Yeni Üyelik
1.
Bölüm

BALONCUK

@hayalbulutum

İstanbul Soğukçeşme Sokağı'nda oturan Dizdar Hanım, yeğeni Asude'yle sıradan bir hayat yaşamaktan memnudu. Ne kadar az olay, o kadar iyiydi.

 

Dizdar Hanım, alımlı ve çalımlı bir kadındı, ama hiç evlenmedi.Üstelik talibi çok olmasına, rağmen tüm teklifleri reddetti; yeğenine bakmalıydı. Güzel bir işte kurmuştu kendine mitoloji ve tarih alanında uzman bir öğretmendi, kendi kendini geçindirebiliyordu.Yeğeni Asude, dışında kimseye ihtiyacı yoktu, Yakında emekli olmayı da planlıyordu.

 

Asude, onun tam tersi düşüncelere sahip genç bir kadındı. Bu siyah saçlı kadın beline kadar dökülen saçları oldukça dikkat çekiciydi.

 

Mavi gözleri ise sanki camdan gibi parlıyordu. Teyzesi onun bu dikkat çekici aurasından hiç hoşlanmaz, ne zaman süslense ve bir yere gidecek olsa muhakkak engel olurdu. Kısaca ev hapsinde gibiydi. Süslenme, makyaj yapma, ojelerini sil her zaman saçlarını topla ve asla göz önünde bulunma. Bu katı kurallar bazen onda evden gitme isteği uyandırsa da bunca zamanın hatrı gitmesine izin vermiyordu.

 

Okulunu bile zar zor bitirmişti. Teyzesi o eski hurda kamyoneti ile onu okula bırakıp çıkışta da alıyordu. Asude, o zamanlar yer yarılsa da içine girsem halindeydi. Herkes ona tuhaf gözlerle bakardı. Bu yüzden okuldakiler onu hep garip bulup uzak durdular. Sadece bir çocuk onunla ilgilendi, ama şimdi hayal mayal hatırladığı o çocuk bir anda üniversiteyi bırakınca iyice yanlız kaldı.

 

Asude, yine teyzesinin kızacağı bir haberle yavaş yavaş yanına sokuluyordu. Soğukçeşme Sokağı'nda bir hotelde resepsiyon şefliği yapacaktı. Hem eve de çok yakındı, bu yüzden ikna etmem kolay olur sanıyordu. Teyzesi onun değil şehirden, mahalleden çıktığını duysa bile sanki başına bir şey gelecek gibi korkardı. Çoğu zaman da hep peşinde gezerdi.

 

Telefonuna aniden resepsiyonist olmak ister misiniz? diye bir mesaj geldiğinde, heycanlamıştı. İş ilanın nereden geldiğini ya da güvenilir olup olmadığına bakmadan , sazan gibi buna başvuran Asude, çok çabuk kabul de edildi, ama bunu garipsemek yerine normal hayata ilk adım gibi kabul etti. Tek sorun ise inatçı teyzesiydi.

 

Teyzesinin en sevdiği damla çukulatalı kurabiyelerden yapmıştı. Sınav kağıdı okuyan teyzesi kokuyu alınca, " Yine ne istiyorsun?" diye sordu.

Asude , " Hadi ya o kadar belli oluyor mu?" diyebildi.

 

Teyzesi kaşlarını çattı, elindeki kalemi bıraktı. Neyin geldiğini anlamaya çalışıyordu.

Asude hemen koşup teyzesinin omuzlarına masaj yapmaya başladı," Sabahtan beri sınav kağıtlarını okuyorsun, boynun tutulmuştur, canım teyzem," dedi.

 

Teyzesi şimdi daha meraklanıp onun konuşmasını bekledi.

Asude haberi bir anda söyledi," İşe girdim."

Teyzesi ona döndü ve tiz bir sesle, " Ne! " dedi.

" Sana maaşımın ikimize de yeteceğini söyledim. Nerden çıktı bu şimdi?"

 

Asude , öfkeli gözlerle, " Yeter! Nereye kadar senin himayende kalabilirim. Kendi hayatımı yaşamak istiyorum seninkini değil. İstesende istemesende bu İşe gireceğim.

 

Teyzesi, annenin emanetisin kozunu açarak söylendi, "Ben sana yıllarca baktım, sen benim kızım gibisin, Asude."

 

Asude artık o kadar bunalmıştı ki ağzından hiç istemediği cümleler döküldü, "Değilim! Senin kızın ve sen de benim annem değilsin!" dedi.

