Yeni Üyelik
8.
Bölüm

8.BÖLÜM(ZEHİR)

@haticesar

okumalar!

 

🎶Evgeny grinko: Valse

 

(Arkadaşlar bölümler uzun olduğundan dolayı bölümleri ara vererek okuyunuz. Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz kişi Jir karakteridir...)

 

....

 

"Savaş başlıyor."

 

"Ne Savaşı?" dedi Ateş hepimizin merak ettiği soruyu sorarak. Daha iki gün önce birbirinize güvenmedikçe başlamayacağız diyen adam şimdide savaş başlıyor diyordu. Hepimiz merakla Savaş'a bakmaya başladık ama tek kelime bile etmiyordu.

 

"Savaş konuşsana, sen değilmiydin üç S kuralı diye zırvalayan, şimdi ne değişti? Birbirimize hâlen güvenmiyoruz, sevmiyoruz iki gün durulduk diye hemen karar mı verdin?" Dedi Jir sesini yükselterek. Savaş yavaşça kafasını Ona çevirip kaşlarını çattı. Yanımda oturan Melek'in eli elimi Sımsıkı tuttuğunda yüzüne baktım. Biraz korkmuşa benziyordu.

 

"Oyun oynamaktan sıkıldığını ve intikam almak istediğini söyledin. Ve işte dediğin gibi oldu." Deyip sandalyesine sırtını dayadı.

 

"Bu kararı neden o gün vermedin?" Dedi Jir. Mavi gözleri Savaş'a sinirle bakıyordu.

 

"Ha bugün, ha yarın bunun senin için bir önemi var mı Jir?" dedi Savaş hâlâ sakinliğini koruyarak. Jir sinirliydi. Fakat bu sinirinin sebebini çok merak etmiştim. Çünkü kendisi istemişti bu savaşın başlamasını.

 

Masada toplam sekiz kişi, sekiz birey vardı, fakat hiç kimse burda değil gibiydi. Herkes sessiz herkes kendi içine kapanmıştı. Elini tutuğum Melek bile artık elimi sıkmayı bırakmış, sessizce oturup kalmıştı. Savaş'ın şimdi bu kararı açıklaması nedense hepimizde bir şok etkisi yaratmıştı. Hiç kimse bunu beklemiyor gibiydi.

 

"Ne zaman başlayacağız, aramızdaki hangi kişiden başlayacağız...anlat bize herşeyi," dedi Pilot Savaş'a bakarak. Savaş yine masanın başına oturmuştu. Karşıma nedense oturmayı tercih etmiyordu. Ona yakın olduğum için masanın altında salladığı ayağını hissedebiliyordum. Durmadan sallanan ayak sinirlenen bir insanın yapacağı bir şeydi fakat Savaş bizimle konuşurken gayet sakindi.

 

"Aramızda yaralılar var, onlar iyileşiği zaman başlayacağız." Dedi bana ve Jir'e bakarak. "Hangi kişiden başlayacağımızı kura çekerek karar vericez."

 

"Ne yani, hayatımızın kararını kura ile mi karar vericez? Bence buna gerek yok yazı tura yaparsak daha basit olur." Jir'in gülerek söylediğine Savaş sinirlenir diye düşünüyordum fakat oda gülümsüyordu. Masadan kalkan Savaş elinde bir cam fanus ve içinde kağıtlarla masamın başında durdu.

 

"Melek gelir misin lütfen?" Savaş'ın Melek'e yumuşak bir sesle söylediklerinden sonra Melek'e dönüp baktım. Onaylama mı isteyen bakışları vardı gözlerimi kapatıp açtım istediği onayı almış gibi elimi bırakarak masadan kalkıp Savaş'ın yanında durdu.

 

"Şimdi senden buradan bir kağıt çekmeni istiyorum." Melek olmulu anlamda kafasını sallayıp elini fanusa koyup kağıtları karıştırmaya başladı. Sonunda bir kağıt çıkarıp Savaş'a uzattı.

 

"Teşekkür ederim Melek yerine geçebilirsin." Gülümseyerek söylediklerinden Melek tekrar yanıma gelip oturdu.

 

"Bu elimde duran kağıta hangi isim yada isimler yazıyorsa ilk olarak onun intikamını alıcaz." Savaşın havaya kaldırdığı sağ elinde, tutuğu kağıt kaderimizi belirleyecekti. Ve bu beni mu masada duran herkesi tedirgin ediyordu. Hepimizin üzerinde göz gezdirdikten sonra kağıdı yavaşça kendisine çevirip üstündeki ismi okudu. Yüzündeki mimiklerden hiçbir şey anlamıyordum her zamanki Savaş yüzü çatık kaşlar ve ifadesiz bir yüz.

 

Elindeki kağıdı uzanıp masaya bıraktı. Ve yerine geçip oturdu. Masadaki kağıda hiç kimse dokunmuyordu sanki dokunan kişinin ismi çıkacakmış gibi bir hava vardı. Bir süre daha dokunmayan olunca uzanıp masadaki kağıdı elime aldım. Kağıdı ters çevirip okuduğumda yazan isimlere şaşırmıştım.

 

Çünkü kağıtta yazan isimler Deva ve Güneş'in ismiydi.

 

Bakışlarımı ilk olarak Savaş'a çevirdim. Neydi şimdi bu Deva ve Güneş'in birbiriyle ne alaksı vardı? Sonunda bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerine sorgular şekilde bakmaya başladım. Fakat kaşlarını çatmış o bana sorgular şekilde bakmaya başlmıştı. Elimden alınan kağıtla kafamı hızlıca diğer tarafa çevirdim. Kağıdı alan Jir'di. Kağıtta yazan yazıyı okur okumaz Savaş'a döndü.

 

"Zerık ve Deva'nın birbiriyle ne alakası var?" Dedi merak ettiğim soruyu sorarak. Deva ve Güneş'te şaşırmıştı. Birbirlerinin gözlerinin içine bakmaya başladılar ve bir dakika içierisinde sanki herşeyi yeni anlamış gibi gözlerini birbirlerinden kaçırdılar.

 

"Deva, Güneş çalışma odama gelir misiniz?" Dedi Savaş. Jir'in sorusunu es geçip ayağa kalkıp yürümeye başladı. Güneş hemen ayağa kalkıp Savaş'ın peşine takıldı. Deva yıkılmış bir şekilde sandalyesinde kalkıp yukarı çıktı. Ve ardından gelen kapı kapanma sesi ile masaya yine bir sesizlik çöktü. Güneş ve Deva'nın nasıl bir benzerliği olabilirdi ki?

 

"Deva ve Güneş ne alaka?" Dedi Pilot. Aslında hepimiz bunu merak ediyorduk.

 

"Belki arkadaşlardır." Dedi Melek masumca. Fakat Güneş'i tanıdım tanıyalı bizim kadar samimi olduğu birisini görmemiştim. Birde üstüne üstlük Deva ile aynı kişiden intikam alma konusu hiçte mantıklı değildi.

 

"Deva'nın öyle bir arkadaşı yok, yani bu imkansı-."

 

"Peki diyelim ki öyle, neden isimleri aynı kağıtta yazıyor?" Dedi Pilot. Jir'in lafını bölerek. Jir hızla ayağa kalkıp masanın üstünden Pilot'a doğru eğildi. Buna ilk kez şahit olan Melek şok olmuş bir şekilde onları izliyordu.

 

"Nereden bilebilirim uçaksavar." Dedi Pilot'un ismini değiştirerek. Pilot ayağa kalkıp masadan Jir'e doğru eğildi.

 

"Ağzını topla yoksa toplamasını bilirim." Pilot yine Jir'i tehdit etmişti. Ve Jir bu sefer alta kalmayacak gibiydi. Melek ayağa kalktığında bende ayağa kalktım.

 

"Bak uçaksavar bu tehdit saçmalığın iki oluyor. Bu sefer acımam sana."

 

"Ne yaparsın? Döver misin. Daha önce denemiştin ama başarısız olmuştun." Jir ve Pilot yürüyüp ortada buluştular ama Ateş aralarına girip ikisinin göğsünden sertçe itip onları birbirinden uzaklaştırdı.

 

"Salak saçma hareketler yapıyorsunuz. Aşağıda koskocaman ring var gidin orda kozlarınızı paylaşın." Ateş'in dediğiyle Jir geri adım alt kata doğru yürümeye başladı. Pilot'ta onu takip edince bizde aşağıya inmeye başladık.

 

"Saçmalıyorsunuz! Ne kozu ne ringi!" Dedim ama sanki duymuyorlarmış gibi yürümeye devam ediyorlardı. Sonunda büyük ringin önüne geldiğimizde Jir ve Pilot ringin üstüne geçip karşılıklı durdular. Pilot ile burda bu ringte geçen anılar aklıma geldiğinde yutkunup Pilot'a doğru baktım. Oda aynı şeyi hatırlayıp bana doğru bakmaya başladı.

 

"Yüze vurmak yok, boks eldiveni kullanacaksınız. Aslında bu bokstan farkı olmayacak çünkü bu bir kavga değil anladınız mı?" Dedi Ateş Pilot ve Jir'in yüzüne bakarak. Ama ne Pilot nede Jir bu amaçla değil birbirlerini öldürmek amaçlı buraya gelmiş gibilerdi.

