Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@havvaonline

Petrol

 

"Ya ne yapsaydım Mert, burada oturup senin gibi izlese miydim yangının büyümesini?" diyen Kerem, elinin yanmış kısmına diğer elindeki şişeden su döküyordu.

 

Onu izleyen iki arkadaşına işinin arasında ters bir bakış attı.

 

"Ne bakıyorsunuz, Duru gelirse odasını öyle görmesin..."

Öfkeyle yanındaki buzu alıp elinin üzerine yaklaştırdı.

 

"...Zaten kızın milyon tane derdi var. İçeriyi temizleyin." Karşısındakilere konuşsa da sanki söyleniyor gibi bir hali vardı.

 

Onu sessizce izleyen ikili Mert ve Lina, Kerem'i daha fazla öfkelendirmemek için emre itaat ederek petrolün iç kısmına doğru ilerlediler.

 

Koca bir petrol zincirinin dört ortağının çocuklarıydı onlar. Kerem, Lina, Mert ve Duru. Babaları onlara bırakacağı işleri öğrenmeleri için onların bu petrolde altı ay çalışmalarını istemişlerdi. Onlar ise bunu kabul ederken henüz işin ne olduğuna dair en ufak fikirleri bile yoktu. Bir ayda kavramış olsalar da farklı meslek gruplarındaki dörtlü için bu iş hala zahmetli bir işti.

 

Kendilerinden daha fazla çalışan arkadaşları Duru için sürpriz yapmak isterken yakmışlardı onun petroldeki odasını. Mert'in yaktığı mumlar yalnızca masadaki evrakları tutuşturmuş olsa da Kerem, önemli olduğunu bildiği evraklar yanmasın diye aklına ilk gelen şeyi yapmış, yanan evrakları eliyle söndürmüştü.

 

Kısa süre sonra içeriden çıkan ikili tekrar Kerem'in yanına gelirken Mert, petrole yaklaşan arabayı işaret ederek konuştu.

 

"Duru geliyor. Bir şey belli etmeyin de o kadar derdin arasında bir de bizimle uğraşmasın"

 

Duru, arabasını park edip yanlarına gelene kadar hepsi çoktan yüzlerine gerçek gibi görünen sahte gülümsemeler yerleştirmişti.

 

"Nerede kaldın sarışın, gözümüz yollarda kaldı?" diyen Lina'ya bakmayan Duru'nun gözleri Kerem'in yanmış olan eline kilitlenmişti.

 

"Ne oldu eline" diyerek gök mavisi gözlerini şaşkınlıkla açarken karşısındaki genç adam canı yanmasına rağmen gülmüştü. Kerem, tam cevap verecekken Mert petrole gelen arabayı görerek hemen bir şeyler düşündü.

 

Bir çırpıda "Klasik Kerem ve kahramanlıkları işte, ben müşteriye bakayım, Lina çayı koysun, sen de tulumunu giyin ve gel" diyerek Kerem'i açıklama yapmaması için sustururken Duru'ya attığı bakışlarla onu içeri sokmuştu. Duru ise şaşkın bir şekilde, mutfağa ilerleyen Lina'nın peşine takıldı. Kafasını meşgul eden şeyler oldukça fazla olsa da her gün bir yenisi daha ekleniyordu.

 

"Neler dönüyor yine Lina" diye sordu Duru kendini tutamayarak.

 

Karşısındaki Uzun kahverengi saçlarını parmaklarına dolayan Lina onu duymamış gibi yapacaktı ki Duru'nun, üsteleyici ve keskin bakışlarından kaçamayarak cevap verdi.

 

"Sabah, sen gelmeden önce ufak bir yangın çıkmış ama temizledik merak etme hiçbir şeye bir şey olmamış" diyen Lina kısaca anlatsa da Duru bu açıklamaya tatmin olmamıştı fakat daha fazla üstelemeye de hâli yoktu.