 

Pişmanlık açık pencereden rüzgarla içeri girdi, ayaklarına yavaşça dolandı, ama artık bir kere söylemişti.

Teyzesinin dolan gözlerine bakarken fısıldadı, "Ne yaptım ben?"

Artık yapabileceği tek şey odasına gidip kapıyı kapatmaktı.

 

Gecenin ilerleyen saatlerinde Dizdar Hanım oturduğu koltukta hala öylece duruyordu. Derin düşüncelere kapıldı. Doğru, Asude artık büyümüştü, ama teyzesinin sakladığı bir sır vardı. Bu nedenle Asude'nin gözden ırak olmasını istiyordu. Bunu ona söyleyemezdi. Henüz hazır değildi. Ya da kötü mü yapmıştı, onu her şeyden bir haber yetiştirerek...

 

Asude, hiç varolmadığı bir zamanda doğmuş, son maran soyundandı. Annesi Şah Meran onu sevdiğini söyleyen adam tarafından ihanete uğramıştı. Cemşab, Kara Yılan'ın eline düşmüştü. Ona Kara Yılan ya da zehre olan merakından dolayı Taypan da derlerdi.

 

Şah Meran kız kardeşlerini çok severdi, fakat Taypan kıskanç ve kindardı. Sıradan bir insan gibi hiçbir güce sahip değildi. Euryale, yani üçüncü kız kardeş, onun gibiydi lakin bunu dert etmezdi. Yeryüzünde kendine iyi bir hayat kurmuştu.

 

Teyzesi onu alıp Yerebatan Sarnıcı'nın içinde bin yılda bir gerçekleşen zaman girdabından geçmeyi başardı. Ağır bedeller ödendi. Şah Meran öldü.

 

Lakin kötülük peşlerinden yine de geldi. Tek iyi yanı girdapta Şah Meran'ın son anda kanıyla suladığı hançerini ona fırlatıp güçsüz düşürmesiydi onu.

 

Taypan'ın nerede olduğu bilinmiyordu. Sadece hançerin ondan güçlerini aldığı ve ruhunun da içine girdiği dışında bir şey bilmiyorlardı.

 

Bendensiz bir ruh ne kadar tehlikeli olabilirdi? Yine de tedbir elden bırakılamazdı. Ya Cemşab? Evet, Taypan'ın etkisindeydi ve evet, çok pişmandı ama onun soyu bu zamana kadar hala gelmişti.

 

O yoktu belki ama kökleri hala bir yerlerde geziyordu. Cemşab her ne kadar iyi olsa da onun soyunda da kana susamış olanlar vardı ve Şah Meran'ın kanını aldılar. Ölmüş olsa bile kanının güçleri olduğunu biliyorlardı. Başındaki kan maviydi, her derde şifa; gövdesindeki kan kırmızı, zehirdi içeni canavara dönüştürürdü; kuyruğundaki kan ise mor, bilgelik verirdi. Bu yüzden onun üç ayrı vücut parçasından üç ayrı kan aldılar. Şişelere saklayıp bu zamana kadar bu sırrı taşıdılar ama bu onların yanına kar asla kalmadı. İzinsiz alınan her kan bir can ile ödenecekti ve uğursuzluk tüm soyun erkeklerine geçti.

 

Kendini sirkeledi Dizdar Hanım, "Hayır, geçmiş bir kere aralanırsa ve kelimelere dökülürse felaket olabilir," diye düşündü teyzesi. Bunun yerine, katı kurallarını biraz esnetmeye karar verdi. Çalışmasına izin verecekti, yine de kalbi huzursuzdu.

 

Asude'nin odasının kapısını çaldı. "Sen haklısın, özür dilerim. Sana böyle hissettirdiğimi bilmiyordum," dedi.

 

Odanın kapısı yavaşça aralandı, şişen gözleri ağladığını ele veriyordu Asude'nin , " Üzgünüm. Bir az ağır konuşmuş olabilirim," dedi.

Birbirlerine sarıldılar, teyzesi çalışmasına izin vereceğini belirtti. Bir söz vermesini istedi.

Garip bir şey ile karşılaşırsa ya da garip bir ses duyarsa, ilk önce ona söylemesini istedi.

 

Asude bunun ne demek olduğunu anlamadı ve kabul etti. Bu onun sandığı gibi öylesine bir uyarı değildi.

