkmanın ne kadar gereksiz olduğunu öğreticem. Sende bir daha köpekten falan korkmayacaksın." Artık dişlerini görüyordum çünkü ilk kez 32 diş gülüyordu yani o yaşta kaç dişi varsa o kadar gülüyordu. Çıkan ufak derin gamzelerine işaret parmaklarımı bastırdım. bu yaptığım hoşuna gitmiş olucak ki daha fazla gülümsedi. Cebimden çıkardığım parayı ona uzatım. Ama almayıp kafasını her iki yana hızlıca salladı.
"Alsana aaa bak kızıcam artık." Dedim. Bu sinirli halime gülerek parayı cebine koydu.
Etrafa baktım ama cambaz yoktu gitmişti ondan özür dilemem gerekiyordu ona bağırdığım için ve bir ara gerizekalı dediğim için"Cambaz! Neredesin?" Ayaklanıp etrafta onu aramaya başladım.
"Cambaz, gel lütfen bak seni kiminle tanıştırıcam." Yumuşak çıktığını umduğum bir sesle söylediklerimden sonra biraz daha yürüdüm evden biraz uzakta çöp bidonlarının biraz ilerisinde oturmuş olduğunu gördüm. Yanına oturup başını okşadım kafasını kaldırıp bana baktı.
"Bak hatalıyım kabul ama sende bir çocuğa doğru koşuyordun. Korumak amaçlı bağırdım sana özür dilerim." Bir iki kere havlayıp yanıma biraz daha sokularak başını ayağımın üzerine koydu.
"Afetin mi beni?" Sorduğum soruya karşılık olarak havlayıp ayağa kalktı kuyruğunu sallaya sallaya yürümeye başladı. Bende ayağa kalkıp onunla evin önüne geldim adını sormayı bir türlü akıl edemediğim çocuk elinde bir dalla yere bir şeyler çiziyordu. Cambaz havladığında irkilerek elindeki dalı yere düştü. Cambaz'la yavaşlayarak kaldırımda oturan çocuğun yanına oturduk. Cambaz'ı soluma çocuğu ise sağıma oturtum yanımdaki çocuğa dönüp;
"Adın neydi senin?" dedim. Bakışlarını köpekten çekip bana baktı.
"Öz-Özgür." Titreyen sesiyle yutkunarak yaklaşıp yanım sokuldu." Senin adın ne?" dedi. İsim benzerliğimiz beni gülümsetmişti.
"Adım Özgün." Şaşkın gözlerle.
"Adımız neredeyse aynı."diyip yanıma yaklaştı.
"Adaş gibi bir şey olduk."dedim. Yanımdaki cambaz'ı ayağa kaldırıp yavaş bir şekilde Özgür'ün yanına yaklaştırdım.
"Korkma bu köpeğin adı Cambaz."dedim ama pür dikkat Cambaz'a bakıyordu. Küçük ellerinden tutup cambaz'a yaklaştırdım gözlerini kapatmıştı. Elini kafasına koyup, "gözlerini aç." dedim. Cambaz'ı aramıza oturtum. Gözlerini yavaşça açıp bir eline bir köpeğe baktı. Elinin üstündeki elimi kaldırdım. Parmaklarını yavaşça tüylerinde gezindirmeye başladı.
"Sen ne güzelsin."demesiyle cambaz tatmin olmuş bir şekilde havladı. Özgür'ün elleri titriyordu ama dakikalar geçtikçe artık daha az korkuyordu.
Özgür ve cambaz birbiriyle iyi anlaşmıştı. Sokağın ortasında Özgür sopa attıyordu cambaz'ın getirmesini bekliyordu. Sokağı havlama sesleri ve Özgür'ün kahkahası duyuluyordu.
"Ne oluyor lan bu sesler ne." Yiğit'in sesi ile kafamı balkona doğru kaldırdım."Özgün ne yapıyorsun sabah sabah acaba?"
"Oturuyorum."diyip cambaz ile oynayan Özgür'e baktım.
"Hadi canım halay çekiyor gibi gözüküyorsun zaten."dedi. Gülüp kafamı aşağıya eğdim.
" Özgür!" Seslenmemle bana doğru koşmaya başladı arkasında ise cambaz vardı.
"Efendim Özgün." Abla demeyi bırakmıştı daha samimi olmuştu galiba.
"Saat kaç Yiğit?" Dedim kafamı kaldırıp Yiğit'e baktım kolunda hiç çıkarmadığı saatte bakıp.
" Sekiz buçuk."
"Günaydın sen kimsin?" Yiğit'in sorduğu soru ancak bu kadar nazik söylenilebilirdi galiba."Arkadaşım Özgür." Özgür hevesle başını salladı.
"Bende Yiğit Özgür tanıştığımıza memnun oldum." Özgür bana bakıp 'bu kim' der gibi bakıyordu.
"Kardeşim Yiğit." Dedim. Kaşlarını kaldırıp ciddi bir yüz ifadesi takınıp Yiğit'e baktı.
"Bende memnun oldum Yiğit abi." Beni galiba daha samimi bulduğu için abla demiyordu yanımdaki sepete baktım en az 10 tane ekmek vardı.
"Özgür bu ekmekler bize çok ben sana versem sen alıp evine götürsen." Dedim. Bakışları hüzünle bana döndü ona acıdığımı düşünüyordu başını hızla iki yana salladı.
"Yanlış anlama biz bunların hepsini yiyemeyiz bu sebepten dolayı almanı istiyorum." Dedim bakışları yavaş yavaş değişiyordu." Hem zaten saat geç oldu kim alır bu kadar ekmeği? Sen al benim sana hediyem gibi düşün." Ekmekleri hediye diye kulanan ilk insandım galiba. Kapıda elinde bir mont ile Yiğit göründü. Yanıma gelip bana göz kırptı.
