@hatoyzhr
|
Nefreti,sevgi. Sezen Aksu,Bir çocuk sevdim. Günlük, bilmem kaçıncı sayfanın sahibi; Yosun gözlü çocuğa. 07.05 2020 İlk kez bir defteri açıp sayfaları birine ayırıyorum... Durum vahim. Yani kalbimin durumu vahim, bu atışların sahibi sensin diye günlerdir, göz yaşlarımı tutuyorum. Bugün yeterince ağlamışım, annem bile gözlerimin ferinin gittiğini anlamışsa biliyorum ki ben aşık olmuşum. Bu yaşıma kadar, belkide birini bile sevdiğimi hissetmek nedir bilmezken, günlerin sonunda sana boyun eğdim.Sizi izlemek beni mayıs ayımı yerle bir ediyor, şuan uzaktasın. Başımızda hastalık bela ama ben size hastayım. Aynı yaşta olmamıza rağmen, nasıl olurdu ben kendimi size göre daha olgun görüyorum? Çocuk gibisiniz. Gözleriniz, yedi mayıs. Anlamı bende saklı kimselerin bile bilmediği his. Okulda bulunan herkesin dilinde olmaktan nefret ediyordum, sizin benden hoşlandığınızı söylemeleri benim sinirlerimi bozarken ayreten sizden de nefret ediyordum, ah aptallık. Unutmayın. Sevgiyi nefret doğurur. Bana bakarken, kısılan yosun gözleriniz, sinirlenince seyiren gözünüz, gülerken beliren dişleriniz ve gülerken beni izlemenizi delicesine özledim. Birini sevmem, bana fazla. Beni görmen dileğimle, yedi ay. Bedenin bu ayda olsa bile, ruhen kaldığın ay, seninle beraberdir. Kafamın içi hastane, kemikler hasta. Ağızım dilim olmuş hikayemi anlatıyorum. Bugün, günlerin pazartesisi. Köşe kapmaca oynayan, akıl dengesi yokmuşcasına oradan oraya geçen, şahısların sinirlenmesi veyahut birbirinden çıkaracakları sinirin faydalarını görmek, irade şahsımı tetikleyen varsayım. Soğuk havanın rüzgarı ciğerlerime dolsa bile dudaklarımdan çıkan dumanla karışmıştı, zaten karışan tek duman olsa iyidi. Bugün, sanki toplumun sessiz sedasız yürümleri, gecenin ayın güneşi görüp kaçtığı gibi, uzaklaşıp gitmeleri farklılık. Soğuk ifadelerin hepsi farklı, aynı annemin ve babamın bana bakarken kullanıldığı, ifadeler ve minikler. Uzaklaşıp gidenler, ruhen kaldığın yerin sarsıntısı yaşar. Ciğerlerimize dolan bazen insanların, kötülüğün savrulması. Tohumun yavrucuğı olan kişi benim, babamın ilk vazgeçtiği çocuk olmak, annemin uzaktan daha uzak, soğuktan daha buzul sevgisi. Maddi durumdan mı? Yada yoksa sevilmeyecek çocuk olmam mı? Doğru cevap: Feda edilecek çocuk olmak. Ben annemin kuklası, bir bakımdan piyon çocuğum. Pencereden dışarıya bakmak, ruhen insana iyi gelebilir. Kalbinizin, savrulmasından yana. Herşeyi eksik, evimizde üç yıldır düzensiz yokluk içinde varlık yoksunu yaşayan varlık benim. Sinir yuvasına sahip olan abimle birlikte kalmak, intihara teşebbüs. Annem sigara bağımlısı olduğundan, küçüklükten beri merakımı gizlemeden, seyretmeyi severdim. Annem sinirlenince biraz gözü döndü, dönerdi. Elime sigarayı bastığında max on yaşımda olduğumdan vicdan azabı çekip duruyordu. Bana yapmadığı, iyilik kalmamıştı. Şimdi ise yapmadığı kötülük kalmıyor, ama acısı yaptığı kötülüğün farkında bile olmaması. Babamla, dördüncü sınıftan beri görüşmüyorum, zaten ne zaman yan yana gelsek, yutkunmam tükürüğe dönüşür ve susamazdım. O