Yeni Üyelik
3.
Bölüm

1.Kısım, 1.Bölüm. Devam.

@hatoyzhr

Nefret et." dedi. Pel. Sertçe. "Okula geldiğimiz ilk gün ki gibi."


Keşke dedim keşke.


"Sevgi yerini aldı." dedim. İnatla.


"İlk aşık olduğun çocuğa bak, hayatın boyunca kimseyi sevme, kimseye şans verme, sonra bu okula gel, işe yaramayan çapkın çocuğa aşk ol. Habibe. Yapma. Vazgeç. Lise birde, Poyraz'a şans verseydin, her şey daha güzel olurdu. Karşılıksız aşk' a vurulmaz, yorgunluk çökmüş gözlere, neşe kırıltısı girerdi." Yıldız söner, onun yosun gözlerine, benim yerim olur.


Bazen.


Onun nefesi haram.


Ruhu mezarlık olan kız çocuğuna, ruhu yosunlu zehirin yayılması.


"İçeriye gireceğim." dedim. Pes ederek. Sınıfa gidip sabır niyetine son dersin bitmesi için uyuyacağım. Banktan kalkacağım sırada bana seslen Niyazi ile tebessümü koruyamadım. Yüzümde yer edildi, arkamı dönüp baktığımda onun yanındaydı. Onun kafası yere düşmüş, botlarını izliyor. Elleri pantolonun cebinde.


"Siyah gülüm," dedi. Niyazi. Siyah gülün anlamı ölüm ve acının simgesinin umudu. Bana böyle seslenmemesi için uyarmıştım. Hemde onun yanında söylemiş olursa, bu yön ruhumu sıkıştırıp, gevşetmek istercesine boğması. "Fotoğraf makineni ödünç aldım."


Benim için beraber fotoğraf çekiyordu, onun fotoğrafları bende koleksiyon olmuştu. Onun eşyalarının neredeyse yarısı bende.


Derin nefes alıp kafamı salladım. Adımlarımı atarak, oradan ayrıldım. Peşimden gelen Pel ile beraber merdivenleri çıkıp sınıfa geçtik. Ağlayan Irmakla kaşımı çattım. Şuan yine ne oldu düşüncesi moralimi bozuyor. İkide bir ayrılıp barışan o değilmiş gibi mutlaka hep ağlayan kendisi olmuştu, oluyor.


Sırama geçip çantamı açtım, içinden defter kalem çıkarıp masaya bıraktığımda, Pel' de aynısını yapıp benim gibi dikkatlice ağlayan Irmakla, çevresini esir alıp bir kaç destek veren cümleleri kuran arkadaşları ile umutla bakıyor. Onun kardeşi, gelmişti.


Siyah saçları, kahverengi ve siyah karışımı gözlere sahip. Dik burnu ve dolgun dudakları var. Boyu bir elli var. Boyu yaşına göre kısaydı.


Eğilerek, Irmağın göz yaşını sildi.


"Abim, yine pişman olur. Biliyorsun, barışmayı hep sana sunan abim. Ağlama. Yazık sana."


Yazık sana,bana değil mi?


Değil. Senin suçun.


Pel beni dürttü. Kulağıma fısıldadı. "Kardeşi yalan söylemez, bunu gör." Yalan söylemeyi seven sadece senin kalbin, ve kavurucu ölüm gözlerin. Uyarmayı her seferinde sever, bulduğu ilk fırsatta yapıştırır cümlesini, canımı yakar.


Çantamı açıp içinden, atkımı ve eldivenlerimi aldım, havanın soğuk buzul olması sayesinde, yanımda tutuyorum. Atkıyı büyük cebime, şapkayı elimde tutarak sınıftan hızlıca çıkacağım sıra Pel beni savunarak şöyle cümle kurdu. "Midesi bulanıyor, yeme dedim." Beni yanlış anlarlar diye korkuyor. Benim umurumda bile olmamasına rağmen, hatta fikirleri yoksun. Soğukta benim boynum kızarıyor ve ben atkı takmayı severim. Lise birde, simsiyah giyinen kişi olduğumdan lakabım karabasan idi. Bu okula gelince değişti. Niyazi sağ olsun, onun sadece benim hakkımda tek bildiği onun arkadaşı benimde arkadaşım. Onun herşeyini bilirim, her şeyini duyarım. Ona kalbim saatlerce açık.. Uzaktan bakmam bile yeterli.