 

"Sırtı ilk yere temas eden kaybeder." dedi Ateş. Ama ikiside duymuyor gibiydi."Anladınız mı? dedim," Ateş'in sesini yükselterek ona söylediklerinden sonra İkiside kafasını olumlu salladılar.

 

"Pilot, Jir bakın yukarıda Güneş ve Deva var. Kendinizi düşünmüyorsanız onları düşünün. İnin oradan!" Dedim yine onlarrın bu saçma kavgasına bir son vermek umuduyla ama ikiside inmiyorlardı ringten.

 

"Ateş'i duydun Akrep sadece boks," dedi Jir boks eldivenlerini eline geçirirken.

 

"Melek buradan git!" Dedi Pilot ona doğru dönerek. Melek'in kandan korktuğunu biliyordu. Demek ki kan dökülecekti.

 

"Sen gelmeden gitmiyorum Pilot abi." Dedi cesaretle ama kan görürse buradan ilk çıkan o olucaktı.

 

"Git Melek." Dedim ona dönerek ama burda kalacaktı. Çünkü inada bağlamıştı galiba sevmediğim özelliklerimden birini almıştı.

 

"Üçe kadar sayıcam üç dediğimde başlayacaksınız." Bu durumda olmamız çok saçmaydı. Küçücük bir konudan ne ara buralara gelmiştik anlayamıyordum.

 

"Tek kural yüze vurmak yok. Bir... İki..üç-"

 

"Olmaz, Ateş Jir yaralı olmaz!" Diye bağırdım aklıma gelen ayrıntıyla.

 

"Ne yarası?" Dedi Pilot soru soran gözlerle Jir'e bakıyordu. Jir sinirle bana döndüğünde omuzlarını silktim. Şuan nedense yaralı olması beni sevindirmişti.

 

"Sadece küçük bir kesik." Dedi Jir dişlerini sıkıp konuşarak.

 

"Amına koyayım neden söylemedin." Dedi pilot ellerindeki eldivenleri çıkartarak.

 

"Saçmalama uçaksavar küçük bir çiziği bahane edip gidiyor musun, yada kaçıyor musun?" Dedi Jir Pilot'u küçümseyerek ama Pilot sadece Jir'in yüzüne bakıp ringten indi.

 

"Bir dahakine şartlar eşit olduğunda, bu ringte tekrar buluşalım." Pilot'un dediğiyle geniş yerleri minderli bir alana gelip durduk. Rinkten bir kaç metre uzaklığında duran bu ringte ne için geldiğimizi düşünmeye başladım.

 

"Neden yukarıya çıkmayıp buraya geldik Pilot abi?" Dedi Melek aklımdakilerini okumuş gibi.

 

"Sana dövüşmeyi öğreticem. Hayat bu başına ne geleceği belli değil, bundan dolayı bugün sana dövüşmeyi öğreteceğim." Gülümseyip Pilot'a bakmaya başladım. Melek'in öz abisi bile onun için bu kadar uğraşmazdı. Yanımıza gelen Ateş ve Jir ile onlara döndüm. Jir tam ağzını açmış birşey diyecekti ki,

 

"Sus Jir bugün doluyum, boş olduğum bir zamanda seni evire çevire döveceğime emin olabilirsin." Jir yine birşeyler söylemek üzereydi ki Yine Pilot lafını kesti. "Bugün olmaz diyorum, işim var." sonunda Jir pes etmiş olacak ki susup yanımızda durdu. Ateş olan biteni anlamaya çalışıyormuş gibiydi. Aklının hâlâ yukarıdaki olayda ve kişilerde olduğunu düşünüyordum.

 

"Şimdi siz biraz geri çekilin." Pilot'un erdiği talimatla dikdörtgen şeklindeki ringten çıkıp yere oturdum. Jir neden yerde oturduğunu sorgular gibi bakmaya başlayınca omuzlarını silktim. Dünki yorgunluğun etkisi hâlen üzerimdeydi ve ben kendimi sanki sadece birkaç saat uyumuş gibi hissediyordum.

 

"Şimdi kendini nasıl savunmam gerektiğini sana öğreticem. İlk ders savunma."

 

"Tamam, ama nasıl?"

 

"Şöyle ki, ben sana saldırıyormuş gibi yapıcam sende kendini savunucaksın. Yani sana birkaç savunma hareketi öğreticem."

 

"Peki ama yüzüme vurma." Pilot gülüp Melek'in çenesinden tutup ona baktı.

 

"Neden yüzüne vurayım? O kadar kötü bir insan mıyım. Yani en fazla burnun kırılır, olmadı gözün falan morarır yada kaşlarından biri açılır." Deyip gülmeye başladı. Melek korkuyla yüzüme bakınca gülümseyip ona sorun olmadığını dair bakış attım.

 

"Şimdi diyelimki biri sana bir yumruk atmak üzere ne yaparsın?" Melek ellerini kendine siper edip kendini koruyunca Pilot sanki sahiden vuruyormuş gibi Melek'in karnına hafifçe yumruğuyla vurdu.

 

"Yüzünü korudun ama karnına yumruk yedin. Tekrardan deneyelim." Bu sefer Melek'in ellerinden biri yukarıda biride aşağıdaydı. Pilot yine aynı hafiflikte bir Melek'in yüzüne yumruk attı fakat bu sefer Melek kendini savunmayı başardı. Melek gülümseyip bana döndüğünde Pilot boşta kalan elini Melek'in karnına geçirdi.

 

"Biriyle dövüşürken her zaman aklın bir diğer hareketi tahmin etsin. Konsantre ol Melek." Melek yine aynı pozisyona geçip Pilot'un hamlesini bekledi. Oturmaktan sıkıldığım ve acıktığım için ayağa kalktım. Ateş ve Jir duvara yaslanmış Melek ve Jir'i izliyorlardı. Pat diye bir ses geldiğinde arkamı döndüm. Yerde oturan Melek'i görmemle onu ayağa kaldırmaya gitim ama kalmak istemediği için bağdaş kurup oturdu.

 

"Kızım kalksana, daha 5 dk olmadı." Dedi Pilot Melek'i ayağa kaldırmak için ama Melek emekleyip ringin dışına gidip oturdu. Pilot'a dönüp sinsi bir şekilde gülümsedim.

 

"Var mısın?" Dedim ellerimi yumruk yapıp yukarı doğru kaldırarak.

 

"Olmaz." Deyip ringten çıkıyordu ki omzuna vurmamla yerinde durup bana döndü.

 

"Hadi!" Deyip bu seferse göğsüne vurdum.

 

"Bu elle mi?" Deyip yaralı elimi gösterdi. Kulağına yaklaşıp konuşmaya başladım.

 

"Seni her türlü yenerim. Hem belki Melek'te bize bakıp birşeyler öğrenir." Dedim uzaklaşıp gülümseyerek.

 

"Peki, ama eline dikkat et. Şimdi Melek'e yaptığımın aynısını yapıcam ve sende kendini savunacaksın."

 

"Tamam." Deyip ellerimi yumruk yapıp yüzüme doğru kaldırdım. Yumruğunu yüzüme doğru savurduğunda yana kayıp yumruğunun boşa gitmesini sağladım. Hızla arkasına geçip dirseğimi sırtına geçirmemle onu yere ittim. İki elimle ittiğim için yaralı elim acımıştı. Yaralı elime baktığımda yine küçük bir yer kan olmuştu. Ateş ve Jir yanımıza gelip bize bakmaya başladılar.

 

"Lan şerefsiz uçaksavar. Yaralı kızla dövüşüyorun benle neden dövüşmüyorsun." Pilot yerden kalkıp yanımıza geldi. Yaralı elimi arkama sakladım, görüp üzülmesini istemiyordum.

 

"Sen daha güçsüzsün ama Akrep güçlü. Anlayacağın aranızda fark var." Pilot'un dediğine Jir üzerine yürüyerek cevap verdi. Ateş aralarına geçip ikisini birbirinden uzaklaştırdı.

 

"Bir dahakine yine deneriz Pilot abi, Hadi kahvaltı yapmaya gidelim." Melek oturduğu yerden kalkarak Pilot'un koluna girip merdivenlerden yukarı çıkmaya başladılar.

 

"Elin kanıyor." Jir'in dediğiyle arkama sakladığım elimi önüme getirip baktım. Çokta kötü görünmüyordu. Jir nasıl önümdeyken arkadaki elimi görmüştü? Ve bunu nasıl çaktırmamıştı?

 

"Küçük bir çizik." Dedim yüzüne bakarak. Kahverengi kıvırcık saçları, mavi gözleri, her zamanki bıkmış yüz ifadesiyle gözlerimin içine bakıyordu. Geçen gün farkettiğim delik olan kulağına ilk kez küpe takmıştı. Küçük gri bir halka küpe.

 

"Dört dikiş atılan küçük bir kesik" Ateş'in söylediği şeye bende şaşırmıştım. Çünkü bu kadar dikiş atıldığını düşünmemiştim. Umursamaz bir şekilde konuşmaya başladım.

 

"Kaç dikiş olduğu umrumda bile değil. Benim için küçük bir kesik."

