@haticesar
|
İyi okumalar✨
🎶Leyla the band - Yokluğunda
(yukarıda fotoğraftaki gördüğünüz kişi Pilot'tur.
Çocuk olmak ne kadar güzel, ne kadar acıdır. Bu dünyada bazı insanlara bir hediye, yada cezadır. Hatırladığın anlardan ibarettir, ama bu hatıraların bir çoğu hayatını yönetir.
İçinde kötülük bulunmaksızın yaşadığın yıllardır. Kendi öz dünyanda kendi küçük dünyanda yaşar, kimsenin hayatına bir müdahalede bulunmazsın öyle bir hakkın yoktur. Yetişkin bir bireyde olsan, yaşlı bir adamda olsan, yada herhangi bir kadında olsan.
Küçükken hepsinin cezasını bir gün verileceğini, canımız yandığı kadar canlarının yanacağını düşünürdüm, düşlerdim. Fakat sadece düşünceyle kaldı, hiç bir zaman gerçek olmadı.
Peki bizim hayatımıza dokunan eller, hayatımızı zehir eden o ellerin sahipleri cezalarını kim verecekti. Hayatımızın, çocukluğumuzun büyük bir kısmını zehir eden bu insanlar ne zaman cezalarını çekeceklerdi. Cevabı, hiç bir zaman.
Savaş'ın bu grubu toplanmasının sebebini şimdi daha da anlıyordum. Kendi adaletimizi kendi intikamımızı kendimiz alıcaktık. Fakat birlikte, hep birlikte, sekiz canı yanan bireyle, çocukluklarının intikamını alıcaktık. Kendi adaletimizi sağlayacaktık.
Özgür'ü son gördüğümde hissettiğim tek şey çaresizlikti. Sadece çaresizlikle kalmayıp bir sürü duyguyuda yanında hissetmiştim. Fakat çaresizlik bambaşka bir ağırlığa sahipti. Özgür'ün okuması gerekirken çalışmasını ya çaresizliğe, yada dünyanın adaletsizliğine bağlayabilirdim. Fakat sanırım bana göre çaresizlikti. O yaşında bu kadar sorumluluğu omuzlarına yüklenmesiyse adaletsizlikti.
Özgür büyüdüğünde yaşanmamış bir çocukluk ile yaşamaya çalışıcaktı. Ve en ağır şekilde hayatını yaşamaya çalışıcaktı.
Bunun intikamını, bunu ona yaşatanları gerçektende süründürnek istiyordum. Kafalarını koparıp köpeklere.... Neyse.
Çektirdikleri acının bin mislini yaşamalarını istiyordum, istiyordum ama gerçekleştiremiyordum. Biz beraber geçmişimizin kötü karakterlerinden intikamını alıcaktık. Fakat Özgür büyüdüğünde bu intikam ateşi içine düşüp onu sömürecekti. Ve yanında bizim gibi insanlar olmayacaktı. Olmayabilirdi. Ve yanlış yapma olasılığı oldukça yüksekti.
Kapısının önünde durduğum yer, Evim. Çok çabalamıştım. Bu ev için, gece gündüz bulduğum her işte çalışmış, Melek için bir yuva oluşturmaya çalışmıştım. Başarmıştımda ama Savaş'ın intikam planı yüzünden sadece beraberbir kaç gün kalabilmiştik.
Kafamı yukarı kaldırıp binaya baktım. Güneş batmasına sadece bir kaç saat kalmıştı ve azda olsa güneş ışıkları binayı aydınlatıyordu. Aynıydı derme çatma bir binanın değişmesini beklemek aptalık olurdu zaten.
Yanıma çikolatalı kokusundan tanıdığım Savaş geldi. Avcunu kesmiştim, pişman olmuştum ama o gün o saate o bahçede sessiz sessiz gelen oydu ve suçlu ben olmuştum. Evde Savaş'ın yaralandığını fark edip soran bir sürü kişi olmuştu. Savaş'sa Avcunu yanlışlıkla bıçakla kestiğini söylemişti ve pek inandırıcı değildi hatta hiç değildi. Şimdiyse gözucuyla baktığım elindeki sargıyı çıkarmıştı.
Yanımdaki varlığını unutup binaya bakmaya devam ettim. Bazı önemli eşyalarımızı almak için bizi evimize getirmişti. Pilot, Güneş, ben ve hafta sonu olduğu için Melek'le birlikte gelmiştik. Deva ve Jir kendi evlerine gitmiş, eşyalarını alıp bizimle burada buluşacaktı. Ateş evde kalıp yemek yapmayı tercih etmişti.
Pencereye çıkan ve bi bana bi de Savaş'a ters ters bakan kadına baktım. Bu kadın bu eve geldiğimden beri peşimi bırakmayan kadındı. Hayatıma her türlü burnunu sokmaya çalışıyordu. Ne kadar sorularından kaçarsam kaçayım yinede yakalamayı başarıyordu. Ona aynı bakışlarla karşılık vermeye çalıştım.
"Kız!" Dedi sesiyle kulaklarımı kanatan kadın. Cevap vermeyip yüzüne bakmaya devam ettim. Ağzındaki sakız, yüzündeki makyajdan dolayı görünmeyen mavi gözleri, yüz metre öteden bile anlaşılabilecek çakma sarı saçları ve pencereden eğildiği için görünen hafif göğüs dekoltesi ile tam bir çakma barbie kadını gibiydi. Ama sadece çakmasıydı.
"Neredesin kaç gündür?" dedi gözlerini kısıp.
"Ne o beni mi özledin Sercan abla?" dedim. Kısılan gözleri ve sinirden kalkmış tek kaşı. Adının aslında Sevcan olduğunu, isminin doğru söylenmediğinden ve abla denilmesinden nefret ettiğini biliyordum. Ama inadına söyleyip onu gıcık etmek daha mantıklı gelmişti. Yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirip Savaş'a baktım. Ne olduğunu anlamaya çalışıan bakışları ve yine çatılan kaşları herşey tamamdı yüzünde.
"Neden eve gelmediğin belli?" dedi. Savaş'a bakıp gözlerini kısarak. Kadın beni neyle suçladığının farkında mıydı? Bir kadın bir kadın hakkında nasıl böyle ithamlar da bulunurdu.
"Neymiş belli olan?" dedim yüzümdeki gülümsemeyi bozmayarak.
"Takmışsın yanına gül gibi adamı bir daha buralara gelmezsin. Zengindirde bu şimdi dimi kız, ah pardon artık kız mısın oda belli değil." ağzındaki sakızı şapırsatıp şapırdatıp söylediği her sözü ona yedirmeyi planlaıyordum. İçimde büyüyen sinire hakim olmaya çalışıyordum fakat başarılı olduğum pek söylenemezdi. Gözlerimi kapayarak derin bir nefes alıp gözlerimi açtım. Solan gülümsememi yeniden dudaklarımda yerini aldı.
"En azından senin gibi her gün koynumdan başka adamlar çıkmıyor. Bazen, o adamlarla denk geliyoruz, yani binanın kapısında karşılaşıyoruz. Ve senin bazı müstehcen yerlerini anlatıyorlar. Artık sarhoşluğa mı bağlarsın yoksa başka bir şeye mi orasını bilemem. Şimdi beni suçlandığın şeyi aslında senin yapman, çok komik dimi Sercan abla. Kadını en büyük düşmanı yine kadındır ve sende bunun kanıtısın." dedim yüzü renkten renge hızla geçiş yapıyordu. Penceresinden kaçıp hızla içeri geçti. Yüzüme bakmayarak kapatığı pencerenin ardına perdeyi kapattı.
"Bu yaptığın çok ayıptı." bakışlarımı sesin sahibine yani Savaş'a çevirdim. Bana kınayan gözlerle bakıyordu. "Asıl onun yaptığı ayıp. Bir kadın bir kadına bunu söyler mi?" dedim isyan ederek. Asla pişman değildim söylediklerimden.
"Söylermiş. Sende sana yapılanı ona yaptın Akrep. İğnenle onu soktun." Git gide sinirlenip kendime hakim olamıyordum. Bir zamanlar babamın bana fahişe dediği günü anımsadım ve canım bin kat daha da acıdı.
"Savaş haklı olmama rağmen beni suçlamayı kes." Diyerek Savaş'ı arkamda bırakıp içeri geçtim. Merdiven basamaklarını hızlıca geçip aralık olan kapıdan içeri geçtim. Odama girip kapıyı kapattım. Yatağa oturup ayaklarımı kendime çektim.
"Abla bir şey mi oldu? İyi misin?" odada varlığını unuttuğum kız kardeşimin sesiyle kafamı ona çevirdim.
"Yok bişey, hadi hızla eşyalarını topla." Kendimi gülümsemeye zorladım. Ve sanırım başarmıştımda Çünkü bu dediğimden sonra Melek işine geri döndü. Masanın üzerinde duran kurumuş güllere ilişti gözlerim ne kadarda severek almıştım hâlbuki.