 

Daha fazla oyalanmadan işe koyulmalıyım diye geçirdi içinden. Çalışmak ve kafasını meşgul etmek fazla işe yaramasa bile en azından biraz derdini unutturuyordu ona.

 

Adeta ev gibi dizayn edilmiş petrolün içindeki odasında, ona göre ofisine, girerken içeriden gelen duman kokusuyla duraksadı. Kendisine söylenmese de kararmış ahşap masası yangının kendi üzerinde çıktığını ele veriyordu.

 

Kerem de tahminine göre zaman kaybetmemek adına yine ellerini ateşi söndürmek için feda etmişti.

 

Kafasını sallayarak düşüncelerini dağıtıp kıyafetlerini koyduğu ve şahsi eşyaları bulunan dolabının karşısına geçti. Üzerindeki beyaz tişörtün petrol ortamında çabuk kirleneceğine kanaat getirirken dolaptan aldığı altındaki kargo pantolonun rengine uygun siyah tişörtünü giyindi.

 

Burada herkesin kendine ait bir odası vardı. Kerem'in odası tam bir ofis gibi kullanılırken diğerleri odalarını daha şahsi ortamlara dönüştürmüştü. Bir de şirin mi şirin mutfakları vardı.

 

Dolabının aynasında kendisine bakarken saçlarının salık bıraktığında güzel olmadığına kanaat getirip buğday sarısı saçlarını tepeden toplayarak at kuyruğu yaptı.

Odasından hızla çıkarken Kerem'in göğsüne toslamasıyla alnını tutup geri çekildi.

 

"Yavaş ol Sarıkız, gittiğin yerde ne var" diyerek gülen Kerem, Duru'yu da güldürmüştü.

 

"Kusura bakma Kerem" dedi Duru.

 

"Sorun değil...

"...de senin kargo geldi ben de açmış bulundum" dedi Kerem, Duru'nun gözlerine bakarken. Elindeki kağıdı Duru'ya uzattı.

 

Duru bir an duraksadı. Hastanede çalışan arkadaşından sonuçları ona göndermesini istemişti fakat telefondan göndereceğini düşünmüştü.

"Bakmak istemiyorum Kerem. Sonuç neymiş söyler misin?" diye sordu Duru, mavilerine bakan Kerem'in zümrüt yeşili gözlerine bakarken. Onun boyunun kendisinden neredeyse yirmi santim uzun olmasıyla kafasını Atakan'a bakarken yukarı kaldırmak zorunda kalıyordu.

 

Kerem, Mert ve Lina'nın onları dinleyip dinlemediğini kontrol ederek Duru'ya döndü.

 

Kerem titremesine engel olamadığı sesiyle kurmuştu cümlesini.

Duru'nun ise duymak istemediği sözcükler Kerem'in dudaklarının arasından dökülüp kalbine batarken gözleri dolmuştu.

 

"Negatif, Baban Barış amca değilmiş" demişti.

Kerem, Gözleri dolmuş çocukluk arkadaşını hatta süt kardeşini hızla kendine çekip bağrına basarken Duru'nun gözyaşları kesilmeksizin akıyordu.

 

"Ağlama güzelim biliyordun zaten. Sadece emin oldun." dedi Kerem, teselli verici sesiyle. Lina ve Mert'in daha fazla onları göremezlerse kontrole geleceklerini bildiği için Duru, hızla Kerem'e sardığı kollarını çekip gözyaşlarını elinin tersiyle sildi. Hiçbir şey olmamış gibi ellerini cebine sokarak gözyaşlarının daha fazla gelmesini engellemek ister gibi yukarı baktı.

 

"Çilek gibi oldun" dedi Kerem, onu neşelendirmek isteyerek. Duru'nun ve gözleri sarışın olduğu için hemencecik kızarmıştı.

 

"Biliyordum ama bunu benden yirmi üç yaşına kadar saklaması canımı yakıyor." dedi Duru hüznün yok olup öfkenin yerini aldığı yüzünde.