"Özgün bana bu çok küçük oldu napayım bunu?" Özgür başını eğip ayaklarını yere hafif hafif vuruyordu. Aslında Yiğit'in bir kaç ay önce aldığı bir montu ama bir kere yıkanınca küçülmüştü.
"Aslında benim aklımda bir şey var ama."diyip. Özgür'e kısık gözlerle baktım.
"Özgür bu senin olsun mu Yiğit abin atıyor sonra." Dedim. Özgür konunun ona dönmesiyle kafasını eğdiği yerden kaldırarak.
"Benim mi?"şaşkınlıkla bize bakıyordu Yiğit kafasını sallayıp montu Özgür'e uzattı. Özgür tereddütlü gibiydi.
"Alsana Özgür hem bu güzel mont atılsın mı?" Yiğit'in dedikleriyle elindeki montu alarak üzerimde bulunan parayı montun cebine koydum gizlice. Para çok saylmasada Özgür'ün az da olsa işine yarayacak kadar vardı. Montu alıp Özgür'e doğru kaldırdım.
"Dön arkanı," dedim. Çatılmış kaşlarla ne dediğimi anlamaya çalışıyordu. "Dön arkanı Özgür." Vazgeçip arkasını döndü. Montu sırtına koyup kolunu geçirmesine yardım ettim. Bize döndüğünde mont ona biraz büyük geldiğini fark ettim. Mont ellerini gizliyordu ki bu iyi bir şeydi elleri üşümezdi en azından.
"Lan ne kadar yakıştı, tabi benim kadar olamasada." Yiğit'in dedikleriyle yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Bana dönüp.
"Nasıl oldu Özgün?"dedi. Ela gözlerine merak oturmuştu. Yaklaşarak önünde diz çöktüm montun fermuarını kapatıp ayağa kalktım.
"Çok yakıştı Yiğit'e bile bu kadar yakışmamıştı."dedim. Gülüp Yiğit'e döndüm bozulmuş bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu.
"Teşekkür ederim." Özgür'ün sesiyle ona döndüm. Kafamı omzuma doğru yatırıp ona baktım."Uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim ikinizede teşekkür ederim." Uzun zamandır demişti acaba ne kadardı bu zaman belki 1 hafta belki 1 ay belki 1 yıl belki de daha fazlası bir çocuğun "uzun zamandır bu kadar eğlenmemiştim." diye bir söz kulanması ne kadar adaletli bir dünyada yaşadığımızı kanıtı gibiydi. Elinin montuna götürüp üstünde gezdirdi.
"Bunu aslında atmayacağınızı biliyorum benim üşüdüğümü fark edip verdiniz bunu üzmemeyerek yapmaya çalıştınız fakındayım... Bunun için de teşekkür ederim."akıllı bir çocuk olduğunu biliyordum ama bu kadarını beklemiyordum. Yiğit ile bu beklemedik sözler karşısında şaşırmıştık. Yanımdaki kaldırım da duran sepeti alıp.
"Bu ekmekleri bana verdiğiniz için teşekkür ederim ama-"
"Ama yok bu benim sana hediyem o montsa Yiğit abinin hediyesi."sözünü kesip hırsla söylediğim sözlerden sonra.
" Ne dersem bu ekmekleri bana vericektin değil mi Özgün."dedi. Kafamı hızla sallayıp onu onayladım.
"Neyse ben eve gidiyim annem bekler." Arkasına dönüp bir kaç adım attı ki dönüp hızla bana doğru yürümeye başladı. Diz çöküp sarılmasını bekledim hızla kolarını boynuma doladı. Kulağıma yaklaşıp.
"Her şey için teşekkür ederim Özgün. Sen bu dünyada görebileceğim en özel ve en güzel yürekli kadınlardan birisin." dedi. Yüzüme gülümsemeyle biraz uzaklaşıp yanağıma bir öpücük kondurup yüzüme kızarmış ela gözleriyle bakmaya başladı.
"Ben herşey için teşekkür ederim Özgür bana unutamayacağım bir gün yaşatığın için. Bu dünyada görüp görebilceğim en güzel kalbe ve gamzelere sahipsin." Kısık sesle söylediklerimden sonra yaklaşıp her iki gamzeli yanağından da öptüm. Uzaklaşıp Yiğit'e bakıp kafasını minetle sallayıp yavaş yavaş uzaklaştı. Gözden kaybolana kadar arkasından baktım. Yanımda duran Yiğit'le aynı anda dönüp birbirimize baktık.
"Keşke çocuk olsam diyen insanlardan değiliz biz...biz asla geçmişimizle barışamayan insanlarız. Çocukluğumuzun üstüne toprak atıp geleceğimizi az da olsa güzelleştirmeye çalışan insanlarız, az da olsa başkalarını hayatını güzeleştirmeye çalışan insanlarız ...peki ya bunların farkında olup yaşayanlar insan mı?" İçimden söylediklerimi gözümden okusun istedim Yiğit ama imkansızdı. Özgür yaşıtları gibi okulda olması gerekirken geçinmek için çabalayan bir çocuktu. Sadece sorun da zaten burda o hâlâ bir çocuktu.
Yiğit'le apartmanın kapısına doğru yürümeye başladık. Kolunu omzuma atıp,
"Özgür tatlı bir çocuk ama benim kadar yakışıklı değil." Diyip yürümeye devam ettik. Aslında beni güldürmek için yapıyordu ama gülmek bir yana içimden sadece Özgür'ü bu hale getirenleri öldürmek geliyordu.
Konuşmayıp eve girdik. Hızlı bir şekilde duşa girip üzerimdeki tüm şeyi çıkarıp suyun altına girdim. Duşakabinin fayanslı soğuk yerine oturup Sıcak suyun vücudumu ısıtmasını bekledim. Kendimi daha fazla tutamayıp ağlamaya başladım. Dizlerimi kendime çekip başımı dizlerime yasladım. Ellerimi ayaklarımı ıslak zemine vurmaya başladım. Aslında göz yaşının gözümden aktığı da yoktu bu bir sinir patlamasıydı.