Bulduğum bir küçük çantaya özel olan eşyalarımı koydum. Eski arkadaşım Deniz'den gelen mektuplarım, Savaş'ın kapının önüne koyduğu mektup ve tuhaf ama gerçek olan dövme defterim. Yaptığım her dövmeyi buraya resmini ve nedenini yazıyordum. Ve çoğu, hatta neredeyse hepsinin sebebi babamdı. Vücudumda bıraktığı hatıra misali yaraları, sebeb olduğu yaraları kapatmak için yaptığım tüm dövmelerimi not alıyordum. Bunu neden yaptığımızda doğrusu bilmiyordum.
Çantanın fermuarını kapatıp ayağa kalktım. Melek'te kendi çantasını toplamayı bitirmiş yatağının üstüne bağadaş kurmuş sesiz sesiz oturuyordu. Tırnaklarıyla oynamaya başlamıştı yine. Yanına yaklaşıp oturdum. Kafasını kaldırıp kedi gibi bakmaya başladı.
"Ne oldu gülüm?" Dedim merakla.
"Artık gülüm yok abla, artık Melek var." Dedi. Yeni anlamıştım gülüm dediğime, hafta boyu hep gülüm diyip durmuştum. Galiba alışkanlıktı.
"Alışkanlık sadece, birşey mi oldu ne bu halin?" Diye sordum. Tırnaklarıyla oynamaya devam edip kafasını eğdi.
"Yok birşey." Dedi yine. Susmayı tercih ediyordu. Fakat birşeyler olduğu belliydi.
"Meleğim söyle lütfen." Dememle gülümsemeyle başını kaldırıp iri mavi gözlerle bana bakmaya başladı.
"Gülümden sonra Meleğim mi? Beğendim bunu." Dedi. Gülümsemeye başladım.
"Bizde her türlü isme uygun lakaplar bulunur efenim." Dedim gülmeye başladı bu ruh haline bende gülümsedim.
"Hadi Meleğim söyle ne oldu?" Yüzündeki gülümseme yavaş yavaş solmaya başladı. Ve yine tırnaklarıyla oynamaya başladı.
"Abla aslında çok önemli bir şey değil. Yani-"
"Hayır önemli olup olmaması umrumda bile değil. Ben senin canını sıkabilecek her türlü şeyi öğrenmek istiyorum. Gerekli gereksiz herşeyi." yaklaşıp kafasını boynuma koyup, kollarını sırtıma koyup sıkıca sarıldı.
"Biliyorum canım ablam sadece gerçekten de önemli değil." Kollarımı etrafına sarıp sıkıca sarıldım.
"Meleğim bak önemli olan senin mutluluğun bu hayatta tek gayem bu. Ve canını sıkan her şeyi bilmek istiyorum. Söyle ne oldu?" biraz uzaklaşıp göz göze gelmemizi sağladım. Fakat başını eğdiği için çenesinden tutup kafasını kaldırdım. Gözlerini bir kaç defa hızla kırpıp açtı ve konuşmaya başladı.
"Ben seninle yani Pilot abi ve Güneş ile bu evde yeni bir hayat planlarken şimdi daha kaç gündür tanıdığımız bir adamın evine gidiyoruz. Bir yıllığına kalmak için, biz daha beraber bu evde bir hafta kalmadık ama başka bir eve gidicez. İntikam meselesi de var. Ve ben korkuyorum." Son kelimesini kısık bir sesle söylemiş kafasını boynuma saklamıştı. Aslında rahatsız olduğu konu ben, Güneş veya Pilot ile aynı evde yaşamak değildi. Çünkü gideceğimiz yerdede hepberaber olucaktık. Onu rahatsız eden konu korkularıydı. Annesinin katiliyle yüzleşmekten korkuyordu. Hâlbuki babamızın annemizin katili olduğunu bilmiyordu ve eğer öğrenirse nasıl bir tepki vereceğini bilmiyordum. Konudan sapmamaya özen göstererek konuşmaya başladım.
"Biz hep seninle olucağız. İstemediğin yerlerde bile senin yanında olucağız. Hatta bizden bıkabilirsin o seviye yani." Yüzüne baktım en azındn biraz rahatlamışşa benziyordu. Boğaımı temizleyip konuşmaa devam ettim. "İntikam meselesine gelirsek korkmanı gerektiricek hiçbir şey yok. İstenmeyen ot burnunun dibinde bitermiş bu söz misali hep yanında olucaz. Hem sözleşmeyi imzalarken hiçte korkak görünmüyordunuz hanımefendi." Kafasını daha da boynuma gizlemeye çalışıyordu.
"Abla yaa! Ne alakası var?" Dedi sesi boğuk boğuk geliyordu.
"Tamam tamam kalk sizinle bir şey konuşmak istiyorum." Gözlerini kısıp kafasını salladı. Kalkıp salona geçtik. Eşyalarımızı koltuğun kenarına bırakıp koltuğa oturdum. Melek yanıma gelip başını omzuna koydu.
"Sikeceğim bu valizi, bu ne biçim fermuar bu fermuarı yapan demirciyi, satan satıcıyı, valizni hepsini si-"
"Pilot sus ve gel buraya, hemen!" Dedim bağırarak. Açılan dış kapının sesiyle kafamı kapıya çevirdim. Savaş kapının önünde durmuş evi inceliyordu.
"Savaş abi gelsene." Melek'in dediğiyle Savaş yavaş yavaş yürüyüp tekli koltuğa oturdu. Yine yüzünde duygusuz bir ifade vardı. Zaten ya duygusuz bir yüz ifadesi yada çatık kaşları vardı yüzünde. Bakışlarımı yüzünden çekip başka tarafa bakmaya başladım. Kapının önünde dedikleri yüzünden ona bakmak bile istemiyordum. Nasıl beni o kadına benzetebilirdi.
"Geldik geldik. Şu kızın valizinin fermuarını çekene kadar yaşamımdan bi 5 sene gitti ama başardık." Dedi Pilot. Güneş'in valizini küçük çantamın yanına bırakıp hızla yanımıza gelip oturdu. Kolunu omzuma atıp şakağımdan öptü. Ona bakınca gülümsedim. Yanımda oturan Melek'in yanağına boymumdan uzattığı elle sıktı. Savaş'a baktığımda tanıştığımızdan beri sanırım bir kaç kez şahit olduğum samimi gülümseme vardı.
"Azıcık şey koydum zaten." Güneş'in isyan dolu açıklanmasından sonra Pilot inanmayan bakışlarla Güneş'e akmaya başladı.
"Şuan varya seni burda yerin yetmiş bin kat altına sokardım ama bu konuyu uzatmak istemiyorum. " Dedi Pilot. Galiba Savaş'ın burda olması bu konunun uzamasının önüne geçmişti. Yoksa şimdi burda ufak çaplı bir laf sokma yarışına şahit olabilirdik. Aklıma gelen uzun zamandan beri düşündüğüm konuyu açmayı düşündüm ama Savaş'ın burda olması konuşmamın engellenmesini sağlıyordu.
Savaş ile göz göze geldik. Onun yanında aslında pekte rahatsız hissetmiyordum, hatta konuşmaktan çekinmiyordum ama bu birazcık benim açımdan hassas konuydu. Baktığım Okyanus gözlerini kısmış aklımdakini okumaya çalışıyordu. Az önceki pencere konuşmamızda şahit olması bir yana birde üstüne bana kızması yanında konuşmamı engeliyordu.
Yine takım elbiseliydi, saçları özenle taranmış, yine aynı şıklıkla oturuyordu. Fakat bu şıklığı bozan şey eski püskü bir evde ikinci el bir koltuğun üzerinde oturmasıydı. Ama bu haline rağmen yakışıklı adam konumundan çıkarmıyordu. Gözlerine bakarken nerde olduğumuzu unutmuştum. Aklımdaki tüm düşünceleri atıp gözlerimi üzerinden çekip yere bakmaya başladım. Pilot ve Güneş'in birbirlerine hırsla laf atmalarını bile onun gözlerine bakarken unutuyordum. Konuşmaya karar verip derin bir nefes aldım.
"Sizinle birşey konuşmak istiyorum." Dedim hepsinin tek tek yüzüne bakarken. Bu bakışmada tabiki de Savaş'ı es geçmemiştim.
"Dinliyoruz." Dedi Güneş ciddiyetle. Yaşına rağmen asla ona küçük gözüyle bakamadım. Çünkü kendisini asla küçük bir kız gibi görmezdi. Ve bu haline hayrandım. Güvenimi toplayıp konuşmaya başladım.
"Biz bir yıllığına başka bir eve gidiyoruz bu hepimizin bildiği bir gerçek." Güneş anlayışla başını salladı. "Bu evin bir yıl boş kalması çok saçma olur."
"Bundan dolayı kiraya veriyoruz." Pilot'un dediğine sadece gülümsedim. Çünkü biz paraya muhtaç insanlar sadece geçinmek için bir yol arardık. Ve Pilot'ta bunu yapmıştı.