Yalandan Voleybol sahasına ineceğim sırada sesleri işitmem bir olunca sessizce duvarın arkasından dinledim. Niyazi elinde Fotoğraf makinem ile uğraşıyor, onun arkası bana doğru dönük, Eyüp' ün diyolog kurduğu kişi Niyazi. Niyazinin değil. Niyazi sanki bir şey hissedince kafasını kaldırıp bana doğru bakınca gözleri beni buldu.


O, konuştu. "Oğlum, şapkam yok."


Eyüp güldü. "Atkın ve eldivenin de yok. Bizim var senin yok. Nasıl turnuvaya katılacağız? Sen birde kaptan olacaksın." dedi. Dalga geçerek. O'nun sırıtması buldu beni. Turuncu kedi onun ayaklarının üzerine durunca kucağına alıp başını okşayıp durdu.


"Ben, hal ederim." dedi. Niyazi.


"El at," kediyi sevmeye devam etti.


"Ben kullanıp veririm." diyince yavaşça oradan ayrılıp beden odasına doğru koşup, açık kapının arasından geçip giyinme odasına koştum. O'nun her şeyini biliyorum, Bilmek ve yanında olmamak kişiyi sevgiden mahrum bırakır. Odanın içersine girince, yedi nolu dolabın önünde durup, açık olan dolabın içine, atkıyı, şapkayı ve eldiveni bırakıp usulca kapıyı aralıklı bırakarak, odadan ayreten beden odasından çıktım.


Hızlı adımlarla kantine girip sıcak çay aldım, limon olmadığından bu soğuk havada boğazım şişecek ve kızarık hem elimi hemde boynumu bulacak. Şekeri atıp karıştırdım, usulca kantinden çıkıp bahçeye geçip banka oturunca tenefüs çaldı.


Bahçeyi dolduranlar oldu, içinde Pel yoktu. İçeriye doğru bakarak çayımı yudumlayıp, bekledim. Yanında sevgilisi Orhan, elinde benim çantam olsa bile, kendi çantasını sevgilisine taşıtmış. Pel, bahçeye çıktığında bana gülümsedi ama anında gülümsemesi soldu. Orhan'a baktı bir şeyler söyledi, Orhan önden giderken kendisi koşar adımlarla yanıma gelip, hem çantamı hemde telefon ve siyah hırkamı uzattı. Bardağı bırakıp, çantayı açıp telefonu içine bıraktım. Çantayı kapatıp, sırtıma alıp ayağa kalkıp, sağımda olan çöpün içine bardağı bırakıp adım atacağım sırada Pel kolumdan tuttu. Kaşları çatık, dudaklarını birbirine bastırıp duruyor. Ne olduğunu anlamaya çalışırken,birden sertçe yüzüme doğru bağırdı, sesiyle sendelim.


"Derse katılmadın, yazılı olduk."


Gülmemek için zor tuttum. Edebiyat dersinde konunuz, şiir ve mekala deydik. Sınıfın yarısı boş. Hepsi boş desek daha doğru açıkçası. Hepsinin katkısı yok. "Onu hal ederim,merak etme." Ben girmediğim yazılıda sınıfı komple yapardı hoca haksızlık olmasın niyetine. Bu sadece Pel içindi.


Yan yana yürüyerek, çıkış kapısına gideceğimiz sırada Niyazinin gelmesini bekliyorum, ne olduğunu. Benim bıraktığımı anlayan kişi sadece Niyazinin ta kendisidir. Limoni olacak aramız. Kendime ait şeyleri ona gizliden verdiğim zamanlarda, benim kelimesini kurup beni kurtarıyor.


Niyazi gelmedi, o, oradan çıkmadı.


Eşyalarım ile kambur sevgimi elimde tutarak, evin yolunu gözlerim. Ruh değişikliği.


Üç kuruş dünyada, ruh değişikliği oluyor da kalp değişikliği olmuyor.