 

"Benimkide küçük bir kesik." Jir'in dediğiyle Ateş dayanamayıp Jir'in karnına küçük bir yumruk attı. Bunu beklemeyen Jir acıyla yarası olduğunu düşündüğüm yere elini bastırdı.

 

"Çokta küçük değilmiş gibi." Ateş'in gülüp söylediklerinden sonra Jir elinin yavaşça beyaz tişörtünden çekti. Fakat beyaz tişörtü küçük bir kan izi olmuştu.

 

"Şerefsiz nasıl bir yumruktu o. Dünkü bıçak bile bu kadar derine batmamıştı. Bütün yumruğun midemden girip sırtımdan çıktı." Jir'in dedikleri gülmeme yol açmıştı. Yarasına yine elini bastırınca parmaklarının hepsi kan oldu.

 

"Hafif bir yumruk attım, sen dayanıklı değilsen sorun bende değil sende." Ateş yaklaşarak Jir'in koluna girdi. Ve hepberaber yukarı çıkmaya başladık. Mutfağa girdiğimizde yine aynı yerime oturdum. Jir'de gelip yanımdaki sandalyeye oturdu. Ateş ilk yardım çantasını getirip Jir'in yanına oturdu.

 

"İlk Jir'inkine bakayım sonra seninkine. Onun yarası daha fazla kanıyor." Gülümseyerek kafamı salladım. Gerçektende Jir'in yarası daha fazla kanıyordu. Bende durmayıp elimdeki sargıyı açtım. Fakat elimde sadece iki tane dikiş vardı.

 

"Ateş." Dememle Ateş'in gözleri bana döndü. "Dört dikiş dedin ama burda iki dikiş var." Deyip elimi ona gösterdim.

 

"Dikişlerin batlamış." Dedi. "Hatta İkinizinde dikişi batlamış. Deva'yı çağırmamız gerekiyor." Ayağa kalkıp mutfaktan çıktı. Jir'e baktığımda o ise yarasına bakıp pansuman yapıyordu. Canı yandığında kesik kesik soluyordu. Daha fazla dayanamayarak yerimden kalkıp elindeki pamuğu alıp yarasına pansuman yapmaya başladım. Ne yaptığımı anlamaya çalışıyormuş gibiydi.

 

"Sonra konuş Jir işim var." Dedim Pilot'u taklit ederek. Yarasına pansuman işini bitirdikten sonra tekrar yerime oturdum.

 

"Sağol kahverengi Akrep." Jir'in dediklerine gülmeye başladım. Neden bana kahverengi Akrep diye hitap etmişti acaba? Pilot pembe der Jir kahverengi renklerle alıp veremedikleri neydi acaba.

 

Deva ve Ateş mutfağa girdiklerinde, Deva endişeli bir şekilde Jir'in yanına gitti. Benim burda olduğumu fark bile etmemişti. Hızlıca Jir'i mutfaktan çıkarıp gitti. Karnına dikiş atılması gerektiğini biliyordum ve bunu sandalyeye oturmuş bir vaziyette yapamayacaklarınıda biliyordum. Bundan dolayı galiba salona gitmişlerdi. Ateş'in yanıma oturmasıyla ona döndüm.

 

"Jir onun için fazla değerli. Seni görmemezlikten gelmedi aslında seni görmedi. Birazdan gelir." Dedi açıklama yaparak.

 

"Biliyorum. Jir'in ondaki değerinde görebiliyorum." Dedim gülümseyerek. Elime bu sefer Ateş pansuman yapmaya başladı. Sanki dejavu yaşıyormuş gibiydim. Aynı sahne fakat farklı kişilerle.

 

Deva sonunda mutfağa geldiğinde yanıma gelip, "Özür dilerim seni görmedim." Dedi. Zaten bunu bekliyordum. Anlayışla kafamı sallayıp gülümsedim. Eline iki makas ve ip alarak yüzüme baktı.

 

"İstersen kolunu uyuşturup sonra dikiş atabilirim."

 

"Hayır hayır sen işine devam et." Dedikten sonra iğneyi yaralı etime batırdı. Resmen iğneyle insan dikiyordu. Bu doktorluk zor iş, yani ne zaman, nerde, nasıl birşey yapacakları belli değil. Acıyla gözlerimi kapatıp derin nefes aldım. Mutfakta duyduğum ayak sesleri ile gözlerimi açıp kapıya baktım. Ateş, Savaş ve Pilot durmuş bana bakıyorlardı.

 

"Bitti, şimdi sadece sarıcam." Deva'nın hızla elimi sarmasından sonra ayağa kalktım. "Birşeyler ye Akrep, ardından ağrı kesici vericem sana."

 

"Teşekkür ederim Deva." Deyip Kapıda duran Ateş ve Savaş'ın arasından geçip Pilot'un koluna girip yürümeye başladım, salona girer girmez L koltukta uyuyan Jir'e takıldı gözlerim. Kolundaki serumla uyuya kalmıştı. O gece kulübünde ne zaman, nasıl yada kim tarafından bıçaklandığını görmemiştim. Bizi sevmediğini hatta nefret ettiğini düşünmüştüm fakat o kavgada kendi canını düşünmeden kavgaya karışmıştı. En kısa zamanda ona teşekkür etmem gerektiğini aklıma not ederek yukarıya doğru yürümeye başladım.

 

Haftanın kalanını uyuyarak geçirmiştim. Fazla fazla kabus görmüştüm ve bu kabuslarımın baş rolü babamdı. Mezarlıkta sekiz tane gül vardı, bu güllerin yedisi beyaz biriyse kırmızıydı. Beyaz gülller kan damlalarıyla boyanmıştı. "O yalandan ailene pek güvenme canım kızım. Çünkü onlar senin sonun olucak sizin sonunuz olucak." Deyip duruyordu. Biz tam bir aile olmayı geç normal arkadaş bile değildik, fakat rüyalarımda her zaman yalan aile deyip duruyordu. Benim sonum birbirimizin sonu bu söze ne kadar inanmak istemesemde kalbimde bir yerlerde gerçek olabilecekmiş gibi bir his beliriyordu.

 

Sonunda duştan çıkıp hızlıca üstümü giyindim. elimdeki kesik artık eskisi kadar acımıyordu ve Deva dün akşam dikişleri çıkartmıştı. Elimi tek başıma sarıp, saçımı taramadan yatağıma oturup telefonu elime aldım. Ekranda bir bildirim vardı ekranı kaydırıp bildirime baktım.

 

Bugün, 24 Ekim annemin ölüm yıl dönümü.

 

Ben nasıl unuturum bugünü. Her yıl olmak üzere annemin ölüm yıldönümünü yani 24 Ekim'i bildirim yapmıştım. Fakat hiçbir zaman unutmamıştım. Hep bildirim gelmeden önce annemin mezarında olurdum. Oturduğum yerden kalkıp siyah bir pantolon ve siyah bir kazak giydim. Saçımıda hızla taryıp odadan çıktım. Melek'in odasına girdiğimde oda hazırlanıyordu. Saçına kelebekli tokasını takıp bana döndü.

 

"Ben hazırım çıkabiliriz." Deyip yanıma geldi.

 

"Bende hazırım." Dedim ve aşağıya inmeye başladık. Salona geldiğimizde Jir, Güneş, Deva ve Ateş'in bakışları bize döndü.

 

"Biz çıkıyoruz, hava kararmadan geliriz." Dedim fakat Jir'de dahil herkes kaşlarını çatıp merakla bize döndü. Fakat bakışlarını umursamayarak dolaptan paltomu çıkartıp kapıyı açtım.

 

"Nereye gidiyorsanız sizi bırakabilirim." Dedi ayağa kalkan Ateş. Aslında mezarlığa yürüyerek gidersek çok geç kalabilirdik ama araba ile yolumuz o kadarda uzun sürmezdi. Fakat Ateş'in bizimle gelme fikrine pekte ısınmamıştım.

 

"Aslında, sen bize arabanın anahtarını versen daha makbule geçer." Deyip gülümsedim. Anahtarı cebinden çıkartıp bana doğru fırlattı. Anahtarı havada yakalayıp avcumun içine aldım.

 

"Teşekkür ederim. Akşam görüşürüz." Deyip kapıdan çıkıp yürümeye başladım. Melek'se arkamdan gelmeye başladı. kapının önünde duran siyah arabanın önünde durduk. Etrafımıza bir kaç koruma geldiğinde onlara döndüm.

 

"Savaş'ın haberi var. Şimdi yanımızdan uzaklaşın." Dedim ama Bahtiyar konuşmaya başladı.

 

"Bize öyle bir bilgi gelmedi efendm." Dedi Bahtiyar. Sinirden kendi kendime gülüp arabaya bindim ardımdan Melek'te binince arabayı çalıştırdım. Ama Bahtiyar arabanın önünde durmuş geçmemizi engeliyordu. Onun bu tavrı daha da sinirimi bozmaya başlamıştı. Arabadan inip karşısında durdum fakat yanında küçük bir çocuk gibi görünüyordum. Kahverengi gözlerine bakıp sinirle konuşmaya başladım.