Kaç dakikadır bu haldeyim farkında bile değildim suyu kapatıp ayağa kalktım. Üzerimi havluyla kapatıp aynaya baktım yüzüm ruh gibi bembeyazdı. Gözlerimin altı mor rengini almıştı gözlerimin içi kıpkırmızıydı. Ellerim buruş buruş olmuştu. Ölü gibiydim bu halime acıyıp banyodan çıkıp Aygül'le ortak odamıza gittim. Aygül yoktu galiba uyanmıştı. Kapıyı kapattım hızlıca iç çamaşırlarımı giyip dolaptan elime gelen siyah bir elbise giydim dizimin biraz üstünde biten bir sıfır kollu bir elbiseydi. Kurutmaya üşendiğim için saçlarımı tarayıp açık bıraktım.
Kolumdaki ve sağ bileğimdeki ki dövmeye ilişti gözlerim. Vücudumun bazı yerlerinde dövmeler vardı. Hiç kimsenin nedenini sormadığı dövmeler,Geçmeyen yara izlerini gizlemek için yapılan dövmeler nedenini sorsalar bile hiç bir zaman nedenini anlatamdığım, utandığım dövmeler. Hiç birini isteyerek yapmadığım dövmeler. Bağzılarında çiçek figürleri bağzılarında küçük kuş veya kelebek vardı. Bileklerimde ki bileklik gibi duran intihar yaralarım izleri vardı.
Sadece birini seviyordum annemin her zaman öptüğü boynuma ruju bulaşmıştı ve oraya annemin dudak izlerini yaptırmıştım. Parmaklarımı boynuma götürüp boynumda dudaklarını hissetmeye çalıştım ama bu sabah gördüğüm kabustan babamın nefesini boynumda hissediyordum. Boynumu elimle yine silmeye başladım. Biraz daha parmaklarımı bastırırsam tahriş olucaktı.
Hızla odadan çıkıp mutfağa bağlı olan balkona çıktım. Kahvaltı yapıyorlardı. Aygül ve Elif ne ara bu kadar hazırlanmıştı anlamış değildim. Saçları, makyajları, ve giyinmeleri harikaydı. Ben bu saate kadar bu şekilde anca hazırlanmıştım.
"Günaydın."beni fark edip kafalarını ban çevirdiler. Elif'in yanındaki sandalyeye oturdum.
"Günaydın abla."
"Günaydın, kahve içiyor musun?" Elif'in kahve aşkı Romeo ve juliet aşkıyla yarışır seviyesineydi. Kafamı sallayıp Aygül'e döndüm.
"Ne zaman söylemeyi düşünüyordun?" diye sordum. Ne dediğimi anlamıştı ama daha fazla kaçış yolu varmış gibi susuyordu.
"Aygül ne zaman söyleyecektin bir hacker olduğunu. Adam mektupta söylemese bilmiyoruz kardeşimizin bilgisayar uzmanı olduğunu." kafsını önüne eğmiş tırnaklarıyla oynamaya başlamıştı. Elif kahve doldurduğu bardağı önüme koydu.
"Abla ben bir gün ders notları nasıl bakılır diye bilgisayara baktım."
"Sonra yanlışlıkla hacker oldun."sözünü kesmemle duraksadı. Yiğit ve Elif kahvaltı yapmaya devam ediyorlardı. En sevdiğim özelliklerinin başında geliyordu aramıza asla girmemeleri.
"Hayır! sonra daha fazla bilgisayara girmeye başladım. Yeni yeni şeyler öğrendim sonra kendimi geliştirdim ve sonuç bu." Kafasını kaldırıp.
"Sonuç bir hacker olman mı?" dedim sinirle.
" Hayır hiç bir zaman yanlış bir şey yapmadım. Zaten üniversitede bilgisayar mühendisliği bölümü okuyacağım. Yani bir nevi altyapı gibi bir şey." aslında haklıydı ama böyle bir şeyi mektubtan öğrenmem ondan öğrenmememdi sorun da buydu.
"Bir daha benden asla ama asla bir şey saklamayacaksın. Eğer bir daha böyle bir şey olursa afetmem." Uyarımdan hemen sonra,
"Tamam canım ablam." diyip kahvaltı yapmaya başladık.
"Bu gün herkes saat 1'de sahilde üçüncü bankın yanında olsun. Adamın gönderdiği konuma yakın zaten." Yiğit'in söylediklerinden sonra kafamızı salladık. kahveden bir yudum aldım. Bu gün bay gizemle tanışacağımız gün olucaktı.
Saat 1'e gelmek üzereydi. Yanımda cambaz vardı onu veterinere götürmüştüm. Tasma almıştım ona üzerinde küçük harflerle cambaz yazılmıştı çok tatlı olmuştu. Beraber Sahile girdiğimiz an gözüm banklara takıldı. Üçüncü banka baktım ama bir adam oturuyordu. Banklar geniş olduğu için ve tek başına oturduğu için yanına oturabilirdim. Cambaz'la yaklaşıp bankın önünde durdum.
"Oturabilir miyim?"dedim. Kafasını ağır ağır sallayıp denize bakmaya devam etti. Gözünde güneş gözlükleri vardı. Bir bacağı yerde diğer bacağıysa dizine yaslamış tam bir maço gibi oturmuştu. Elindeki tespih ile uğraşıyordu. Esmer bir tene sahipti, uzun biri olduğunu bu şekilde bile anlamıştım. Pantolonu siyahtı üstünde ise tişört olduğunu tahmin ettiğim beyaz renginde bir tişört vardı. Giydiğimiz deri cekete ve bota baktım neredeyse aynıydı. Cambaz havlayınca ona döndüm. Kafasını okşayıp çantamdan sigaramı çıkarıp ucunu yaktım. Yanımdaki adama Kutuyu uzatıp almasını bekledim bana bakarak içinden bir dal çıkarıp cebinden çıkardığı çakmakla ucunu yaktı.
