Yeni Üyelik
2.
Bölüm

1.Kısım, 1.Bölüm.

@hatoyzhr

Nefreti,sevgi.


Sevgiyi, nefret doğurur.


Kin ise insanlığı.


Sezen Aksu,Bir çocuk sevdim.


Günlük, bilmem kaçıncı sayfanın sahibi; Yosun gözlü çocuğa.


07.05 2020


İlk kez bir defteri açıp sayfaları birine ayırıyorum... Durum vahim. Yani kalbimin durumu vahim, bu atışların sahibi sensin diye günlerdir, göz yaşlarımı tutuyorum. Bugün yeterince ağlamışım, annem bile gözlerimin ferinin gittiğini anlamışsa biliyorum ki ben aşık olmuşum. Bu yaşıma kadar, belkide birini bile sevdiğimi hissetmek nedir bilmezken, günlerin sonunda sana boyun eğdim.Sizi izlemek beni mayıs ayımı yerle bir ediyor, şuan uzaktasın. Başımızda hastalık bela ama ben size hastayım. Aynı yaşta olmamıza rağmen, nasıl olurdu ben kendimi size göre daha olgun görüyorum? Çocuk gibisiniz. Gözleriniz, yedi mayıs. Anlamı bende saklı kimselerin bile bilmediği his. Okulda bulunan herkesin dilinde olmaktan nefret ediyordum, sizin benden hoşlandığınızı söylemeleri benim sinirlerimi bozarken ayreten sizden de nefret ediyordum, ah aptallık. Unutmayın. Sevgiyi nefret doğurur. Bana bakarken, kısılan yosun gözleriniz, sinirlenince seyiren gözünüz, gülerken beliren dişleriniz ve gülerken beni izlemenizi delicesine özledim. Birini sevmem, bana fazla.


Sizin beni anlamanız dileğimle... Resimlerin, bende. Şiir kaynaklarım. Son sözüm diyip defteri kapatacağım.


Siyah gül, bana okulda neden öyle seslendiler bilemiyorum, tek bildiğim bu gülü yedi yıldır seviyorum, acı. Acı, aynı benim size duyduğum, acı sevgi.


Beni görmen dileğimle, yedi ay.


Bedenin bu ayda olsa bile, ruhen kaldığın ay, seninle beraberdir.


Kafamın içi hastane, kemikler hasta.


Ağızım dilim olmuş hikayemi anlatıyorum.


Bugün, günlerin pazartesisi. Köşe kapmaca oynayan, akıl dengesi yokmuşcasına oradan oraya geçen, şahısların sinirlenmesi veyahut birbirinden çıkaracakları sinirin faydalarını görmek, irade şahsımı tetikleyen varsayım. Soğuk havanın rüzgarı ciğerlerime dolsa bile dudaklarımdan çıkan dumanla karışmıştı, zaten karışan tek duman olsa iyidi. Bugün, sanki toplumun sessiz sedasız yürümleri, gecenin ayın güneşi görüp kaçtığı gibi, uzaklaşıp gitmeleri farklılık. Soğuk ifadelerin hepsi farklı, aynı annemin ve babamın bana bakarken kullanıldığı, ifadeler ve minikler. Uzaklaşıp gidenler, ruhen kaldığın yerin sarsıntısı yaşar. Ciğerlerimize dolan bazen insanların, kötülüğün savrulması. Tohumun yavrucuğı olan kişi benim, babamın ilk vazgeçtiği çocuk olmak, annemin uzaktan daha uzak, soğuktan daha buzul sevgisi. Maddi durumdan mı? Yada yoksa sevilmeyecek çocuk olmam mı? Doğru cevap: Feda edilecek çocuk olmak. Ben annemin kuklası, bir bakımdan piyon çocuğum.


Pencereden dışarıya bakmak, ruhen insana iyi gelebilir.


Kalbinizin, savrulmasından yana.