 

"Bugün eğer buradan çıkmasam burayı başına yıkarım. Çekil şimdi arabanın önünden!" diye bağırdım. İçimdeki öfke git gide artıyordu. Hiç istifini bozmadan elerini önüne bağlayıp konuşmaya başladı.

 

"Efendim işimiz bu ve-"

 

"Ya arabanın önünden çekilrsin yada arabayı üzerine sürerim. Anladın mı?" Dedim yine bağırarak. Fakat bir milim yerinden kımıldamıyordu. Ben bugün annemin mezarına gidecektim ve hiç kimse buna engel olmayacaktı. Arabaya binip yine yeniden çalıştırdım. Gaza bastıkça motorun sesi çıkıyordu. Bahtiyar hâlâ aynı yerde duruyor yerinden kımıldamıyordu. Diğer korumalar put gibi kalmış ne yapacağımı izliyorlardı. Arabayı hızla Bahtiyar'ın üzerine sürdüm Melek'in çığlığı ile frene basıp tam karşısında durdum. Aramızda birkaç santim vardı. Bu sefer arabayı arkaya doğru sürmeye başladım. Bahtiyar'ın gözleri kocaman açıldı ne yapacağımı yeni anlamıştı. Geri geri hızla sürmeye başladım çünkü bahçe yuvarlak olduğundan hem ileri hemde geriye gidersem kapıya ulaşırdım. Büyük demir kapının yanına geldiğimde tüm korumalar buraya doğru koşuyordu. Büyük demir kapının yanına geldiğimde Sabri amcayı gördüm. Melek'e yaklaşıp camı açtım. Sabri amcaya uzanıp konuşmaya başladım.

 

"Sabri amca kapıyı açar mısın?" Dedim fakat sadece oturduğu yerden kalkıp küçük camdan bize doğru uzandı. "Önemli... Lütfen." Dedim çaresiz bir şekilde. Sabri amca bu sefer gözlerini bir kere açıp kapatı. Ve arkamdaki kapının açılma sesi geldi. "Teşekkür ederim bu iyiliğini asla unutmayacağım." Deyip eski yerime yani şöfür koltuğuma geçip arkaya doğru hızla sürmeye başladım. Kendi tarafındaki camı indirip bana bakan Bahtiyar'a işaret parmağımı ve ortanca parmağımı birleştirip kaşımın üstüne iki kere vurup geri çektim. Sinirli yüzüne aldırmayıp camı geri kapatıp arabayı sürmeye başladım.

 

"Ne kadarda beyaz gül var. Gelinlik giymiş gibi olmuşsun anne." Mezardaki güllerin çoğu beyazdı. Diğer renklerden de güller vardı fakat çoğunluk beyazdı.

 

"Baksana abla annem ne kadar güzel olmuş." Dedi Melek bana dönerek. Olumlu anlamda kafamı sallamaya başladım.

 

"Yakışır tabi, yakışmasa bana nasıl tüm elbiseler yakışırdı." Dedi Melek ve annemin mezar taşına eğilip bir şeyler fısıldamaya başladı.

 

"Ama şuan ben duymuyorum bu haksızlık." Deyip Melek'e yaklaştım. Eğildiği yerden kafasını kaldırıp bana sinirli bir şekilde bakamaya başladı.

 

"İki dakika rahat vermiyorsun abla. Ben evlenirsem evimden de çıkmazsın." Dediklerine gülmeye başladım.

 

"Çıkmam tabi sen benim kardeşimsin ve ablalar her zaman kardeşlerinin yanındadır." Dediğimde gözlerini devirdi.

 

"Anne!" Deyip mezar taşına sarıldı. "Ablama bişey de ben evlenirsem evime gelmesin." Buna daha da gülmeye başladım. Bir kaç dakika sonra elimle ağzımı kapatıp etrafa yani mezarlığın geri kalanına baktım. Nerede olduğumu unutmuştum ve gülmüştüm. Annemin ölüm yıldönümünde böyle şen şakrak olmam dışarıdan bakılınca tuhaf olarak algılanabilirdi. Fakat Melek'le buraya geldiğimiz zaman o üzülmesin diye bazen rol yapıyordum ve gerçektende mezarlığa değilde annemin yanına gelmiş gibi hissediyordum. Fakat benim değil Melek'in böyle hissetmesi gerekiyordu.

 

"Sonra ablam elini kesti. Ama nasıl derin bir kesik, neyse sen meraklanma Savaş abi sardı zaten. Savaş abi kim mi? Hemen anlatayım şimdi bir gün bize aslında ablama bir mek-"

 

"Melek yeter. Gel bu gülleri ekelim." Bazen konuşunca oda tıpkı Pilot gibi herşeyi anlatmaya başlıyordu. Ve herşeyi detayına kadar anlatıyordu. Aldığım kırmızı gülü boş bulduğum bir yere koydum. Ve toprağı küçük olan kürek sayesinde kazmaya başladım.

 

"Biliyor musun anne? Bazen... Bazen seni çok özlüyorum. Mutlu olduğumda, üzgün olduğumda, ağladığımda, güldüğümde veya herhangi bir anımda keşke diyorum... Keşke burda yanımda olsan. Keşke anneme şuan sarılabilsem, keşke onun kokusunu doya doya içime çekebilsem, keşke onu milyonlarca kez öpebilsem... Ama işte bu dediklerim sadece bir keşkeyle kalıyor." Dedi Melek burnunu çekerek. Elime aldığım gülü kazdığım toprağa koydum. Ve gülü toprakla kapatmaya başladım. Melek'in ağlama sesleri git gide artıyordu. Fakat onu annemle tek başına bırakmak daha iyi olurdu.

 

"Yeni bir okula başladım anne. Okulu görsen bizim yurdun beş katı falan." Dedi gülerek, fakat bu gülme sesi gözyaşlarının kamuflajı gibiydi. "Anne benim gelecekteki mesleğim ne olsun?" Kırmızı güle plastik şişedeki suyu döküp Melek'e bakmaya başladım. Elleriyle gözyaşlarını silmekle ve konuşmakla meşküldü. "Galiba bilgisayar ile ilgili bir mesleğim olur. Kızın bilgisayardan iyi anlıyor Nesrin sultan." Gülümseyip annemizin isminin yazılı olduğu mezar taşına dokundu.

 

"Okul güzel ama yeni evimiz daha da güzel saray desen değil köşk olamaz zaten, villa mı yoksa malikane mi artık ne deniliyorsa bilmiyorum. Ama ev harika ötesi." Melek'in heyecanla anlattıkları gülümsememe yol açtı. "O evde tek yaşamıyoruz yani bir kaç kişi daha var... Belki bir gün seninle tanıştırmaya getiririz." Bu söyledikleri imkansız gibi geliyordu. Çünkü daha yeni tanışıyorduk. Yeni tanışmamız geçtim annemle tanıştırmak için bir sebeb olması onlara değer vermem gerekiyor. Fakat ne bir sebebim vardı nede o kadar değer veriyordum.

 

Yaklaşık iki saat sonra mezarlıktan çıkmıştık. Arabanın içinde derin bir sessizlik vardı. Ne Melek konuşuyordu nede ben. İkimizde sessizliği seçmiştik. Aslında ne zaman annemin mezarına gittsek bir sesizlik olurdu fakat ölüm yıldönümü olunca daha da bir sesiz oluyorduk. Daha önce kustuğum uçurumun yanından geçiyorduk ki Melek hızlıca öne atılıp beni durdurdu.

 

"Ne oldu Melek?" Dedim sinirle. "Zaten dur deseydin dururduk."

 

"Abla bu ağacın hikayesini biliyor musun." Arkama döndüğümde kocaman bir ağaç gördüm uzunluğunu görmem için kafamı biraz eğip camın izin verdiği kadarıyla boyuna da baktım. Gerçekten kocamandı. "Dışarı gelsene abla." Melek hızla inip koca ağacın yanına gitti. Bende arkasından inip onu takip ettim. Ağac gerçektende düşündüğümden daha büyük ve uzundu. Daha önce görmediğime yemin edebileceğim renk renk kurdele vardı. Yaklaşıp birkaç kurdeleye dokundum diğer kurdeleler daha çok uçuruma doğru bağlanmıştı. Ağacın ön tarafında çokta kurdele görememiştim.

 

"Bizde bir tane bağlayalım mı abla?" Melek'e dönüp kafamı olumlu anlamda salladım. Elinde tuttuğu kurdeleyi görünce şaşırdım. Aslında bu ağacı ne zaman farkedip kurdeleyi getirdiğine daha da şaşırmıştım. "Şimdi bir dilek dileyip kurdeleyi bağlayacam." Ağaçtan uzaklaşıp onu izlemeye başladım. Derin bir nefes alıp gözlerini kapadı. Kımıldayan dudaklarından konuştuğunu anlayabiliyordum. Sonunda gözlerini açıp gülümseyerek bana baktı. Ağacın herhangi bir yerine kırmızı kurdeleyi bağlayıp yanıma geldi.