 

Ertesi gün evden ayrılırken teyzesi ile göz göze geldi. Kahvaltı masası mükellef şekilde hazırlanmıştı. Dikdörtgen masanın, üstünde envayi çeşit reçel vardı. Zeytinleri her zaman ki gibi tek sayı halinde güzelce tabağa dizmiş, ince ince salatalık ve domatesleri dilimlemişti. Domateslerin özellikle kabukları soyulmuştu, Asude kabuklarını hiç sevmezdi çünkü.

Güzelde bir omlet tavanın üstünde kokusuyla cezbediyordu.

 

Teyzesi, " Hadi!" dedi. " Güzel bir kahvaltı yap. Zihnini açık tutar."

 

" Teyze, kahvaltı yapmayacağım, ama senden bir şans öpücüğü alırım."

 

Teyzesi olmaz öyle şey der gibi baktı, kafasını iki yana salladı. Elleriyle masayı gösterdi.

 

Asude masaya yanaştı, gerçekten yemeden gitmek çok zor olsa bile, dayanacaktı. İlk günden geç kalamazdı; öğlen olmuştu çoktan. Bir dilim ekmek aldı. Tezeliği ve sıcaklığı hala üstündeyken bal ve tereyağı sürdü.

Ekmeği teyzesine gösterip, " Bu yolluk bana yeter, hadi kaçtım ben!"

 

Teyzesi korku ve endişe ile bakıyordu, bir şey dememek için koltuğun kenarını sıkıca tutunuyordu. Aklından ise bir sürü endişe treni geçiyordu. Bu iş bir anda nereden çıkmıştı? Üstelik kendi mahallelerinde, tesadüf mü? dahası güvenilir miydi ? Yoksa o geri mi geldi ? Tuzak mı bu ? Asude henüz hiçbir şey bilmiyor...

 

Elleri boş kalmasın diye çayı aldı. Yudumluyordu, ona demek istediği şeyler olsa bile, bir süre rahat bırakacağına söz vermişti. İstmeden de olsa gülümsemeyerek, " İlk iş gününde başarılar. " dedi. Bu dünya için küçük bu teyze yeğen için çok büyük bir adımdı.

 

Teyzesi camdan onun otele doğru ilerleyişini izlerken ," Umarım korktuğum olmaz," diye boşluğa doğru konuştu.

 

Asude, teyzesine rağmen çok heyecanlıydı . Kalbi sanki ellerinde atıyordu. Önce otelin görkemli girişini gördü, Muhteşem bir avlu, rengarenk çiçeklerle süslenmiş mermerler ve ışıl ışıl avizeler sanki ona başka bir evrenin kapılarını açıyordu adeta. Bazı tur acentaları otelin içinde turist toplamak için yere batan sarnıcına geziye müşteri bulmak istiyorlardı. Pankartları bile vardı. " Yere batan sarnıcı, mistik ve tarih birleşiyor," yazıyordu pankartta.

 

Hatta üç gün sonra bu otelin düzenlediği bir gezi bile vardı. Asude kesinlikle cumartesi günü orada olacaktı. Bu ilk bağımsız gezisi olabilirdi. İçi içine gerçekten sığmıyordu. Dilim ekmeğinin son yudumunu da ağzına attı ve artık ona göre hazırdı.

 

O sırada, hemen yanından saçları bembeyaz olmuş hippi görünümlü bir adam geçti. Uzun beyaz saçları vardı.

Sakalıda uzundu. Üzerinde yeşil batik bir tişört ve kahverengi oldukça rahat görünen bir pantolonla otelin girişindeki masalardan birinde kuruldu. Kendi kendine konuşur gibi bir havası vardı. Bunu asa benzeri bir sopaya doğru yapıyordu. Sopa da çok dikkat çekiciydi. Bir yılan sopanın etrafına dolanmıştı. Gerçekten ilgisini çekmişti, Asude'nin. Adamın gözlerinde biraz delilik ve geçmişten gelen bir hikaye gizlenmiş gibiydi. Bir an adamla göz göze gelince , zihninde bir ses duyar gibi oldu,

 

" Hoşgeldin! " dedi soğuk ses.

 

Bunun bir yanılsama olduğunu düşündü. Sabahtan beri bu işe odaklanmıştı, kendini silkeledi ellerini açtı kapadı. Şimdi sadece yeni güzel işini düşünecekti.

 

Biri koşarak ona çarpana kadar iyi hissetmeye devam etti ya da kendini kandırmaya.