Çantamı sıkıca tutarak, dolmuşa binip eve vardım. Benim evim, içinde sadece ben olan eve vardım, inanılır gibi değil, çok kardeş durumu var ve ben tekim. Yalnız, yalnız kalmak. İnsanlardan kaçmak merdümgriz adı verilen kaçak durum şahsımla aynı. Evin anahtarını salonun ortasına atıp, çantamı da fırlattım, ayakkabılarımı çıkarıp ayağımla ittim, özensiz şekilde çoraplarımı çıkarıp, salonda bulunan koltuğa kendimi atarak yayıldım.


"Abla!" diye bağırdım. Boğazıma düğüm vuruyor,ilikleme zoru zor sıkıyor. Burada olsaydı bana akıl fikir verirdi. Şansı olanın, acısını kavran ablanı gönderir. Ablam, benim hazinem. Yanımda kimsem olmsa o olur, dışlanan kız çocuğunun başını okşayan yine oydu. Ailem de beni karşılıksız seven.Başıma belaya girerse ve bunu öğrenmiş ise değil kendisine önem vermek, benim yanımdan ayrılıp gitmezdi. Aramızda olan bağ, çocukken yoktu. Olmamıştı.


Çocukluğuna gülümsemeyen, tek başına gülmeyi dahil sever sayar.


Olduğum yerden kalkıp ilk banyomu ardından temiz kıyafetlerimi giyerek ikindi namazını kılıp,yiyecek bir şeyler hazırlanmak için mutfağa geçtim, ekmek arası yaparken öteki yandan çayımı demleyip limonu kabuklu kesip bardağın içine attım. Ekmek arasını, mutfak masasına tabakla birlikte koyup çayımı aldım.


Gece yarısı, çamlık diye bilinen yere gideceğim, orada duran yakın mı desem uzak mı yoksa değişikliği yaşayan karakteri mi bilinmez. Sap sarı saçlara sahip, ela gözlerin sahibi ve minyon tipe sahip kız çocuğunun yanına gideceğim, karışık kişilik. Karekteri toplum içinde tuhaf sezgi.


Onu gördüğümde, sokak lambasının direğine yaslanmış, göğüslerini kapatıp etrafa utançla bakarak ağlıyordu. Usulca derinden merhametime yenik düşünce yanına ilerleyip, onun siyah hırkasını çaldığım günün gecesinde tanışmıştık, üzerimde verecek tek hırkası vardı ve kızın haline kıyamadım, ben hem cinslerime kıyamam. Hırkayı çıkarıp, giydirdim. Gidecek yeri o zaman maalesef imkansızdı, aynı benimle beraber dışlanan biri olmasından yana kimsesiz. Tek başına yaşayan kişiydi.


O


na herşeyimi anlatmam aniden oldu, gördüğüm başka insanlara geçmişimi ve geleceğimi anlatnam saniyemi bulmaz. "Aşık olursan ol, sevgini sakla." Bu kelimeyi bana kendisi söylemişti. Saklamışım, bunca zamana kadar. Başarmışım.


Sigaranın faydası acını saklamak.


Zamanla anlarsın, bir adet sigara bile senin ruhunun, evresi olabilir.


Yemeğimi yiyip, cep telefonumu ve hırkamı alarak evden çıktım, temiz havayı bile içime çekerken kendime faydası olmayan nefesimle şayet gocundum. Hırkamın içinden sigara paketini çıkarıp, bir dal alıp dudaklarıma yerleştirip çakmakla ateşlendirdim. Ciğerlerime çektiğim dumanı alıp verdiğimde rüzgarla kayboldu. Ciğerlerimden daha çok aklıma girmeyi severdi, izmaritin dumanı, o bile sigara içmeyi sever.


Sigara insanın kalbi, izmarit fikri.


Doğrusu buysa eğer, yuvasında zebaniler dolu olanın, dumanı kendisidir.


Burnuma düşen damlacık ile tebessüm ettim, arada yağmur severim, oda onun yağmuru sevdiğinden. Sigaramı içmeye devam ettim, bitmek üzereydi, son dumanı çekerek ayağımla izmariti söndürüp, çöp kutusuna atarak yoluma devam ettim, yere atıp kedileri zehirlenmesi istemiyorum, kedileri gram sevmem. Hep korkmuşumdur, alerjim var belkide yada görünce kaçamıyorum. Arada kaşınıp dursam bile, biri olmadan yerimden kalkamıyorum.