"Hayır, bu evi bir ihtiyaç sahibine vermek istiyorum. Yani sizde evet derseniz." Melek'in gözlerinin içinin parladığını gördüm desem yeridir.
"Kim mesela?" Dedi haklı olarak Güneş.
"Özgür küçük bir çocuk ve nerede nasıl bir hayat yaşadığını bilmiyorum. Annesine ve kardeşine bakan daha 11'inde bir çocuk. En azından ona bir ev sunabiliriz." Dedim tüm içtenliğimle. Hepsinin gözünün içine baktım ve gördükl erim beni mutlu etmişti çünkü gözlerinin içi parlıyordu. Hata Savaş'ın bile gözlerinde küçük bir ışık görmüştüm.
"Bu muhteşem olur, en azından bazılarına yardım ediceğiz. Ben evet diyorum." Dedi Melek gülümseyerek.
"Ben hadeslikten ne ara selenalığa terfi ettim bilmiyorum ama bende evet diyorum." Dedi Pilot gamzelerini çıkartarak.
"Ben de evet diyorum. Üç evetle seni uğurluyoruz." Dedi Güneş şakayla karışık.
"O zaman ben onu bulmaya gidiyorum. Sahi daha nerede bulacağımı biliyorum ama arayıp bulucam bir şekilde" Dedim.
"Benim öncelikle gidip o bahri piçinin işine son vermem gerek. Senin adına da havalı bir istifa sunacağıma emin olabilirsin Akrep. İşten ayrılışımız bir efsane olucak." Dedi Güneş ellerini birbirine sürterek.
"Benimde istifa etmem gereken bir işim var, ama kesinlikle bir efsane olmayı düşünmüyorum." Dedi Pilot Güneş'e ters bir bakış atarak.
"Bende seninle gelebilir miyim Güneş? Çok merak ediyorum. Lütfen geleyim lütfen." Ellerini kavuşturmuş kedi gibi bakan Melek, Güneş'in bakışları benimle buluştu. İzin verip vermediğini soruyordu. Gözlerimi uzun bir şekilde kapatıp açtım. Güneş gereken onayı almış bakışlarını Melek'e çevirdi.
"Peki Melek hanım nasıl isterseniz." Melek hızla gidip üstüne birşeyler alıp yanımıza geldi.
"Ee, hadi gidelim."
"Ne gitmesi lan, 5 dakika daha otur." Dedi Pilot ama nafileydi. Güneş'i kolrından tutup hızlıca ayağa kaldırdı. Güneş arkasına dönüp elini salladı.
"Akşam görüşürüz." Dedi ve hızlıca beraber kapıdan çıktılar.
"Bende kalkayım. Hadi akşam görüşürüz." Dedi Pilot ayağa kalkarak.
"Al bunu kızlarıda gittikleri yere bırakırsın." Cebinden çıkardığı anahtarı ona doğru uzattı. Pilot gibi bir adamın uzun zamandır araba kullanmadığını da hesaba katarsak o anahtarı alırdı ve aldı.
"Sağol." Dedi ve hızlıca evden çıktı, sanırım kızlara yetişmek için bu kadar hızlı evden çıkmıştı.
"Nerede bulucaz bu Özgür denen çocuğu?" Dediğiyle ona döndüm.
"Bilmem." Dedim mesafeli bir şekilde. kafasını olumlu anlamda salladı. Ayağa kalktığımda oda benimle beraber ayağa kalktı.
Dışarı çıkıp etrafa kısa bir bakış attım ama Özgür'den bir iz dahi yoktu. Sokağı baştan sona doğru yürüdüm, yürüdük ama yoktu. Yere attığım kaçıncı sigaraydı sayısını bile bilmiyordum. Savaş hep dibimde bitiyor beni sinir ediyordu.
"İstersen gelmeyebilirsin yani eve gidip bekleyebilirsin." Umursmaz bir ifadeyle söylediklerimden sonra kafasını olumsuz anlamda iki yana salladı. Ne diye gitmiyordu ki bu şimdi.
Bütün hafızamı Özgür'ü bulmak için çalıştırdım. Ama yanımdaki şahsın kokusu ayrı varlığı ayrı dikkatimi dağıtıyordu. Elimde tuttuğum sigaramı yakarak en azından kokusunu dağıtmaya çalıştım. Nerde olabiliceğini düşünürken pekte durduğum yere uzak olmayan bir binadan giriş yaptığını gördüm. Arkamdaki Savaş'a döndüm. Saçı hafif dağılmıştı yüzüne bir kaç tutam saç gelmişti. Beyaz gömleğinin ilk üç düğmesini açmış, ceketini eline almıştı. Eliyle saçlarını düzeltilmesi bile onu havalı yapıyordu. Elimdeki bitmiş sigaryı ayağımla ezip konuşmaya başladım.
"Özgür'ü buldum burda durur musun? Ben onu kendim getiririm." Dedim ve cevabının beklemeden hızla binanın duvarına yaslanmış kapıdan çıkmasını beklemeye başladım. Ve sonunda hızla çıkıp giden Özgür ile sonunda kavuştum. Arkası dönük ve hızlı yürüdüğü için beni fark etmemişti.
"Hışşt! Yakışıklı." Dediğimle durup arkasına yavaşça döndü. şaşkınlıkla açılan kocaman ela gözleri bunu beklemediğini açıkça belli ediyordu. Diz çöküp bana sarılmasını bekledim.
"Özgün!" Sesli bir şekilde adımı söyledikten sonra hızla yaklaşıp kollarını boynuma sardı. Sımsıkı sarılıp boynundan öptüm bu yaptığımda uzaklaşıp boynunu eliyle silip uzaklaştı. Sanırım boynundan huylanıyordu. Ela gözlerine bakarken biraz kırılmışlık görüyor gibiydim.
"Neredesin Özgün? Kaç gündür evinizin önüne geldim ama yoktun." Dedi yüzünü asıp.
"Şey..." Ne diyeceğimi bilmiyordum.
"Ne Özgün?" Dedi merakla. Daha fazla uzatmadan konnuya giriş yapmaya başladım.
"Biz buradan taşınıyoruz Özgür... Ama geri gelicem." Dedim ama bu son söylediklerimi duyduğundan bile emin değildim. Yüzü hüzünlü bir yüz ifadesi almıştı. Yere bakıp dalmıştı. Birden ela gözlerini kaldırarak umutla bakmaya başladı.
"Neden taşınıyorsun burayı sevmedin mi...Tamam bende sevmiyorum ama alışırsın, hem buraya yakın bir dondurmacı var. Yaz gelince berber dondurma yeriz belki kardeşimde gelir oda dondurma sever. Sende istediğin herkesi getirirsin." Gözleri bir şeyler hatırlamak istercesine yine yere kenetlemiş bir şekilde bakıyordu. "Hem belki piknik yaparız." Ona bakarken gözlerim dolmaya başlıyordu. Kafamı umutsuz bir şekilde iki yana salladım.
"Benim hiç arkadaşım yok. Ve sen benim ilk arkadaşım oldun. O gün ekmekleri bana verdiğinde eve gittiğimde annem başta çok kızdı. Çaldım sanmış ama ben sana onu anlattım. Ve annem ile kardeşim çok sevindi biliyor musun ve Uzun zamandır üşümüyorum bak." Diyip Pilot'un verdiği hırkanın kolarını yukarı kaldırıp gözlerimin içine baktı.
Dolan gözlerimin yaşını gülümseyerek kaçırmak istedim ama bir türlü olmuyordu. Özgür'ün ela gözleri kızarmıştı onunda gözleri dolmak üzereydi. Yukarı bakıp gözyaşlarını kaçırdım.
"Ben hep gelicem tamam mı?" dedim.
"Ya un-unutursan beni? Ya babam gibi gidip bir daha gelmezsen?" Dedi titreyen sesiyle.
"Unutmam yemin ederim unutmam." Özgür'ü kollarından çekip sımsıkı sarıldım. Gözlerimden yaşlar firar etmeye başlamıştı bile. Elimi kaldırıp yanaklarımı sildim. Özgür'ün bu gözyaşlarını görüp daha da üzülmesini istemiyordum.
"Tamam ama lütfen, her zaman gel. Seni annemle tanıştırırım, kardeşimle tanıştırırım." Dedi çatalaşmış sesiyle. Uzaklaşıp onun ela gözlerine baktım. Gözlerinde kaybolmayan ama ışığı sönmüş bir umutla bana bakıp gülümsüyordu. Ortaya çıkan gamzelere işaret parmaklarımı bastırdım.
"Bu kim?" Dedi Özgür arkamda bir noktaya bakarak. Arkamı döndüğümde Savaş ceketini giymiş bir iş adamı gibi karşımda dikiliyordu. Diz üstü olduğum için ona sadece altan bakabiliyordum.
"Savaş Köksal." Diyip elini Özgür'e uzattı. Özgür korkarak arkama saklandı. Neden bir yetişkinle konuşuyormuş gibi sert ve ifadesizdi.