 

Kerem kolunu omzuna attığı Duru'yu dışarı doğru götürürken Lina'nın çay dolu tepsiyle dışarıda onları beklediğini gördü. Yanlarında çalışan Hakan, Göktuğ ve Mert'in kardeşi Melis'le birlikte dışarıda kurulan masaya geçtiler.

 

Tepsiden çaylarını alıp sohbete koyuldular.

 

Hapşıracağını anlayan Lina çayını elinden bırakıp hapşırmıştı ki Mert kendi kendine söylendi.

 

"Giyersen incecik, üşürtüsün tâbi"

 

Lina duymuş olmalı ki çayını tekrar eline alırken konuştu.

"Ne yapayım, kazak mı giyeyim?"

 

"En azından hırka giyin. Hep ben mi düşüneceğim sen...öhö öhö" Mert kırdığı potların farkındalığıyla durdu.

 

"Yani şey demek istedim, Sizi demek istedim hah, evet Melis'te yılın bu aylarında hastalanıyor ya onu kastettim yoksa seni neden düşüneyim yani..." Mert iyice dibe batarken Lina hızla ayağa kalktı.

"Tamam Mert, beni değil Melis'i kastettin, anladım uzatma" diyerek hızla petrole girdi.

 

Kerem, sağlam olan elini Mert'in kafasına geçirirken Duru ve diğerleri olanları gülerek izliyordu.

 

"Sen harbiden salaksın oğlum, hayır düşündüm desen ne olurdu da kızın kalbini kırdın?"

 

Mert dudağını bükerek omuz silkti. O da farkında değildi ki söz konusu Lina'yken saçmalamalarının.

 

Onlar konuşurken onlara seslenen bir adam ile duraksadılar.

 

"Koca adam bir bakar mısın sana sesleniyorum" diyen kumral, uzun boylu adam onların yanına kadar gelmişti. Kerem de ayağa kalkıp adama doğru ilerledi.

 

"Buyurun ne istemiştiniz?" dedi Kerem karşısında ne kadar uzun da olsa kendisinden kısa duran adama bakarak. Bakışları daha önceden tanıdığını belli ediyordu.

 

"Aracımız yolda kaldı da acilen şehre gitmemiz gerekiyor. Bize yardımcı olabilir misiniz?" diyen kumral adamı Duru yanıtlamıştı.

 

"Çekici ile aracınızı buraya getirebiliriz. Petrolümüzün arka kısmı araç bakım ve tamir atölyesi olarak kullanılıyor, orada aracınıza bakarlar." dediğinde adam hızla

 

"Çabuk olabilir miyiz, çok acelemiz var?" diyerek Duru'ya baktı.

 

"Oturun biraz, biz hallederiz beyefendi" dedi Kerem, işaretiyle Mert'i çağırarak.

 

Sonra da Duru'ya döndü.

"Hadi bakalım Duru. Çekiciye atlayın Mert'le, beyefendinin göstereceği aracı bakım atölyesine getirin." diye komut verdi. İkisi de ellerindeki çayları bırakıp kalkarken Mert hızla içeri gidip çekicinin anahtarını alıp Lina ile birlikte dışarı çıktı.

 

Kerem'in hala karşısındaki adamla konuştuğunu görerek tekrar yanlarına gitti.

"Siz çekiciye geçin o halde. Duru ve Mert, arkadaşımız tarif ettiğiniz yerden aracınızı alsın" diyen Melis'le, Kerem başını iki yana salladı.

 

"Vazgeçtim. Arabana atla Duru, sen çekiciye yol göster. Yiğit bey de seninle gelecek. Yetişmeleri gereken önemli bir ameliyat varmış vakit kaybedemezler. Mert ve Hakan da çekiciyle geliyor" diyen Keremle Duru'nun, adının Yiğit olduğunu öğrendiği adam onun aracına yönelmişti.

 

"Aracımın o olduğunu nereden biliyorsunuz" diye dikkatle bakan Duru fazla detaycı olması sebebiyle çok dikkayliydi.