 

Çarpan kızın gözlüğü yere uçtu. Kız kıvırcık saçlı ve minyon biriydi. Üstünde krem rengi tayyör vardı, ona uyumlu beyaz bir bluz ve krem renk topuklu giymişti. Topukluları gerçekten çok yüksekti. Boy dezavantajını yok etmek için böyle giymişti. Yürümek oldukça zor olsa da iş için dayanmalıydı. Kız fırlayan gözlüğünü bulup taktı, kafasını yukarı kaldırıp "Çok pardon, acelem vardı da," dedi. Bir yandan da yere dağılan davetli listesini toplamaya çalışıyordu. Ayağa kalkıp, "Bugün patronun oğlunun yirmidokuzuncu yaş günü otelde kutlanacak," dedi. Çipil çipil baktığı gözlüklerinin altından "Bu arada ben Serpil, buranın karşılama görevlisiyim. Peki sen kimsin?" diye sordu.

 

"Çok memnun oldum," dedi Asude. " Ben yeni başlayacak olan resepsiyon şefi Asude Kılıç" diyerek kendini tanıttı.

 

Serpil, " Nerede kaldın? Sorumlu müdür Mithat Bey sabahtan beri seni soruyor.

Asude, neden? demeye kalmadı ki onun geldiğinin kokusunu alan Mithat Bey karşısında belirdi. Biraz tırstı Asude bu ani karşılaşmadan. Kilolu ve saçlarının dökülmüş adam mavi renk çizgili takımının cebinden bir mendil çıkarıp sürekli anlındaki teri siliyordu.

 

Bu kadar terlemesinin bir nedeni de vardı; otelde akşam patronun oğlunun doğum günü rezervasyonu vardı, bir de bu yetmezmiş gibi polisler otelde bir soruşturma yürütüyordu, bu çok uzamış bir soruşturmayıdı. Dahası garsonlardan biri karısının doğumuna yetişmek için zar zor izin almış ve bu hızda bu işlerin yetişmesi olanaksızdı.

 

Asude'ye , servis yapmaktan anlayıp anlamadığını sordu. Ne diyeceğini bilemedi, ama ilk günden hayır da demek istemedi. Ağzından çelimsiz bir "yani" çıkıverdi.

 

"İyi iyi," dedi Mithat Bey. "Hiç yoktan iyidir. Akşam servise eleman lazım." Bir yandan da bir gözüyle polisleri süzüyordu. Korkudan neredeyse kalan saçlarını da kaybedecekti. Çirkin mor kravatını düzeltti, "Senle Serpil ilgilensin, bu akşam mesai yapabilirsin," dedi. Elleri gerçekten çok terliyordu, adam sanki buhar olup uçacaktı. Serpil'e dönerek, "Şu an nerede eleman eksikse oraya yolla, şimdi çok meşgulüm," diyerek uzaklaşırken cebindeki medillere baktı, bitmişti. "Kahretsin," diye kızgınlıkla söylendi.

 

" Sen ona bakma," dedi Serpil. " Otel bugün gerçekten çok sıkıntılı bir durumda " deyiverdi.

Asude ne olup bittiğini iyice anlamaya çalışıyordu. Otelde bayağadır, mücevherler kayaboluyor. Bu da sonunda polisin bu önemli rezervasyon günü otele gelmesine neden oldu. Bütün çalışanlara ayrı ayrı sorular yönetiliyor müşterilerden bilgi alınıyordu. Herkes koyduğu yerde bir anda elmas eşyalarının kaybolduğunu ifade ediyordu. Bir anda hiç kimse anlamadan ...

 

Otel, hepsinin zararını karşılasa da , bazıları mücevherleri için diretiyordu.

Polis bu yüzden buraya kadar gelmişti.

 

Sorgulayan polislerden biri yaşını almasına rağmen oldukça genç gösteriyordu. Öbürü ise gerçekten gençti. Zayıf omuzlarından uniforma bir tuhaf durmuştu, ama mavi gözleri bunun anlaşılmasını

önlüyordu. Dahası bu genç polis çok ama çok tanıdıktı. Onlara bakarken, Serpil bir üniforma getirdi." Mutfakta sana ihtiyaçları var ,"dedi.

Asude beyaz önlüğe benzer kiyafeti giydi.

 

Mutfağa yöneldi, ama giremeden Ahmet Sarı ile tanıştı. Başkomiserdi bu adam. Gerçekten yaşına göre gençti, polis kimliğini göstererek, " Seni ilk defa gördüm," dedi.

 

" Ben bugün başladım, " dedi Asude sesinin tonunu korumak için ekstra uğraşıyordu.