Herşeyi eksik, evimizde üç yıldır düzensiz yokluk içinde varlık yoksunu yaşayan varlık benim. Sinir yuvasına sahip olan abimle birlikte kalmak, intihara teşebbüs.


Annem, kardeşlerimi alıp köye gitmişti, ablam dahil. Abime emanet edilen kişi ben olsam bile sanki o bana emanet edilmiş. Sevgiyi iliklerine kadar yaşayan, hem babam tarafından, hemde annem tarafından yaşayan kişiydi. Aslında bakılırsa, sevgi terimini yaşamak istemek, günlerdir aç bırakılan ve işkence görünen birine bedel. Dışarıda kimse seni sevmesin, hatta saymasın. Yuvada sana bunları yaparken, canı çıkanın varsa, dışarıda olan beterdir. İç savaşın oluyorsa, dış savaşın senin eşiğine yabancı değildir. Yoksunu yaşamak, zengini yerle bir etmektedir. Mülk anlamda değil, duygusu sömürü.


Annem sigara bağımlısı olduğundan, küçüklükten beri merakımı gizlemeden, seyretmeyi severdim. Annem sinirlenince biraz gözü döndü, dönerdi. Elime sigarayı bastığında max on yaşımda olduğumdan vicdan azabı çekip duruyordu. Bana yapmadığı, iyilik kalmamıştı. Şimdi ise yapmadığı kötülük kalmıyor, ama acısı yaptığı kötülüğün farkında bile olmaması. Babamla, dördüncü sınıftan beri görüşmüyorum, zaten ne zaman yan yana gelsek, yutkunmam tükürüğe dönüşür ve susamazdım.


O beni anlamazdı.


Yaşım on yedi, daha on sekizime girmem gereken, iki ay var. Bu yaşıma kadar nasıl ayakta kaldıysam, bununla da baş edebilmekle yükümlülüğün altında durmuş akan zamana veda ederek, yol katıp insanlığıma dark ekliyorum. Yer altı siyah yeryüzü rengarenk, zaten rengarenk varsa siyah olduğu yerden uzaklaşmaz.


Sigara içerken, dudaklarım şişer. Yine sabaha kadar uyumamış, çayını içmiş ve ardından kitap okuyarak uyuya kalmışım. Gece yarısı ağlayan insanlardan değilim, annem gülmeyi öğretmemişti, ağlamamayı öğretmişti. Bu durum haneme artı bir olarak eklenmişti. Tabiki göz yaşlarımı kustugum ay var. Siyah şalım, düzensiz başımda.


Üzerimde bol uzun kollu kazak, altına uzun siyah eşofman giymişim. Uzun siyah aynanın karşısında durmuş, huzursuz ifadeler ile odaklanmış bakıyorum.


Siyah kaşlarım, siyah uzun kirpiklerim olduğundan ikide bir dökülüp duruyor, kahverengi gözlerimin alt yerlerini mor halkalar edinmiş, tüylerim ve sivilcelerim çıkmıştı. Açıkçası, az çıkmış tüylerimi depresyona girdiğimden beri alamadım. Bugün de okula gitmedim, gitmekte istemiyorum.


Sigaraya aşık birine


Mezarına


Çiçek değil, diken ister.


Okul öyle saçma okuldan ibaret, yaşları ergenliği geçmiş hem cinslerim, hemde karşı cinslerin çocukça davranmaları ayreten kendinden büyük veya küçük farketmesizin yaptıkları eylemler, çocuk kaldıklarını belirten kişiler.


Kalpsiz.


Onun, eylemleri psikolojik.