"Daha önce gördüğümü hatırlıyorum" dedi Yiğit. Arabaya ilerleyip başında beklemeye başlarken Kerem, Duru'yu kolundan tutarak durdurmuştu.

 

"Duru, sen adamı şehre götürsen olmaz mı? Kendin de gitmiş olursun. Hem kafa dağıtmış olursun hem de gitmişken Kağan'ı da ziyaret edersin. Beni görmek istemiyor kırma beni. Hem Yiğit'i de tanıyorum ben. Kardeşimin doktoruydu. Güvenilir insanlar yani" dedi kedi gibi büyüttüğü yeşil gözleri ile Duru'ya bakarken.

Bunları duyan Göktuğ da yanlarına geldi.

"Duru abla ile ben de gidebilirim. Tanımadığı insanlarla gitmiş olmaz hem."

 

Duru'nun bu teklif karşısında vereceği cevap elbette basitti. Kerem'i kolay kolay kıramazdı.

 

"Yarın döneriz ama. Tatil yapacak moda sahip değilim çünkü" dedi Duru dik tuttuğu omuzlarını indirirken. Hayat onun omuzlarına oldukça fazla yük yüklemişken tüm ihanetlere karşı dimdik durmaya çalışıyordu.

"Sen Yiğit bey'e açıkla ben hazırlanıp geliyorum"

diyerek ofisine geçti genç kız.

Dolabından çıkardığı siyah yumuşak hafif tüylü kumaşı olan hırkasını ve petrolde nöbete geliş gidişleri için lazım olacağını düşündüğü için önceden hazır bulunan çantasını da sırtına atarak ofisinden çıktı. Kasvet şehri diye adlandırdığı şehirden son dakika aldığı bu kararla kaçması onu mutlu etmişti.

 

Beş saat önce Yusuf Emir'de

Kendisi için hazırlanan sebze suyunu burnunu kapatarak dudaklarına yaklaştırdı genç adam. Evindeki mutfakta görevli olan Yaz Teyzesinin zayıfladığını söyleyerek yaptığı tadı kötü olan sağlıklı şeyleri onu kırmamak adına sonuna kadar bitiriyordu Yusuf Emir.

 

Kokusunu ve tadını almamak adına büyük yudumlarla bardağı bitirirken tiksinerek içtiği için ürpermişti.

 

"Çok güzel olmuş Yaz Sultan, ellerinize sağlık" diye mutfaktan seslendi salonunu toparlayan hanımefendiye.

 

"Afiyet olsun Emir bey şey yani Yusuf bey. Doktor arkadaşınız Yiğit bey geldi" diye seslenen Hayat hanımın sesiyle içeriye dalan Yiğit

"Hemen koş çantanı hazırla. Ameliyat için görevlendirildik. Ertan hocanın erkek kardeşi Şehit Er .... hastanesinde yatıyormuş. Ertan hoca da onun ameliyatı güvendiğim doktorlar tarafından yapılsın diyerek bizi görevlendirmiş birkaç saate gitmiş olmalıyız" diye nefes nefese kalırken ona hayretle baktı Yusuf Emir.

"Bakma bana öyle esmer şeker, koş" dediğinde komuta uyan Yusuf hızla merdivenleri çıkarken

"Haber alır almaz söyleyemez misin şöyle şeyleri, ayrıca bir daha bana esmer şeker dediğini duymayayım?" diye söylenerek odasına geldi.

 

'Ne kadar süre orada kalacağımız belli değil' diye düşünerek eline gelen kıyafeti orta boydaki mavi bavuluna koyarken dizüstü bilgisayarını da kırılmayacağına emin olduğu bir şekilde yerleştirip bavulunu kapattı. Telefonunu ve kulaklığını da alarak hızla çıktığı merdivenleri bavuluyla, normal hızla inerken arabasının korna sesiyle Yiğit'in çoktan dışarı çıkmış olduğunu anladı.