 

Arkamızdan gelen araba sesiyle o tarafa döndük. Kim olduğunu siyah olan camdan dolayı göremiyordum. Arabanın kapısı açılınca kimin geldiğini görmek için kafamı hafif eğdim. İnen kişi okyanus gözlerinden tanıdığım Savaş'tı. Diğer kapıdan ise Pilot inmişti. İkiside sinirliydi. Ve ikiside hızla bize doğru geliyordu. Dikleşip çenemi havaya kaldırdım. Pilot Melek'in yanına gelip onu kolundan tutuğu gibi sürüklemeye başladı. Melek'te ne olduğunu anlamadan arabaya bindirildi. Pilot bana sanki çok kötü birşey yapmışım gibi bakıp arabaya binip çalıştırdı. Ve hızla buradan uzaklaştı. Savaş ayakta dikilmiş bana bakıyordu. Hızla ona yaklaşıp karşısında durdum.

 

"Ne oluyor, neden Pilot Melek'i böyle apar topar götürdü?" Gözlerini kaçırıp derin bir nefes aldı. Neye veya kimeydi bu siniri bilmiyordum ama sinirini ben bile aramızdaki mesafeden hissedebiliyordum. Herşeye, herkese hatta Jir'e bile bu kadar sakin kalabilen bu adam niye bu kadar sinirlenmişti.

 

"Savaş ne oluyor dedim?" Bi kaç nefes alışverişten sonra okyanus gözleriyle bana bakmaya başladı.

 

"Ne mi oldu? Bunu gerçektende soruyor musun?" Çatığı kaşlarından, okyanus gözlerinden veyahut yüz mimiklerinden hiçbir şey anlaşılmıyordu.

 

"Bana haber vermeden nasıl böyle evden çıkarsınız. İki saat boyunca seni, Melek'i yüzlerce kez aradık ama ulaşamadık... Bir haber vermek bu kadar zor mu Akrep?" Dedi Savaş. Cevap vermemi beklemeden arkasına dönüp uçurumun kenarında durdu. Uçurum ile arasında çokta mesafe olmadığından yürüyüp kolundan tutup onu öne doğru çekiştirdim. Sonunda uçurumdan uzaklaşıp dilek ağacının yanında durduk. Bana bakmayıp dilek ağacına bakmaya başladı.

 

"Sav-" daha lafımı tamamlamadan konuşmaya başladı.

 

"Sus sadece sus." Dedi bıkmış bir ses tonuyla. Kendimi açıklamak ve bu sinirinin boşuna olduğunu söylemek istiyordum. Fakat dediğini yapıp sustum."Bu dilek ağacın hikayesini biliyor musun?" Sorduğu soruyla afalamıştım. Dilek ağacı şuan ne alakaydı. Kafamı yavaşca olumsuz anlamda sağa sola salladım.

 

"Rivayete göre yıllar yıllar önce burada bir kasaba varmış. Bu kasabada herkes harıl harıl çalışır, kimse kimsenin huzurunu bozmazmış. Fakat kasabada tek kural varmış. Bu kasabada hiç kimse birbirine aşık olamaz ve evlenemezmiş. Kimsenin kalbinin beyninin önüne geçmesini istemezlermiş." Derin bir nefes alıp yüzünü bana döndü.

 

"Ama gel görki iki genç birbirine aşık olmuş. İkiside daha 20'lerinde olan bu gençler, birbirine asla yaklaşmazlar hatta konuşmazlarmış. Sadece birbirlerine bakarlarmış. Yani aslında onlar birbirlerinin gözlerine aşık olmuşta denilebilir." Şuan merak ettiğim şey şimdiye kadar burada kasaba adı altında bir yerleşim yeri görmemiş olmamdı.

 

"Ama bir gün artık adamın canına tak etmiş ve kadına artık aşık olduğunu söylemek istemiş. Ama kasabayı araya araya kadını bulamamış. Kasabadan çıkıp yolda yürümeye başlamış. Kadını bulamamak adamı meraklandırıp, korkutmuş. Düşünsene Akrep sevdiğini sevdiğine söylemeyip onu elinden kaçırmak. Onu kaybetmek işte adamı korkutan şey ise buymuş." Şuan adamın merakı benim merakımla yarışır seviyedeydi.

 

"Ee sonra ne olmuş?" Dedim daha fazla merakımı gizlemeyrek. Savaş'ın yüzünde küçük bir gülümseme oluşmuştu ki hemen farkedip eski haline döndü.

 

"Adam sonunda kadını bulmuş." Neden ikide bir duruyordu bu adam.

 

"Durduğumuz yerde. Yani burada." Gözlerim şaşkınlığımdan kocaman açılmıştı.

 

"Adam kadının ne yaptığını görmek için ona yaklaşmaya başlamış. Kadın bir fidan ekiyormuş fakat fidanın ucunda küçük bir kurdele varmış. Kadın adamı farkedip gitmek istemiş ama adam buna izin vermemiş. Orada yani. O fidanın yanında adam kadına aşkını ilan etmiş. Kadında artık korkusunu yenip adama aşık olduğunu söylemiş. Ve aşkını ilan etiği an o kurdele uçup gitmiş. Kadın adama dönüp, "dileğim gerçekleşti." Demiş. İşte ta o zamandan beri bu ağaca dilek ağacı denmiş." Savaş'ın susmasıyla yine konuşmasını bekledim ama konuşmuyordu. Hikaye bu kadar mıydı yani? Devamı birşeyi yok muydu?

 

"Ee kasabadakiler öğrenmemişmi aşklarını? Bu hikaye burada bitmedi değil mi?"

 

"Belki başka zaman anlatırım." Deyip arabaya doğru yürümeye başladı. Şöfür koltuğuna geçip oturdu. Koca ağaca dönüp bakmaya başladım. Heryerinde kurdele vardı. Sayısız insanın hayalleri, istekleri vardı bu ağaçta.

 

"Savaş Köksal bazen çekilmez oluyor." Önüme dönüp yürümeye başladım. Arabaya biner binmez hızla sürmeye başladı. Sormak istiyordum hikayenin devamını ama cevap vermeyeceğini düşünerek sustum.

 

....

 

"Plan bu. Anlamadığım yer varsa söyleyin." Ekranda herşey planlanmıştı. Herşey hazırdı ve Savaş'ın bunları bir hafta içinde yapması imkansızdı. Çünkü söyledikleri değil bir hafta bir aya bile zor yapılırdı. Dedi Ateş. Koca masanın etrafında yine aynı yerlere oturmuştuk fakat bu sefer Savaş ilk kez karşıma oturmuştu. Çünkü bütün plan büyük ekran televizyondaydı. Ve herkesin görmesi için karşıma oturmuştu.

 

"İtirazı olan var mı?" Dedi Savaş Jir'e bakarak. Jir kaşlarını kaldırıp sırtını sandalyeye yasladı. "İşte intikam işte savaş daha ne istiyorsun. Söyle o isteklerinide gerçekleştireyim."

 

"Gerek yok, intikam kâfi." Jir'in söylediklerinden sonra Deva ve Güneş'e baktım. İkisininde gıkı çıkmıyordu. Bu intikam alacağımız adamla nasıl bir ortak noktaları olabilirdi diye düşünmeden duramıyordum.

 

"Peki, Güneş ve Deva bu adamı neden öldürmek istiyorsunuz yani size ne yapmış olabilir ki?" Ateş'in sorusuyla Güneş ve Deva yine aynı anda birbirlerine bakıp gözlerini kaçırdılar.

 

"Bunun bir önemi yok. Sadece plana uyun yeter." Güneş'in dediklerinden sonra Ateş Deva'ya bakmaya başladı ama Deva ona bakmamak için sanki ayrı bir çaba sarf ediyordu.

 

"Herkes uyumaya gitsin, yarın uzun ve yorucu olucak." Dedi Savaş. Masadan ilk kalkan Güneş oldu ardından Deva'da kalktı. Jir hızla Deva'yı takip etmeye başladı. Ve hepimiz tek tek odalarımıza çıktık. Melek bugün burada yani Deva'nın yatağında yatacaktı. Savaş Deva ve Güneş'in beraber kalmalarını istemişti. Ve Deva'da Güneş'in odasına geçici olarak gitmişti. Aralarındaki şeyi gitgide merak etmeye başlamıştım ama onlara sorup daha da içlerine kapnmalarına sebep olmak istemiyordum. Elbet birgün aralarındaki şeyi söyleyeceklerdi. Yani tek temennim buydu.

 

Melek'in yaşının küçük olması ve kan korkusu yüzünden bu işe hiç bulaştırmak istemiyordum. Eskisi gibi korktuğunda saklanma huyu geri gelebilir hatta daha da kötü olabilirdi. Bu sebepten dolayı uzak kalması çok iyi olurdu ama maalesef bu imkansızdı. Çünkü ne kadar inanmasamda bir bir takımdık. 11 kişilik bir futbol takımı değildik ama yinede bir kişinin eksikliği bir gole mâl olabilirdi. Ve ne ben nede diğerleri kaybetmek istemiyorduk. Ve kazanacaktık kazanmaktan başka şansımız yoktu.

 

Uyuduğuna sonunda emin olduğum Melek'in saçına küçük bir öpücük kondurup yataktan kalktım. Kafamı tavana kaldırdığımda yine o eşsiz manzara ile karşılaştım. Gerçektende sayısız yıldızın sanki elimi atsam dokunabilirmişim hissi vermesi inanılmaz güzeldi.

