Yeni Üyelik
5.
Bölüm

5.BÖLÜM(DÖVME)

@haticesar

İyi okumalar✨

🎶Maneskin - Beggın

 

(yukarıda gördüğünüz fotoğraftaki kişi Güneş'tir.)

 

 

Kulağıma dolan müzik sesiyle uzandığım yerden resmen sıçrayarak kalktım. Gözlerimi açıp nerede olduğumuzu araştırır şekilde etrafa bakmaya başladım. Burası Savaş'ın eviydi ve evet bu coşkulu ses şu lanet ses düzeneği denilen şeyden geliyordu. Başım zaten çatlıyordu birde bu seste eklenince çekilmez bir hal almıştı. Deva'nın yatağına baktım o daha çok alışkınmış gibi pekte rahatsız olmamıştı.

 

"Ne oluyor?" Dedim. Fakat cevap vermeyip banyoya girip kapıyı kapattı. Çalan şarkı İngilizceydi ve resmen adamlar bağırarak söylüyorlardı. Yataktan kalkıp odanın dışına çıktım. Merdivenlerden aşağıya inip büyük salonun her tarafına baktım ama hiç kimse yoktu. Mutfağa dün gitmiş yerini öğrenmiştim. Adımlarımı oraya çevirdim. Mutfağa girdiğimde Jir ve kulaklıkla şarkı dinleyen Güneş'i görmemle ufak çaplı bir şok yaşadım. Dün kanlı bıçaklı olan kişilerin aynı ortamda bulunması cinayetten başka birşey getirmezdi. Ada tezgahın yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Güneş beni yeni fark etmiş olacak ki.

 

"Kahve ister misin?"diye sordu. Aslında baş ağrısına kahve iyi gelebilirdi.

 

"Olur, günaydın Jir." Dememle kahve bardağı önüme konuldu.

 

"Günaydın Akrep." dedi Jir. Ketılın yanında durmuş suyun kaynamasını bekliyordu. Güneş'in arkasından geçtiğinde Güneş'in açık renk sarı saçlarına kin dolu gözlerle baktı. Çay kutusunu alıp hızlıca arkasından geçip işine döndü. Saçlarına niye öyle baktığını merak etmişitm. Bir insan yeni tanıştığı bir insanın saçına neden öyle bakardı ki.

 

"Çay içer misin?" Dedi Jir. Gülümseyerek kahve bardağımı yukarı kaldırdım bardağı görüp işine geri döndü.

 

"Bu ne biçim müzik?" Dedi Pilot. Sinirlenmişti ve bunu çok net belli ediyordu. Aslında şarkıya git gide alışıyordum ne kadar rock sevmesemde şarkı tuhaf bir enerji yayıyordu.

 

"İngilizce bir şarkı hatta maneskin adlı grubun beggın adlı şarkısı bilmiyosundur diye söylüyorum." Dedi Jir. Pilot yanımdaki boş sandalyeyi çekip oturdu.

 

"Açıklaman için teşekkürler. Baya aydınlandık şuan." Dedi Pilot alayla.

 

"Rica ederim. Hem adam harika söylüyor."

 

"Adam arabesk söylemiyor sadece avazı çıktığı kadar bağırıyor. Ve şuan kulağım kanıyor." Dedi Pilot elini kulağının altına götürüp kanıyormuş gibi yapıp elini Jir'e doğru kaldırdı. "Hastane masraflarını sen karşılamak zorundasın. "Dedi bu sefer hepimiz gülmeye başladık Jir hariç.

 

" Benim param değil zaten olan Savaş'a oluyor." Dedi Jir.

 

"Ne oluyormuş bana."arkamdan gelen ses ile kafamı arkama çevirdim. Savaş giydiği beyaz gömleğin kol düğmelerini ilikliyordu. Saçları yine özenle taranmış o çok güzel kokan parfümünü sıkmış beyaz gömleği ve lacivert kumaş pantolonla karşımızda duruyordu. Bense daha yüzümü yıkamamış aşağıya inmiştim. Saçım başım ne halde haberim bile yoktu.

 

"Bu müzikten dolayı kulağım kanıyor hastane masraflarını kimin ödeyeceğini konuşuyoruz." Dedi Pilot. Savaş gömleğini düzeltip bize döndü.

 

"Günaydın." Dedi duygusuz bir yüz ifadesiyle. Hepimiz günaydın dedikten sonra gelip Pilot'un yanındaki sandalyeye oturdu. Yüzüme bile bakmamıştı fakat normal olduğunu düşünüyordum. Akşam kısa ve önemsiz konuşmamızda sonra bakmaması normaldi galiba. Herkesin yüzüne tek tek bakmak zorunda da değildi zaten.

 

"Günaydın."

 

"Günaydın." Ateş ve Deva'nın aynı anda söyledikleriyle kafamı saladım.

 

"Melek nerde?" Güneş'e sorduğum soruyla mavi gözlerini bana dikti.

 

" Okulun ilk günü olduğu için biraz özeniyor." Dedi Güneş. Konu Melek'in güzelliği olunca ve bu yeni okulunun ilk günü olunca bekelememiz çok doğaldı.Biraz daha bekledikten sonra Melek sonunda aşağıya inmişti. Savaş'ın ona verdiği okul kıyafetlerini giymiş. Çok hafif bir makyaj ve açık bıraktığı uzun saçlarını bir omzuna toplanmıştı. Gerçekten harika görünüyordu.Salonda bulunan masada kahvaltı yapıyorduk ve kimseden çıt çıkmıyordu. Başımın ağrısı git gide artıyor can sıkıcı bir hal alıyordu. Tabağımda bir kaç tane salatalık haricinde hiç bir şey yoktu. Baş ağrısından iştahım bile yoktu. Bir an Deva'nın doktor olduğu aklıma geldi. Çaprazında duran Deva'ya döndüm.

 

"Deva baş ağrısı için hap var mı?" Dememle elinde duran çay bardağını masaya koyup bana döndü.

 

"Var tabi ama tok karna içmen lazım. Bir şeyler yedin mi?" Dediği an kafamı aşağı yukarı hızlıca salladım.

 

"Yedim. Habın yeri neresi sen söyle ben kendim alırım." Elimde tutuğum kaçıncı olduğunu bile bilmediğim kahve bardağını masaya bırakıp ayağa kalktım.

 

"Bir şeyler ye ondan sonra alırsın habını." Savaş'ın dediğiyle ona bakmaya başladım ama kendisi bana bakmaya tenezzül bile etmiyordu.

 

"Yedim dedim. Deva habların yeri neresi?" Dedim ama Savaş sakin bir şekilde çatalını tabağının kenarına koyarak ellerini sakalına götürüp parmaklarını arasında gezdirmeye başladı. Deva hiç bir şey söylemeyip masadan kalkıp merdivenlerden hızlıca yukarı çıktı.

 

"Otur Akrep kahvaltını yap sonra alırsın habını." Bana yine çatık kaşlarla bakmaya başladı. Bende ona aynı şekilde bakmaya başladım.

 

"Hap almama da karışamazsın." Dedim. Kalktığım sandalyeye geri oturdum. Deva merdivenlerden inip hap kutusunu masaya bıraktı. Uzanıp hap kutusundan habı alıp dişime koydum. Hap dişlerimin arasındayken Savaş'a sinsi bir gülüş olduğunu düşündüğüm yarım yamalak bir gülüş attım. Savaş gözlerini kısmış ne yaptığımı anlamak ister gibi bakıyordu. Habı bardağımda kalan kahve ile içtim.