Okulun çevresinde arkadaşım olarak bilinen; Niyazi ile okulu dolaşıp duruyorduk, tabiki de sohbet etmeyi de seven biri olmama rağmen, insanı yatıştırıcı sesi var


Niyaziyi dinlenmek: melodi den farksız. Bana, iyi davranmasının sebebi, sokakta üç beş işe yaramaz çocuklardan yiyeceği dayaktan kurtarmamdı. Sonra bir baktım, aynı okul farklı sınıf yanına varıp sürpriz yapmıştım. Niyazi, erkek olabilir, ama yönelim farklı. Sadece, ben ve biz biliyoruz. O kadar ağlamayı seviyor ki, insan acısını unutmuyor, değil. İşte o gün konuşurken, bahçede dolaşırken onun sınıfı da voleybol oynuyor. Oda. Görmedim, görseydim yönüm farklı olabilir, kaçardım.


Elimizde çay vardı, topu öyle attılar, top kolumun üzerine denk geldi, çay elimden düşmüş, parmaklarımı yakmıştı. Niyazi ne olduğunu anladığında sabır çekmişti, ona kendimi sonunda açmıştım. Yani Niyaziye. Beni anlamış gibi davrandı, anlamış. Elime bir şey olmadığını söyleyerek, üst kata sınıfa geçeceğim sıra, ardımdan geldiğini anlamadan, önümden sertçe geçerek mırıldandı, "dikkat et." diye bir cümle kurmuştu, sanki topu atan kişi o değilde, başkasıydı. Nefesi, nefesime helal.


Namaz kılarken, onu için dua ettiğimde, ertesi sabah onun hakkında kurulan cümlelerin altında kaldığımda anladığım tek şey kader iplerimiz birbirine bağlı değil, olsaydı eğer şimdi beraber olabilirdik. Ve onun nasıl biri olduğunu yüzünden anlasam bile kalbimin ihaneti benim sonum.


Hatta bir keresinde, okulun bahçesinin, dış tarafında sigaramı içerken, onun yakın arkadaşı Eyüp yanıma gelmişti, neden geldiğini bilmek kusmama bedel bir konu.


Sikik herif.


Onun sayesinde az kalsın küme düşüyordum, sigara içerken mutlu olan insanların, sebep konusu mutlulukla alakası, arada bir vardır. İçenler, yarayı saklar. İçemeyenler, yarayı derinden belli eder. Kıssadan hisse, sigara içen, beynini kaybeder, kalbini yoklar ardından akciğerden direk mideye oturur. Nasıl ki kelebeğin oturduğu gibi. Onun sayesinde, duman esir.


Kalbimize.


Eyüp gülerek,"Senden hoşlanan biri olsaydı ne yapardın derdim de, senin hoşlandığın kişi benim arkadaşım." demişti alayla. Aslında anladılar sanmıştım, taki yakın arkadaşım olan Niyazinin telefonuma mesaj atana kadar.


Olay; benimle dalga geçmek.


Başlatan kimdi bilemiyorum ama, onun direkt umurunda bile değildi.


Bende gülerek. "Senin yakın arkadaşın ne zaman benim sevdiğim çocuk oldu? Tanımıyorsun bile. Dur arayım." diyip telefonu çantamdan çıkarıp kulağıma götürüp aramaya başladığım sırada beni durdurdu.


"Sen bizim okuldan birini sevmiyorsun."


"Evet."


Öyle cümle kurmuştu ki ben o cümleyle yedi paket sigara kutusunu yirmi yedi saate sığdırmıştım, hatta bu cümleyi onun ağzından duyduğum zaman; o gün anlamıştım sonunun ne olacağını. Vazgeçmiş birinin sonu her zaman yeni başlangıçlardır.


"Kapalı biriyle çıkmam." İyininde kötüden de saklanacak kulun yaşamından yirmi dört saatin sadece on ikisini alıp idam cezası verilen mahkumun son sözün olduğu gibide, benimde olacağım son sözüm belkide onun sevgisini hak edecek biri kesinlikle ben değildim, gerçi ailesinin sevmediği kız çocuğunu kim severdi ki?


Kimse.


Ve


Buna


Bir sigara


Bir izmarit söndürürüm.


İnsanların zorbalığını yaşamanın en büyük desteği yeniden doğmamış bebeğin anne karnından çıkacağı acılı hayatın tarifi gibi.