Sevmem, hiç. Sevemem.


Kimse içinde dokunamam.


Çamlık, gelmiştim. İçecek içme yeri olsa bile korenin yiyecekleri satılıyor. Kafayı onların yemekleri ile bozmuş, yaşadığı travmaları böyle yeneceğini sanıyor, yanılıyor. Daha ben bu acıyı yenemedim, şahsı yenecek sanıyor. Büyük yanılıyor.


İçeriye adımlar attığım sırada sarı saçlarını savurarak bana döndü. Lise son öğrencisine benzemiyor, yaşına göre baya büyük gözüküyor. Güzellik algısına tamına tam uyması o kadar hoşuma gidiyor ki, hem cinsime göre ben çirkin dursam bile aşırı güzel. Ela gözlerini büyütüp, sırıttığını gördüm. Sırıtmasına gülmek istedim.


Yapamadım.


"Kız, gelemedin. Okulun erken bitti."


"Hmm, erken bitti. O, kul."


Cümleyle beraber kahkahalar atması ani oldu, kafamı sallayıp eliyle gösterdiği yere geçtim. Ağzını kapatıyor gülmesini saklamak uğruna. Sırıtarak, elimle oynadım. Yaşına göre insan bu kadar olgun olur mu? İnanmak şayet ister. Anne, hissini veriyor, ela gözleri yumuşatır bana bakarken, iması bile olgun.


"Uzaktan sevmek, ilaçtır bazen."


Kaşlarımı çatarak. "Zehir olmasın."


"Zehir sensin, fikrim olarak panzehirin o kul değil." dedi.


"Nasıl yani?" dedim. Şaşkınlıkla.


"Anlamalısın, zamanla anlayacaksın."


"Hallice," dedim. Üzerine basarak. "Açıkça konuş, erken anlamış olurum." dedim. Gözlerimi sabit tutarak. Evet, uzaktan yakınım olsa bile gerçekleri yüzüme vurmayı sever. Benim onun yüzüne vurduğum da çileden çıktığı nadir günün gecesi inmiştik, acımasız taraf bu sefer kendisi. Farkında ve mutlu.


"Senin sevgin takıntı." Garsonun getirdiği içecek ve kurabiyeler getirmişti, masaya yerleştirip gittiğinde içeceklerden birini eline alıp yudum aldı, bardağı yerine koyup konuşmasına devam etti. "Yani söylemen gerekirdi, şimdiye kadar."


Stresli nefes alıp verdim. Göğüs kafesime tekmelerini atan canlı dumanlar yükseliyor. "Denemedim mi sanıyorsun? Kaç kere denedim. İlk denememde en yakın arkadaşım, Pel engel oldu. Erkendi. Hoşlanmam yeni olmuştu, o gün işte o gün yapacağım vakitti. Pel, sevgili yapar. Sevdiyle çıkar, benim ilk. Hayatım boyunca sevgilim olmadı, engel olan annem var. Yanımda olmasa bile ensemde."


Oda derin nefes alıp verdi. "Ensene üfleyen annenin urganı olabilir, vazgeçme söyle. Güvenin olsun."


"Kime?" diye sordum. Merakla.


"Kendine." dedi. Tek kelimeyle.


"Güveniyorum."


"Hayır! Güvenmiyorsun. Kendine. Habibe hiç düşündün mü? Merak ediyorum. Sana, çevrene odak birinin;'kapalı biriyle çıkmam' cümlesini kurup, aylar sonra tesettürlü biriyle çıkması saçma değil mi? Değil demek yerine sadece düşün. Aklım almıyor, seni biliyor. Görmezden geliyor, sen korkaksın o senden daha korkak. Korkak kız çocuğu, herkese aslan kesilip sana lal olan çocuğu halen nasıl sevebilir?"


Sahi korkak biri miyim?