 

"Abla bugün veli olarak okula gelecek misin?" Melek'in sorusuyla varlığını unuttuğum masadaki diğer kişileri hatırladım. Biraz utanarak birazda kendi aptal kafama kızarak gözlerimi yumdum. Savaş pis pis gülümsüyordu. Meleğe bakıp gülümsedim.

 

''Gelirim ablacım iki dakika bekle üstümü değişip geleyim. "Masadan hızlıca kalkıp üst kata odaya girdim. Yatağa oturup elerimle yüzümü kapatım. Salak gibi davranmıştım. Ve şuan utanıyordum. Neydi o dişlerimin arasına habı alıp gülmem. Elimle kafama vurdum. Kesin aptal biri olduğumu düşünüyorlardı. Oflayarak ayağa kalktım. Dolabın herhangi bir kanadını açıp içindekilere bakmaya başladım. İçinden çıkardıklarıma bakıp bakıp yerine koyuyordum. Kapı tıklatma sesi ile elimdekilerinide yerine koyup yatağa geri oturdum.

 

"Gel." Kapı sonuna kadar açıldı ve içeriye sırasıyla Melek, Güneş ve Deva girdi. Beni görür görmez birbirleriyle anlaşmışlar gibi yüzleri düştü.

 

"Kıyafet seçmediğini düşündüğümüzden gelip bakalım dedik ve haklıymışız." Dedi Güneş oflayarak. Gidip dolabın içindeki elbiselere bakmaya başladı. Onunla birlikte Melek ve Deva'da ona yardım amaçlı elbise aramaya başladı.

 

10 dakikanın sonunda aynadan kendime baktığımda en azından giyilir bir şey bulduğundan dolayı yüzümde gururlu bir gülümseme vardı. Üzerimde siyah bir gömlek altında bol kumaş siyah bir patlolonla iyi duruyordum. Karşımda gömleği pantolonun altına sıkıştırmaya çalışan Güneş, arkamda saçımı tarayan Melek ve dışarda üşümeyeim diye kalın bir şeyler arayan Deva vardı. Boğulduğumu hisseder gibi oluyordum. Aralarından hızlıca kaçıp saçlarıma elerimle şekil verip gömleğimi pantolonun altına sıkıştırıp aşağıya koştum. Salona girdiğimde bütün erkekler L koltukta oturmuş konuşuyorlardı. Beni fark etmemişlerdi.

 

"Akrep!" Güneş'in bağırmasıyla ona döndüm.

 

"Ne var?" Elinde makyaj çantasıyla hızlıca aşağıya inip karşımda durdu.

 

"Ne mi var. Makyajını yapmadık sen oraya Melek'in velisi olarak gidiceksin. Göz altları mosmor olan uyku problemi yaşayan biri olarak değil." Lafları azda olsa canımı yakmıştı. Kaç yıldır tanışsakta neden uyku probleminin olduğunu bilmiyorlardı. Yüzümde gülümsemeyi hiç bozmadan.

 

"İstemiyorum zengin kadınlar gibi beş kilo makyajla oraya gitmemi düşünüyorsan yanılıyorsun." Elinde getirdiği kapatıcıyı hızla yüzüme sürmeye başladı.

 

"Sadece göz altlarını kapatılan ve biraz ruj bu kadar, başka bir şey yok okey." Derin bir nefes alıp salonda duran tekli koltuğa oturdum. Savaş, Ateş, Jir bu yaptığımız kavganın nedenini sorgular gibi bakıyorlardı. Güneş eğilip yüzüme fondöten sürmeye başladı.

 

"Abi bu kadınlar çok tuhaflar bir makyaj uğruna bu kadar bağırılır mı?"Jir'in söyledikleri sesinede yansımıştı.

 

"Anlamadım ki." Dediğinde Ateş elini çenesinin altına koyup düşünmeye başladı.

 

"Siz bunları gece kıyafeti seçerken görün kıyamet kıyamet. Evlerden ırak." Pilot'un dediğiyle Ateş ve Jir ona inanmayan bakışlar atmaya başladı.

 

"Kıyafet için mi? Bizim bildğimiz kıyafetler." Ateş'in şok olmuş yüz ifadesi gülümsememe sebeb olmuştu. Güneş elindeki kırmızı rujun kapağını açıp dudaklarıma yaklaştırdı. Dudaklarımı içeri doğru kıvırdım.

 

"Kırmızı olmaz."dedim. Dilini damağına vurup kahverengi olan ruju alıp dudaklarıma sürmeye başladı. Savaş pür dikkat yüzüme bakıyordu. İlk kez makyaj yapan kadın görmüş gibi bir havası vardı.

 

"Hazırsanız çıkalım." Savaş söylediklerinden sonra ayağa kalkıp dudaklarımı birbirine bastırıp ruju dudaklarıma yedirmeye başladım. Gözleri bir an dudaklarıma kaydı. Dudaklarımı serbest bıraktığımda bakışları hızlıca gözlerime kaydı. Kapıya geldiğimizde Melek'te aşağıya indi. Deva elinde getirdiği siyah paltoyu giymeme yardımcı oldu. Kapıdan çıkarken arkama dönüp son kez onlara baktım. Hava bugünde bulutluydu. Yanımıza bir cip yanaştı. Arabayı getiren koruma anahtarı Savaş'a verip uzaklaştı. Buraya ilk geldiğimizde pek koruma yoktu ama bugün baya bir çoğalmışlardı. Arabanın ön koltuğuna ben oturmuştum. Arkada kardeşimin yanında oturmak varken buraya oturmak pekte cazip gelmemişti doğrusu. Melek arkadan uzanıp radyo olduğunu düşündüğüm düğmelerden birine basıp sırtını arka koltuğa yasladı. Çok güzel bir piyano sesi doldurdu Arabanın içini. Kafamı cama yaslayıp dışarıya bakmaya başladım.

 

"Burası yeni okulun ufaklık." Dedi Savaş. Gerçektende pek uzak değildi 10 dakikda gelmiştik. Okulu pek göremiyordum camdan dolayı. Ama en azından 3 katlı olduğunu görebilmiştim. Geldiğimiz kapı önünde bekçi olduğunu düşündüğüm adam gelip Savaş ile kısa bir konuşma yaptı. Bekçinin bir el hareketiyle kapı kendiliğinden açıldı. Okulun büyük bahçesinden geçip okul otoparkına geldik. Savaş arabayı park etti arabadan indik. Sanırım ders saatine denk geldiğimizden dolayı hiç bir öğrenci dışrıda yoktu. Yanımıza gelen görevli ile müdür tabelası yazılan kapıyı bir kaç kez tıklatıp içeri geçtik. Ellili yaşlarının başında gözlüklü ve göbekli bir adam saygıyla ayağa kalkıp kapının önüne hızla geldi. Önünü zar zor iliklediği ceketini düzeltip Savaş'ın önüne geçip elini uzattı.

 

"Hoşgeldiniz Savaş bey." Savaş elini uzatıp kısa bir şekilde tokalaştılar. Savaş'ın çatık kaşları yine yüzünün en güzel yerini almıştı. Elini bana doğru uzatığında bende elimi uzatım elimiz birbirine değdiği an kısa bir an tokalaşrak elimi geri çektim.