 

Uykum bir türlü gelmiyordu. Telefonu sonunda bırakıp yataktan kalktım. Koca ağacın altına gidip Cambaz ile orda oturmak istiyordum. Yanıma aldığım sigara paketi ve çakmağım ile kapıyı yavaşca açıp koridora çıktım. Merdivenler geldiğimde duyduğum piyona sesiyle dona kaldım. Nasıl bu kadar güzel ve eşsiz bir parçaysa tüylerim diken diken olmuştu. Biraz daha ilerlediğimde artık salona kuş bakışı bakabiliyordum.

 

Gördüğüm kişi yada kişiler beni şaşırtmaya yetmişti. Deva duvarın arkasına saklanmış, piyano çalan Ateş'e bakıyordu. Bugün sırf Ateş'le göz göze gelmemek için gözlerini kaçıran kız, gizlice Ateş'e bakıyordu.

 

Ateş ise herşeyden habersiz notalarla resmen dans ediyordu. Dövüş alanında iyi olduğunu biliyordum fakat kırk yıl düşünsem asla piyanoda bu kadar iyi olacağını düşünemezdim. Çaldığı şarkıyı bilmiyordum ama resmen hayran kalmıştım. Deva'ya baktığımda elleriyle yanaklarını yani gözyaşlarını siliyordu. Ne yapmaya çalıştığını anlamamıştım ama Ateş'e hem bu kadar yakın olup hemde bu kadar uzak olmasının bir nedeni olmalıydı.

 

Piyano sesi sustuğunda Deva hızla duvarın arkasına geçip tamamen gözden kayboldu.

 

Ateş piyanonun tuşları üzerinde parmaklarını yavaş yavaş gezindirmeye başladı. Daha fazla dayanamayarak aşağıya inmeye başladım. Ses çıkartmamaya çalışarak yanına gelmeye çalıştım ama galiba hissederek kafasını arkaya doğru çevirdi. Ve göz göze geldik.

 

"Akrep senin bu saate uyumam gerekmiyor muydu?" Gülümseyerek piyanonun yanımda durdum.

 

"Bende tam bu soruyu sana soruyordum. Bu saate uyumam gerekmiyor muydu?" Ateş'te benim gibi gülümsemeye başladı.

 

"Sanırım İkimizinde şuan uyuması gerekiyordu."

 

"Sanırım, evet. Peki. Niçin uyanıksın?" Dedim koltuğa doğru yürümeye başlayarak.

 

"Uyku tutmadı. Ya sen?" Piyanonun başınan kalkıp karşımdaki küçük koltuğa oturdu.

 

"Seninle aynı." Dedim sigara paketimi çıkartarak. Anlamamış gözlerle bana bakmaya devam ediyordu. Bi dal çıkartıp dudaklarımın arasına aldım. Ve paketi ona uzatım. "Almak ister misin?" İkiletmeden bir sigara dalı aldı. Çakmağımla sigaramı yaktıktan sonra çakmağı ona uzatım ama ne ara yaktığını fark etmediğim sigaranın dumanını kafasını kaldırarak yukarı doğru üfledi. Çakmağı geri cebime koydum.

 

"Neden uyku tutmadı peki?" Dedim ona doğru bakarken. Kafasını eğmeden konuşmaya başladı.

 

"Bunu uykuma sorman lazım." Dediğinde gözlerimi devirdim. Sonunda göz göze geldiğimizde gülümsediğini farkettim. "Seni neden tutmadı?"

 

"Bunu uykuma sorman lazım." Bu sefer ikimizde gülmeye başladık. Sigara dumanını sanki son nefesimmiş gibi verdiğimde öksürmeye başladım. Ve Ateş daha da gülmeye başladı.

 

"İyi misin?" Dedi hâlen gülerek.

 

"İy- iyiyim." Dedim zar zor. Elime verdiği bardaktan bir yudum su alıp geri masaya koydum. "Sağol." Dedim sonunda öksürmemi durdurarak.

 

"Ne demek, bir Akrepin göz göre göre ölmesine göz yumamazdım." Gülmeyi son bırakarak yine eski sesiz haline dönmüştü.

 

"Piyano çaldığını bilmiyordum." Dedim itiraf ederek.

 

"Kimse bilmiyor." Dedi bitkin bir sesle. "Merak edende olmamıştı zaten." Sigarasından uzun bir duman çekti.

 

"İnanki bu evde kimse kimsenin hayatını merak etmiyor... Herkesin hayatı ona yetiyor." Dedim sigaramdan uzun bir nefes alarak. "Ama ben bişeyi merak ediyorum." Dedim ona doğru bakarak. Gözleri ilk kez parlamıştı sanki. "Ne zaman öğrendin piyano çalmayı?" Dediğimde gülümseyerek anlatmaya başladı.

 

"Eskiden yaşadağım yerde vardı. Ve oradaki bir adam hergün geceleri piyano çalardı. Geceleyin kalkar, o adamın nasıl çaldığını izlerdim. Tabi çaldığı şarkıda cabası. Benim için keyfinden yenilmiyordu." Sustu ve biten sigarasını çıkardığı peçetenin üzerinde söndürdü. Cebinden çıkardığı sigara paketinden bi dal daha çıkartarak yaktı ve yine sigarasından uzun bir duman çekti. "O adam ölünce bu sefer ben çalmaya başladım. Ve az öncede gördüğün gibi güzel çalıyorum." Dedi gülümseyerek.

 

"Bence harika çalıyorsun. Yani bi Fazıl say değilsin ama idare edersin." Dedim gülerek.

 

"Sağol ya." Dedi alınmış bir tavırla.

 

"Ne demek görevimiz." Deyip ayağa kalktım. Son bi nefes daha çekerek, sigaramı peçetede söndürerek Ateş'e döndüm.

 

"Sana iyi geceler Ateş." Deyip merdivenlere doğru yürümeye başladım. Arkama dönüp baktığımda Ateş hâlen oturuyordu. "Bu arada." Dedim sesimi yükselterek. Arkasına dödüğümde göz göze geldik. Gülümseyerek, "Fazıl say konusunda ciddiyim." Deyip hızlıca yukarı doğru koşmaya başladım.

 

"Ne Fazıl'mış arkadaş." Dediğini duymuştum. Odaya girdiğimde direk banyoya girdim. Kıyafetlerimi hızla çıkartıp suyun altına girdim. Sıcak suyun rahatlatıcı bir etkisi olduğunu duymuştum fakat şuan kaynar suyun altına girip buhar olmak istiyordum. Yarın olacaklardan korkuyordum. Aslında kendim için değil Melek ve Güneş için.

 

Melek'e ya birşey olursa ya ona zarar gelirse hem fiziken hemde ruhen, o zaman ne yapardım bilmiyordum. Eski haline dönerse o zaman ne yapardım bunuda hiç bilmiyorum. Bu kadar bilinmezlik bana çok geliyordu. Boğuluyormuş gibi hisediyordum.

 

Bide Güneş vardı. Deva ile aralarındaki şeyi bir türlü anlayamamıştım. Zaten ne Deva nede Güneş bu konu ile alakalı tek kelime etmemişti. Ve bu bilinmezlik beni daha da meraklandırmaya başlamıştı. Bu bilinmezlikler bu cevapsız sorular çok... Çok gelmeye başlamıştı.

 

Banyodan çıkıp hızlıca birşeyler giydim. Uyumam gerekiyordu. Uyuyup en azından beynimdeki sorulardan, yaşadıklarımdan ve en önemlisi gerçeklikten kaçabilirdim. Son kez uyuyan Melek'e baktım son kez tavandaki yıldızara baktım ve gözlerimi yumdum.

 

Ama sadece gözlerim kapanmıştı beynim inadına bas bas bağırıyordu. Düzensiz 3 veya 4 saat uykudan sonra uyanmıştım ama gözlerimi açmak istemiyor inadına daha da uyuyabilme ihtimalim varmış gibi kapalı tutuyordum. Bir saat daha böyle durunca vücudum resmen beni yataktan kaldırmak için oyunlar oynamaya başlamıştı. Karnım guruldamaya gözlerim kapalı tutumundan dolayı acımaya başlamıştı.

 

Alt kata indiğimde kahvaltı hazırlayan Deva ve Güneş'i görmüştüm. Tek kelime dahi etmeden sadece tabakların sesinin yankılandığı bir mutfakta iki ruhsuz beden gibi kahvaltı hazırlıyorlardı. Arkamdan diğerleride geldiğinde geriye sadece Melek kalmıştı. Odadan çıktığımda su sesi geliyordu ve sanırım duş alıyordu. Omzumda hissettiğim bir elle irkilip omzuma dokunan kişiye baktım. Pilot kulağıma yaklaşıp fısıldamya başladı.

 

"Kaç saat uyudun." Dedi ve yerine oturdu. Ona dönüp omzumu silktim. "Zombiye benziyorsun." Dedi Pilot. Yüzüne bakıp kafamı olumlu anlamda salladım. Çünkü bende aynaya baktığımda bir zombi görüyordum. Yarı ölü bir zombiye.