 

Yaz teyzesine haber vermediği kapıyı kapattıktan sonra aklına gelirken 'telefonla ararım' diyerek bavulu bagaja koyup -Yiğit çoktan şoför koltuğuna bindiği için- yolcu koltuğuna geçti.

 

Yol uzun süreceğinden ve Yiğit'in hiç susmayacağını bildiğinden kulaklığını geçirip müziği son ses açarak başını arkaya yaslamıştı.

 

Upuzun yolda ailesi ile yaptığı yolculuklar aklına gelmişti. Babasının öfke problemleri yüzünden onu terk eden annesinin uzun bir zaman sonra geri dönmesini sindiremeyip onunla bir daha karşılaşmamak adına evinde çalışan Yaz teyzesinin mahalledeki yalnızca kendine ait olan evini almıştı.

Çalıştığı hastaneye de yakın olan bu mahallede onu kendisine çeken bir şeyler olduğunu hissediyordu.

 

Bir kız ve bir erkek olan ikiz kardeşlerinden yana ise içi rahattı. Yatılı okullarında ne terk edildiklerinden ne de annelerinin tekrar döndüğünden haberleri vardı.

 

Yiğit, Yusuf'un kulaklığını çıkarırken gözlerini açan Yusuf'a

"Ameliyat için yetişmemiz gerekiyor. Trafik olursa işimiz zorlaşacak." dedi sakince.

O sözünü bitirir bitirmez dudaklarını aralayan Yusuf, daha konuşmadan arabanın teklemesiyle dikleşti. Önünden duman çıkan aracının muayenesini daha yeni yaptırmış olmasına rağmen bunun neden olduğunu anlayamayarak Yiğit'in sağa çektiği araçtan indiler. Dumanların arasında kalan iki genç birbirlerine baktı.

 

"Şimdi ne yapacağız" dedi Yusuf, koyu kahverengi saçlarına sinirle elini geçirirken.

 

"İleride bir tesis vardı ben oraya gidiyorum. Sen burada bekle" diyerek ona fırsat vermeden koşmaya başlayan Yiğit'in arkasından bakakaldı Yusuf.

 

Aldığı günden beri hiçbir arızası olmayan aracı, kariyerinin ve bir insan hayatının bu önemli gününde arıza yapmıştı.

 

Sinirle söylenirken cebinden telefonunu çıkardı. Ekran kilidini girmesiyle şarjı bittiği için kapanan telefonuna daha da fazla öfkelenerek tekerleğe tekmeyi geçirdi.

'Ne oluyorsa önemli günlerimde oluyor zaten' diyerek şoför koltuğuna geçti. Anahtarı kontaktan çıkarıp kaputu açtı. Yüzüne gelen duman onu öksürtürken eliyle dumanları ittitir gibi bir hareket yaptı. Sorunun ne olduğunu anlasa bile bu ortamda çözemeyeceği için kaputu çarparak tekrar kapattı.

 

Yiğit'i beklediği sürece volta atmaya başlamıştı ki daha önce de gördüğü bir arabanın yolcu koltuğunda üzerindeki sarı tişörtten tanıdığı Yiğit'i görürken dudaklarını araladı.

Arkalarından ise bir çekici geliyordu. Yusuf'un yanında duran siyah aracın içinden inen Yiğit'e bakan Yusuf'un kömür karası gözleri Yiğit'ten ayrılıp sürücü koltuğundan inen sarışına takılıp kalmıştı ki

yanına gelen Yiğit'in

 

"Bakma kıza far görmüş tavşan gibi atla arabaya" dediğinde gözlerini genç kızdan çekmişti Yusuf. Duru'nun açtığı bagaja Göktuğ ve Yiğit, bavulları koyup kapattıktan sonra aklına gelenle ön koltuk yerine arkaya geçip kapıyı kapattı. Göktuğ'u da bir şey gösterme bahanesiyle yanına çekmişti.

 

Duru'nun

"Ne bekliyorsun atlasana hadi" demesiyle kendine gelen Yusuf öylece dikildiğini ancak anlayabilmişti.