beni anlamazdı. Yaşım on yedi, daha on sekizime girmem gereken, iki ay var. Bu yaşıma kadar nasıl ayakta kaldıysam, bununla da baş edebilmekle yükümlülüğün altında durmuş akan zamana veda ederek, yol katıp insanlığıma dark ekliyorum. Yer altı siyah yeryüzü rengarenk, zaten rengarenk varsa siyah olduğu yerden uzaklaşmaz. Sigara içerken, dudaklarım şişer. Yine sabaha kadar uyumamış, çayını içmiş ve ardından kitap okuyarak uyuya kalmışım. Gece yarısı ağlayan insanlardan değilim, annem gülmeyi öğretmemişti, ağlamamayı öğretmişti. Bu durum haneme artı bir olarak eklenmişti. Tabiki göz yaşlarımı kustugum ay var. Siyah şalım, düzensiz başımda. Sigaraya aşık birine Okul öyle saçma okuldan ibaret, yaşları ergenliği geçmiş hem cinslerim, hemde karşı cinslerin çocukça davranmaları ayreten kendinden büyük veya küçük farketmesizin yaptıkları eylemler, çocuk kaldıklarını belirten kişiler. Kalpsiz. Onun, eylemleri psikolojik. Okulun çevresinde arkadaşım olarak bilinen; Niyazi ile okulu dolaşıp duruyorduk, tabiki de sohbet etmeyi de seven biri olmama rağmen, insanı yatıştırıcı sesi var Elimizde çay vardı, topu öyle attılar, top kolumun üzerine denk geldi, çay elimden düşmüş, parmaklarımı yakmıştı. Niyazi ne olduğunu anladığında sabır çekmişti, ona kendimi sonunda açmıştım. Yani Niyaziye. Beni anlamış gibi davrandı, anlamış. Elime bir şey olmadığını söyleyerek, üst kata sınıfa geçeceğim sıra, ardımdan geldiğini anlamadan, önümden sertçe geçerek mırıldandı, "dikkat et." diye bir cümle kurmuştu, sanki topu atan kişi o değilde, başkasıydı. Nefesi, nefesime helal. Namaz kılarken, onu için dua ettiğimde, ertesi sabah onun hakkında kurulan cümlelerin altında kaldığımda anladığım tek şey kader iplerimiz birbirine bağlı değil, olsaydı eğer şimdi beraber olabilirdik. Ve onun nasıl biri olduğunu yüzünden anlasam bile kalbimin ihaneti benim sonum. Hatta bir keresinde, okulun bahçesinin, dış tarafında sigaramı içerken, onun yakın arkadaşı Eyüp yanıma gelmişti, neden geldiğini bilmek kusmama bedel bir konu. Sikik herif. Onun sayesinde az kalsın küme düşüyordum, sigara içerken mutlu olan insanların, sebep konusu mutlulukla alakası, arada bir vardır. İçenler, yarayı saklar. İçemeyenler, yarayı derinden belli eder. Kıssadan hisse, sigara içen, beynini kaybeder, kalbini yoklar ardından akciğerden direk mideye oturur. Nasıl ki kelebeğin oturduğu gibi. Onun sayesinde, duman esir. Kalbimize. Eyüp gülerek,"Senden hoşlanan biri olsaydı ne yapardın derdim de, senin hoşlandığın kişi benim arkadaşım." demişti alayla. Aslında anladılar sanmıştım, taki yakın arkadaşım olan Niyazinin telefonuma mesaj atana kadar. Olay; benimle dalga geçmek. Başlatan kimdi bilemiyorum ama, onun direkt umurunda bile değildi. Bende gülerek. "Senin yakın arkadaşın ne zaman benim sevdiğim çocuk oldu? Tanımıyorsun bile. Dur arayım." diyip telefonu çantamdan çıkarıp kulağıma götürüp aramaya başladığım sırada beni durdurdu. "Sen bizim okuldan birini sevmiyorsun." "Evet." Öyle cümle kurmuştu ki ben o cümleyle yedi paket sigara kutusunu yirmi yedi