 

Kimliğini isteyen polise gösterdi, " Bir şey dikkatini çekerse, haberimiz olsun,"

dedi, onu onaylayıcı şekilde başını salladı, Asude. O zaman fark etti, otelin tavanın Başkomser Ahmet'in beyaz saç telleri arasında kamufle olmaya çalıştığını. Adam kafasına kar yağmış gibi dolaşıyordu.

Dahası tavan sanki yemek yedikten sonra olan karın şişliği gibi duruyordu.

 

Asude , " Afedersiniz ama kafanız da beyaz bir şeyler var," dedi, " Sanırım tavan dökülüyor."

 

Başkomiser Ahmet elini saçına götürdüğünde fark etti. Bu beyazlık yeni gibi duran tavandan geliyordu.

Tavana bakıp ," İlginç," dedi, " Halbuki sıva yeni gözüküyor. "

Yüzünde düşünme belirtisi vardı.

Müdür Mithat'a bunun ne olduğunu sormak ister gibi bir hali vardı.

Tekrar , Asude'ye dönerek sakin bir ses tonu ile ," Bilgilendirme için sağolun, "

dedi gözlerini kısarak. Hala yeni dedikleri halde dökülen sıvaya bakıyordu. Nasıl oldu da şimdiye kadar fark edilmedi?

 

O yavaşça uzaklaşırken Asude derin bir oh çekti, ama mavi mutfak kapısını aralayıp içerideki curcunayı görünce, " Eyvah!"dedi içinden... yine mi?

Genç polis, mutfaktakileri sorguluyordu çünkü.

 

Polis ona yakalaşarak, kendini tanıttı. " Ben polis memuru Tarık Sarı," dedi. Eliyle sıraya geçmesini işaret etti. Bir yandan da başkomiser ile akrabalıkları var mı acaba? diye aklının bir kıyısından geçti. Tarık... Sarı kimdi bu? Çok tanıdıktı bir anda kafasında şimşekler çaktı. Bu üniversiteyi bir anda bırakan çocuktu.

 

Çok değişmiş görünüyordu, o yumuşak huylu genç yerini sert birine bırakmıştı. Yavaşça kenara geçti. Mutfaktakilerin sorgulanmasını izliyordu o da sıraya girmişti tabiki en sondaydı. Asude çaktırmadan ona bakıyordu , " Sanırım beni tanımadı, " diye içinden geçirdi. Böyle bir durumda tanımaması daha iyiydi.

 

Çalışanlara, " Otel de şüpheli birine rastladınız mı? Ya da gözünüze çarpan tuhaf bir şey oldu mu ?" diye sordu. Çalışanlar hep bir ağızdan " hayır" dediler, ama sadece biri kem küm ediyordu. Şef olduğu belli olan büyük şapkalı ve pos bıyıklı adam ise ona kaşlarını kaldırıp ses etmemesini ister gibiydi.

 

Bu Tarık Sarı'nın da dikkatini çekti, kem küm eden adama "Bir diyeceğin mi var ?" dedi.

 

Adam üstündeki ezici bakışlar altında "evet " dedi. Sessizlik mutfağı sarmıştı. Adam tekrar konuşmaya başladı. " Ne zaman otelde bir mücevher kaybolsa otelin mutfağındaki sütler de azalıyor ya da bitiyor," diyebildi.

 

Herkes birbirine bakındı, süt ve mücevherin ne alaka olduğunu anlamaya çalışıyorlardı.

Tarık," Emin misin? Belki tesadüftür " dedi.

 

Adam, "hayır" manasında kafasını salladı. Sonra, " Bazen yerini değiştiriyorduk, yine de süt azlıyordu,"

dedi. 

Mutfak şefi ona oldukça kızgın bakıyordu. Sanki bu aralarında kalması gereken bir sırmış gibi.

 

Uzun bir süre kimseden ses çıkmadı polis elindeki küçük defterine bir şeyler karaladı.

 

Asude, kendini tutamayıp," Acaba süt seven biri mi bunu yapıyor? " dedi ve anında pişman oldu.

 

Polis ona yöneldi, uzun uzun baktı ve adını sordu.

Asude ismini söyleyince sanki tanıdıkmış gibi ona yöneldi, ama bakışları boştu. Sadece davayı merak ediyordu. Anlının ortasında düşünceli olduğunda beliren damar yine yerini almıştı. Hala hatırlıyordu onu; ilk aşkıydı. Mazi de kalmıştı, birbirleri için iki yabancıydılar.

 

"Aynı insan nasıl aynı beden de ve aynı ruhla farklı biri olabilirdi? Üniversiteyi polis olmak için mi bırakmıştı? " ya da " Bunca yıl gördüğü ve soruşturduğu davalar mı onu böyle biri yaptı? " diye düşünmeden edemedi.