" Borcum olsun."dediğinde yarım yamalak gülümsedim.
"Olmasın."dedim. Sigaramı bitirip yeni bir tane yaktım. Arada sırada yanımdaki adam gözlerim takılıyordu ama o hiç bir şekilde bana bakmamıştı. Böyle sanırım 3, 4 tane sigara içmiştim.
"Beni dikizlemeyi kesen mi acaba?" Dediği sözlerle yerin bin kat altına girdim ama Altan almayacaktım. Sigaramı bitirip yere attım.
"Dikizlemiyorum sadece yanına oturduğum bir adamın dış görünüşüne bakıyorum. Merak ettim yani dikizlemiyorum." dedim. Yaptığım uzunca açıklamadan sonra Cambaz'ı yanıma yaklaştırdım. Burnundan güldüğünü işittim. Yüzüne baktığımda alaylı bir gülüşle gözündeki gözlüğü çıkarıp yakasına taktı yüzüme bakmasıyla sırtımı dikleştirip yüzüme umursamaz bir yüz ifadesi koydum.
"Bu kadar açıklayıcı olmanı beklemiyordum dikizlemiyorum desen yeterliydi." Dedi. Kafasını yeniden sahile çevirip insanlara bakmaya başladı. Gülümseyen yüzü aniden soldu. Onun ani duygu değişimi beni şaşırtmıştı acaba neydi yüzünün solmasının sebebi. Bende onun gibi bakışlarımı sahile çevirdim. Sahilden geçen insanlara bakmaya başladım. Arkadaşlarıyla balık tutmaya gelen adamlar. Spor yapan kadınlar ve pamuk şeker satan adamın etrafında toplanan çocuklar. Dikkatimi yanımdaki adamın üzerinde topladım.
"Canını mı yaktılar?" bana baktığına kalıbımı basardım." Buraya geldiğimden beri dalgın dalgın denize baktın bazen gözün insanlara takıldı. Güneş gözlüklerine rağmen bazı insanlarda resmen takılı kaldın. Belki onların hayatını kendi hayatınla kıyasladın...bu güneş gözlükleriyse insanlar sana baksa bile duygularını görmesinler diye mi? Derinlerde ki gerçek seni görmesin diye mi?... ama tek bildiğim şu ki senin kalbinin fena halde kırık olduğu." Kafamı çevirdiğimde göz göze geldik. Gözler bomboş bakıyordu hiç bir duygu yoktu. Sadece biraz şaşırmıştı. Cambaz bile susmuş konuşmamızı dinleyen üçüncü kişi gibiydi.
"Dalgın olduğum doğru. Güneş gözlükleriyse gözlerimin güneş ışınlarından korunması içindi. Hem gözlerimin içine baksa da görecek biri olmadığı için pekte bilemedin. Ama insanlarla hayatımı kıyaslamama gelirsek yanlış bildin çünkü hiç kimse benim yaşadıklarımı yaşasın istemem kimsenin hayatını kıyaslayamam kendi hayatımla. Sadece bakıyorum o kadar." Gözleri bu sabah gördüğüm saatlerce oyun oynadığım çocukla nerdeyse aynı bakıyordu. 'yaşadıklarımı yaşasın istemem' ne yaşamıştı acaba.
"Kalp kırıklığı konusuysa kalbim olduğundan bile şüpheliyim." Biri yada birileri fena şekilde onu üzmüştü. Bir insanın kalbinin olmamdığını söylemesi o insanın o kadar üzülmüştür ki kalbinin yok olduğunu söylüyordur. Ama Benim gibi duyguları olmaması muhtemeldi. Ayağa kalkıp bana döndü bende ayağa kalktım. Boyu baya benden uzundu. Yanında bu uzun boyumla ufacık kalmıştım. Cambaz gidip tanımadığım adamın ayaklarına kafasına sürdü. Kendini sevdirmeye çalışıyordu.
"Beni dinlediğin için teşekkürler. Sigara içinse borcum olsun" elini uzatıp yüzüme yine duygusuz gözlerle bakmaya başladı. Elimi uzatıp tokalaştık. Elimi çekmedim.
"Bazen bomboş bakıyosun bazen de bir çocuğun masumluğunu taşıyan bakışların var." Bu sefer gerçekten şaşırmıştı. Kaşları havalanmıştı. Omuzları çökmüştü galiba söylediklerimi beklemiyordu elimi çekip.
"Beni dinlediğin için teşekkürler. Sigaraya gelirsek önemli değil" Söylediklerini tekrar etmiştim. Birbirimizi dinlemiştik hem de hiç tanımadan.
"İyi günler." Diyip yavaş yavaş arkasına döndü. Omuzlarını dikleştirip hızlı bir şekilde yürümeye başladı. Kim olduğunu bilmediğim bir adam ile dertleşmiştim ve bu tuhaftı.
Biraz bekledikten sonra ilk olarak Aygül gelmişti. Okul formasıyla tam bir liseli genç kız gibi olmuştu. Sigara kokmamak için yine bolca parfüm sıkmıştım yine. Yanıma geldiğinde sinirleri bozuktu okuldan zar zor izin kopararak geldiği içindi tüm siniri.
Ardından Elif gelmişti sahildeki herkesin dikkatini kolayca üzerine çekmişti. Üzeride vücudunu saran beyaz bir pantolon ve sarı bir tulum vardı. Mevsim sonbahar olmasına rağmen ilkbahar havası getirmişti resmen. Çok güzel ve bakımlı bir kadındı. Asla bakımsız olduğunu göremezdik bazı günler hariç. Aynı yerde çalıştığımız için bügünlükte beni idare etmesini istemiştim. Söylediğine göre patron bozuntusu baya kızmıştı.