"Bu adamın burda ne işi olabilir ki Özgün? " Kulağıma korkarak fısıldadığı sözlerden sonra ayağa kalkıp Savaş'a yaklaştım. Özgür'e uzatığı elini indirip kulağına yaklaştım. Yüzündeki hafif kirli sakalara değen yanağımı ve kulağına değen nefesimle kaskatı kesildi.
"Karşındaki bir çocuk genç bir adam yada kadın değil. Ve bana Özgün de çünkü Akrep diye bir insan isim yok." Uzaklaşıp Okyanus gözlerine baktım. Gerçek ismimi bu kadar erken öğrenmesini beklemiyordum ama zaten bizi araştırırken illaki denk gelmiştir. Derin bir nefes alıp pahalı olduğu herhalinden belli olan pantolonun üzerine diz çöküp Özgür'e yaklaşıp kafasını sağ omzuna doğru eğdi.
"Benden korktun mu?" Dedi Savaş. Fakat Özgür cevap vermeyip arkama daha da saklandı.
"Böyle adamlar beni yetimhaneye götürmek için gelirler sende onlardan mısın?"dedi Özgür Savaş'a kaçamak kaçamak bakarken. Savaş gülümseyip cevap verdi.
"Ben bu ablanın arkadaşıyım." Resmen ismimi kullanmayıp 'bu' dedi.
"Özgün benim ablam değil arkadaşım." Kapak olsun. Özgür'ün cevabıyla resmen içimden sadece kapak olsun kelimesi geçmesi normal miydi acaba.
"Tamam o zaman arkadaşının arkadaşıyım. Ben Savaş benide arkadaşın olarak kabul eder misin?" Dedi Savaş içtenlikle. Bir çocuğun karşısında öyle samimi ve içten davranması beni şaşırtmıştı. Özgür bana bakıp onaylamamı ister gibiydi. Kafamı hafif sallayarak onu onayladım. Özgür Savaş'ın eline kıyasla minnacık kalan elini uzatıp konuşmaya başladı.
"Ben Özgür, ve arkadaşım olabilirsin." Dedi gülümseyerek Savaş elini uzattı önce Özgür'ün elini tutup uzun bir tokalaşmadan sonra elini geri çekti. Gerçektende eli ufacık kalmıştı ve Savaş'ın elinin içinde kaybolmuştu.
"Memnun oldum Özgür." Dedi gülümseyerek.
"Memnun oldum Savaş abi." Diyip bana döndü.
"Özgür annenle ve kardeşinle tanışmayı çok isterim neredeler acaba?" Diye sordum.
"Peşimden gelirsen beraber gideriz." Dedi gözleri Savaş'a kayıp yine bana baktı. Kulağına yaklaştım Savaş'a ses gitmemesi için.
"İstersen Savaş gelmeyebilir." Deyip konuşması için çekilmedim.
"Kendi bilir, ister gelir ister gelmez." Fısıltıyla dediğinde geri çekilip Savaş'a baktım. Çatılan kaşlarla bizi izliyordu.
"Bizimle beraber geliyor musun yoksa eve mi gideceksin?" Dedim ama kolunu öne doğru uzatıp yolu gösterdi. Sanırım bu evet anlamına geliyordu.
"Tamam ama önce bu sepeti bırakıp Necip amcadan izin almalıyım. Şimdi gelirim burda bekleyin." Ağzımı açıp bir şey söylemek üzereyken yanımızdan koşarak uzaklaştı. Neden beni bu adamla beraber bırakıyordu şimdi. Arkama döndüğümde çatık kaşlarla bana baktığını fark ettim. Yanından hızla geçip kaldırıma oturdum. Çantamdan çıkardığım sigaramı yakıp derin bir nefes çektim. Kafamı önüme eğip yere baktım.
"Neden böyle davranıyorsun?" Dediğiyle kafamı kaldırıp ona çatık kaşlarla baktım. Aslında neden böyle davrandığımı ikimizde biliyorduk. Ama sanırım kısa bir hatırlatma yapmam gerekiyordu.
"Nasıl davranıyormuşum?" Dedim sert bir sesle. Kaşları daha da çatılabilirmiş gibi çatıldı.
"Böyle işte." Dedi. Sakin bir ses ile. Ayağa kalkıp aramızdaki mesafeyi koruyarak önünde durdum. Sigaramdan içip alayla yüzüne baktım.
"Nasıl davranmamı bekliyorsun. Kalkıp boynuna falan atlamamı mı?" Dedim ses tonumu hafif yükseltip sinirle Okyanus gözlerine baktım.
"Hayır! Sadece neden böyle davrandığını merak ediyorum." Sesi alçak ve sakindi. Ama benim sinirlerim git gide artıyordu.
"Neden mi? Sebebini mi merak ediyorsun?" Dedim bağırarak. Sigaramı yere atıp ayağımla ezdim. Gözlerini üzerimden çekip neredeyse hiç insan olmayan sokakata gezdirdi.
"Evet." Dedi. Benim aksime sakinliğini koruyarak. Gözleri yavaşça sokaktan ayrılıp yüzümle buluştu.
"Çünkü sen daha 5 dakikada tanıdığın bir kadınla beni bir tutun." Dedim. Sesim sokakta yankılandı. Çatılan kaşları yerini duygusuz bir ifadeyle değişti. Bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapatmaya çalıştı ama, bir kaç adım geriye atıp ondan uzaklaşıp aramazdaki mesafeyi daha da açtım.
"Kadınla bir tutmadım, sadece kadının sana yaptığını yaptın dedim. Bu kadar uzatman gereksiz." Dedi. Elimi saçımdan hırsla geçirip ona baktım. Beni nasıl o kadınla aynı kefeye koyar anlamıyordum.
"Kadının teki bana fahişeymişim gibi ithamlarda bulunsun ama sen gel beni suçla, bravo." Diyip konuşmadan arkamı döndüm. Hızlıca yürümeye başladım. Belki dışarıdan bakan bir kişi bir çiftin kavga etiğini düşünebilirdi. Yada çocukça bir alınma gibi görünüyor da olabilirdi. Ama konu beni o kadınla bir tutması olunca ve babam ile kötü anılarımızdan birini hatırlatınca sinirlenmemem elimde değildi.
"Özgün!" Özgür'e ait olan ses ile arkamı döndüm. Özgür ela gözlerini kocaman açmıştı.
"Gidiyor musun?" Dedi korkuyla. Savaş'ın bakışlarının üstümde olduğunu hissedebiliyordum. Özgür'ün yanına yaklaşıp kafamı iki yana salladım.
"Hayır gitmiyorum." Tuttuğu nefesini rahatlıkla verdi önce. Konunun daha fazla uzamasını istemediğim için konuyu değiştirmeye çalıştım. "Hadi bakalım, annene ve kardeşine götür beni yani bizi." Dedim zoraki bir gülümsemeyle. Hayatımda ne olursa olsun, karşımdakinin çocuk olduğunu unutmayıp, kendi dertlerimi sıkıntılatrımı bir kenara iterek. Elimi tutup beni annesine götürmesini izin verdim.
"Hadi Savaş abi." Dedi arkamda duran Savaş'a bakarak. Savaş'ın gelip gelmediğini göremiyordum. Aslında umrumda olduğu pekte söylenemezdi.
Geldiğimiz yer bir harabeden ibaretti. Korkutucu bir havası vardı ama Ayaklarında terlikleri bile olmayan küçük çocukların gülme sesi bu mahalleye güzellik katan nadir şeylerdendi. Kötü kokan ve her an bir olay çıkabilme ihtimali olan bir yerdi. Fakat biz insanlar doğmadan önce nerde nasıl doğacağımızı seçemezdik. Ve yaşamak için daha az göze batmak için burda bu mahallede yaşıyorlardı. Başka şansları yoktu.
"İşte burası." Kafamı kaldırıp derme çatma tek katlı eve baktım. Her an yıkılabilecekmiş gibi görünen duvarları ve bir adamın bağırış sesleri. Bağırış sesleri! Eve kapı açık olduğu için bodoslama girdim ve gördüğüm şey bir adamın bir kadına bağırmasıydı.
"Kirayı verdin verdin yoksa boşaltın evi!" Karşısındaki kadın adama korkmayarak, cesaretle bakıyordu veya bakmaya çalışıyordu. Fakat arkasına gizlenmiş annesi olduğunu düşündüğüm kadının ayağını tutan küçük kız sesiz sesiz ağlıyor annesini geri çekmeye çalışıyordu.
"Ne oluyor burada!" Dedi ne ara içeriye girdiğini bile fark edemediğim Savaş. Yanıma gelen Özgür koşarak annesinin önüne geçip adama tıpkı annesi gibi korkmayan bakışlarla bakmaya başladı.
"Size ne lan!" Dedi adam bağırarak. 40'lı yaşlarının ortasında, gür gri saçları vardı ve benim boylarımdaydı. Elindeki tespihi kadına doğru tutmuş evden çıkmasını söylüyordu. Savaş hıza adamın kolundan tutuğu gibi kapıya çıkardı. Ne ara dışarıya çıkarıldığını anlamayan adam yere düşmüştü. Savaş resmen onu yere fırlatmıştı. Savaş'ın yanına gidip adama birşey yapmaması için yanında durdum.