 

Masadakilere baktığımda herkes sanki ruhu çekilmiş gibiydi. Sadece Savaş sanki normal bir günün sabahındaymışız gibi rahat bir şekilde kahvaltı yapıyordu. Melek aşağıya inip masadaki yerini aldığında bizde kahvaltı yapmaya başladık. Karnım açtı fakat iştahım olmadığından dolayı pekte bişey yiyemiyordum. Savaş elindeki peçete ile dudaklarını yavaş bir şekilde silmeye başladı. Dudaklarına fazla baktığımı düşündüğümden hızlıca önüme döndüm.

 

"Öncelikle hepinize güneydın." Kimsenin akıl edip diyemdiği günaydın kelimesini Savaş uyandığımızdan bir saat sonra diyordu.

 

"Kahvaltı ettiyseniz beraber üst kata çıkalım." Hiç Kimse tek kelime etmeden sandalyesini çekip ayağa kalktı. Önde yürüyen Savaş'ı takip etmeye başladık. Fakat biz ikinci kata değil üçüncü kata çıkıyorduk!. Savaş büyük bir demir kapıya elindeki anahtarla açtığında uzun bir koridora çıktık. Toplam 4 kapı olan bir koridor.

 

Savaş ilk kapıyı es geçip ikinci kapının anahtarını açıp içeri geçmemiz için yol verdi. İçeriye geçtiğimizde kocaman bir odanın içinde onlarca silah vardı. Evet resmen heryerde silah ve bıçaklar vardı.

 

"Burası cephane ki amına koyiyim!" Dedi Pilot etrafa şaşkın şaşkın bakarken. Gerçektende cephaneden farkı olmayan bir odadaydık. Duvarlarda asılı silahlar kocaman bir masanın üstündeki bıçaklar ve daha sayamadığım farklı farklı savunma silahları.

 

"Savaş cephanesi." Deyip gülmeye başladı Pilot. Yaptığı benzetmeye ben dahil herkes yüzünü ekşitip etrafı incelerken Ateş gülümsemeyle karşılık vermişti.

 

Güneş hemen bıçaklarla dolu duvara yaklaşıp eline iki benzer bıçak aldı. Deva hemen keskin nişancılar için yapılan silahlara gidip eline uzun bir silah alıp incelemeye başladı. Ateş sadece durup Deva'ya bakıyor, hiç bir silah veya bıçak ile ilgilenmiyordu. Jir etrafa göz gezdirip duruken masanın üztünde duran el bombalarıyla dikkatini oraya vermişti. Sis bombaları, ses bombaları ve gerçek el bombalarıyla dolu bir masada hızlıca hepsine eline alıp incelemeye başladı. Bu hızından dolayı eğer bir sakarlık yapıp hepimizi patlatırsa sonuçlarını düşünemiyordum. Pilot Melek'ide yanına almış dikkatli bir şekilde etrafa bakıyor, Melek'i yaklaştırmıyordu. Son olarak kafamı sağa çevirip Savaş ile göz göze geldim. Şimdiye kadar banamı bakıyordu yani. Gözlerimi ondan kaçırıp etrafı incelemeye başladım.

 

Herkes bir takım silah ve bıçak seçerek aşağıya inmişti. Bir tek Melek hiçbir şey almamıştı. Savaş Jir'in ve Melek'in uzaktan bizi bilgisayar aracığıyla yöneteceklerini ve silaha gerek olmadığını söylemişti. Ama Jir her ihtimale karşı yanına silah ve nedense sis bombası almıştı.

 

Savaş'ın hepimize verdiği küçük kulaklıklar sayesinde birbirimizle iletişimi hiç koparmayacak iletişimi hep aktif bir şekilde kullanıcaktık. Duvardaki aynadan kendime bakmaya başladım. Dizlerimin bir karış üstünde biten siyah kısa pantolon, bir kaç düğmesi açık siyah gömlek, açık bıraktığım saçlarım ve gözlerimi öne çıkartan bir makyaj ile tamda istediğim gibi görünmüştüm. Savaş'ta sonunda aşağı geldiğinde göz göze geldik. Bir kaç saniye gözleri vücudumda oyalanıp tekrar gözlerime bakmaya başladı. Okyanus gözleri ve herzaman ki gibi çatık kaşlarıyla dışarı açılan kapıyı açıp çıkmamız için yol verdi.

 

Dışarı çıktığımızda bir kırmızı, bir siyah birde gri Lamborghini ve kapısının açık olduğu taraftandan gördüğüm bilgisayarlarla dolu bir minibüs vardı. Ateş ve Deva kırmızı olan Lamborghiniye, Pilot ve Güneş

Gri olana bindi. Melek son kez bana bakıp gülümseyip Jir ile minübüse bindi. Son olarak ben ve Savaş siyah Lamborghiniye bindik ve arabalar arka arkaya evden çıkmaya başladı.

 

Minibüs bizden ayrılıp başka yoldan gelicekti gittiğimiz yere. Önümüzde Deva ve Ateş, arkalarında biz ve bizim arkamızda Güneş ile Pilot geliyordu. Biraz heyecan biraz korku biraz endişe ve tarif edemeyeceğim onlarca duyguyu aynı anda yaşıyordum.

 

"İyi misin Akrep?" Sesin geldiği tarafa yani Savaş'a baktığımda gözleri ara ara bana kayıyor fakat yoldan da gözlerini ayırmamaya çalışıyordu.

 

"İyiyim." Dedim normal bir şekilde. Kafasını iki yana ağır ağır sallayıp,

 

"İyi değilsin." Dedi. Madem kendi sorunu kendin cevaplayacaksın ne diye bana soruyorsun. Gözlerimi devirip kafamı cama çevirip dışarıyı izlemeye başladım.

 

"İyiyim diyorum."

 

"İyi değilsin." Dedi yine yeniden aynı sözü kelimeleri yineleyerek.

 

"Peki." Deyip kestirip attım. Bu geceyi zaten yorucu olucaktı daha fazla kendimi yormamak ve uzatmak istemediğimden susmayı tercih ettim.

 

Sonunda ulaşmamız gereken yere gelmiştik. Sayısız insanın sırf adrenalin tutkuları yüzünden ve bazı saçma kapışmaların yaşandığı yere yani ralli ye gelmiştik. Bir diğer ismiyle araba yarışına.

 

Büyük alanın içine arabalarla girdiğimizde bazı bakışlar bize döndü. Neredeyse çıplak diyebileceğim kadınlar ve arabası var diye havalarından geçilmeyen erkeklerle dolu bir alana giriş yaptık. Bazıları hiç tanımıyor bazıları ise tanıyormuş gibiydi. Göz göze geldiğim kişi Bahtiyar! Onun burda ne işi vardı.

 

"Bahtiyar'ın burda ne işi var?" Dedim içimdeki merakı daha fazla gizlemeyerek. Savaş arabayı durdurduğunda bana dönüp,

 

"Bahtiyar dahil burda adamlarım var. Ne olacağı belli olmaz bir bakmışsın." Arabanın kapısını açıp dışardan gelen sese rağmen konuşmaya devam etti. "O gün bağırdığın adam hayatını kurtarı vermiş." Deyip kapıyı arkasından kapatı. O gün yaşanan herşeyi biliyordu. Tabi nasıl bilmesin ev onun evi bütün çalışanlar ona itaat etmek zorunda. Peki şuanki soru şu acaba Savaş Bahtiyar'a benim yüzümden kızmışmıydı. Savaş o günkü sinirini hatırladıkça Bahtiyar'a kızma ihtimali daha yüksek gibiydi.

 

"Abla insene artık arabadan." Kulağımdaki gelen ses ile irkilip düşüncelerimden uzaklaştım. Kendimi toparlayıp, "tamam." Dedim. Araban iner inmez ilk olarak gözlerim Pilot ve Güneş'e takıldı gerçektende iki sevgili rolü yapmayı çok iyi başarıyorlardı. Arbanın önünde birbirlerine sarılı bir şekilde etraflarındaki kişilerle konuşuyorlar arada pilot Güneş'in saçlarından veya yanağından öpüyordu.

 

Diğer tarafta Deva ve Ateş'te aynı şekilde sarılmışlardı fakat Deva endişeli Ateş ise tuhaf bir şekilde sanki heyecanlıydı. Çok göz göze gelmek istemeselerde arada bir birbirlerine bakıp gülümsemeye çalışıyorlardı. Bu hallerine gülümseyerek Savaşı'ı bulmaya çalıştım.

 

Savaş'ı ararken bir adamla konuştuğunu görmemle yanlarına yürümeye başladım. Adam bir zenciydi. Yanındaki iki kadınla ve ağzındaki sakız ile iğrenç bir görünüm sergiliyordu. Savaşı'ın yanına geldiğimde bakışları bana döndü. Ve samimi olduğuna neredeyse herkesin inanacağı bir gülümsemeyle elini belime atıp beni kendine çekip sarıldı. Ve saçlarımdan öptü. Nedense bu hareketi içimde bir burukluk sezmeme neden oldu. Ama Savaş'a bakıp en içten şekilde gülümsemeye çalıştım. Fakat Savaş gülümsememin yalan olduğunu anlamış gibi kaşları çatıldı. Bunu gören zenci adam yanındaki kızılın dudaklarına tutkulu bir öpücük kondurdu.