 

"Sizde hoşgeldiniz hanımefendi." Kafamı yavaşça sallayıp gösterdiği koltuklara oturduk. Masasının üstünde duran telefonu alıp bir kaç tuşa basıp birine gelme talimatı verip telefonu kapattı. Savaş ile karşılıklı oturmuştuk Melek'se ayakta durmuştu. Müdür oturduğu koltukta yüzünde sahte olduğu her halinden belli olan zoraki gülümsemeyle bize bakıyordu. İçeriye Melek'ten biraz büyük görünen erkek bir öğrenci geçerek ellerini önünde bağladı.

 

"Uğur, Aygül Rüya Aksu sizin sınıfa yeni gelen öğrenci onu sınıfa götürür müsün?" Tabiki de ismi ile kaydetmişti. Zaten başka türlü kaydedemezdi.

 

"Tabi müdür bey." Dedi Uğur. Melek'e göz kırpıp rahatlmasını sağlamaya çalıştım. Derin nefes alıp kapıdan Uğur ile birlikte çıktılar.

 

"Burada mutlu olacağına emin olabilirsiniz." Müdürün gururlanarak söylediklerinden sonra Savaş konuşmaya başladı.

 

"Okulunuz hakkında pek çok yerde araştırma yaptım. Ve çok sayılmayacak bir şeyler duydum. Okulumuzda akran zorbalığının olduğunu biliyorsunuzdur. Aygül yaşıtlarının zorbalığına maruz kalırsa hesabı kimden soracağımıda biliyorsunuzdur. Bu sınıflar arası zorbalığı bugüne kadar çözemediniz ama bundan sonra çözeceğine inanıyorum. Lafı uzatmadan söylüyorum ayağınızı denk alın." Müdür yutkunmak zorunda kaldı. Savaş onu resmen tehdit etmişti. Okulda zorbalığın olması kötüydü heleki Melek'in okulunda olması daha da kötüydü.

 

"Tabi Savaş bey." Müdür resmen korkudan ölecekti. Soğuk soğuk terliyordu. Savaş sinirli çatık kaşlı halini hiç bozmamış hatta daha da sinirli bir yüz ifadesiyle müdüre bakıyordu.

 

"Bir şey içer misiniz?" Dedi masanın üstünde duran telefonu alarak.

 

"Gerek yok siz bize imzalama gereken kağıtları verin." Savaş'ın dediğiyle müdür hemen masasının çekmecelerinden birini açıp bir kaç kağıt önüme koydu. Okul ile ilgili olduğunu söylediklerinden dolayı imzalamam gerektiğini söyleyip kalemi önüme koydu müdür bey. Savaş'a kısa bir bakış atarak kağıtları hızlıca imzalayıp müdüre uzatım. Kağıtları alıp geri çakmecesine koydu. Savaş'ın ayağıya kalkmasıyla bende ayağa kalktım. Şimdiye kadar akıl edemediğim şeyi yaparak masanın üstünde duran müdürün ismine baktım İhsan Vural müdürün ismi buydu. Müdür koşarak önümüze geldi. Savaş ve benle kısa bir tokalamaşdan sonra kapıdan çıktık. Okulun çıkış kapısına kadar müdür bizimle gelmişti.

 

"Savaş bey ve hanımfendi okulumuz ile ilgili duyduğunuz tüm sorunları gidereceğime emin olabilirsiniz. Bir daha yine buraya geldiğinizde bu sefer güzel konulardan konuşacağız. İyi günler." Müdürün uzun ve boş bulduğum konuşmasından okuldan çıkıp okulun otoparkına park edilen Arabanın yanına geldik.

 

Kapıyı açıp ön koltuğa oturdum. Bakışlarımı cama çevirip başımı koltuğa koydum. Savaş'a bakmadığım için sadece sesler duyuyordum. Kapı açılma sesi ile gözlerimi kapattım. Arabanın çalışma sesi ile araba ilerlemeye başladı. Midem çok hafifte olsa bulanmaya başlamıştı galiba sabah aç karna içtiğim habın yan etkisiydi. Midemin yükselen bulantısıyla gözlerimi yavaşça açıp camdan dışarıya baktım. Yağmur yağmıyordu hatta güneş bulutların arasından ara sıra yüzünü gösteriyordu. Dayanılmaz bir hal alan mide bulantısıyla elimi ağzıma bastırdım. Zar zor konuşmaya başladım.

 

"Durdur arabayı." Kafamı ona doğru çevirdim.

 

"Neden?" Dedi meraklı bir tınıyla.

 

"Midem bulanıyor. Durdur arabayı." Dememle arabayı yolun kenarında durdurdu. Arabanın kapısını hızla açıp arabadan indim. Arabadan biraz uzaklaşıp bulduğum bir ağacın yanına kusmaya başladım. Yere diz üstü çökmüş, bir elimi ağaca bir elimiyse yere bastırarak midemdeki tüm şeyleri çıkarmaya başladım. Saçımda hissettiğim ellerle yerimden hiç kımıladamadım aslında kımıldayamadım. Savaş'a ait olduğunu düşündüğüm eller saçımı tutmuş yüzüme gelmemesini sağlıyordu. Savaş'ın yanında bu halde olmam ne kadar utanç verici olsada şuan sadece kusmamı düşünüyordum. Midemdeki herleyin boşaldığında emin olduğum an ağaca tutunarak yavaş bir şekilde ayağa kalktım. Bana uzatılan peçeteyi alıp ağzımı sildim.

 

Savaş'ın elleri yavaş bir şekilde saçlarımdan ayrılıp açık saçlarımı elleriyle düzeltmeye başladı. Ellerinden kurtulup hızlıca arabanın önüne yürüyüp sırtımı arabanın kaputuna yasladım. Etrafa baktığımda ne kadar da güzle bir yerde olduğumuzu yeni anlamıştım. Uçurum gibi bir yerde kuş bakışı bakma şansımız olan bir yerde durmuştuk tam olarak. Bu güzelim manzaraya kusmam hiç ama hiç uygun olmamaış hatta saygısızlık gibi bir şey olmuştu. Kusmuk tadının iğrenç tadı ağzımdan gitmiyordu. Savaş eliyle ne ara getirdiğini bilmediğim su şişesini bana uzattı. Yüzünde bu sefer ne çatık kaşlar nede boş bakan gözler vardı. Gözlerinde şefkat, anlayışlı bakışlar vardı. Uzatığı şişeyi alıp içmeye başladım sanırım şişenin çoğunu bitirmiştim. Savaş'ta benim gibi sırtını kaputa yasladı.

 

"İyi misin Akrep." Dedi bakışlrımı ona çevirdim yine şefkat dolu bakışlarıyla karşılaştım.

 

"İyiyim." Boğazım yandığından dolayı yüzümü buruşturup yutkundum.

 

"İyi değilsin." Bir gece önceki diyaloğumuzu yine yaşıyormuşuz gibiydi bu sözleri.

 

"İyiyim dedim Savaş." Dememle ilk kez kaşları havalanmıştı.

 

"Ne oldu?" Dedim. Bakışlarını değiştemeye çalışıyor ama değiştiremiyordu.

 

"Bana ilk kez ismimle hitap ettin. Buna şaşırdım sadece." Düşününce gerçektende hiç ismiyle hitap etmediğim aklıma geldi. Çünkü içimden hep ismi ile hitap ediyordum bu ilk söyleyişimdi.

 

"Fark etmemişim."dedim dürüstlükle. Bunu bekliyormuş gibi bir havası vardı.