"Sen kimsin lan!" dedi yerden kalkan adam resmen sinirden çıldırmış gibiydi.
"Asıl sen kimsin lan! bir kadına bağırılırmı bu adamlığa sığar mı?" Dedim. Ardından gülümseyerek," tabi, adam değilsen orası ayrı." Dediğimle yüzümdeki gülümsemeyi büyüterek koyu renk gözlerinin içine baktım.
"Adam olmayı senmi bana öğreticeksin lan?" Sinirlenerek üzerime yürüdü ama Savaş önüme geçip adamı kollarından ittirdi. Adam bir kaç adım sendeledikten sonra ayakta durmayı başarmıştı. Savaş arkasına döndüğünde göz göze geldik. Çatık kaşlarla 'laf sokma' der gibi bakıyordu.
"Çıkacaksınız evimden, anladın mı Hayat hanım. Bu seferlik şu iki kişi sayesinde elimden kurtuldunuz ama elbet elime düşüceksiniz. Ve teklifimi unutma Hayat." Adam gülümseyerek arkama bakıp konuşmuştu. Arkama döndüğümde kadın kapının önünde durmuş ağlıyordu. Savaş kadına bakıp daha fazla durmayarak adama yumruk atıp yere serdi. Yerde yüzünü korumaya çalışan adama indirdiği ard arda yumruklardan dolayı adamın yüzü kanlar içinde kalmıştı.
"Savaş dur!" Koşarak Savaş'ın kolundan tutup geriye itmeye çalıştım ama kendinden geçmiş gibi ne söylediğimi duyuyor nede geriye çekiliyordu.
"Ne teklif ettin lan kadına puşt. Şerefsiz adam bir kadının namusuna mı göz diktin." Savaş'ın Dedikleriyle bir kaç adım geriye sendeledim. Arkama baktığımda yaşlı gözlerle burayı izleyen kadına ilişti gözlerim. Ellerini önünde bağlamış omuzları sarsıla sarsıla ağlıyordu. Önüme dönüp Savaş'ı tüm gücümle geriye itim. Ayağa kalkıp bana anlamayan gözlerle bakıyordu. Yerde yatan adi adam hala gülümsüyordu. Bu sefer ben ona yumruk atmaya başladım.
"Bu gözlerle mi baktın kadına?" Uzun tırnkalarımı gözüne geçirdim. Beni itmeye çalışıyordu ama pekte başarılı olamıyordu.
"Bu dudaklarından mı çıktı o sözler?" Adamın dudağını iki tırnağının arasına alıp ezdim. Ve akan kandan resmen zevk aldım. Savaş omuzlarından tutup beni geri çektiğinde sırtım onun göğüs kafesine çarptı. Çırpınarak ondan kurtulmaya çalıştım ama kollarımı sıkıca önümde elleriyle tutuğu için kurtulamadım. Adam ayağa kalktığında elinde parlayan şeye ilişti gözlerim, çıkardığı bıçağı bana saplamak üzereyken Savaş benim hayatımı kurtarmıştı.
"Bu burda bitmedi. Siz ikiniz bunun bedelini ödeyeceksiniz."
"Bak hâlâ konuşuyor, Savaş bırak beni!" dedim ama kolarımı daha da sıktı.
"Dur yerinde Akrep." Dedi. Kafamı önüme eğip baktığımda ikimizin ellerinin üstü kızarmıştı. Ama Savaş'ın eklem kısımlarından kan aktığını gördüm, benimse tırnaklarımda o adamın kanını gördüm.
"Siktir git. O siktiğimin ağzını yanında götürmeyi de unutma!" Dedi Savaş sesli bir şekilde. Sesi kulaklarımda resmen yankı yapmıştı.
"Bu burda bitmedi." Öne atıldım ama hala Savaş'ın kollarının arasında olduğum için yerimden kımıldayamadım. Adam arkasına dönüp hızlı bir şekilde yürümeye başladı ve evin küçük avlusundan çıktı. Sırtım hâlâ Savaş'ın göğüs kafesine yaslıydı. Ve aldığı her nefeste yükselip inen göğüs kafesi sırtıma değiyordu. Kulağımın yanında hissetiğim nefes sesiyle irkildim ama geri çekilmedim. Çekilsem bile bırakmayacağını düşündüğüm için söyleyeceği şeylere dikkat kestim.
"Gözünü intikam ateşini gördüm. Ve bu intikam ateşi gözlerini bürüdüğünde, etrafındaki hiç bir şeyi görmüyorsun Kara Akrep. Hâlbuki Akrepler saldırı anında dikkatli olur ve herşeyi sezerler. Bir dahakine daha dikkatli ol. Fark etmeden zehrin yanlış kişiye zarar verebilir, yada sana." Dedi. Kollarımı serbest bırakıp benden yavaşça uzaklaştı. Kollarıma baktığımda parmaklarının izinin çıkmış olduğunu gördüm. Savaş'ın bir yerde haklı olduğu doğruydu. Gözümü hırs büründüğünde kendimi kaybediyor ve karşı taraftan gelecek herhengi bir hareketi göremiyordum. Bunun bir çaresini bulmam lazımdı. Cebimden çıkardığım peçeteyle kanlı tırnaklarımı sildim.
"Be-ben nasıl teşekkür edilir bil-"
"Gerek yok. Lütfen sakinleşin." Arkamı döndüğümde ayakta durmakta zorlanan ağlayan kadını ve kolundan tutmuş düşmesini engellemek için destek çıkan Savaş'ı gördüm. Kadını yavaşça içeriye götürmeye başladı. Arkalarından eve girdim. Bu sefer ayağımdaki botları çıkartarak. Kadının kiracı adamla kavga ettiği yere yani salona geldiğimizde küçük bir koltuğa kız kardeşiyle oturmuş onu kollarıyla saran Özgürü gördüm.
Savaş kadını yerde duran battaniyenin üstüne otturtu. Kadın zar zor nefes alıyordu ve yakasını çekiştirip duruyordu. Eskimiş ve yırtılmak üzere olan hırkasından bir kaç hap çıkartıp kurumuş soluk rengini alan çatlamış dudaklarını açıp hepsini aynı anda ağzına attı. Savaş elinde su bardağı ile salona girip kadına suyu uzattı. Kadın minnet dolu bakışlarıyla Savaş'a bakıp suyu içmeye başladı. Cebinden çıkardığı peçetelerle kanayan eklemlerini silmeye başladı. Ayakta durmaktan vazgeçip Özgür ve kardeşinin yanına oturdum ama sanırım küçük kız kardeşi benden korkmuş olacak ki Özgür'e daha da sığındı. Kızarmış ela gözlerini bana çeviren Özgür her an ağlayacakmış gibi bakıyordu.
"Merhaba ben Özgün." Dedim ama küçük kız sadece bana bakmakla yetiniyordu. "Benden korkma, ben senin abinin arkadaşıyım." Dedim ama yine bakmakla yetiniyordu. Üzerindeki beyaz kumaşın üzerine renk renk çiçeklerle bezeli elbisesi, kıvırcık sarı saçları, yeşile çalan gözleri ve sağ yanağında olan derin gamzesi ile Özgür'ün kız versiyonu gibiydi. Özgür yavaşça kulağıma yaklaştı.
"Leyla Konuşamıyor." Dedi. Kocaman açtığım gözlerle dediğin şeyin aslında hiç dememesini diledim. Leyla dediği kişi yanındaki küçük kızdan başka biri değildi. Leyla kafasını eğdiği yerden kaldırıp hala ıslak olan kirpiklerin altından bana bakıyordu. Yüzümdeki şaşkın ifadeyi gülümsemeyle değiştirdim. Ellerini kaldırıp bir kaç işaret yapmaya başladı sanırım işaret diliyle konuşuyordu. Özgür anlamadığımı anladığı an konuşmaya başladı.
"Adının Leyla olduğunu söylüyor ve güzel gözlerinin olduğunu söylüyor." Dedi Özgür konuşmasını sonlandırarak. Leyla gülümseyerek kafasını yukarı aşağı doğru salladı. Gülümsediğinde ortaya sağ yanağında ki gamzesi çıkmıştı.
"Seninde saçların ve abin gibi çok güzel gamzelerin var Leyla." Gülümsemesi büyüyüp ışıldayan gözlerle saçlarına dokunmaya başladı.
"Ama benim gamzem daha güzel dimi Özgün." Leyla kaşlarını çatıp ellerini hızla hareket ettirmeye başladı. Sanırım Özgür'ün söylediklerinden pekte hoşlanmamıştı. Özgür'de işaret diliyle cevap vermeye başladı. Aralarında sesiz ama sert bir tartışma başladı. Bu yaşta bu kadar iyi şekilde işaret dili nasıl konuşuyordu merak etmiştim doğrusu.