Korkak değilim, kaç kere evinin dibine gittim, kaç kere arabasının önünde durup bekledim, saymadım bile, içtiği sigaraları bile sayıp sakladığım zamanlarda bile yine nerede olursa olsun onunlayken, haberi bile yokken ona adım atacağım sırada onunla ilgili duyduğum iğrenç cümleler durdurdu. Yine ben habersiz gittim. Bankın üzerine oturu kurduğum senaryoları demeyeceğim sırada aksilikler karşıma çıkıp engel oldu.


Onu böyle severken bide üstüne uzaktan sevmenin acısını çekiyorum.


Ben onu daha ne kadar sevebilirim, daha ne kadar kalbimin mezarında duman niyetine saklayacağım, bende bilemiyorum, saklamak yada saklamamak ikiside sonum olacak.


Sonumdan, güzel olacak herşey çirkin. Çirkindir, güzel olan şeyler.


Sigara, saat, şarkı ve çay sever korkak kadın, bide onu bide onu.


Masum değiliz, kalbimiz nefret.


"Beni sevmiyor." dedim. Kafamı eğip dudağımı büzdüm. "Haberin olsun, bilmiyor. Gözlerinde nefret var, bana karşı. Görsen, beni görünce midesi bulanıyor. Buzul yosun gözleri tek bana düşman. Yakın arkadaşı Niyazi bana herşeyini anlatır, bir keresinde ona demiş ki; Rahat olsun kimse onunla çıkmaz. E haklı. Çıkmak isteyen olurda kabul eden kişi ortada değil." dedim. Gülerek. "Zaten," dedim. Portakal suyundan yudum alıp keyifsiz tebessümle. "Babasının sevmediği kız çocuğunu kim sever."


"Habibe." dedi. Art niyet olmadığını tabikide biliyorum. "Yapma,"


Kendine bunu, öyle düşünme.


"Kendine bunu, öyle düşünme." dese bile gerçekler bunlardan ibaret.


"Gerçekler." dedim. Usulca kafasını eğip, ellerini izledi. Ellerinden başla, kollarına doğru hem izmarit izleri hemde geçmeyen izleri yerli yerinde. Acıdığını bilsem bile kendisi belli etmiyor, etmez. Acısını saklar. Hep ağlar, benim yanımda gülmeyi sever.


"İşlerim var." dedi. Kaçarcasına.


Ağzımı bile açmadım, yerimden kalkıp dışarıya çıkmak için adımlar attım, öyle yavaş ve hissiz. Boğazıma keskinden daha keskin bıçakla kesilmesine rağmen kan dökülmüyor, dökülmez. Acıtmaz. Gözümden yaş getirmez, ağlamak sadece bana özel ayda gerçekleşir. Ağlamak insanı güçsüz gösterir, ağlayan insanın kalbi kinlen büyür.


O gün eve gidene kadar yedi dal sigara içtim, sabaha kadar senaryo kurduğum sırada on adet içip bir bardak çay içtikten sonra koltukta uyuya kaldım, lambamı açmayı unuttum, unuttum. Yere yapışıp alnımı vurdum, gece yarısı bide üstüne yatmadan önce yara bandı alıp geldim, sabah uğraşamazdım.


Sabahın;07.00 kalkıp elimi yüzümü yıkadım, üstümü değiştirip formamı giydim, sigara koktuğumdan siyah gül kokusunu veren parfümümü sıktım. Pek fazla makyaj yapmam, kişisel aile baskısı sayesinde sevemedim, seveceğim varsa bile yandı bitti kül oldu, sağ olsunlar. Çantamı düzeltip, haftalık ders programını yavaşça okuyarak düzgün şekilde dizdim. Ah çekerek çantamı kapının girişine bıraktım. Siyah uzun kabanımı kollarımdan geçirip giydim. Önünü kapatmayı severim, mevsim ilkbahar olmuş olsa da kışın soğuğu ve ben kıştan nefret ediyorum. Birincisi, sonbahar ikincisi kıştan nefret ediyorum. Soğuğa alışkın değilim yada alerjim var. Diğer günlere göre bugün iyidi.


Sabır ayları.