 

"Olabilir. Fark edilmemek doğamda var." Dediğiyle şaşırmış ve üzülmüştüm. Bir insanın fark edilmemesinin çok doğalmış gibi söylemesi çok üzücüydü. Yüzümün ne halde olduğunu hiç ama hiç bilmiyordum. Yaslandığım kaputan, uçurumun aşağısından gelen deniz sesi daha da hırçınlaşmıştı sanki. Bakışlarımı yüzünden çekmenin sebebi arabadan buraya kadar gelen telefonun sesiydi. Bakışlarımı yüzünden çekip hızlıca arabada duran çantamdan bulduğum telefonu bulup çıkardım. Pilot arıyordu hâlen eski ismi yani kendi kaydetiği isim ile Yiğitim ile kayıtlıydı. Açıp kulağıma götürmemle indirmem bir olmuştu. Telefonu hoparlörle alıp karşı tarafı dinlemeye başladım. Fakat dur durak bilmeyen bağırışlarfan dolayı hiç bir şekilde anlaşılabilir bir kelime duyamıyordum.

 

"Alo Pilot. Alo duyuyor musun beni?" Karşıdan bir kaç hışırtı sesi geldikten sonra Pilot konuşmaya başladı.

 

"Alo Akrep. Evde kavga var." Kavga kelimesini duyar duymaz kaşlarım çatıldı.

 

"Ne kavgası?"dedim merakla. Savaş yine çatık kaşlı halini almış telefona bakıp gelecek herhangi bir lafı duymaya çalışıyordu.

 

"Kedi, köpek, Güneş, Jir hepsi kavga ediyor. Ve ben Jir'e bir tane indirmemek için bahçeye çıktım. Neredesin hemen gel."

 

"Tamam sen sakin ol biz geliyoruz." diyip telefonu kapattım. Savaş ile hemen ararbaya bindik. Arabayı çalıştırıp hızla sürmeye başladı.

 

"Ne olmuş."dedi yoldan ara ara kaçamak bakışlar atarak.

 

"Jir, Güneş, köpek, kedi kavga ediyormuş dedi Pilot. Bende tam olarak anlamadım zaten." Dedim sinirle elini direksiyona vurmaya başladı.

 

"Savaş kendine gel. Savaş." Dememle gözlerini yumdu ve hızla açtı. Arabayı daha hızlı sürmeye başladı. Evin önüne kaç dakikada geldiğimizi bile hesaplayamamıştım. Arabadan hızla inip eve doğru koşmaya başladım. Kapıyı Deva açmıştı. Yüzünde korkuyla karışık bir ifade vardı. Kapıdan geçip salona girdim. Elinde kedi olan ve ayakta dört dönem Ateş, Pilot'un yüzünü pansuman yapan Güneş, Koşarak yanımdan geçip yanına oturduğu Jir'in yüzüne pansuman yapan Deva hepsi burdaydı. Hepsi başka köşelere dağılmıştı. Savaş hızla yanıma gelip durdu.

 

"Ne oldu lan burda?" Bütün bakışlar bana ve Savaş'a döndü. Kimseden çıt çıkmayınca Dahada yüksek bir sesle bağırdı Savaş.

 

"Ne oldu dedim!" Yine konuşmayacaklarını düşündüm ama Ateş elindeki kedinin kafasını okşamaya bırakmayıp konuşmaya başladı.

 

"Ne mi oldu? Şu ikiliyi görüyor musun?" Ateş sinirle, elindeki kediye dikkat ederek işaret parmağını Güneş'in ve Jir'in olduğu taraflara çevirdi.

 

"He İşte şu iki gerizekalı eve geldiğimizden beri kavga ediyorlar." Dedi.

 

"Evde değil miydiniz?" Merakıma yenik düşüp sorduğum soruyla bakışlarını bana çevirdi.

 

"Ben ve Deva Minnoş'u almaya veterinere gittik. Yani kediyi."elindeki kedinin adının Minoş olması ve Ateş'in sinirliyken bunu söylemesi yüzünün tatlı bir hal almasını sağlamıştı.

 

"Bende duşa gireyim dedim geldiğimde tartışıyorlardı. Bende bu tartışmaya dahil oldum ve gördüğünüz gibi sonuç bu." Dedi Pilot. Sağ gözü hafif kırmızımsı ve morumsu bir hal almıştı. Aynı gözün üstünde açılmış kaşı ile biraz hırpalanmış duruyordu. Jir'e baktığımda onunda Pilot'tan pek farkı olmadığını olmadığını gözrdüm. Dudağı açılmış. Sol gözü de şişip morarmıştı.

 

"Merak ettiğimden soruyorum. Bu boktan tartışmanın konusunu. Nedir birbirinizden alıp veremediğiniz." Dedi Savaş. Çatılmış kaşlarla.

 

"Olay şu bana zerık dedi bende piskopat dedim. Sahi piskopat ama neyse. Deva ile Ateş geldi. Cambaz'a içeri aldık hava soğuduğu için ama Minnoş'u gördüğü an havlamaya saldırmaya başladı. Sonrası malum zaten." Güneş'in konuyu özetleyen açıklamasından sonra. Savaş derin bir nefes aldığını duydum.

 

"Çocuk musunuz lan siz?...Melek bile sizden daha olgundur. Bu saçma sapan kavganızı bir daha asla bu evde görmek istemiyorum." Diyip tekli koltuğa oturdu. Ayakta dikilip sağa sola bakmaya başladım.

 

"Cambaz nerde?" Diye soru sordum.

 

"Bahçeye çıkardık."dedi Ateş elindeki Minnoş'u daha da sarmalayarak. Yürüyerek cam kapıyı sürükleyerek açtım. Bahçeye çıktığımda Cambaz'ı aradı gözlerim bahçenin ortasında duran büyük ağacın altında uzanmıştı. Beni halen fark etmemişti. Yanına oturduğumda kafasını kaldırıp bana baktı. Ayağa kalkıp kucağıma oturdu. Ağacın altı pek ıslak olmasa da popom ıslanmıştı. Cambaz'ın büyük bedenini sıkıca kollarımla sardım.

 

"Seni üzdüler mi oğlum?" Veteriner onun erkek olduğu söylediğinden beri ilk kez ona oğlum diyordum. Der demez havlamaya başladı. Sanki gerçekten de beni anlıyormuş gibiydi. Yüzünü tutup bana bakmasını sağladım.

 

"Oğlum şimdi kedilerle kavga etmeyeceksin. Onlar senin arkadaşın anlaştık mı?" Dedim ama anlamaktan çok benim yüzümü yalamaya meraklı gözlerle bakıyordu.

 

"Hem seni neden dışarı çıkarıyorlar anlamıyorum. Buz gibi hava kıçım dondu." Dedim bir kaç kez havlayıp beni onayladı.

 

"Dışarda kulübe var. Dün orda kaldı." gelen ses ile kafamı arkama çevirdim Savaş elinde bir hırka getirmişti. Utanç ani bir şekilde vücuduma yayıldı. Kucağımda oturan Cambaz'ın kulağına yaklaştım.

 

"Sıçtık Cambaz duydumu ki bizi, kesin duydu." Dedim havlayıp dilini ağzından dışarı çıkarıp kuyruğunu salamaya başladı. Benim halime gülüyordu.