Kapının tıklanmasıyla, adımlarımı küçük küçük atarak, kapının dibine gelip deliğinden baktığımda Niyazinin elleri cebinde kapıya bakıyor, arada bir dudağını yuvarlak yaparak ıslık çalıyor.


Gülerek kapıyı açtığımda, şaşkın şaşkın bakışlarıyla beni kınadı.


"Uyuyan güzel," dedi. Sırıtarak. Simsiyah saçları ve uzun boyu vardı.Siyah büyük yuvarlak gözlere sahip, ince dudakları ve kavisli burna sahip olmasına rağmen, yuvarlak yüz altlara sahip biri. Sırıtıp durduğunda, gamzesi ortaya çıkıp duruyor aslında arada bir.


"Hadisene, dört ders kaldı. Öğlen molası yeni başlamış, hadi kızım."


Omuz silkip, kapıdan ayrılıp mutfağa yol aldım, sabah çayımı içmedim, zaten hava buz. Kışın çayımın içine limonu kabukla beraber atmasam hastalık bana merhaba der, nefret ederim kıştan.


Ülkenin işe yaramayan toplumun kışı sevmesi benim sinirimi harbiden bozup sıkıyor. Yaz var, senin canının yakmayan, sıkmayan. Tabi bence dünyada kışı sevmeyen tek benimdir. Bu durum ironik.


Ketila su koyup çalıştırdım, bazen o kadar çay içiyorum, hastaneye gitmem geç olmuyor, bedene zararmış. Yani benim bedenime. Sigara ve çay benim bağımlılığım.


"Seninki," dedi. Hoşnutsuzlukla. "Eyüp ile kavga etti zor ayırdım." Anlatmayı istemiyor olsa bile benim için anlatmak için eve kadar gelmişti, beni bilgilendirmek adına.


"Ona zarar geldi mi?" diye sordum.


Yüzünde ne kadar hayel kırıklığın zerresini görsem de yinede sorumu yenilip durup onu kahır etsem de canım veya canı sıkılarak devam etti. Etmek istedi onun konusu bitsin diye, gözlerini devirdi.


"Gelir mi? Bizim gibi asalak arkadaş bulmuş başı belaya girmez." dedi. Onunla dalga geçerek. Geçmek hoşuna gidiyor.


Sesin gelmesiyle, limonu elime alıp, bıçakla bir adet kesip köşeye bıraktım. İki bardak çıkarıp, çay poşetlerini içine atarak sıcak suyu da ekleyip döndüm. Bardağı uzattım, eline alıp yudum aldı, şekersiz içer. Benim aksime. Bardağımın içine kestiğim limonu atıp şeker de ekleyip kaşıkla karıştırarak, ona bakmaya devam ettim. Kaşığı tezgaha bırakıp çayımdan yudumlar almaya başladım. Boğazımda taze ve sıcak.


Yutkundu, yutkunma sesi toktu.


Niyazi, onun en yakın arkadaşı. Aralarında kavga olsa bile, omuzları zımbalı şekilde birbirine vurulu. İkisinin de tek hatası fevri olmaları diyelim, öyle olsun. Niyazi, hem kadınlardan hoşlanıyor hemde erkeklerden bana öyle demişti. Onun birisinin fotoğraflarına bakarken görünce, sır gibi saklanan fotoğrafı bulmak nasip kesinlikle olmamıştı.


Onun yedi yıldır tanıyor Niyazi, beni ise daha üç yıl bile olmadı, beni ondan üstün tutuyor, onunla aynı gün doğum günümüz. Onun doğum gününe uğraması gerekli iken benim kutlanmayan doğum günümü kutlamayı seçiyor.


Yalnızca, yalnızlığıma duman.


İki yakın arkadaşım var, yeter.