"Tamam ikinizinde gamzesi güzel. Bu tartışma burda bitsin." Özgür gözlerini kısıp Leyla'ya kendisinin haklı olduğunu kanıtlarmışcasına bakışlar atıyordu. Leyla'da ona aynı gözlerle bakmaya çalıştı ama daha çok kaşlarnı çatmıştı. Çatık kaşları aklıma birden Savaş'ın da burada olduğu geldi.
Kafamı sağa çevirdiğimde Savaş'ın keskin Okyanus gözlerini gördüm. Yanında oturan Hayat ona birşeyler söylüyordu ama Savaş pür dikkat gözlerini üzerime dikmiş bakışlarını kaçırmıyordu. Yavaşça Hayat' dönüp kısık sesle bir şeyler söylemeye başladı.
Demek ki kadını dinliyormuş diye aklımdan geçirdim. Hayat yani Özgür ve Leyla'nın annesi. Her iki yanağında derin gamzeleri, koyu renk gözleri, açık kahverengi at kuyruğu yaptığı saçlarıyla güzel bir kadındı. Zayıf ve sanırım hasta bir vücudu vardı. Galiba benden en fazla 6-7 yaş büyük olabilirdi. Korkak biri gibi görünse de aslında hiçte öyle biri değildi. Çocukları söz konusuysa tam bir aslan oluyordu. O adamın karşısında nasıl çocuklarının önünde tam bir dağ gibi durduğuna şahit olmuş ve ona içten içe hayranlık duymuştum. Eğer bu kadar güzel bir kadını yerinde başka biri olsaydı şimdiye o adamın ima ettiği şeyi yapabilirdi. Sonuçta çocuklarını geçindirmeye çalışan bir kadındı ve paraya ihtiyaç duyuyordu. Ama o çalışıp kendi parasını kendi kazanıyordu.
Bir kaç saat daha oturduktan sonra asıl konuya giriş yapma zamanım geldiğine karar verip Hayat'ın yanına mutfağa gittim. Savaş içerde Leyla ve Özgür'ün yanında oturmuş onların anlattığı bazı masaları dinliyordu. Mutfağa girdiğimde çay dolduran kadının yanına gidip küçük tezgaha yaslandım. Daldığı düşüncelerden sıyrılıp bakışlarını bana çevirdi.
"Birşey mi istemiştim Özgün?" Dedi gülümseyen bir yüz ile.
"Evet ama senden önemli bir şey isteyecem." Dedim elindeki solmuş gümüş rengindeki çaydanlığı kenara bırakarak, tamamen bana döndü. Konuşmamı bekler gibi kafasını salladı.
"İsteyebilirsin tabi, elimden gelirse ne mutlu." Konuyu daha fazla uzatmadan bodoslama girdim.
"Biz buradan taşınıyoruz ve gideceğimiz yer buradan uzak. Eski evimiz buradan bir kaç sokak ötede, hani şu menekşe sokağı işte oradan bir ev aldım. Ve söylediğim gibi taşınıyoruz. Bende düşündüm ki o evi size versem yani siz üçümüz kalsanız. Lütfen yanlış anlama ama burası yaşanılacak gibi bir yer değil." Tek nefeste anlattıklarından sonra yine düşüncelere dalmıştı. Kırmadan söylemeye çalıştığım sözler onun duraksamasına sona yol açmıştı.
"Çok düşüncelisin ama olmaz." Birden kestirip atmasını bekliyordum. Ama vazgeçmeyecektim.
"Bak hem o adamdan kurutulma şansınız olur. Lütfen Özgür için Leyla için. Biliyorum orası pek tekin yer değil ama buradan kat kat iyidir." Kafasını yine hayır anlamında sağa sola salladı.
"Gerçekten bizi düşündüğüm için teşekkür ederim ama olmaz. Hem orası sizin eviniz."
"Hayır! Oraya taşın, belki yeni iş, belki yeni bir sayfa açarsın. Özgür ve Leyla okula gitsin istemiyor musun?" Kafasını olumlu anlamda salladığında doğru yola girmiş olduğumu anladım.
"Onların diğer çocuklardan farkı ne peki? Her çocuk okumayı hak eder. Tanıdığım pek çok iş sahibi insanlar var ve sende orada çalışır evini geçindirirsin. Güzel olmaz mıydı? Evet de ve hemen yarın burdan çıkıp yeni evine gidersin." Dedim hızlı hızlı konuşarak. Fakat ben kim, iş insanı tanımak kim galiba Savaş'a bu konudan bahsetmem lazımdı. Ama önce ona olan sinirinin geçmesi gerekiyordu.
"Ama-"
"Ama falan yok Hayat." Buruk bir gülümsemeyle yaklaşıp sıkıca sarıldı. Kollarımı kaldırıp ona sıkıca sarıldım. Özgür'de gördüklerimi bu seferde annesinden görüyordum. Bunun adı çaresizlikti. Bir annenin yaşam savaşı, çocuklarını koruma savaşıydı. Geri çekilip koyu kahverengi gözlerine baktığımda ağladığının yeni farkına varıyordum. Elimi kaldırıp göz yaşlarını sildim.
"Evet de kurtul şu yerden." Gözyaşlarını olduğunca silip beklentiye yüzüne baktım.
"Evet, yani tamam." Dedi gülümseyerek. Sevinçle sıkıca sarılmaya başladım. Hatta biraz fazla sıkmış bile olabilirdim.
"Sonunda! ve o şerefsiz size artık yaklaşmayacak." Dedim mutlulukla. Mutfakta bir kaç dakika daha konuştuktan sonra salona geçtik. Savaş kucağında duran Leyla ve yanında oturan Özgür ile komik birşeyler konuşuyormuş gibi gülümsüyordu. Leyla gözlerini Savaş'ın yüzünü yada gözüne bakmak istercesine dikkatle inceliyordu.
"Kediye benzemiyorum." Dedi Savaş gülerek. Leyla işaret diliyle konuşmaya başladı.
"Gükümseyince kediye benziyormuşsun." Dedi Özgür gülerek. Savaş'ın bileğindeki dövmeyi inceliyordu.
"Özgün!" Özgür'ün sesiyle hala ayakta durduğunu fark edip yanına gidip oturdum.
"Efendim Özgür." Kazağımın kolunu yukarı kaldırıp Savaş ile aynı olan dövmemi ortaya çıkardı. Kolumu çekerek Savaş'ın kolunun yanına yani dövmesinin yanına getirdi. Kolumuzdaki dövmeler tıpa tıp aynıydı tek fark benim bileğim daha ince olduğu için dövme kolumda daha ince duruyordu.
"Sizin dövmeleriniz neden aynı ki, beraber mi yaptırdınız?" Diye sordu fakat bunun cevabını ben bile bilmiyordum. Dövmelerimizin neden aynı olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Neden o dövmeyi yaptırdığını, o şekli seçtiğini hiç birşeyi bilmiyordum. Leyla ellerini hızla hareket ettirmeye başladı.
"Kızım çok ayıp." Kafamı Hayat'a çevirdiğimde Leyla'ya kınayan bakışlar atıyordu.
"Leyla diyor ki, siz ikiniz evlisiniz ve yüzük alacak paranız olmadığı için bu çizimlerin sizin için bir yüzükle aynı değeri taşıdığını söylüyor."
✨
Kulağımdaki kulaklığı çıkarıp köşeye attım. Müzik dikktimi dağıtıyordu. Elime sardığım esnek beyaz ipi tüm gücümle sıkıyor, karşımdaki kum torbasına ard arda yumruklar indiriyordum. Kime yada neye sinirim olduğunu bilmiyordum. Sadece karşımdaki kum torbasını parçlamak istiyordum. Yüzüme terden dolayı yapışan bir kaç tutam saç yüzümü gıdıklıyordu eğer bağlamayıp açık bıraksaydım o zaman hepsi terden dolayı sırılsıklam olurlardı. Saat gece yarısı olmak üzereydi. Ama uyumak beynim durmadan bir şeyler düşündüğü için uyuyamamış beynimi boşaltmak için yumruk atmaya karar vermiş en alt kata inmiştim.
Hayat, Özgür ve Leyla'yı yeni evlerine taşımıştık. Ve Melek için hazırladığım oda Küçük Leyla'nın odası olmuştu. Kime niyet kime kısmet durumunu yaşıyorduk. Hayat ile ilk olarak hastane durumunu konuşmalıydım. O kadar habı aynı anda alması normal değildi.
Özgür ve Leyla'yı okula yazdırmakta vardı tabi. Nasıl yada hangi parayla yapacağımı bilmiyorum ama şimdilik Hayat'ın sağlığı daha çok önemliydi.
"Ahh!" Kum torbasına indirdiğim yumrukla sol bileğim aniden acımaya başladı. Sanırım yanlış bir şekilde vurmuştum. Yere oturup bandajı çözmeye başladım. Sol elimi alıp ovmaya başladım. Sanırım incinmişti.