 

Sürücü koltuğuna geçen Duru'nun ardından tek boş yer olan şoförün yan koltuğuna geçmişti.

 

"Neler oluyor Yiğit" diye sordu arkasına bakmadan.

 

"Ameliyata yetişmemiz gerekiyor. Bunu petroldeki bir arkadaşa söyledim o da bize yardımcı oldu. Bu arkadaşlar da bizi gideceğimiz yere kadar bırakacak" dedi Duru'ya bakarak

"Ben Göktuğ" dedi Göktuğ Yusuf Emir'e. Yiğit'le zaten yolda tanışmışlardı.

"Duru, ben de" dedi genç kız da hala yola bakarken.

"Bu arkadaşta Yusuf. Oğlumuz utangaçtır biraz" dedi Yiğit iki koltuğun arasına sıkışarak. Yiğit'in dediğinde Duru hariç üçü de gülmüştü.

 

Duru, bir anlığına Mert'in, farklı bir versiyonu olduğunu düşünmüştü, Yiğit'in.

 

"Memnun oldum. Her şey için teşekkür ederiz. Bu arada Yiğit, senin telefonunu uzatsana benimkinin şarjı bitti. Şarj aleti de evde kalmış" diyen Yusuf hala Yaz teyzesine haber vermemişti. Gelmeyeceğini bilip akşam yemeği hazırlanmasını istemedi Yusuf.

 

"Benimki çoktan kapandı be esmer şekerim" diyen Yiğit'in sesiyle Duru'nun yüzünde anlıkta olsa bir gülümseme belirtmiş ama anında silinivermişti.

Onun bir anlığına da olsa sağ yanağındaki gamzesini gören Yusuf gözlerini ondan ayırarak arkasına yaslandı.

 

"Benim telefonumu kullanabilirsin" diyen Duru'nun sesiyle tekrar ona bakan Yusuf hala yola bakan Duru'nun elindeki telefonu aldı.

 

Telefonu açtığında şifre olmamasını garipsemişti.

Başlangıç ekranında yeşil gözlü, uzun boylu, yakışıklı birisiyle Duru'nun gülümseyen bir fotoğrafını görmesiyle kaşları çatıldı. Fotoğraftaki Duru'ya daha da dikkatle bakarken ne kadar kusursuz olduğunu düşündü. Sarı dalga dalga saçları, gök mavisi gözleri, yüzünü süsleyen iki de gamze... Uzun süre fotoğrafa baktığını fark ettirmeden telefon rehberine girerek ezbere bildiği numarayı tuşlarken bu numaranın telefonda daha önceden kayıtlı olduğunu fark etmişti.

Bir defa çalan telefon ikinciye açılmıştı.

 

"Duru, kızım. Bende senden ne zamandır telefon bekliyordum. Kurtuldun mu o insanlardan nihayet?" diyen Yaz hanımın sesiyle şaşıran Yusuf

"Ben Yusuf, Yaz Teyze. Şarjım bitti de bir arkadaştan aradım. Bir haftalığına iş seyahatine çıkıyorum da onu haber vermek istedim" dedi Yusuf sakince. Kaşları çatılmıştı. Duru'nun kurtulmak istediği insanlar da kimdi.

 

"Kusura bakmayın Emir oğlum. Komşudan arayacağınız aklıma gelmemişti" diyen Yaz hanım, babasından gizli mahallede bir ev tutan Duru'nun komşusu hatta sırdaşı olmuştu.

 

"Anlıyorum görüşmek üzere" diyerek telefonu kapattı Yusuf. Kara düşünceler içinde kapattığı telefonu tekrar Duru'ya uzatırken bu kızı değil ama siyah renkteki arabasını mahallede gördüğünü anımsadı.

 

"Yaz hanımı aradım ama numarası sizde kayıtlıymış galiba" dedi Yusuf soru sormasa da cevap bekleyerek.