Nefes alıp verdim, ayağa kalkıp bardağı lavabonun içine bırakıp. Sessizce fısıldadım. "Üzerimi değiştireyim, önemli işlerimi hal edeyim çıkalım." Soğuk ve Uzak.


Oda,"tamam." dedikten sonra odama geçip işlerimi hal etmeye başladım. Diğer işlerim var olsada.


🌬️🚬🌬️


Adım, Habibe Ün.


Önemsiz ve insanlar gibi gereksiz.


Bazen adımı unutuyorum, kendimi tanıtmayı, insanlarla diyalog kurmayı, nasıl hareket edilir bile unutuyorum. Yaşamım benimle aynı seviyede eksik ve bozuk saatle sanırım birebir aynı. Adımı sevmiyorum, hayatımda kimsede göremediğim isim, sanki sadece bende var. Dalga geçilecek isim olduğundan belki nefret ediyorum.


Habibe Ün. Gitar çalmayı seven, müzik dinleyerek şiir yazan ve yazarken unutmadığı günlüğünü kendiyle beraber barınağı olan bankalara uğrar. Huzur yeri olan güzelim güzel banklar. Banklar, küçüklüğümün, süper kahramanı.


Evimizde hür gür olmasından yalın ayaklar ile kaçıp, orada uyurdum.


O zaman, yıldızların güzelliği ile karşılaştım. Duman etrafı yanan ateş ile sarmıştı. Üzerime atılan gazete vardı, diğer tarafta uyuyan çocuk. "Uyandığımda başka yerde uyu." dediğinde. Diyemedim ailem var. Onun üzerine, üzerimde bulunan kalın turuncu hırkayı bırakıp koşarak eve varmıştım.


Odunluk diye bir yer var, banklar dizili. Orada durup temiz nefesler alıp veririm. Ders çalışırım. Orada bulunan kahve yerinde çalışan kızın sayesinde, içeceklerim bedava oluyor. Edebiyat ödevlerini yaptığımdan dolayı, iyi geliyor. Onun çektiği acıyı başkası çekse yerin altından gerçekten çıkamaz.


Gerçi yer altından çıkanların yara beresi eksik olunmaz figür.


"Sana diyorum, kızım." dedi. Müdür yardımcısı Emrullah öğretmen. Okulun kütüphane işlerini beraber yapıyor yapardık.


Maddi durumdan dolayı, geriye çekildim. Para vermem gerekiyor ve benim şuan verecek param yok. Eskiden olsaydı, çalışır verirdim.


Ailem, burada değil. Evi başı boşta bırakan kişi değilim, olsam abim beni delip deşerdi, ya da ben.


"Kütüphaneye verecek param yok."


Dudakları kıvranıp elini alnına koyup. "Kızım. Sen saf mısın? Bu kadar net ol, ben öderim. Bu kadar fazla kitap okuyan öğrenci varken gidip tembellik abidelerini vereceğim?" diye açıkçası sordu.


"Paranıza ziyan."


"Git ilk önce hava al, sonra sınıfa git derince düşün yoksa şimdi beynini yıkacağım." dedi. Sinirle.


"Olsa, kullanacağım." dedim. Alayla. Bazen dilim durmaz.


"Çık dışarı." dedi. Gülerek.


Dediğini yaparak, odadan çıkıp kapıyı örtüp koridoru da geçerek zemin kata ineceğim sırada bağırma sesleri kulağımı esir aldı.


Onun sesi gibime geldi,hatta onun sesi. Sesi kalın ses, anlar insan. Onun sesini yedinci kattan bile duyup, derste olmama rağmen yalan uydurup çıkıp onu izlemiştim. Kaba biri olabiliyor. Herkes onun komik insan olduğunu söylese bile, beni gördüğü an soğuğa bürünüyor, gözlerini kaçırıyor. Sert yüz ifadeleri çehresini yer edinip duruluyor.