saate sığdırmıştım, hatta bu cümleyi onun ağzından duyduğum zaman; o gün anlamıştım sonunun ne olacağını. Vazgeçmiş birinin sonu her zaman yeni başlangıçlardır. "Kapalı biriyle çıkmam." İyininde kötüden de saklanacak kulun yaşamından yirmi dört saatin sadece on ikisini alıp idam cezası verilen mahkumun son sözün olduğu gibide, benimde olacağım son sözüm belkide onun sevgisini hak edecek biri kesinlikle ben değildim, gerçi ailesinin sevmediği kız çocuğunu kim severdi ki? Kimse. Ve İnsanların zorbalığını yaşamanın en büyük desteği yeniden doğmamış bebeğin anne karnından çıkacağı acılı hayatın tarifi gibi. Kapının tıklanmasıyla, adımlarımı küçük küçük atarak, kapının dibine gelip deliğinden baktığımda Niyazinin elleri cebinde kapıya bakıyor, arada bir dudağını yuvarlak yaparak ıslık çalıyor. "Uyuyan güzel," dedi. Sırıtarak. Simsiyah saçları ve uzun boyu vardı.Siyah büyük yuvarlak gözlere sahip, ince dudakları ve kavisli burna sahip olmasına rağmen, yuvarlak yüz altlara sahip biri. Sırıtıp durduğunda, gamzesi ortaya çıkıp duruyor aslında arada bir. Omuz silkip, kapıdan ayrılıp mutfağa yol aldım, sabah çayımı içmedim, zaten hava buz. Kışın çayımın içine limonu kabukla beraber atmasam hastalık bana merhaba der, nefret ederim kıştan. Ketila su koyup çalıştırdım, bazen o kadar çay içiyorum, hastaneye gitmem geç olmuyor, bedene zararmış. Yani benim bedenime. Sigara ve çay benim bağımlılığım. "Seninki," dedi. Hoşnutsuzlukla. "Eyüp ile kavga etti zor ayırdım." Anlatmayı istemiyor olsa bile benim için anlatmak için eve kadar gelmişti, beni bilgilendirmek adına. "Ona zarar geldi mi?" diye sordum. Yüzünde ne kadar hayel kırıklığın zerresini görsem de yinede sorumu yenilip durup onu kahır etsem de canım veya canı sıkılarak devam etti. Etmek istedi onun konusu bitsin diye, gözlerini devirdi. "Gelir mi? Bizim gibi asalak arkadaş bulmuş başı belaya girmez." dedi. Onunla dalga geçerek. Geçmek hoşuna gidiyor. Sesin gelmesiyle, limonu elime alıp, bıçakla bir adet kesip köşeye bıraktım. İki bardak çıkarıp, çay poşetlerini içine atarak sıcak suyu da ekleyip döndüm. Bardağı uzattım, eline alıp yudum aldı, şekersiz içer. Benim aksime. Bardağımın içine kestiğim limonu atıp şeker de ekleyip kaşıkla karıştırarak, ona bakmaya devam ettim. Kaşığı tezgaha bırakıp çayımdan yudumlar almaya başladım. Boğazımda taze ve sıcak. Yutkundu, yutkunma sesi toktu. Niyazi, onun en yakın arkadaşı. Aralarında kavga olsa bile, omuzları zımbalı şekilde birbirine vurulu. İkisinin de tek hatası fevri olmaları diyelim, öyle olsun. Niyazi, hem kadınlardan hoşlanıyor hemde erkeklerden bana öyle demişti. Onun birisinin fotoğraflarına bakarken görünce, sır gibi saklanan fotoğrafı bulmak nasip kesinlikle olmamıştı. Onun yedi yıldır tanıyor Niyazi, beni ise daha üç yıl bile olmadı, beni ondan üstün tutuyor, onunla aynı gün doğum günümüz. Onun doğum gününe uğraması gerekli iken benim kutlanmayan doğum günümü kutlamayı seçiyor. Yalnızca, yalnızlığıma duman. İki yakın arkadaşım var, yeter. Nefes alıp verdim, ayağa kalkıp bardağı lavabonun içine bırakıp. Sessizce fısıldadım. "Üzerimi değiştireyim, önemli işlerimi hal edeyim çıkalım." Soğuk ve Uzak. 