 

"Hadi kalk soğuk oldu." Dediğinden sonra önüme gelip elini öne uzattı. Bir Savaş'a birde Cambaz'a baktım. Cambaz'ı kucağımdan indirip elini tutmayıp yanımdaki ağaca tutunarak ayağa kalktım.

 

"Cambaz burda mı kalacak?" Dedim çünkü hava gerçekten soğuktu. Kafasını olumlu anlamada salladı.

 

"Neden ki hava soğuk ve üşür o burda." Diyip elimle Cambaz'ın kafasını sevdim.

 

"Evdeki kediye yani Minnoş'a alıştığı zaman içeriye alıcaz. Birbirlerini öldürebilirler. En kötü ihtimale dışarıda kalır Cambaz." Cambaz'a baktığımda bundan hiçte rahatsız olmadığını gördüm. Koşarak bahçenin sonuna yapılmış yerden yüksek, mavi renge boyanmış kulübeye girdi.

 

"Eski köpeğimin kulübesiydi."dediğiyle ona baktım. Ama Savaş bana bakmayıp kulübenin olduğu tarafa bakıyordu.

 

"Öldükten sonra bu kulübe ondan geriye kalan son şeylerden biri. Yani Cambaz'ın bu kadar hızlı kulübe sahibi olmasının sebebi işte bu."dedi bakışlarını bana çevirdiğinde kaşları çatılmıştı.

 

"Üzüldüm."dedim.

 

"Üzülmen için söylemedim." Yüzümün nasıl bir şekilde olduğunu bilmiyordum. Sadece bir kaç gün önce bir tesadüf ile tanışıp sahiplendiğim Cambaz'ın ölümünü düşündüm. Kalbim anlamlandırmadığım bir duygu ile kaplandı.

 

"İçeri geçelim yağmur yağacak."dediğiyle beraber yürümeye başladık. Elindeki hırkayı üstüme atmak için hareketlendi ama ondan uzaklaşıp bunu engelledim. Yüzüne bakmadan hızlıca camdan kapının içine girdim. Salonda sadece Büyük L koltukta oturan Ateş'ten hariç kimse yoktu. Adımlarımı merdivenle yöneltim. Yukarı çıktığımda Güneş'in odasının kapısını açıp içeriye girdim. Güneş ve Pilot sesiz bir şekilde yatağa oturmuştu. Kapıyı kapatıp karşılarına dikildim ikisinin bakışları bana döndü. Pilot'un yüzü ona üzülmemi sağlıyordu ama önce kızmam gerekiyordu. Boğazımı temizleyip konulmaya başladım.

 

"Bişey sorucam. Telefonda konuşurken kavga falan etmiyordun dimi." Pilot kafasını olumlu anlamda salladı.

 

"Peki sen 5 dakika içinde nasıl kavga etmeye başladın." Diye sordum tek kaşını kaldırarak.

 

"Bilmiyorum...yani bir anda oldu herşey. Kafam gitmişti zaten daha sonra yerine geldiğinde Jir'in üstünde ona yumruk attığımı hatırlıyorum." Dedi tek nefeste.

 

"Hak Etti zaten piskopat." Güneş konuştuğunda ona kısık gözlerle baktım.

 

"Buraya kavga etmek için gelmedik. Hepimizin bir amacı var ve o amaç için buradayız. Bunu unutmayın."der demez Pilot'un yanına gittim. Yüzüne dikkatlice bakmaya başladım.

 

"Baya hırpalamış."dedim şiş gözüne dokunurken.

 

"Sen bide karşı tarafı gör." Dedi güldüğünde parmağımla gözüne bastırdım. Kısık bir şekilde inleyip elime vurdu.

 

"Karşı taraftan pek farkın yok gibi." bu sefer ben güldüm. Gülmemle beraber yüzüme yastık ile vurdu. Güldüğü için tüm yüz kasları acıyordu buna rağmen bana vurmaya devam ediyordu.

 

"Salak dur lan."dememle yastığı kenara bıraktı. Gülünce yine gamzeleri çıkmıştı parmaklarımı gamzesine bastırdım.

 

"Neden bu kadar güzel gamzelerin var acaba."gülümsemesi daha da büyüdü.

 

"Çünkü çok yakışıklıyım." elini saçından ağır çekimdeymişiz gibi yavaş yavaş geçirdi.

 

 

Okuldan Melek gelmiş yeni okulunu öve öve bitirememişti. Salonda oturmuştuk. Savaş'ın evde olmadığını Jir ve Deva'nın alt katta antreman odasında olduğunu yemek yapmaya çalışan Ateş'ten öğrenmiştim. Sofrayı kurmasına yardım etmiştik ve şuan yanımda oturmuş Minnoş adlı kedisiyle oynuyordu. Siyah, beyaz renkli bir kediydi. Oldukça sevimli ve Ateş'i baya seviyordu. Elimi kaldırıp Ateş'in kucağında oturan Minnoş'un kafasına koydum. Bana tuhaf tuhaf bakmaya başladı elimi çizer diye korkuyordum ama onu sevmek daha cazip geldiği için elimi hiç kaldırmayıp kafasını sevmeye başladım.

 

"Bide kapalı havuzu vardı. Abi eski oklulumda lavabodan su akmazdı." Melek hızlı hızlı Pilot ve Güneş'e okuldaki imkanlardan bahsediyordu.

 

"Vay anasını, zengin olmak kadar iyi bir şey varmı lan? Hayata bin sıfır önden başlamak gibi bir şey." Pilot söyledikleriyle hepimiz gülmeye başladık.

 

"Bide parası olup mutsuz olanlar var. Yani parayla nasıl mutsuz olunur anlamak çok zor." Dedi Güneş. Gerçektende anlamakta zorlanıyormuş gibi konuşmuştu fakat para herşey değildi. Olamazdı.

 

"Peki aşk mı? para mı?"dedi Ateş kucağındaki minnoş kalkıp kucağıma oturdu. Ateş ihanete uğramış bir yüz ifadesiyle Minnoş'a baktı.

 

"Bence para. Çünkü aşk kısa ömürlüdür ve acı verir. Ama para öylemi, ne zaman paranın acı verdiğini gördünüz." Dedi Pilot bu güne kadar yanında bir çok kadın görmüştüm ve bu hiç uzun bir zaman sürmemişti. En fazla bir veya iki hafta kadar sürerdi.

 

"Bence aşk. Çünkü aşk hayat demektir. Yani parasız bir hayat sürülür ama aşksız bir hayat yıldızsız bir gece gibi hep bir eksik hep bir yarım. Arada bulutlar çıkıp yıldızları gizler ama yinede orada olduğunu bilirsin." Dedi Ateş. Sanki aşıkmış gibiydi.

 

"Para bence, sebebiyse aşk diye bir şey yoktur. sadece bazı hormonsal tepkimeleri aşk sanıyoruz. Cinsellik Ve aşk aynı şey zaten aşkta bu saçma hisslerden sonra yok olup uçuyor. Bu nedenle para." Dedi Güneş yine ağzına geleni söylemişti.

 

"Bencede aşk yani Ateş abiye katılıyorum. Çünkü aşk hayattır. Çünkü aşk çok güzel bir histir."

 

"Ne oldu lan aşık mı oldun?"dedi Pilot.

 

"Ya ne alakası var." dedi Melek yüzünü kapayarak sanırım gerçektende aşık olmuştu.

 

"Peki sen?" Dedi Ateş bakışlarımı ona doğru çevirdim.

 

"Ne ben?" Dedim anlamayarak.