"Dua et," dedi. Sinirden kaşlarını çatmış. Sarı saçlarını en az benim siyah şalım kadar dağınık. Yeşil ah pardon yosun gözlere sahip. Kısacası sarışın biri. Bir erkeğin yapısına göre kısa olması okulun dalga konusu olmuştu zamanında. Benim, moralimi bozarken onun umru dışıydı. Herşeyi kavgayla çözen tavrı var, şu lise de dayak atmayı en seven kişilerden biri. "Sınıfında olan kişiye dua et! Yoksa sınıfta bulunan bütün kızların sonunu getirmiştim."


Neyin sonu?


"Beni seviyorsun." dedi. Irmak. Ağlayarak. Sınıfın güzellik algısına uyan kız, onun tarafından sevilmek nasıl his hep merak ettim, edeceğim.


"Seni sevmiyorum, sana acıyorum." dedi. Yosun gözlerini kaçırıp durdu. Karşısında çaresiz kalan kişiye bile bakmadı, ağlayan kişiyi umursamadı.


"Okulun çevresinde seninle dalga geçen kişilerin önüne geçtim, seni korudum. Beni sevdiğini haykırdın. Tamam, anladım. Seviyorsun. Seni seven biri yok karşında, en yakın arkadaşımsın diye seni sevgilim diye tanıttım. Senin öpücüklerine karşılık vermediğimin nedeni biliyorsun."


Yani bu nasıl... Kötü biri değildi, insanların onun hakkında konuştukları, cümlelerin doğru olmayışı mı? Nasıl biri olduğunu saklaması mı? Nasıl türün çeşidi.Onun bu okula gireceği insan sadece kız kardeşi. Başka da ırmak yani Irmak. Bana benzemiyor, korkak ve kaçak değil. Bir cümleyle kendisini geri çeken aşık hiç değil. O yüzden onu hak eden kişi karşısında duruyor.


Başkasının sözlerine inanmadan seven kişiye böyle bağırması adil değil. Benim sevgim bana, onun sevgisi onaydı. Sevmemesine rağmen ona bu huyunu göstermesi haksız.


"İçeriye, sınıfa geç geliyorum." diye emir verdi. Kolundan sıkıca tutup kaldırdı. "Voleybol oynayacağım. Biliyorsun, turnuva var." Okulun, voleybol takımı kaptanı.


A ve B diye ikiye ayrılan gurupta birinci çıkıp, kaptan olup ağırlığını koymuştu. Tembel öğrenci olması, beden öğretmenin tuhafına gitmemiş yanına almıştı, müdür yardımcısı karşı çıksa bile, öğretmen yanına tutup gelişmesi için eğitimler verdi.


Irmak burnunu çekti. "Bekliyorum."


Voleybol topunun elinde olduğunu bile görmemiştim, ona seslen Eyüple beraber, binanın arka kapısından çıkmak için, diğer tarafa geçeceğim sırada bağırma ve gülme sesleri geldi.


Bahçeye çıkıp, bankta oturan -yakın arkadaşım.- Pel. Bankta oturmuş, elinde duran telefona giriyordu. Yanına doğru ilerlerken, Top sesleri ve onun bağırma sesleri bilincime taht kurmaya devam ederken, yavaşlayan adımlarımı hızlatıp yanına vardım, Pel'in. Telefon bağımlısı olduğu kadar oyun canavarı. Telefonundan uzak kaldığı zaman asi kıza dönüşüyor. Rüzgardan dolayı Şalım savrulup durunca, sinirden gözlerimi kapatıp açtım. Şalım bazen açılıp, bir tutam saçımı gösteriyor. Ve açılmasın diye direniyorum. Sabır işi şalı düzeltmem, direnç işi.