"Daha öncede söylediğim gibi fark etmeden zehrin başka birine zarar verebilir yada sana." Dedi Savaş. Arkamı döndüğümde salondaki koca ringe sırtını yaslamış, çatık kaşlarla bana bakıyordu. Diğer elimdeki bandajıda hızlıca çıkarıp salondan çıkıyordum ki,
"Hâlâ mı?" Dedi. O kadınla aramızdaki tartışmadan dolayı hâlâ kızgın olduğumu düşünüyordu fakat, ben çoktan o günü unutmuştum. Ne kadar kabullenmem zor olsada bir yerde haklı olduğu doğruydu. Ve daha büyük dertlerim, sorunlarım vardı. Gözlerine umursamaz bir tavırla bakıp düşüncelerimin tam tersi konuşmaya başladım.
"O an, o yerde, o duyguyla sinirlendiğim doğru. Fakat geçti." Dedim omuz silkerek. "Zaten insan değer verdiklerine sinirlenir değil mi ama? Bende bir an sinirlendim o kadar. Yani sıkıntı yok." Dedim gülümseyerek. Okyanus gözlerinde sadece bir kaç saniyeliğine binbir duygu geçtiğine yemin edebilirim ama hemen ifadesini değiştirip gülümsemeye başladı.
"Peki, aramızda sorun olmadığına sevindim." Dedi. Ardından yavaşça önümden geçip, kapıyı ardından kapattı. Ringe çıkıp ortasına uzandım. Gözlerim tavanda yanan beyaz ışığa ilişti. Ne diye öyle söylediğimi bende bilmiyordum. Tüm hıncımı ondan çıkartmıştım. Bencillik etmiştim. Elimi hızla yere vurdum ama bileğimin acısını unutuğum için canım yanmıştı.
"Lan kafayımı yedin." Pilot'un espirili sesiyle yüzüme vuran ışığı kapatması bir oldu. Tepemde dikilmiş ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Hâlâ yemedim." Dedim gülümsemeye çalışarak.
"İyi en azından hâlâ yememişsin buda iyi." Deyip yanıma uzandı. Sol elimi ışığa doğru kaldırıp bakmaya başladı. Hafif bir kızarıklık haricinde iyi görünüyordu.
"Neden kendine zarar veriyorsun ki?" Dedi bir anda ciddileşerek. Kafamı ona doğru çevirdiğimde kızgın bir şekilde elime bakıyordu.
"Bilerek olmadı... Peki sen kendine hiç Zarar verdin mi bilerek yada bilmeyerek?" Dedim anında Ayağa kalktı. Hızla önüne geçip onu durdurdum.
"Gitme! Lütfen konuşmak istiyorum." Dedim ama inatla beni itmeye çalışıyordu.
"Pilot! Otur konuşalım. Kaç yıldır tanışıyoruz ama ben senin hakkında hiç bir şey bilmiyorum." Dedim.
"Bilme!" Dedi. Bir anda beni hızlıca itince kalçamın üstüne düştüm. Dudaklarımdan bir inilti kaçtı. Kalçam acımıştı.
"Be-ben özür dilerim. Bilerek yapmadım." Dediğiyle önüme oturup elini yere vurdu. "Sikeyim. Bir yerine birşey oldu mu?" Kafamı olumsuz şekilde iki yana salladım.
"İyiyim yok birşey. Yerler minderli zaten." Dedim ama kalçam hâlâ acıyordu. Kafasını önüne eğip derin bir nefes aldı.
"Neden gitmek istedin ki. Biz nerdeyse beş yıldır tanışıyoruz ama ben senin hakkında hiç birşey bilmiyorum. Sadece merak ettim." Dedim yanıma oturup bağdaş kurdu bende aynı şekilde karşısına oturdum. Sol elimi alıp yavaşça masaj yapmaya başladı.
"Bazılarımız geçmişini gizler, bazılarımız dağa taşa haykırarak, bazılarımız yüzleşerek ve bazılarıysa kaçarak ve ben kaçmayı tercih ediyorum. En az can yakanı." Dedi bileğindeki elinin baskısını hafif bir şekilde artırmaya başlamıştı.
"Tek yol kaçmak değil. Sen en kolaylarından birini seçmişsin. Bense sana bana anlatmanı yani yüzleşmeni istiyorum. İnanki yüzleştiğinde omuzlarında ki yüklerden kurtulakacaksın." Kafasını olumsuz anlamda salladı.
"İnsan güvendiği kişilere tüm derdini anlatır, sen bana güvenmiyor musun?" Dedim alınmış gibi yaparak. "Nasıl istersen." Deyip ayağa kalkmaya çalıştım ama bileğimi bırakmıyordu. Elimi hırsla çekip arkamı dönüp yürümeye başladım.
"Küçükken yani daha üç, dört yaşındayken babam bizi terk etti. Sebebini çok merak ettim ama büyüdükçe umrumda olmamaya başladı." Arkamı yavaşca döndüm. Ters pisikoloji heryerde işe yarar. Yürüyüp önüne oturup bağdaş kurdum. Ailevi bir sorununu bekliyordum ama sadece bununla sınırlı kalmayacağınında bilincindeydim. Ellerini tutarak konuşmasına devam etmesini bekledim.
"Annem ile zorda olsa geçinmeyi başarıyorduk. Daha 15'şimdeyim liseli bir çapkın gibiydim." Dedi yarım bir gülümsemeyle. "Yani kızlar falan anlarsın işte. Evden okula, okuldan işe orda da yine eve. Hayatım iyiydi en azından annem vardı." Dedi kızarmış gözlerle.
"Bir gün yine okula gittim normal bir şekilde ama nasıl mutluyum çünkü hayatımda ilk kez kız arkadaşımı annemle tanıştıracaktım. Bir nevi süpriz gibi bir şey yapacaktım. Kız arkadaşım okul çıkışında eve gidip üstünü başını düzeltmek için biraz zaman istedi bende tamam dedim. Eve yürümeye başladım. Gidip kendimi hazırlamak istedim hem fiziken hemde ruhen çünkü çok heyecanlıydım." Dedi yutkunarak. Kafasını önüne eğip gözlerini kapadı. Tuttuğum ellerini daha da sıkmaya başladım. Başını eğdiği yerden kaldıramayarak konuşmaya devam etti.
"Evin kapısını çalmaya başladım ama açan olmadı. Normalde eve gelmeden annem kapının önünde beni karşılardı ama o gün...Kapıyı bile açmadı. Bende herhalde yine dikiş falan yapıyordur ses gitmemiştir diye kapıyı kendim açtım." Yine yutkundu fakat pekte başarılı olamıyordu. Bu sefer elimi sıkan oydu.
"İçeri girdiğimde.... Yerde kanlar içinde çırılçıplak yatan... Annemi gördüm." Gözlerim benden isteksiz bir şekilde kocaman açıldı. Gözlerim dolmaya başlamıştı. Karşımda oturan Pilot bilmem kaçıncı kez yutkundu. Elime değen bir damla gözyaşı ile ağladığını anladım.
"Annemi... O halde gördüğümde beyninden vurulmuşa döndüm. O zaman ne yaptığımı pek hatırlamıyorum. Dizlerimin üstüne çöküp ağladığımı ve üstümdeki okul üniformamın ceketini çıkarıp annemin üstünü örtüğümü hatırlıyorum. Annemin kafasını kucağıma koyduğumda beyaz gömleğim annemin kanı ile kırmızı renkle boyanmıştı. Uzanıp anlına bir öpücük kondurduğumu ve teninin buz gibi olduğunu hatırlıyorum. Annemin güzel yüzü ellerimin arasında tanınmaz bir haldeydi... Kan vardı Özgün her yerinde sadece kan vardı." Dedi ağlaması daha da şiddetlenerek. Gözlerimden akan yaşları silemiyordum çünkü ellerimi sımsıkı tutmuş bırakmıyordu. ellerimi kurtarıp yaklaşıp ona sıkıca sarıldım. Yanına oturup bir kolumu sırtına attım diğer ellimleyse elini tutum.
"Onu uyandırmaya çalıştım ama kalkmıyordu. Yıkılmıştım, o ışık saçan gözleri açılmıyordu. Çünkü o gözler sonsuza kadar kapanmıştı. Hayatımın ışığı gitmişti ve ben karanlıkta yapayalnız kalakalmıştım. O gün biri gelir diye çok bekledim ama kimse gelmedi... Kız arkadaşım bana kısa bir mesaj atıp, vazgeçtiğini söylemiş beni durduğum uçurumun kenarında itip beni bir boşluğa bırakmıştı." O kıza inanılmaz bir şekilde sinirlenmiştim. Fakat hâlen çocuk olduklarını ve o kızın sadece annesinden tanışmaktan korktuğunu ve annesinin ölümünü bilmediğini düşünürsek kıza sinirlenmek saçmalık olurdu.