 

"Gerizekalı aşk mı? para mı? Sorusuna cevabın ne." Dedi Pilot yanımdaki kırlenti alıp ona attım.

 

"Cevabım şu hiç biri ne aşk ne para önemli olan aile herkes herşey gider, biter ama aile hep yanındadır. Geriye sadece aile kalır." Dedim içtenlikle ettiğim her sözün her kelimenin sonuna kadar arkasındaydım. Aile kavramına hep muhtaç bir şekilde büyümüş bir kadındım. Ve şimdi Savaş'ın değimiyle küçük ailem benim herşeyimdi ve ne aşka nede parayla değiştirdim.

 

"Güzel cevap ama şıkta yoktu."kollarımı yukarı doğru kaldırdım.

 

"Peki diyelim ikisinden birini seçsen hangisi olurdu." Güneş'in sorduğu soruyla bir an düşüncelerime daldım. Aşk mı? Para mı? Hayatımda hiç aşık olmadım. Pilot ve Güneş'in zoruyla sadece takıldığım bir kaç kişi oldu. Ve tam olarak nasıl bir duygu olduğunu bilmiyordum. Güneş'in dediği gibi aşk cinsellik miydi? Yoksa Ateş'in dediği gibi yıldızsız bir gece gibi hep eksikmiydi.

 

"Bilmem yani bugüne kadar aşık olmadım ve bol paranın bende ne gibi değişimler yapacağını bilmiyorum." Dedim dürüstlük ve tereddütle. Ateş şaşırmıştı.

 

"Neden ki? Yani senin gibi bir kadını sevgilisi. olmaması tuhaf." Dedi şaşkınlığı gitgide yerini meraka bırakıyordu.

 

"Adam sevmiyor. Yapacak bir şey yok. Etrafında sayılmıyacak kadar adam onunla birlikte olmak istiyor ama hanımefendiye adam beğendiremiyoruz." Dedi Güneş. Ateş'in gözleri kocaman alışıp bana baktı.

 

"Lezbiyen misin?" Ateş'in sorduğu soruyla dudaklarımı birbirine bastırmak zorunda kaldım yoksa nadiren yaptığım kahkahalarımdan atıcaktım. Ateş bu halime bakıp daha da şaşırmıştı.

 

"Yemek yiyelim." Diyip hızla mutfağa doğru koşar adımlarla yürüdü.

 

"Benim neden aklıma gelmedi. Yani düşününce baya mantıklı. Erkeklerle pek takıldığını görmedim. Tabi bağzıları hariç ama Ateş haklı olabilir. Kız lezbiyen misin yoksa?" Dedi Pilot yanımdaki başka bir kırlenti alıp ona atım. Kucağımda ki minnoş o kadar uysaldıki bu hareketine sadece gözlerini açıp baktı. Başka bir kedi olsaydı şimdiye kolumdan atlayı kendini saklamıştı bile.

 

"Senin ağzına sıçardım ama dua et karnım aç." Diyen Pilot ayağa kalkıp masaya yürümeye başladı.

 

"Hadi gidelim." Dedi Güneş. Kucağımda ki Minnoş'u alıp koltuğun üzerine bıraktım. Ayağa kalkıp gri tişötümü düzeltip masaya yürüdük. İlk gün nasıl oturuyorsak öyle oturuyorduk. Masaya oturduktan sanırım beş veya altı dakika siniri yüzünde okunan Jir ve burda bulunmaktan dolayı raha1tsız olan Deva geldi. Geçip sandalyelerine oturdular. Yemeği dolduran Ateş'e yardım amaçlı kalktım. Hazır çorba yapmıştı Ateş, sanırım ezogelin çorbasıydı. Hepsine tek tek doldurup önlerine koydum ama Jir tabağını uzatmayınca Deva onun tabağını uzatıp elime verdi. Deva'nın gözleri bir bana bir Ateş'e kayıyordu. Sanki rahatsız olmuş gibi bir hali vardı.

 

"Savaş gelmeyecek mi?" Sorumla Ateş bana bakmaya başladı.

 

"Sanırım hayır şimdi şehirdedir. Zaten eve geç gelir." Kafamı sallayıp yerime oturdum. Yemeğimizi çıt çıkarmadan yedik. Bulaşıkları beraber kaldırıp mutfağa görtürdük. Aslında herkes kendi tabağını götürmüştü. Saatler ilerledikçe uykum gelmesi yerine daha da kaçıyordu. Hepsi yukarıya çıkmıştı. Dakikalardır salonda tek başıma oturmaktan sıkılmıştım.

 

Bende kalkıp yukarıya çıktım ilk olarak Güneş ve Melek'in odasına girdim. Odada sarı loş bir ışık vardı ve odaya hoş bir hava katıyordu. Güneş'in yatağına baktım cenin pozisyonu almış küçücük bir beden, hatta bir çocuk vücudu gibi kendini küçültmüştü. Üstünü açmıştı yanına gidip üstünü örtüp başına küçük bir öpücük kondurdum. Benden küçük olduğu için mi? Yoksa manevi kız kardeşim olduğu için onu bu kadar sahiplenmiştim tam olarak bilmiyordum. Ama onun benim gözümde Melek'ten pek farkı yoktu hatta hiç yoktu. Melek'in yatağına döndüm. Yüz üstü yatmıştı. Saçları yüzüne gelmişti. Uzun saçlarını ona hissettirmeden yüzünden çektip. Kafasına küçük bir öpücük kondurdum. Yorganın neredeyse üçte biri üzerindeydi. Üzerini örtüp odadan çıktım.

 

Kapıyı yavaşça kapatıp kendi odama adımlarımı döndürdüm. Kapıyı açıp içeriye girdim. Yine küçük ışıklardan oluşan yol gibi ampuller yakılmıştı ve oda aydınlanmıştı. Kafamı tavana doğru kaldırdım ve eşsiz gece görüntüsüyle karşılaştım. Gözlerimi zar zorda olsa yıldızlardan ayırıp çantamı aldım. İçine bakınca telefonumu, sigara paketimi ve beyaz çakmağımı elime alıp çantayı geri yerine bıraktım. Güneş sabah başka bir çanta vermişti ve sigaramı bu çantamın içinde unutmuştum. Deva'ya döndüm oda tıpkı Güneş gibi uyumuştu. Cenin pozisyonundaydı ve başı yastıkta değil yatağın üzerindeydi. Üzerini açmıştı gidip yorgan ile üstünü örtüm. Kaşlarını çatmış, dudaklarını ısırmıştı. Sanırım kabus görüyordu. Elimi saçlarına götürüp yavaş yavaş okşamaya başladım.

 

"Anne... Anne." Uykulu sesiyle söylediği sözleri kalbimi acıtmaya yetmişti. Arada kulağına kısık sesle burda olduğumu yanında olduğumu söylüyordum. Dudağını serbest bıraktı Çatılan kaşlarını düzeltip huzurlu olduğunu düşündüğüm bir uykuya daldı. Elimi saçından çekmeden saçlarıyla oynamaya başladım. Kaç dakikadır burda olduğumun farkında bile değildim. Ellerimi saçından çekip yavaşça ayağa kalkıyordum ki.

 

"Gitme anne... Gitme." Dedi Deva çaresiz bir şekilde. Gözlerini sıkmıştı uykusunda ne görüyorsa yüzüne yansıyordu. Kulağına yaklaşıp kısık bir sesle.