Banka yavaşça oturup, karşımda voleybol oynayan yedi kişi ve onların kaptanı olan çocuğu izliyorum. Sinirini toptan çıkarıp duruyor, topu o kadar sert atıyor ki topa karşılık veren çocuğun elinin acısını uzaktan hisseden kalbim vardı. Kalbi güzel adamın, kalbine ne ara zarar gelmişti. Onun kötü olduğunu düşündüğüm, her gecenin sabahınaı lanetliyorum. Sarı uzun saçlarını yukardan bağladı, ucu kalkık burnun ucu kıpkırmızı olmuştu, yanaklarını şişirip durdu. Üzerinde sadece yeşil kazak var. Soğukta böyle giyinmesini istemiyorum, hasta olacak diye gerçekten korkuyorum. Onu düşünen kardeşi olması lazım, en az benim kadar. İçkiyi fazla kaçırır, yemek yemeyi sevmez. Benim aksime az sigara içer.Sınıfta kalmayı ayrı sever. Sınıfta kaldığı zamanında, sarı saçlı bir kızı sevmiş ama bu sevgi benim gibi karşılıksızmış. O gün bugün kimseyi sevmediğini söylemiş.


Nakil aldırmıştım.


Keşke aldırma düşüncesine girip buraya gelmeseydim, o dokuzuncu sınıfta iken kıza açılmış hatta kız ondan büyük biriymiş. Lise ikinci sınıfın ikinci dönemi.Okulda onunla dalga geçen kişi sayısı yaşından fazla olduğundan, lise ikinci sınıfta okula gelmemiş ve sınıfta kalmış. Benim geleceğim sırada okula gelmeye başlamıştı.


Okula geldiğim ilk gün gözleri hep benim üzerimde olmuştu, ondan rahatsız olup kaçıyordum. Irmağı tanımadan önce rahatız olduğumu ve tanımadığımı söylemiştim. Dediğim günün, üç buçuk ay sonra onun yosun gözlerine takıntılı kalmıştım. Bu sefer o benden uzak.


Hak etmiştim.


"Hey!" dedi. Pel. Gözlerimi ondan çekerek, bedenimi döndürdüm arkadaşıma. Ela gözlerine sahip, uzun düz siyah saçları, top burnu ve inceden daha ince dudaklara sahipti. Boyu benden baya kısa.


"Kapalı biriyle çıkmam, demişti. Yedi ay önce Su ile çıkmış."


Pel,onun en yakın arkadaşı Orhan'ın sevgilisiydi. Ondan öğrendiklerini hepsini teker teker bana anlatıp beni de uzak etmeye çalıyor, hatta nefret etmem için uğraşıyor. Aslında Pel, Orhan'ı sevmiyor, okul onunla dalga geçmesin diye sevgili yapmıştı. Eski sevgilisini unutmamıştı. Onu unutmak için de ayreten kullanıyor. Bunun Orhan bilmesine rağmen susup yanında durup seviyor. Gerçi, ben yaşayamam.


Kimseye de yaşatmam.


"Ondan nefret edemiyorum." Ondan nefret edecek son insan bile değilim... Kimse beni anlamıyor. Annem bile. Onunla paylaştığım zaman tepkisi aynı arkadaşlarımın tepkisine benzer tepkiydi. Aslında annemin beni tembih etmesi, o okulda kimseyi sevme. Okulda değil de, O-kulu seviyorum diyemedim. Gözlerimden anlamadı. Anlasa şartı geri çekecek. Bana huzur verecek.


"Nefret et." dedi. Pel. Sertçe. "Okula geldiğimiz ilk gün ki gibi."


Keşke dedim keşke.


"Sevgi yerini aldı." dedim. İnatla.


"İlk aşık olduğun çocuğa bak, hayatın boyunca kimseyi sevme, kimseye şans verme, sonra bu okula gel, işe yaramayan çapkın çocuğa aşk ol. Habibe. Yapma. Vazgeç. Lise birde, Poyraz'a şans verseydin, her şey daha güzel olurdu. Karşılıksız aşk' a vurulmaz, yorgunluk çökmüş gözlere, neşe kırıltısı girerdi." Yıldız söner, onun yosun gözlerine, benim yerim olur.


Devamı, diğer bölümde.


Loading...
0%