 

Tarık, " Sen burada ne zamandır çalışıyorsun?" dedi.

Kelimeleri şüphe ile çevriliydi. " Ayrıca biz bu soruşturmayı bir süre gizli yürüttük. Seni hiç görmedim?" diye sordu.

 

Bu Asude için çok kötü bir başlangıç olmuştu. Herkes ona tuhaf gözlerle bakıyordu. Bu onu biraz ürküttü. "Acaba teyzem haklı mıydı ?" diye aklından geçti. Sonra cesaretini toplayıp, " Hayır, ben bugün resepsiyon şefi olarak işe başladım, " dedi yutkunarak.

 

Tarık tatmin olmamıştı bu cevaptan," Peki mutfakta ne işin var?"

Asude ona kısaca oteldeki yoğunluktan dolayı eksik yerlere verildiğini anlattı, ama Tarık Sarı gerçekten tuhaf biriydi. Gözlerini devirdi, sanki onun dediklerine hiç inanmamış gibiydi. Bu hiç iyiye işaret değildi.

 

" Pekala, Asude Kılıç. Başka bir teorin yoksa susmanı tavsiye ederim," dedi, " Senden fikir yürütmeni değil, soru sorulduğunda cevap vermeni bekliyorum. "

Tarık yeniden ekledi, " Söyle bakalım, Asude Hanım yani sence bunu yapan oteleden, mutfaktan biri mi?" dedi, " Daha ilk günden bu kanıya nereden vardın? sadece bir süt kabının yarılanmasından mı ? "

 

Asude, Tarık'ın alaycı ve küçümseyici tavrına rağmen sakinliğini korumaya çalıştı.

 

Derin bir nefes alıp, "Aslında, sadece bir süt kabının yarılanmasından yola çıkmadım," dedi. "Daha önce de bu otelde mücevher kaybolma vakaları yaşanmış ve her seferinde mutfaktaki sütler eksik veya bitmiş olarak bulunmuş. Bu tesadüf olamayacak kadar ilginç bir denklik."

 

Sessiz bir anlığı takip etti. Tarık, Asude'nin sözlerini dikkatle tartıyor gibiydi. Gözlerinde alaycı bir ifade kalmasa da, hala ikna olmamış gibi görünüyordu. Asude, pes etmeden devam etti.

 

"Ayrıca," diye ekledi, "mücevher hırsızı otelden aşinaymış gibi görünüyor. Her şeyi kolayca buluyor ve iz bırakmadan kayboluyor. Mutfaktaki personel de otelden haberdardır. Bu nedenle, hırsızın mutfaktan biri olma ihtimali oldukça yüksek."

 

"Belki de haklısın," dedi Tarık, sesinde bir miktar şaşkınlık vardı. "Bu açıdan baktığımızda, mutfaktaki personelden birinin hırsız olma ihtimali oldukça yüksek. "

 

Mutfaktakiler şüpheyi onların üstüne çektiği için ona kızgınlıkla ve öfkeyle baktı, şef ileri atılarak, " Olmaz öyle şey. Biz yıllardır birbirimizi tanırız. Hem bu kız nerden bilecek ? Daha yeni adımını attı mutfağa."

Homurdanmalar başlamıştı. Asude daha ilk günden istenmeyen eleman oldu, mutfaktakiler tarafından.

 

Asude, Tarık'ın bakışlarında bir değişiklik olduğunu fark etti. Artık ona şüpheci bir şekilde bakmıyordu. Aksine, Asude'nin zekasına ve gözlemine saygı duymaya başlamıştı. Bir anlığına onun eski Tarık , olduğunu sandı , bakışları düzelmişti, eski zamanlardaki Tarık'tı o bir kaç saniyeliğine.

 

Kapının ardından bu sırada sesler gelmeye başladı, Müdür Mithat sorun yaratıyordu. Müdür, en azından bugün bir soruşturma olmaması için yalvarıyordu. Bir sürü misafirin rahatsız olacağından ve otelin ününden endişe ediyordu ve patronun doğum günün mahfolduğunu aklına gelince terlemesi artıyordu. Sonunda alınan karar terlemesini bir nebze azaltı.

 

Polisler, hem insanlar ürkmesin diye hem de hırsız hala burada ise kaçmasın diye sivil olarak yerlerini almaya karar verdi.

 

Tarık , bu yüzden mutfaktakilere " Herhangi bir şey olursa beni bilgilendirin, " dedi. Asudeye de son bir bakış attı ve ekledi, " Asude Hanım, siz de gözden kaybolmayın" diyerek mutfaktan çıktı.