 

"Hep yanındayım...anneler kızlarını asla bırakmazlar. Uyu hep seninleyim, hep senin yanındayım." Dedim sıktığı gözlerini gevşeti önce ardından yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. Ses çıkarmadan yavaş adımlarla odadan ayrıldım. Alt katta inip içki dolbından iki bira çıkardım. Koltuğun üzerinde duran battaniyeyi alıp bahçeye çıktım. Bahçede az ışık çok yıldız vardı. Ve tamda bir kaç gün önce istediğim gibi yıldızların altındaydım.

 

Soğuk havayı içime çektim. Deva'nın annesime olan özlemi bana beni hatırlatmıştı. Evi arkamda bırakıp koca ağacın arkasına oturdum. Battaniyeyi her iki tarafıma sarıp bağdaş kurdum. Bir birayı alıp kenara bıraktım. Diğer bira şişesinin ağzını açıp çimenin üstüne koydum.

 

Cambaz'a bakmak için eğildim fakat kulübesinde değildi. Nerde olabileceğini düşündüm ama eve giremezdi kapı kapalıydı. Bahçeden de kaçamazdı yüksek duvar bunu engelliyordu. Etrafa bakmaya başladım ama yoktu. Arkamdan gelen havlama sesiyle irkildim. Cambaz gelip yanıma oturdu. Yüzümü iyice yaladığına emin olduktan sonra kafasını bacağımın üzerine koydu. Yüzümü silip eğilip başını öpücüklere boğdum. Bira şişesine uzandığı an önünden alıp diğer yana koydum. Sigaramı ağzıma alıp ucunu yaktım yanımda getirdiğim biradan içip sigaramı da içmeye devam ediyordum. Hava soğuktu üzerimde sadece şort ve tişört olduğundan dolayı üşüyordum. Ama biranın damarlarını ısıtması pekte geç olmamıştı. Yanımda oturan Cambaz'ın üşüdüğünü yanıma daha da sokulmasından anlamıştım. Battaniyeyi üzerimden çekiştirip üzerini kapadım. Daha da yakınlaşarak ona sarıldım. Sigaramı bitirip yenisini yaktım.

 

Bir kaç hışırtı sesiyle arkama döndüm ama kimse yoktu. Sütyenimden küçük kormızı neşteri çıkarıp ayağa kalktım. Ağacın etrafından pekte uzaklara gidemiyordum. Cambaz benimle ayağa kalkmış etrafımda dönüp duruyordu. Çokta aydınlık olmadığından etrafı tamda göremiyordum. Arkamda hissettiğim bir nefes sesi ile arkama dönüp neşteri rastgele savurup bir yerini çizdim, Yada kestim. Kısık bir inleme sesi geldi sanırım erkek sesiydi. Nefes nefese arkaya doğru adım atmaya başladım. Yüzüme doğru açılan ışık ile gözlerimi kapatmak zorunda kaldım.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun?" Dedi Savaş sesi yada direk Savaş. Işığı yüzümden çekince kendine döndürdü. Gözlerine baktığımda sinirli ve eğlenen bir ifade ile karşılaştım. Vücudunun neresine nasıl bir zarar verdiğimi görmek için baştan sona kadar bakmaya başladım. Ve avcunun içini kestiğimi farkettim. Hızlı adımlarla elini alıp avcunu elimin içine aldım. Elini yumruk yapmıştı ve açmıyordu.

 

"Aç avcunu nasıl kestiğimi görmek istiyorum yaran derin olabilir."dedim ama açmayıp yüzüme bakıyordu. Gözleri yine bomboş bir şekilde bakıyordu.

 

"Savaş açar mısın?" Dedim nazik olmaya çalışarak eğer sinirli bir şekilde söylersem inada bindirebilirdi. Avcunu yavaş yavaş açmaya başladı. Çok derin bir kesik yoktu fakat uzun bir kesikti. Cambaz ağacın altına oturmuş bize meraklı gözlerle bakıyordu.

 

"İçeri geçelim yarana bakayım." Dedim fakat kafasını olumsuz iki yana salladı.

 

"İnat etme bak çok kanıyor. Hadi gidelim." Kolundan çekiştirmeye çalıştım ama yerinden bir milim kımıldamamıştı.

 

"Mutfakta sağ üst ikinci dolapta ilk yardım çantası var. İçeriye geçmek istemiyorum." Dedi avcunu yavaşça bırakıp. Koşar adımlarla mutfağa doğru yürümeye başladım. Mutfağa girip tarif ettiği dolabı açıp içinden ilk yardım çantasını çıkardım. Bahçeye çıkmadan önce askılığa gidip herhangi bir hırkayı aldım. Galiba sabah bana vermek istediği hırkayı almıştım sanırım.

 

Bahçeye çıktığımda karanlığa rağmen Savaş'ın yandan profilini gördüm. Cambaz yanına oturmuştu ve içtiğim bira şişesini kafasına dikmiş içiyordu. Yanında bir tane daha şişe varken neden benim şişemden içmişti ki. Yavaş yavaş yanına yaklaştım. Elindeki bira şişesini kenara bırakıp bana baktı. Bir ayağını öne uzatmış diğeriniyse altına almış beyaz gömleğinin bir kaç düğmesini açmış, kumral saçları dağılmıştı. Gözlerimi bir kaç kez kırpıp yanına yaklaşıp önüne çöktüm. Kestiği sol elini elime alıp açtım. Kesiği karanlıktan dolayı pek göremiyordum. Telefonumu ışığını açıp baktım. Tesadüfen dövmeli bileğini kesmiştim, Kesiğin etrafı kurumuş kan ile boyanmıştı. Çantayı yanıma yaklaştırıp açtım. Tek elle bunları yapmak pekte kolay değildi. Avcuna bakması gereken yüzüme bakan Savaş'ın boşta duran eline telefonu verip iki elle işime geri döndüm. Kesiğin etrafını temizlemeye başladım. Çıt çıkarmadan beni izliyordu ve bu beni rahatsız ediyordu. Yaranın etrafını iyice temizledikten sonra elime aldığım tentürdiyot pamukla yüzüne baktım.

 

"Acırsa söyle tamam mı?" Dedim alttan alttan bakarken. Kafasını ağır ağır salladı. Yavaş yavaş yaranın etrafını temizlemeye başladım. Arada eli acıdan kasılıyor ama sesini çıkarmıyordu. Silme işini bitirdikten sonra sargı beziyle elini sarmaya başladım. Sonunda bitirdiğimde yerdeki şeyleri topladım. Yanımda getirdiğim hırkayı ona uzattım. Ama almıyordu.

 

"Al bunu."dedim sinirle.

 

"Üşümüyorum."

 

"Üşüyorsun al dedim." Söylediklerine kaşlarını çattı.

 

"Üşümüyorum dedim." İnada binmişti.

 

"Almıyorsan ben sana bu hırkayı giydiririm." Diyip hırkayı yüzüne attım.

 

"Ne yapıyorsun?"

 

"Giyene kadar yüzüne atarım. Şaka falan yapmıyorum." dedim hırkayı kenara bırakınca hırkayı alıp yine yüzüne attım. Çocuk gibi bir kaç kez yüzüne atığımda hırkayı kenara bırakarak yerde olan az ıslanan battaniyeyi aldı ve sırtına attı.