"Annemi tek başıma kucaklayıp sokağa çıktım. Koca mahallede bir tek kişi bile ne olduğunu sormuyordu. Gelen geçen kısaca acınası gözlerle bakıp çekip gidiyordu. Bu kadar insanlıktan çıkmaları normal mi Özgün? Ben mi aptalım, lan ben mi salağım? Bir ben mi safım? Biri benim önümde kanlar içinde yarı çıplak bir şekilde bir çocuğun kucağında o halde olursa ben düşünmeden yardım ederdim... Ama o insanlar sadece bakmakla yetindi. Sadece bakmakla yetindiler." Allah o insanların belasını versin. İnsan bu kadar acımasız olur muydu? Sırtındaki elimi hareket ettirip sırtını sıvazlamaya başladım. Gözünden akan yaşlar omzuma yatırdığı kafası sayesinde omzumu ıslatıyordu.
"Taksiye binecek kadar yanımda para yoktu. Zaten annemde Güneş'in boylarında minyon tipli bir kadındı. Onu taşımak o kadar da zor değildi anlayacağın. Hastaneye gittiğimizde... Çoktan öldüğünü öğrendim. Ben saatlerce kuş kadar olan annemin cansız bedenini taşımışım. Ben annemin ölü bedenini taşımışım." Dedi daha da ağlayarak. Benim gözyaşlarımın haddi hesabı yoktu. İlk kez birbirimizin yanında bu kadar ağlıyor birbirimize kendimizi açıyorduk.
"Ölüm sebebini araştırmak için otopsi yapmaya karar verdiler. Ve ben hayatımda ikinci kez nasıl yıkılır onu öğrendim." Dedi hem ağlayıp hem konuşarak. Ne olduğunu çok merak etmiştim. Yutkunarak ilk kez konuşmaya başladım.
"Neymiş ölüm sebebi Yiğit?" Dedim geçek ismini kullanarak. Çünkü Kara Akrep Benim ikinci kimliğim olmuştu. Ama o kendisini benim birinci kimliğine açmıştı yani Özgün'e. Bende onun gerçek kimliğine konuştum yani Yiğit'e.
"Annemin yerde çırlçıplak, yaralı bir şekilde yatmasının nedeni...Cinsel istismarmış." Dedi kısık sesle. Ellerim ile dudaklarımı kapatıp bunun gerçek olmamasını diledim. Bu kadar etrafına neşe saçan bir insanın bunları yaşaması beni şoke etmişti.
"Aslında annem çok direnmiş ama adam annemi döve döve öldürmüş... Ve öldüğünü anladığı an onu orda bırakıp gitmiş. Benim annemi Özgün inanabiliyor musun? Benim canımdan çok sevdiğim annemi, dokunmaya kıyamadığım annemi, hayatımın ışığı dediğim anneme kıymışlar Özgün. Benim anneme... Benim anneme." Dedi başını boynuma saklayıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Yıllardır tanıdığım, enerjik erkek kardeşim dediğim adamın hayatı ne kadar zor ve kötüymüş. Sımsıkı sardığı kollarımı, ve başına kondurduğum sayısız öpücükle Yiğit'in hayatını en acı şekilde öğrenmiştim. Öylece ringin ortasında birbirimize sarılı şekilde uzun süre durduk. Ağlaması yerini iç çekişlere döndü.
"Hani dedin ya kendine hiç Zarar verdin mi diye?" Yüzümü göremiyordu ama başımı yinede salladım.
"Onun yokluğunda hayat zehir gibi geliyordu. Sanırım ölümünden bir kaç ay sonrasıydı bir kutu hap bulup annemin çıplak bir şekilde yattığı odada uzanıp hepsini içtim. Bu dünya en değer verdiğim kişiyi benden almıştı ona kavuşmama az kalmıştı. Bitecekti herşey bitecekti. Acım son bulacak rahata kavuşucaktım. Ama ona bile izin vermediler. Beni kimin kurtardığını bilmiyorum ama gözlerimi hastanede açmıştım. Kalp ritmimi gösteren o aletin sesi ve sesiz sesiz işini yapan 60'lı yaşlarında bir doktor olduğunu hatırlıyorum. Gözlerimi açtığımı gördüğü an yanıma gelip durumumu sordu. Fakat konuşamıyordum. Bir kaç sorudan sonra bana hayatıma yön veren sözleri çıktı dudağından." Ağlamayı kesmiş ama hala sıkı bir şekilde sarılmaya devam eden Yiğit'in ağzından çıkacak sözlere dikkat kestim.
"Konuşmaya başladı doktor, hayatını öğrendim evlat dedi, yaşadığın zor dönemide, annenin ölümünüde ama sen neden ölmek istedin? Demişti. Konuşmak istemiştim acılarımız ölünce biter demek istedim ama boynuma takılı olan borudan dolayı konuşamamamıştım. Devam etti doktor amca. Ölmek en kolayı be evlat, en basit yol ve sen bunu seçtin hâlbuki yaşamak diye bir şey var. Senin halen çok genç. Belki gelecekte hayatında yeni insanlarla tanışırsın neden bunu kendine yapıyorsun. Mutlu edersen, mutlu olırsun. Ben bunu yapıyorum ve işe yarıyor. Ölümü seçmek en kolayı, zor olan yaşamak. Sen yaşa evlat, sen yaşa. Demişti ve o günden sonra asla ölümü düşünmedim. Hayatıma yön veren onun sözleri olmuştu. Asla unutmadım annemi, ama doktor amcanında dediği gibi ölümü seçmek kolay olanı asıl zor olan yaşamak. Bende yaşamaya çalışıyorum." Gözyaşlarımı silip yüzüne bakmaya çalıştım ama uzaklaşmamıştı sadece kollarını gevşetmişti.
"Sen çok güçlüsün Yiğit. Adın gibi Yiğit bir adamsın. Bu hayata seninle tanıştım, sen benim arkadaşım kardeşim oldun. Annenin yerini doldurmam hiç kimse dolduramaz ama ben senin kardeşin olurum, oluruz." Dedim gülümseyip uzamış hafif kıvırcık saçlarından parmaklarımı geçirmeye başladım. kafasını kaldırıp kızaran gözlerle bana bakıyordu.
"Seni seviyorum pembe Akrep." Dedi gülümseyip gamzelerini çıkartarak. İşaret parmaklarımı gamzelerine bastırdım.
"Bende seni seviyorum gamzelim." Dedim gülümsemesi büyüyüp yüzüne renk kattı. Bugün kardeşim dediğim Yiğit'in hayatını öğrenmiştim. Düşündüğümden daha kötü bir geçmişi vardı. Canını almak istediği kişi annesine bunu yaşatan adamdı. Kızlarla uzun ilişkisi olmamasının sebebi o kızın o gün orda Yiğit'i tek başına bırakmasıydı. Hiç bir kıza bağlanmıyor, hiç birine sonsuz sevgi ile yaklaşmıyordu. Yine kafasını boynuma yasladı. Saçlarımda duran ellerimi çekmeden ona sarıldım. Zordu yaşadıkları, annesini o şekilde kaybetmesi, kız arkadaşı, vicdansız insanlar ve bir türlü aklım almayan intihar girişimi. Ama her şeye rağmen gülüyor, güldürüyordu. Kendisini yaşatmaya çalışıyordu. Kafamı kurcalayan soruyu sormak ve sormamak arasında gidip geliyordum. Ama sanırım sorucaktım. Boğazımı temizleyip konuşmaya başladım.
"Annene bunu yapanı gördün mü?" Dedim zar zor. Boğazımda kelimeler düğümlenmişti resmen.
"Karşı binamıza yeni bir adam taşınmıştı, çok dikkat etmezdim hatta sadece boyunun uzun olduğunu tek hatırlıyorum. Saç ve sakaldan dolayı çok yüzü görünmeyen bir adamdı. Ve annemin öldüğü gün ortadan kayboldu... Ve galiba oydu." Dedi derin bir nefes alarak. Ne kadarda zordu annesinin katili ile karşılıklı binalarda oturup, her gün yüz yüze bakmak. Fakat bu günden sonra Yiğit için, Pilot için o adamı bulmak istiyordum. Artık onun düşmanı benim düşmanımdı. Saçlarındaki ellerim, yavaş yavaş aldığı nefes, herşeyiyle karşımdaki insanın intikamını alınmasına yardım edecek en büyük desteği ben vericektim.
Yemin ederim kardeşim hep yanında olucam. Yemin ederim intikamını berber alıcaz. Ve yemin ederim kardeşim kazanan biz olucaz...
.....
Selammm!
Nasılsınız bakalım, sanırım biraz kırgın veya kızgın olabilirsiniz çünkü farkındayımki bölüm geç geldi. Kendi hayatım benden bağımsız bir şekilde biraz yoğun ve yorucu geçiyor. Yaşadığım yerde yani köyde yaz geldiği için işler çoğalıyor ve bölüm atmakta zorlanıyorum ama bu bölüm hem en uzun ve en güzel bölüm olduğunu düşünüyorum.
Umarım sizde beğenirsiniz. Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın.
Sağlıcakla kalın efendimm.
Instagram: aci_intikam_official, Hatice.heja_
Sevgilerle...
|
0% |