Son olarakta yiğit gelmişti. Özel bir yerde şoför olarak çalışıyordu. Hep takım elbiseli gezerdi ama biz asla onu öyle görmemiştik çünkü işyerinden çıkar çıkmaz takım elbisesini çok titiz bir şekilde çıkarıp yerine koyardı. Sadece ben onu bir kereliğine görmüştüm. İş çıkış saatine denk getirip gittiğim bir gün tesadüfen takım elbiseli görmüştüm ve doğruyu söylemek gerekirse takım elbisesi çok yakışmıştı. Şimdiyse üzerinde beyaz salaş bir gömlek ve kot pantolon vardı.
Şuan dördümüz ve birde cambaz ile bay gizemin gönderdiği konuma gidiyorduk. Her adımda kalp atışlarım hızlanıyordu. Korku, merak, heyecan ve daha nicesini kalbimde hissediyordum.
"Her şeyi geçtim ben neden heyecanlıyım. Keşke biraz alkol alsaydık en azından bu kadar heyecanlı olmazdık." Elif'in söylediklerine kesinlikle katılıyordum. Alkol alsaydık belki daha az heyecanlı olurduk.
"Sonra da adama saçma sapan hareketler yapıp kendimizi rezil ederdik baya iyi bir fikir." Yiğit dediklerini heyecanlı olduğundan çok hızlı söylemişti. Hepimizden heyecanlı olduğuna emindim.
"Ay düşünemiyorum bile." Aygül ellerini birbirine çarpıp gülmeye başladı." Düşünsenize Elif ve Yiğit abinin sarhoşken masaya çıkıp Müslüm Gürses söylemesini, tam bir fiyasko." Yiğit Aygül'ün yanına gidip kolunu omzuna attı. Yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirip.
"Geleceğimiz gençler ne kadar da zeki ve parlak düşüncelerinin olduğunu görüyor musunuz?" Yüzündeki gülümseme yerini alaycı bir ifadeye yer bıraktı." Ben göremiyorum çünkü." Söylediklerinden sonra Aygül Yiğit'in sırtına binip saçlarını çekmeye başladı.
"Bıraksana kızım." Yiğit Aygül'ü ayaklarından tutup hızla koşmaya başladı.
"Geldik." Konuma bakan Elif bizi bir parka getirmişti. Etrafta oyun oynayan küçük çocuklar vardı. Ve bir kaç ebeveyin. Telefonun mesaj sesi gelmesiyle Elif telefonumu bana uzattı. Hemen mesajlara girdim. Bir yeni mesaj vardı dünkü aradığımız numarayla aynı numaradandı.
"Kara akrep, arkanda yüz metre ötede siyah bir minibüs var sizi orda bekliyor olucam."
Aygül ve Yiğit çocuk gibi salıncaklara binmiş sallanıyorlardı.
"Aygül, Yiğit buraya gelin." Bindikleri salıncakta inip yanımıza geldiler.
"Ne oldu." Elimdeki telefonu uzatıp Yiğit'in eline verdim. Telefondaki mesajı bir çırpıda okudu." Gidelim bu bay gizemi artık merak etmeye başladım." Yiğit önde bizde arkasında yürümeye başladık. Aygül ve Elif yanıma gelip ellerimi tutular.
"Orda karşımıza ne çıkacağı belli değil. Bu sebebten dolayı sakın sinirle birşey yapmayın." Tamam der gibi kafalarını salladılar. Ellerimi bırakıp siyah minübüsün önünde durduk. Yiğit camına bir kaç kez tıklatıp uzaklaştı. Kapı kendiliğinden açılıdı içinden takım elbiseli bir adam çıktı. İlk olarak gözlerine baktım bu gözler bir yerden tanıdık geliyordu. Mavinin en derin renginde gözleri vardı. Bakışlarını benden çekip Yiğit'e baktı.
"Savaş, Savaş köksal" Telefondaki sesle aynıydı. Savaş ismi tam da karakterini yansıtan bir isimdi. Çatık kaşlarla Elini Yiğit'e uzatıp kısa bir an tokalaştılar. Galiba bir şeye siniri bozulmuştu.
" Adım Yi-"
"Gerek yok." Yiğit'in sözünü bölüp söylediklerini anlamamıştım. Resmen ismine gerek duymamıştı.
"Şöyle bir restoranda oturup konuşalım ayakta konuşulucak konular değil." Etrafımızda oturacak bir şey yoktu ve restoran da tam karşımızdaydı. Yeniden gözlerimiz kesişti. Sanki bir şeyler çözmek istiyormuş ama bir türlü çözemiyor gibiydi. Elif kolumdan tutup beni restorana doğru yürütmeye başladı. Yavaşça kulağıma yaklaşıp.
"Bu kadar uzun bakmasının sebebini anlamadım. Ne bana nede Aygül'e hiç bakmadı ama sana bakıyor sapık olabilir gibime geldi." Sapık mı? takım elbise giyen yakışıklı bir adam benden daha güzel bir kadın yanımda dururken bana çatık kaşlarla bakması ve sapık olması hiç birbirini tutmayan kelimeler. Fakat gözleri bir okyanus gibi derin ve anlaşılması zor bir yap boz gibiydi. Bakışlarında merak vardı. Çözemediğim bir şeyler vardı.
Restorana girip cam kenarındaki bir masaya oturduk. Arabadan bir adam inip bizimle beraber restorana gelmişti. Elinde ki çantayı sıkı sıkı tutmuştu masadan biraz ötede ayakta durmaya başladı.Cambaz'ı içeriye almamıza izin vermedikleri için kapıda duran görevliye vermiştik. Cam kenarına ben yanımda Aygül, Aygül'ün yanında ise Elif oturmuştu. Savaş gelip karşıma oturdu yanınaysa Yiğit oturdu. Masaya gözlüklü kıvırcık bir garson gelip ne içip içmeyeceğimizi sordu. Savaş hepimize tek tek ilk kez baktı. Gözlerimi hızla geçip garsona döndü.