 

"Sizden etkilendi sanki." Deyip gülen Jir'in sesi ile yine irkilmiştim ama bu sefer fazla çaktırmamaya çalışarak gülümsemeye çalıştım. Sonunda zenci adam kızıl kadından uzaklaşıp bana döndü. Yüzünde çarpık bir gülümsemeyle elini uzattı. Fakat Savaş hemen araya girip,

 

"Hayır Black, başkalarının sevgilime dokunmasını sevmiyorum." Dediğinde ben dahil herkes şaşırıp kalmıştı. Yada sadece ben şaşırıp kalmıştım.

 

"Sadece tanışmak için elimi uzatmıştım dostum siz Türkler öyle yapıyorsunuz diye biliyorum." Dedi İngiliz aksağını ile.

 

"Kimse bana ait olana dokunmaz, dokunamaz. Bu sadece bir tokalaşma bile olsa. O eli kırarım." Dedi Savaş belimdeki parmakları daha da derime batırarak. Adının Black olduğunu düşündüğüm adam beni baştan aşağı uzun uzun inceleyip yüzümü buldu.

 

"Elindekinin değerini bil köksal." Deyip çarpık bir gülüşle bana bakmaya başladı. "Kaçmasın sonra... kaçırmasınlar." Deyip bu sefer diğer tarafındaki esmer ile öpüşmeye başladı.

 

"Size bişey diyeyim mi?" Dedi Jir. "Bu adam sizden hatta Akrep'ten etkilenip yanındaki kadınları öpüyor. Öyle acısını çıkartıyor." Yine gülmeye başladı Jir. Evde neden böyle olmadığını merak etmiştim.

 

"Kim Akrep'ten etkileniyor?" Dedi Pilot kısık sesiyle.

 

"İşte karşılarındaki zenci adam." Dedi Jir rahat bir tavırla.

 

"Zenci mi? Ne zencis-"

 

"Susar mısınız! Hatta direk susun." Dedi Güneş sitemle. Bu gece hem onun için hemde Deva için zor bir gece olduğundan biraz fazla stresliydi. Sonunda Black öpüşmesine son verip bize döndü.

 

"Yarışta görüşelim Köksal." Dedi Black çarpık bir gülümsemeyle.

 

"Görüşelim Black." Savaşı'ın dediğiyle Black yavaş yavaş bizden uzaklaştı. Savaş'ın eli hala belimde parmakları ise bastırdığı derimdeydi. Ondan yavaşca uzaklaştığımda bana dönüp ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Sonunda anladığında parmaklarını hemen çekip elimi tuttu. Hani niye elimi tutuyorsun. Sevgili rolü yaptığımızdan dolayı olabilir mi... Evet olabilir.

 

"Birbirinizi bırakmayın, burası tam bir kurtlar sofrası." Jir'in söyledikleri ile bende Savaş'ın elini sıkı bir şekilde tuttum.

 

"Hepiniz 5. Geleneksel araba yarışına hoşgeldiniz." Yukardan gelen ses ile kafamı yukarı kaldırdım. Bazı direklere asılı olan hoparlörlerden bir kadın sesi geliyordu.

 

"Geleneksel yağlı güreş der gibi dedi kadın." Jir 'in dediklerine gülümserken Black ile göz göze geldim. Sanki bir avcının avına baktığı gibi bakıyordu. Gözlerimi kaçırıp Savaş'ın tuttuğum elini biraz daha sıktım. Bana dönüp ne olduğunu anlamaya çalışıyormuş gibi bakmaya başladı.

 

"Sizi biraz55 özlemiş gibiyim dostlarım. Ne kadar zaman oldu görüşmeyeli çünkü bu kadar özlemem normal değil.Tamam şaka yaptım bu kadar duygusallık yeter." Herkes arabasını alıp başlangıç çizgisinde yerini alsın... Yarış başlıyor." Son kelimeleri daha derinden ve kalın bir sesle söylemişti ve bu ses nedense korkutucu gelmişti. Savaş ile birlikte başlangıç çizgisindeki yerimizi aldık. Sağ tarafımızda Deva ve Ateş onların yanında ise Jir ve Güneş vardı. Sol tarafınıza yanaşan sarı arabaya baktığımda içinde kızıl saçlı bir kadın ve bir adam vardı. Adam yavaş yavaş bana döndüğünde nutkum tututlmuştu. Kaşındaki piercing ve piercing'in üzerindeki yılan dövmesi ile yanındaki kızıl kadına bakıp birşeyler mırıldanıyordu. Yanımda duran Savaş'a baktığımda oda aynı yere bakıyordu. Kulağımda hissettiğim cızırtı ile yüzümü ekşittim.

 

"Savaş, akrep beni sadece siz duyuyorsunuz." Dedi Jir. Ardından boğazını temizleyip konuşmaya devam etti.

"Yanınızda duran sarı arabanın içindeki adamın ismi Zehir... Yani takma ismi bu gerçek ismini bilmiyoruz." Deyip tekrar sustu. Savaş'a baktığımda Zehir'e gözlerini dikmiş bakıyordu.

 

"Bu adam yani Zehir bir... Sapık." Duyduğumla gözlerim aniden açılmıştı.

 

"Sapık mı?" Dedim şaşırmış bir ifade ile.

 

"Doğru duydun Akrep bir sapık. Ve Deva..." Demişti Ki yine sustu. Savaş asla şaşırmışa benzemiyordu. Demek ki herşeyi biliyordu.

 

"Deva'yı o adamdan olduğunca uzak tutmanız lazım. Çünkü Deva yıllar sonra o adamı gördüğünde ne yapar inanınki bilmiyorum." Zehir'in, Deva'ya ve Güneş'e ne yaptığını günlerce düşünmüştüm. Ama asla böyle bişey akılma gelmemişti.

 

"Jir." Deyip derin bir nefes aldım. "Bu adam Deva ve Güneş'e..." Dedim ama devamını getiremedim.

 

"Zerık'ı bilmiyorum... Ama Deva." Demiştiki.

 

"Hazırsanız başlayalım ralli tutkunları." Yine aynı kadının sesi ulaştı kulaklarıma.

 

"Sadece şunu diyorum Deva'yı o adamdan uzak tutun... Zerık'ıda." Sonda söylediği kelimeyi duyduğuma inanmamıştım. Zerık mı demişti o?

 

"Evet dediğinizi duyar gibiyim... Şaka yaptım duyamıyorum." Dedi kadın ve gülmeye başladı. Etraftaki insanlar da gülmeye başlamıştı ki,

 

"Bu yıl geçen yıllardan farklı olarak arabalarda birbiriniz ile iletişim kurmak için küçük ses aletleri var. Not kesinlikle birbirinizi gazlamak için yapılmamıştır." Etraftaki insanlar alkışlamaya ve kahkaha atmaya devam ediyordu.

 

"Bu yılın yarışanları: Kılıç, Yaman, Ateş, Pilot bu arada burası pist değil kulandıklarınız da uçak değil." Yine aynı gülme sesi ve yine etraftaki kahkahalar...

 

"Dalgamı geçti lan bu benle?" Dedi Pilot. Jir tüm kulaklıkları geri açmıştı.

 

"Burda başka Uçaksavar mı var." DediJir. Kadın hala isimleri saymaya devam ediyordu.

 

"Son olarak ise gecenin favorilerinden Köksal ve Zehir." Kafamı sağa çevirip baktığımda Zehir ile göz göze gelmeyi beklemiyordum. Kara gözlerini kısmış bi bana birde Savaş'a doğru bakıyordu.

 

"Ve hazırsanız 3'ten geri saymaya başlıyorum." Demesiyle arabalar çalıştırılmaya başlandı.

 

"Ay beni heyecan bastı.' diyen Melek'in sesiyle nedense mutlu olmuştum. Kardeşimin sadece sesini duyduğumda bile mutlu olabiliyordum.

 

"3... 2..."

 

"Neden uzatıyorsun 1 de gitsin." Dedi Güneş sinirle.

 

"Ve 1, başlaa!" Yolun ortasında elinde kırmızı bir bayrak olan kız bayrağı hızla aşağıya ve yukarıya sallamasıyla Savaş hızla arabayı sürmeye başladı. Ve son olarak Pilot'un sesini duydum.

 

"Gençler gazamız mübarek olsun."

 

.... 

 

Biliyorum bölüm çok geç geldi bundan dolayı hepinizden tek tek özür diliyorum. Fakat bölüm hem uzun hemde güzel olduğunu düşünüyorum. Eğer sizde görüşlerinizi belirtmek istiyorsanız panoya veya yorumlara yazabilirsiniz.

 

Kitaba Zehir dahil oldu Zehir ile alakalı görüşleriniz nedir?

 

Peki ya Zehir'in Deva ve Güneş ile geçmişi nedir?

 

Yeni bölümler heyecan ve aksiyon dolu olucaktır. Küçük bir spoiler...

 

Son olarak ise oylamayı, yorum yapmayı ve takip etmeyi unutmayın şimdiden teşekkürler...

 

Instagram - aci_intikam_official, Hatice.heja_

 

Sevgilerle...

 

 

Loading...
0%