Okul binasından giriş yapmadan önce nefsime yenik düşerek sigara içip ondan sonra giriş yaptım. Bir ders geç kalmışım, haftanın başlangıçlarından beridir. Hava soğuk hava cidden baya onun içi gibi soğuk. Petege doğru ilerleyip, resmen kendimi yapıştırdım. Sıcaklık iliklerime kadar girdi, içime karıştı. Kansız bedenime soğuk girince içime kapanırım.


Merdivenlerden gelen ayak sesleriyle beraber gelen o yöne baktı, bakışım bile sıcaklık. Gri ayakkabıların sahibine bakmak için kafamı kaldırıp baktım, yosun gözlerin güzel kalpli sahibine aitti. Atkı veya eldiven ortada olmamasa bile şapka kafasında. Gülümsememi engelledim, donuk ifademle gözlerimi kaçırdım. Havuç kokan birine şayet buzdan ibaret yüzü artı bir buzdan kalbi var.


Havuç, beyinli.


"Yasir." dedi. Tanımadığım yersiz çocuk. Evet, o, onun adı Yasir. Anlamı: huzur. Demek. Onun gözlerinde huzuru görmem bile yok. Hani insan severken bile nefret eder ya o bile bende yoktu, olamazdı. Onu bu denli severken, ondan nefret edecek kalbim olacaksa ölsün.


Yada o ölsün, bizsiz. Oda yaşarken.


Kıyamam.


Benim yaşamaya tutunmam sebebim.


Önümden geçip gideceği sırada şapka tamda ayağımın üzerine düştü. Kafamı kaldırıp bakacağım sırada utançtan yere bakmaya devam ettim. Şapkayı alacağı sırada fısıldadı.


Sesi kalındı. "Bağcıkların açılmış."


Durdum, kafamı salladım. Dilim o konuşunca lal olup beni geriye attı. Tam egileceğim sırada, onun elleri bağcıklarımın üzerine görünce yutkunamadım. Bana ne oluyor? Yada sana ne oluyor? Lanet olası kalbim neden bu kadar hızlı atıyorsun. Ah delireceğim. Bağcıkları bağladı, düzenle. Diğerini açıp kendisi gibi düzeltip ayağa kalkıp şapkayı çırpıp kafasına taktı.


Benim şapkamı, bilmeden özen gösteriyor.


"Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Onun duyacağını sanmadım, duymaz sanarken.


O duydu.


"Rica ederim, Niyazinin arkadaşı."


Kaşlarımı kaldırıp. "Anlamadım?"


Ağzını açacağı sırada Irmak içeriye daldı. Gözlerinde yıldızlar inmişti. Boynunda benim atkım, ellerinde benim eldivenler. Tatlı gözüküyor. Yakışmış, bana yakışmayanlar. Yanağımı dişledim, acıyla peyda oldu dudaklarımda, yemin ederim ağlamayı şuan istedim,ağlamıyorum.


Kızım dedim yine ağlasana. Yok, susacak, onun ayı gelince birden kusacak. Yalnız, sen sadece yalnızsın. Anlaman için çocuk daha ne yapsın. Seni sevmediğini açıkça belli ediyor. Zorlama artık, sevme düş yakasından. Boynunda lekesin.


Anla Niyazinin arkadaşı.


Titreyen ellerimi es geçerek, onun adım attığı merdivenleri geçerken Pel karşımda belirince geri adım atacağım sırada beni tutup koluma girdi, bir eli sırtımı sıvazlıyor. Yapma sevme diyor, görüyorum gözlerinde. Odalarımın içinde o benim hazinem. Kaç yıl geçerse geçsin, benim ilk aşkım. İlk aşklar hiçbir zaman unutulmaz. Aklının köşesinde durur.


"Ağla içini dök. "


Ağlayınca geçer mi?


Sahiden?


Geçer.


Bir sigara ve biraz uyku.


"İçimi dökersem ona bana yazık."


Ne ajitasyon, parmaklarının arasında yer alınmış sigarayı dudaklarına yerleştirmiş, ciğerlerine çekerek öksürüyor. Onunla beraber kavrulan, yağmur damlacıkları en çok oturduğu bankı ıslattı. Hep böyle olacak.


Onun kıyamadığı kişiler var, bana bilmeden kıymayı severdi, öyle.


Loading...
0%