"Viski," yanımızdaki Aygül'ün farkında değil miydi bu adam. Savaş'a kaşlarımı çatıp mavi gözlerine bakmaya başladım. Ama bana bakmayıp Aygül'e kısa bir bakış atıp." ufaklığa da alkolsüz kokteyl." Dedi. Elif dayanamayıp lafa daldı.
"Kahve varmı, şöyle düz türk kahvesi." Demesiyle erkek garson kafasını salladı."işte bize ondan getir sade olsun." Garson son kez Savaş'a baktı. Savaş kafasını sallayınca hızlıca uzaklaştı.
Geldiğimiz yer çok pahalı bir yere benziyordu. Her yer altın kaplama ve siyah renginde dekore edilmişti. Bardaki asılı duran bardaklara nerden estiğini bilmediğim bir rüzgar değiyordu bardakların birbirine çarpmasıyla çıkan tiz sesten, iki masa ileride duran masada oturan çiftin bebeğin ağlama sesine kadar herşey sanki daha duyulur olmuştu.
"Dinliyoruz sizi." Elif'in ciddi sesiyle masadaki gergin ortama geri döndüm.
"Mektupta her şeyi yazılıydı. İntikam almak istiyoruz yani sizler ve diğer bir kaç kişiyle beraber tabi. Bu grupta olmak isterseniz beraber oluruz ama istemezseniz anlayışla karşılıyacağıma emin olabilirsiniz." Çatık kaşları yerli yerindeydi. Elif'in bu sözlerden tatmin olmayacağına adım gibi emindim.
"Nasıl intikam almayı düşünüyorsunuz?" Yiğit'in sorduğu soru çok mantıklıydı. Bana bakmadığı için yüzünü incelemeye başladım. Yüzünde hafif kirli sakalları vardı. Burnu yüz hatları için çok uygun bir büyüklükteydi. Dolgun dudakları vardı biçimli kaşları ve mavi hafif çekik küçük gözleri vardı. Kahverengi özenle taranmış saçları ve giydiği şık lacivert takımla gözlerinin rengi iyice ortaya çıkmıştı. Boyu sanırım Yiğit'ten çokta uzun değildi. Şuanda ona baktığımı görseydi ne olurdu acaba merak etmiştim.
"Sizin bazı becerileriniz var bunu zaten okuduğunuz mektubta yazmıştım. Bu intikam planı için bir bütçe ayırdım. Hiç bir şeyi atlamadığıma emin olabilirsiniz."onun parasıyla intikam alacağımızı düşünüyorsa yanılıyordur. Garson elinde tepsiyle gelip bütün fincanları dağıtıp gitti. Bardağımda duran kahve bardağımı eline alıp derin bir nefes çektim ciğerlerime ardından büyük bir yudum aldım. Sabaha göre hava iyice bozmaya başlamıştı ve ben üşüdüğümü yeni fark ediyordum. Savaş'ın yanında gelen bir adama el işareti yapıp yanına çağırdı. Adam elindeki çantayı açıp hepimize bir kağıt verdi.
"Bu bir sözleşme ve bu sözleşmeyi imzalarsanız önünüzdeki gördüğünüz sözleşmenin tüm şartlarını kabul etmiş olucaksınız. Ersoy kalemleri de dağıtır mısın?" Adının Ersoy olduğunu öğrendiğim adam her birimize kalem verip masadan uzaklaştı. Elimdeki fincanı masaya bırakıp sözleşme de yazan şartlara baktım.
1. Asla birbirine ihanet edilmeyecektir. İhanet edilirse grupça ceza verilicektir.
2. Aynı evde yaşanılıcaktır.
4. Aynı bütçeden ihtiyaçlarını karşılamak zorunluluğu vardır.
5. Yeni isimler kullanılacaktır.
6. Hiç bir zaman kurucumuzun lafından çıkılmayacaktır.
7. 1 yıl kadar bir süre içinde eğer gruptan çıkılmak istenirse karşılıklı anlaşılarak ayrınılabilir. Kendi başına karar verip ayrılısa 10 Milyon dolar tazminat verilmesi gerekmektedir.
8. Grup üyeleri birbirlerine asla aşık veya farklı bir duygu beslemeyecektir.
9. Çalışıldığı işten çıkılacaktır.
10. Bu kuralların her hangi bir maddesini çiğneyenler için grup içinde verileceği ceza belirtilecektir.
11. Bu şartlarının hiçbirine kesinlikle itiraz hakkı bulunmamaktadır.
Şartları okuyup kağıdı masaya bıraktım. Bu şartlar çok fazlaydı.
"Kabul etmiyoruz."
"Kabul ediyoruz." Yiğit ve Elif'le aynı anda söylediğimiz laflar ortamın havasını değiştirmişti.
"Şartların farkında mısınız? Ne yazdığını bir kez daha okuyun çünkü bunlar akıl kârı değil."dedim. Gözlerimi Savaş'ın mavi gözlerine kenetledim.
"kabul etmiyoruz."
"Ediyoruz." Elif ve Yiğit'in aynı anda beni redetmelerine Aygül'de katılmıştı.
"Oylama yapmamıza gerek yok gibi." Savaş'ın imayla söylediklerinden sonra dışarıya bakmaya başladım. Cama çarpan yağmur damlalarının camda bıraktığı sese odaklanmaya çalıştım. Kimin için ağlıyorsun acaba yine, bu bulutların yine kimin derdiyle dolup taşmıştı acaba.