🌬️🚬🌬️ Adım, Habibe Ün. Önemsiz ve insanlar gibi gereksiz. Bazen adımı unutuyorum, kendimi tanıtmayı, insanlarla diyalog kurmayı, nasıl hareket edilir bile unutuyorum. Yaşamım benimle aynı seviyede eksik ve bozuk saatle sanırım birebir aynı. Adımı sevmiyorum, hayatımda kimsede göremediğim isim, sanki sadece bende var. Dalga geçilecek isim olduğundan belki nefret ediyorum. Habibe Ün. Gitar çalmayı seven, müzik dinleyerek şiir yazan ve yazarken unutmadığı günlüğünü kendiyle beraber barınağı olan bankalara uğrar. Huzur yeri olan güzelim güzel banklar. Banklar, küçüklüğümün, süper kahramanı. O zaman, yıldızların güzelliği ile karşılaştım. Duman etrafı yanan ateş ile sarmıştı. Üzerime atılan gazete vardı, diğer tarafta uyuyan çocuk. "Uyandığımda başka yerde uyu." dediğinde. Diyemedim ailem var. Onun üzerine, üzerimde bulunan kalın turuncu hırkayı bırakıp koşarak eve varmıştım. Odunluk diye bir yer var, banklar dizili. Orada durup temiz nefesler alıp veririm. Ders çalışırım. Orada bulunan kahve yerinde çalışan kızın sayesinde, içeceklerim bedava oluyor. Edebiyat ödevlerini yaptığımdan dolayı, iyi geliyor. Onun çektiği acıyı başkası çekse yerin altından gerçekten çıkamaz. "Sana diyorum, kızım." dedi. Müdür yardımcısı Emrullah öğretmen. Okulun kütüphane işlerini beraber yapıyor yapardık. Maddi durumdan dolayı, geriye çekildim. Para vermem gerekiyor ve benim şuan verecek param yok. Eskiden olsaydı, çalışır verirdim. "Kütüphaneye verecek param yok." Dudakları kıvranıp elini alnına koyup. "Kızım. Sen saf mısın? Bu kadar net ol, ben öderim. Bu kadar fazla kitap okuyan öğrenci varken gidip tembellik abidelerini vereceğim?" diye açıkçası sordu. "Paranıza ziyan." "Git ilk önce hava al, sonra sınıfa git derince düşün yoksa şimdi beynini yıkacağım." dedi. Sinirle. "Olsa, kullanacağım." dedim. Alayla. Bazen dilim durmaz. "Çık dışarı." dedi. Gülerek. Dediğini yaparak, odadan çıkıp kapıyı örtüp koridoru da geçerek zemin kata ineceğim sırada bağırma sesleri kulağımı esir aldı. "Dua et," dedi. Sinirden kaşlarını çatmış. Sarı saçlarını en az benim siyah şalım kadar dağınık. Yeşil ah pardon yosun gözlere sahip. Kısacası sarışın biri. Bir erkeğin yapısına göre kısa olması okulun dalga konusu olmuştu zamanında. Benim, moralimi bozarken onun umru dışıydı. Herşeyi kavgayla çözen tavrı var, şu lise de dayak atmayı en seven kişilerden biri. "Sınıfında olan kişiye dua et! Yoksa sınıfta bulunan bütün kızların sonunu getirmiştim." Neyin sonu? "Beni seviyorsun." dedi. Irmak. Ağlayarak. Sınıfın güzellik algısına uyan kız, onun tarafından sevilmek nasıl his hep merak ettim, edeceğim. "Seni sevmiyorum, sana acıyorum." dedi. Yosun gözlerini kaçırıp durdu. Karşısında çaresiz kalan kişiye bile bakmadı, ağlayan kişiyi umursamadı. Yani bu nasıl... Kötü biri değildi, insanların onun hakkında konuştukları, cümlelerin doğru olmayışı mı? Nasıl biri olduğunu saklaması mı? Nasıl türün çeşidi.Onun bu okula gireceği