 

"Mahalleden tanışıyoruz. Siz nereden tanışıyorsunuz?" diye sordu Duru. Biraz sohbet etmek kafasını dağıtacaktı. Zaten Kerem de bunu bilerek onu bu yola göndermişti.

 

"Bana evde yardım ediyor" dedi Yusuf kısaca. Ondan bir çalışan gibi bahsetmek hoşuna gitmiyordu. Neredeyse her hastalandığında başında bekleyen kadına rağmen hiç yanında olmayan annesi kalbini sızlatıyordu.

 

"Doktor Emir sen misin? diyen Duru'ya

"Evet o Emir ismini sevdiği için öyle diyor" diye açıklama yaptı Yusuf Emir. Duru onu tanıdığına göre Yaz hanım, ona Yusuf'tan bahsetmiş olmalıydı.

 

Kendisine bir kez dönüp bakan Duru'yu fark etse de yüzünü yoldan ayırmadı Yusuf. Duru tekrar önüne döndüğünde

 

"Neye baktın?" dedi Yusuf merakla, kendine engel olamayarak.

 

"Yaz teyzenin anlattığı kişiye benziyor musun diye baktım." dedi Duru hala gözlerini yoldan ayırmayarak. Uzun zamandır ilk defa bir yabancıyla uzun bir diyaloğa girmişti.

"Nasıl anlattı ki Yusuf'u" diyerek kendini belli eden Yiğit merakla yine iki koltuğun arasına kadar gelmişti.

 

"Oğluna kız arayan teyzeler gibi işte" diyerek gülümseyen Duru'ya Yiğit'in kahkaha atması Yusuf'un alışık olduğu bir durumdu.

 

Yola dördü de sessiz sedasız devam ederken saatler sonra gördükleri tabela ile sevinmişlerdi.

 

Arkada Göktuğ'un dizinde uyuyakalan Yiğit'in kısıkta olsa radyoda çalan şarkıdan rahatsız olmaması için radyoyu kapatan Duru'ya

 

"Az kaldı yolumuz zaten. Uyansın bir zahmet" dedi Yusuf tekrar radyoyu açarken.

 

Saate baktığında ameliyat saatine hala iki saat olduğunu görünce sevinmişti. Duru iyi bir sürücüydü ve kazasız bir şekilde oldukça hızlı gelmişlerdi.

 

Duru, Yusuf'un tarif ettiği hastanenin önünde durduğunda onların gelmesini bekleyen insanları fark etmişti. Araçtan inip bagajın önünde duran Yusuf ve Duru iki bavulu da arabadan indirip hastanenin önündeki adamlara vermişlerdi. Yusuf'a bir kart uzatan adam, kartı verip hızla uzaklaşırken Yusuf bir otele ait olan anahtar işlevli karta baktı. Arkasında da bir not vardı. Notu açıp okumadan arabada uyuyan Yiğit'in camını tıklattı. Göktuğ da dizinde uyuyan Yiğit yüzünden arabadan inememişti. Yusuf, biraz sert tıklatmış olmalıydı ki Yiğit korku içinde uyanmıştı.

 

"Her şey için teşekkür ederim Duru. Rica etsem bir yarım saatini daha bize ayırır mısın?" dediğinde Duru başını iki yana salladı

"Maalesef birisini ziyaret etmem gerekecek" diye itiraz edecekti ki

Yiğit araya girdi.

"O koca adam senin de iki günlüğüne Muğla'ya gittiğini söylemişti, koskoca iki gün elbette uğrarsın. biz sizin iyiliğinizi reddetmedik sıra sizde" diyerek arkasına bakmadan ilerleyen Yiğit hastanenin kafesine doğru yöneldi. Ses çıkarmadan birbirine bakan ikili Göktuğ ve Duru da Yiğit'i takip eden Yusuf'un peşine takılarak kafeteryaya gelmişlerdi. Klimanın karşısında bir yer seçtiler. Onlar otururken Yiğit gidip yemekleri getirmişti. Sekiz karışık tost ve sekiz farkl

 

 

Loading...
0%