"Ben kabul etmiyorum. Şu para meselesini kabul edeceğimi mi düşünüyorsunuz? Neyiz biz dilenci mi? Hele işten çıkma gibi bir konuda ve tanımadığım insanlarla aynı çatı altında kalmayız." Kafamı çevirmeyip söylediğim sözlerden sonra arkamdan kalem seslerinin kağıt üzeride bırktığı ses geldi. Bakışlarımı masaya çevirdim. Ersoy masaya yaklaşıp imzalanan sözleşmeleri toplayıp çantasına koyup masadan uzaklaştı.
"Sözleşme masada ister imzala ister imzalama seni hiçbir şeye zorlamayacağım. Ama küçük ailenin her bir üyesi imzaladı ve çıkma gibi bir şansları yok. İstersen bu masadan kalkıp gidebilirsin ama burdaki hiç kimsenin seninle gelmeyeceğinin bilincinde olarak kalkıp gidiceksin. Karar senin." Yine aynı şeyi yapıyordu bir karar vermemi istiyordu. Ve ben ne yapacağımı bilmiyordum. Herkese siz diye hitap etmişti bana sen olarak hitap etmişti. Acaba iç sesimi mi dinliyor diye düşünmeden edemiyordum. Yüzünde hiç bir ifade yoktu gitsem bile umrunda olmayacak hatta Kalkıp kapıdan çıksam göz ucuyla bile kapıya bakamayacak gibiydi.
"Karar senin kara Akrep acı çeken mi? Yoksa acı veren mi?...karar sesin." İlk kez bana Kara Akrep diyordu ve bunu onun sesinden duymak tuhaf hissetmeme sebeb olmuştu. Kafamı çevirip masadaki Herkesin gözüne tek tek baktım Savaş hariç. Hepsinin gözünde sadece kararlılık vardı.
Kendim için değildi bu kardeşimin yanlız kalmaması içindi, Yiğit'in oturup dertleşeceği biri olmasını istediğim içindi, Elif'in ağlayacağı bir omzun varlığını bilip kendini yanlız hissetmemesi içindi. Kalemi alıp hızlıca kağıdı imzaladım.
"1 yıl sonra burda diğer kişilerle herşeyin son bulduğu zaman yine aynı yerde, yine aynı masada aynı cam kenarında oturup kazandığımız ilan ettiğimiz gün olucak. 4 Ekim herşeyin bittiği gün olacak." 4 Ekim hayatımızın kökünden değişeceği ilk gündü. Savaş'ın güven veren sesine inanmak istedim dediklerinin olması için herşeyimi vermeye hazırdım.
"Sizi yaşayacağımız eve götürmek istiyorum. Ama öncelikle isimleriniz." Yanında duran Yiğit'in omzuna elimi koyup sıktı.
"Pilot, hızlı araba kulandığından dolayı. Aslında hızlı arabadan o arabayı uçurduğun için." Yiğit ismini sevmiş olucak ki gülümseyen gözlerle bize döndü. Savaş Elif'e baktı bu sefer.
"Güneş, insanın topraktan beslenir toprakta güneşe muhtaçtır Güneş Toprak için herşeydir. Onlara acıyıp merhametinden bahşedersin yada merhametini geri çekip acı çektirirsin." Elif ismini beğendiği için kafasını gülümseyerek sallamıştı.
"Melek, bir melek kadar masum görünüyorsun hatta aramızdaki en masum kişisin fakat akıllı ve kurnazsın unutma şeytan da melekti" Aygül'ün isminden etkilenmişti. Ve doğrusu bende etkilenmiştim. Hepsinin isminden etkilenmiştim doğrusu. Aygül'e artık gülüm yerine meleğim mi diyecektim. Aslında tam bir melekti Savaş'ın da dediği gibi masumdu ama şeytan konusuna hiç ama hiç katılmıyordum.
"Sana gelirsek seninki zaten belli değil mi Kara Akrep."devamını getirmesini bekledim ama çoktan vazgeçmişti bile.
"İsimleriniz bunlar hiç kimsenin yanında eski adınızı duymak istemiyorum. Bu yeni isimleriniz yeni hayatınıza göre verildi. Birbirinize bile bu isimlerle sesleniceksiniz. Yeni bir sayfa açıcaksınız buradan çıktıktan sonra. Bir yıl sonra burda buluştuğumuzda yeniden eski hayatınıza döneceksiniz."diyip soğuyan kahvesinden bir yudum aldı.
(Yeni isimleri bölümlerde kafanız karışmasın diye içinden bile olsa söylenecektir.)
"Ya birimize bir şey olursa o zaman ne yapıcaz? zamanı geriye mi sarıcaksın yoksa bir yıl sonra herşey düzelir mi?" Sorduğum soruyu bekliyormuş gibiydi. çatışan kaşlarla bana okyanus gözleriyle bakmaya başladı. Kahvesini yavaşça masaya bıraktı.
"Hiç bir şey olmaması için elimden geleni yapıcam. Ama diyelim ki bir şey olursa iyileştirmek için her şey yapıcam." Okyanus gözlerine kitlendim yine ama kıyısında oturduğum bir okyanustu şimdilik sadece parmak uçlarım sudaydı. En derinlerine yüzmek istediğim bir okyanustu.
"Yemin et." Dedim. Kaşları çatılmıştı.
"Ne." Dedi. Çatılan kaşlarırı bu sefer sinir değil merak vardı.
"Bunları yapacağına yemin et." Dudağını ıslatıp yarım yamalak gülümsedi. Islatığı dudağına kaydı gözlerim ama hemen gözlerine bakmaya geri döndüm.
" Peki, Yemin ederim." Verdiği cevaptan sonra bende gülümsedim. Gözlerimi gözlerinden çekemiyordum. Oda çekmiyordu okyanus gözlerini.
"İçtiyseniz kalkalım." Pilot'un sert çıkan sesinden sonra ona döndüm. Çatık kaşlarla beni süzüyordu.