 

Asude'nin ise aklında sorular cirit atıyordu. Neden gözden kaybolma dedi? Fikrinden mi etkilenmişti? Şüpheli mi bulmuştu? Ya mutfaktakilerin düşmanca bakışları ne olacaktı?

 

"Kendine gel," dedi sessizce. İlk günden çuvallayamazdı.

 

Şimdi herkes usulca parti için hazırlanıyordu. Asude, kıskaçlı toka ile saçını dağınık bir topuz yaptı. Mutfakrakiler onla konuşmuyorlardı bile. Ne yapması gerektiğini de söyleyen yoktu. Havuç doğrayan birinin yanına gitti , " Yardım edeyim," dedi.

Gözlerini deviren kadın, " Gerekmez ," dedi.

Yutkundu Asude, ama pes etmedi . Hemen yanındaki tezgahta tavuk marinesi ile uğraşan, orta yaşlı adamın yanına gitti, ona da aynı soruyu sordu ve aynı cevabı aldı. Birkaç kişi daha ve aynı senaryo gerçekleşti. Omuzlarını silkeledi, " Harika!" diyerek içini çekti. Sonra , şef ona " Boş boş durmayı düşünmüyorsun herhalde?" dedi sertçe.

 

" Hayır, efendim, bana bir iş verin ve üstesinden hemen geleceğim. "

 

Şef onu gözleri ile süzdü, dudağının üstündeki kaytan bıyığını iki yana salladı. Kıvamı tutmayınca sonra başka bir şey yapmak için duran, yanlış kek hamuru kabı çarptı. " Demek öyle al o zaman sana iş. Şu tezgahtaki kek hamurunu düzelt ve pişir. "

Yapamayacağını düşündüğü için bıyık altından hafif bir güldü.

 

Asude ise hemen hallederim havalarına girdi, kendini onlara kanıtlayacaktı. Kekin hamuru oldukça koyuydu. Sanki kek değilde ekmek yapmak için hazırlanmış gibiydi. Bir kaşıkla hamuru kaldırıp baktı, durum vahimdi. Peki ne yapmalıydı?

 

Teyzesi ile yaptığı kekin de başına böyle bir şey geldiğinde tereyağı ve süt ile açtıklarını hatırladı. Hemen dolaptan tereyağı ve yarısı dolu olan bir kutu süt çıkardı.

Kollarını sıvadı, tereyağını eritmek için bir tava aldı ve ocağı açtı. Sonra süte elini attığında kutunun hafif olduğunu fark etti. Bunla o kadar meşguldü ki herkesin on beş dakika molaya çıktığını bile fark edemedi. Kutunun az önce yarısına kadar dolu olduğundan emindi. Kutuyu incelendiğinde iki küçük delik fark etti. Anlaşılmayacak kadar altındaydı.

 

Kafasını ne olduğunu anlamadığı şekilde iki yana salladı. Bu da neydi? Dalga mı geçiyordu biri? Belki de şaka yapıyorlardı? Böyle olduğunu düşündü bir süre ama sonra bir ses duydu boğuk ve kesik kesik,

 

" Hmm, lezzetli" dedi birisi.

 

Bu ses kime aitti? diye düşünüyordu ki telefonun çalması ile irkildi.

Arayan teyzesi idi. Merak etmiş olmalıydı? Telefonu açmak için eline aldı, ama bu defa da ,

 

"Yine bulamadık," diyen başka bir ses duydu.

 

Korkuyla telefonu elinden düşürdü ve tezgahın altına yuvarlandı. Telefonu almak için eğildiğinde, yerde süt izleri gördü. İzleri takip ettiğinde, tezgah boyunca ilerleyen, neredeyse iki metrelik yeşil bir yılanla karşılaştı. Dehşetle çığlık atarak geri çekilirken, kafasını tezgaha çarptı. Acı dayanılmazdı.

 

Başını ovmaya başladı ve o anda arkasında onu izleyen birinin olduğunu fark etti.

 

Bu, otelin sahibinin oğlu Sonat'tı. Asude'nin tüyleri diken diken oldu. Sonat, yüzünde hafif bir gülümsemeyle yaklaştı ve "Kafan epey acımış olmalı," dedi.

 

Asude kekeleyerek yanıt verdi: "Be... Ben... şey... telefonumu düşürdüm," derken eliyle hâlâ acıyan yeri tutuyordu.