insan sadece kız kardeşi. Başka da ırmak yani Irmak. Bana benzemiyor, korkak ve kaçak değil. Bir cümleyle kendisini geri çeken aşık hiç değil. O yüzden onu hak eden kişi karşısında duruyor. Başkasının sözlerine inanmadan seven kişiye böyle bağırması adil değil. Benim sevgim bana, onun sevgisi onaydı. Sevmemesine rağmen ona bu huyunu göstermesi haksız. "İçeriye, sınıfa geç geliyorum." diye emir verdi. Kolundan sıkıca tutup kaldırdı. "Voleybol oynayacağım. Biliyorsun, turnuva var." Okulun, voleybol takımı kaptanı. Irmak burnunu çekti. "Bekliyorum." Voleybol topunun elinde olduğunu bile görmemiştim, ona seslen Eyüple beraber, binanın arka kapısından çıkmak için, diğer tarafa geçeceğim sırada bağırma ve gülme sesleri geldi. Banka yavaşça oturup, karşımda voleybol oynayan yedi kişi ve onların kaptanı olan çocuğu izliyorum. Sinirini toptan çıkarıp duruyor, topu o kadar sert atıyor ki topa karşılık veren çocuğun elinin acısını uzaktan hisseden kalbim vardı. Kalbi güzel adamın, kalbine ne ara zarar gelmişti. Onun kötü olduğunu düşündüğüm, her gecenin sabahınaı lanetliyorum. Sarı uzun saçlarını yukardan bağladı, ucu kalkık burnun ucu kıpkırmızı olmuştu, yanaklarını şişirip durdu. Üzerinde sadece yeşil kazak var. Soğukta böyle giyinmesini istemiyorum, hasta olacak diye gerçekten korkuyorum. Onu düşünen kardeşi olması lazım, en az benim kadar. İçkiyi fazla kaçırır, yemek yemeyi sevmez. Benim aksime az sigara içer.Sınıfta kalmayı ayrı sever. Sınıfta kaldığı zamanında, sarı saçlı bir kızı sevmiş ama bu sevgi benim gibi karşılıksızmış. O gün bugün kimseyi sevmediğini söylemiş. Nakil aldırmıştım. Keşke aldırma düşüncesine girip buraya gelmeseydim, o dokuzuncu sınıfta iken kıza açılmış hatta kız ondan büyük biriymiş. Lise ikinci sınıfın ikinci dönemi.Okulda onunla dalga geçen kişi sayısı yaşından fazla olduğundan, lise ikinci sınıfta okula gelmemiş ve sınıfta kalmış. Benim geleceğim sırada okula gelmeye başlamıştı. Hak etmiştim. "Hey!" dedi. Pel. Gözlerimi ondan çekerek, bedenimi döndürdüm arkadaşıma. Ela gözlerine sahip, uzun düz siyah saçları, top burnu ve inceden daha ince dudaklara sahipti. Boyu benden baya kısa. Kimseye de yaşatmam. "Ondan nefret edemiyorum." Ondan nefret edecek son insan bile değilim... Kimse beni anlamıyor. Annem bile. Onunla paylaştığım zaman tepkisi aynı arkadaşlarımın tepkisine benzer tepkiydi. Aslında annemin beni tembih etmesi, o okulda kimseyi sevme. Okulda değil de, O-kulu seviyorum diyemedim. Gözlerimden anlamadı. Anlasa şartı geri çekecek. Bana huzur verecek. "Nefret et." dedi. Pel. Sertçe. "Okula geldiğimiz ilk gün ki gibi." Keşke dedim keşke. "Sevgi yerini aldı." dedim. İnatla. "İlk aşık olduğun çocuğa bak, hayatın boyunca kimseyi sevme, kimseye şans verme, sonra bu okula gel, işe yaramayan çapkın çocuğa aşk ol. Habibe. Yapma. Vazgeç. Lise birde, Poyraz'a şans verseydin, her şey daha güzel olurdu. Karşılıksız aşk' a vurulmaz, yorgunluk çökmüş gözlere, neşe kırıltısı girerdi." Yıldız söner, onun yosun gözlerine, benim yerim olur. Devamı, diğer bölümde. |
0% |