 

"Bu daha iyi." Dedi en azından üstüne bir şey atmıştı. Bu benim için yeterliydi. Yerdeki hırkayı alıp üstüme attım. Savaş'ın sol tarafına oturdum. Cambaz yerinden kalkıp aramıza gelip oturdu ve hırka bana büyük geldiğinden birazını Cambaz'ı n üstüne attım. Sigara paketimden sigara çıkarıp dudaklarımın arasına aldım. Paketi yanımda oturan Savaş'a uzattım. İçinden bir dal alıdı çakmağımla sigaramı yakıp çakmağı ona uzattım elimden alıp oda yaktı. Başımı ağaca yasladım.

 

"Özür dilerim senin olduğunu bilmiyordum." Dedim. Bir kişiyi asla kasıtlı olarak yaralamam fakat onu görmemiş ve yaralamıştım. Ve özür dilemek bana göre asla beni küçültmezdi.

 

"Önemli değil." Dedi soğuk bir sesle. Yanında duran bira şişilerine uzandım ama yetişemiyordum. Saçlarım burnuna sürtündüğünü hissettim fakat sonunda açılmış şişeyi elime aldım. Açılmamış şişeyi uzağa koyduğum için kendime kızdım. Savaş'tan uzaklaştım. Büyümüş gözlerle bana bakıyordu.

 

"Şişeyi almak için uzanmıştım." dedim bakışlarını Cambaz'a çavirdi. Şişeyi kaldırıp içmeye başladım. Bir kaç yudum daha aldıktan sonra şişeyi aşağıya indirim. Galiba fazla içmiçtim. Savaş şişeyi elimden alıp içmeye başladı. Cambaz yerinden kımıldamayıp bi bana bi Savaş'a bakıyordu. Şişeyi yavaşça dudaklarından uzaklaştırıp yine sağına bıraktı. Yerde içtiğimiz sigaraların çöpleri vardı ve bir şişe bira bitmişti bile.

 

"Benim içtiğim şişeden içtin. Sonra zehirlenirsen seni hasteneye götürmem." Diyip gülmaya başladım. Sarhoş olmanın ilk bir kaç basamağını hızla geçmiştim. Hedefim zirveye ulaşmaktı.

 

"Önemli değil." Dedi yine aynı soğuk havayla. Bileğindeki dövmeye takıldı gözlerim. Nedenini çok merak ediyordum ama nasıl soracağım bilmiyordum. kendi bileğime baktım, aynı desen aynı siyah renk i, her şey aynıydı. Umarım sebebi aynı değildir. Daha da meraklanarak erin bir nefes aldım ve konuşmayıa başladım.0

 

"Neden bileğinde öyle bir dövme var?" Dedim zar zor.

 

"Öylesine." Dedi kısaca. Bu cevabı beni tatmin etmemişti.

 

"Öylesine mi yaptın. Peki neden?" Dedim daha da meraklanarak. Bakışlarımı yıldızlardan alıp yüzüne bakmaya başladım. Vücudunun herhangi bir dövme var mı diye baştan aşağı süzdüm ama bileğindeki dikenli tel dövmesi ve aynı koldan acıcık bir simgenin başlangıcı gibi görünen bir dövme vardı. Şuan bana bakmadığına sevinmiştim. Kendisi yıldızlara bakmaya devam edip bir eliyle de Cambaz'ın kafasını seviyodu.

 

"Senin bileğinde ne sebeple varsa." Dedi bam diye. Okyanus gözlerini yüzüme çevirdi. Nasıl tepki vereceğimi inceliyordu. Yüzümdeki şaşkınlığı yok edip, normal bir konudan konuşuyormuş gibi yapmaya çalıştım ama bir türlü yaşadığım şoku atlatamıyordum. İntiahar etiğimimi ima ediyordu yoksa öylesine söylenen bir söz müydü bilmiyordum. Elimde tutuğum sigaramdan derin bir nefes alıp bakışlarımı Cambaz'a çevirdim.

 

"Ne alakası var? ben sevdiğimden yaptım dövmeyi. Olayı bana çevirme." Dedim yalan söyleyerek Yüzüne baktığımda acılı bir gülümsemeyle karşılaştım.

 

"Çok alakası var, fakat dediğin gibi olsun." Dedi yüzündeki gülümsemeyi bozmadan kafasını omzuna yatırdı.

 

"Ama bileğindeki dövmenin sebebi sevdiğinden ise bende sevdiğimden yaptım." Hiç inandırıcı gelmemişti söyledikleri. Acaba bende az önce yalan söylediğimde böyle mi görünüyordum. Ayağa kalkıp elinde tuttuğu birayı alıp büyük yudumlar alıp eline geri verdim. Ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışan Okyanus gözleri üzerimde dolaşmaya başladı.

 

"Elin nasıl yani, iyi misin?" Dedim çabuk bir şekilde.

 

"İyi." Verdiği cevap beni tatmin etmemişti.

 

"Gerçekten iyi misin?" Dedim yüzünde küçük bir tebessüm oluştu. Neden gülümsediğini merak etmiştim ama birden bu diyaloğu daha önce yaşadığımız aklıma geldi.

 

"Gerçekten iyiyim." bende gülümsemeye başladım sanki az önce tedirginlklikle ayağa kalkmamış gibi.

 

"O zaman iyi geceler." Dedim eğilip Cambaz'ın. Kafasını öptüm. Cambaz Savaş'a fazla yakın olduğundan saçıp nerdeyse yüzüne değiyordu fakat hızlıca ayağa kalkıp Savaş'a bakıp yürümeye başladım. Biraz yalpalıyordum ama en azından ayakta durabiliryordum. Son kez arkama baktım yandan profili masum bir çocuğu andırıyordu. Cambaz'ın üzerini battaniye ile sarmış kendi üstünü açık bırakmıştı. Havanın soğuk olduğu apaçık ortadaydı. Hızlıca yanına gidip üstümdeki hırkayı kucağına bıraktım. Yine anlamayarak bakıyordu.

 

"Ben içeri geçicem....dışarısı soğuk yani. Neyse iyi geceler." Dedim arkamı dönüp yürümeye başladım. Açıkta kalan bacaklarım ve kollarım üşümeme yetmişti.

 

"Sana da iyi geceler Kara Akrep." Dediğiyle arkamı döndüm. Hırkayı hala giymemiş oturduğu yerden bana bakıyor bakışlarını kaçırmıyordu. Gözlerini zar zor Okyanus gözlerinden çekip başımı yukarı aşağı doğru salladım. Odama çıkıp yatağa girdim. Dışardaki yıldızların bir benzeride buradayı. Fakat gerçeği daha güzel daha çoktu. Savaş'ın ima ettiği şeyi düşündükçe kalbim ağırlaşıp sol göğüs kafesime ağırlık yapıyordu. Oda mı İntiahar etmişti? Yoksa sadece bir söylenim miydi? Yatakta sağa sola defalarca dönüp sonunda kendimi uykunun kollarına bıraktım.

 

....

 

Hellöö!

 

Nasılsınız umarım iyisinizdir. Bu yeni yaşımın ilk bölümü umarım beğenirsiniz.

 

Bölüm ile bazı sorular:

 

En sevdiğiniz karakter kim?

 

Sizce Savaş'ın bileğindeki dövmenin sebebi ne?

 

Sorular şimdilik bu kadar bölümü alttaki yıldızla taçlandırmağı unutmayın ve yorum yapmayı.

 

 

Instagram: aci_intikam_official, Hatice.heja_

 

Sevgilerle..

 

 

Loading...
0%