"Kalkalım." Dememle ayağa kalktık. Pilot hesap gelince öne atıldı ama Savaş önce davranıp cebinden çıkardığı bolca parayı hesap defterinin arasına sıkıştırıp pilot'a döndü.
"Sizin paranız bu saatten sonra geçerli değildir. Size kart çıkarıcam o kartan bütün masraflarınızı gidericeksiniz. Ve sözleşmede yazdığı gibi itiraz hakkınız bulunmamaktır."dedi. Pilot kafasını sallayıp yürümeye başladı. Bizde onunla birlikte yürümeye başladık.
Eğer bu kapıdan çıkarsak Elif, Yiğit ve Aygül artık Güneş, pilot ve melek olurdu. Ve asla eski hayatımıza dönmeyecektik. Benimle birlikte onlarda durmuştu .Derin bir nefes alıp kapıdan ilk adımı ben attım. arkamdan sırasıyla hepsi çıktı. Yeni isimlerine alışmak zor olucaktı. Artık onların yeni isimlerini kullanıcaktım. Aklımda yeni isimlerini kullanırken bile zorlanıyordum konuşurken isimlerini nasıl karıştırmayıp söyleyeceğimi bilmiyorum.
Kapıya çıktığımızda yağmur yağmaya hatta hızını artırmaya başlamıştı. Kapının girişinde görevlinin Cambaz'ı getirmesini bekliyorduk. Soğuktan dolayı Bacaklarım azda olsa üşümüştü.
Savaş telefonla konuştuğu için hala dışarı çıkmamıştı. Cambaz gelmişti. Bizi görünce havlamaya başladı. melek gidip onun ıslanan tüylerini okşamaya başladı. Pilot yakasından tutup kaldırdı. Kaldırdığı an cambaz tüyleri kurulansın diye vücudunu sallanmaya başladı. Ondan uzak olduğumuz için ıslanmamıştık ama yakın olan pilot ve Melek az da olsa ıslanmıştı. Pilot ona sinirle bakıyordu.
"Salak mısın acaba?" Pilot bunu ciddi bir şekilde sormuştu.
"Hayır değilim."dedi. Pilot'un ciddiyeti gibi cevap vermişti. Yağmurdan kaçıp yanımıza gelip koluma girdi. Güneş'te diğer koluma girmiş tek laf bile etmemişti. Melek'e dönüp sırtını sıvazladım üşümüştü.
"Abla ben korkuyorum."Kulağıma yaklaşıp kısık bir sesle söylediklerinden sonra uzaklaşıp kedi yavrusu gibi bakmaya başladı.
"Korkmanı gerektiricek hiç bir şey yok hem ben yanındayım." Yutkundum. Yanımda olmaması düşüncesi bile korkutuyordu. "Güneş ve Pilot abinde yanında. Hem sözleşmeyi imzalarken yüzümüze bile bakmadın." İsmleri dudaklarımdan yabancı bir dil kullanıyormuşum da ilk kez telaffuz edyormuşum gibi.çıkmıştı. Yanlış bir şey yapmış gibi bakışlarını ayaklarına çevirdi.
" Sana baksaydım imzalayamazdım." Dedi. Yağmur artık bardaktan boşalırcasına yağıyordu.
"İsimleriniz de karakterimize cuk oturdu." Dediğiyle Pilot'a döndüm."Mesala ben pilot hızlıyım,çeviğim, kaslıyım, harikayım. Güneş sistemimiz de var. Bir adet meleğimiz var ve ölümcül kara akrep." İşaret parmağını yüzünün hizasına kaldırıp hareket ettirmeye başladı. "Kara akrep!" Deyip parmağını bana bastırmaya çalıştı. " İğneni mi batırıcaksın." Diyip gülmeye başladı.
"Evet." İşaret parmağımı kaldırıp koluna bastırdım. Ürkerek geri kaçtı.
"Salak salak hareketler yapmayalım." Yanımıza dakikalar önce Savaş'ın indiği siyah minibüs yanaştı.
"Buyrun." Savaş'ın dediğiyle arkamı döndüm. Kaşları hafif çatılmıştı telefonda ne konuştuysa sinirini bozmuştu galiba. Elif'in kolumdan itmesiyle minibüse bindik.
Yeni hayatımızın ilk dakikalarını yaşıyorduk. Yeni evimize bizim gibi insanlarla tanışmaya gidiyorduk. Bir yıl sonra burda yeniden buluştuğumuzda sırtımızdaki yüklerden kurtulmuş olarak eski hayatımıza dönücektik.
4 Ekim miladımız mı olucaktı, yoksa kötü bir tarih olarak hafızamda yer mi edinecekti bunları bilemezdik yaşayıp görecektik.
....
Selamlar!
Yeni bir bölümle karşınızdayım. Umarım beğenirsiniz. Biraz farklı duyguların yaşandığı bir bölüm oldu farkındayım ama güzel oldu sanki, sizce nasıl oldu lütfen görüşlerinizi yazın.
1. Bölüm de çok yazım yanlışı oldu farkındayım ilk yazışıma ilk heyecanıma verin lütfen. Bölüm, bölüm daha da yazım kurallarına alışıcam ve daha anlaşılır bir dilde yazacağıma emin olabilirsiniz.
Bölümle alakalı sorular:
Gamzeli Özgür'ü sevdiniz mi? Sizce gelecek bölümler karşımıza çıkar mı?
Güneş gözlüklü beyfendi kim sizce?
Bay gizem mi yani Savaş Köksal'ı nasıl buldunuz?
Yeni isimleri nasıl buldunuz? Yeni isimlerin beni bu kadar zorlayacağını bilmiyordum. Sizin kafanız karıştıysa özür dilerim. Ama bölümler geldikçe alışıcaksınız.
Takip etmek isterseniz:
Instagram: aci_intikam_official, Hatice.heja_
Lütfen oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın!!
Sevgilerle...
|
0% |