 

Sonat ona yaklaşmaya başladı ,Asude'nin içi ürperdi. Sonat iyice yaklaşıp eğildi ve tezgahın altından telefonunu aldı. Asude onu pür dikkat izliyordu. Sonat telefonu uzatırken, "Çalışmayı seviyorsun galiba?" diye sordu.

 

Asude her zamanki gibi "Yani..." diye mırıldandı.

 

Sonat, etrafı göstererek, herkesin molaya çıktığını ve Asude'nin burada tek başına kaldığını söyledi.

Asude gerçekten ne ara bu kadar dalmıştı? Karşısında patronun oğlu duruyordu. Zaten az önceki olay da onu tedirgin etmişti.

 

Ancak Sonat'ın bakışlarında ve ses tonunda Asude'yi rahatsız eden bir şey vardı.

 

"Teşekkür ederim," dedi Asude sessizce telefonu alırken.

 

" Biraz kalabalıktan uzaklaşmak için mutfağın boşlamasını bekledim,dedi Sonat. " Ama burada bile sen vardın," diyerek omuzlarını silkeledi. Bir elma aldı ve ısırdı. Siyah takım elbisesi ve yeşil gözleri ile gerçekten havalı duruyordu.

 

Sonat ona bakmadan elmasını incelerken, " Buz koy bence," dedi.

 

"Anlamadım, Sonat Bey" dedi.

 

" Başına diyorum . Bu arada adın neydi?"

 

"Asude , Sonat Bey. "

 

Bey kelimesinden hoşlanmamış gibi burnunu çekti.

" Sonat diyebilirsin."

 

" Ama nasıl olur Sonat Bey?"

 

" Hala bey diyorsun. Ben resmiyeti pek sevmem. Hem az önce bizzat tanıştık, artık arkadaşız, Asude"

 

Asude bir şey diyemedi., " Peki," dedi. " Diğer çalışanlarda mı isminizle hitap ediyor, Sonat Bey yani şey Sonat? "

 

Ona ismi ile hitap edince bir garip oldu içi zaten onda tüylerini diken diken eden bir enerji de vardı.

 

"Hayır," dedi, " Bir tek sen bana adımla hitap edebilirsin?"

 

Asude merak etti, " Neden ben?"

 

Sonat, elmasını havaya atıp tuttu, " Sen garipsin, tıpkı benim gibi," dedi.

 

Asude şaşkın bir bakışla, " Ne ?" dedi.

 

Ama o, onun ne dediği ile ilgilenmedi ve gülümsedi. "Bir şeye ihtiyacın olursa söylemekten çekinme," dedi ve arkasını dönüp gitti. Asude derin bir nefes aldı. Kalbi hâlâ göğsünden fırlayacak gibi atıyordu. Sonat'ın ona olan ilgisi onu hem heyecanlandırıyor hem de tedirgin ediyordu.

 

Asude, Sonat'ın gidişinden sonra gergindi, çalışmaya devam edemedi, zaten kimse de yoktu.Otelin kalabalığı içinde kendini ürkütücü bir şekilde yalnız hissediyordu. Herkes molaya ne zaman çıkmıştı? Onu niye çağırmamışlardı? Peki bu Sonat denen adam da ne vardı? Yılanı, da unutmamıştı, gerçekten tuhaflık bir otel olsa kesin burası olurdu.

 

Teyzesinin onu tekrar aradı, ama şu an onla konuşsa sesinden ne olduğunu hemen anlardı. Bu yüzden mesaj attı: " İyiyim , mesaiye kalacağım," dedi.

 

Aniden aklına, yılan geldi . Aceleyle mutfaktan çıktı. Tarık'ı aradı kalabalıkta ona yılandan bahsetmesi gerekiyordu. Yine bir hırsızlık olabilirdi. Onu merdivenlerde kalabalığın öte tarafında gördü. Üstündeki üniformayı, beyaz bir tişört ve mavi pantolonla değişmişti.

 

Asude seslenmeye çalıştı lakin bu gürültülü ortamda duyulması imkansız gibiydi. Alkışlanmalar başlayınca gürültülü müzik kesildi. Pasta getiriliyordu. Büyük pasta sahne alanında kesilmek üzere bekliyordu. Sonat ve annesi Şehrazat da oradaydı. Kadın kırmızı siyah bir elbise giymişti. Kırmızı topukluları ise her adım attığında parlak zemini çatlayacak kadar sivriydi. Gözleri ona çok garip görünüyordu. Bu kadın gerçekten tehlikenin vücut bulmuş hali gibiydi. Kadın kırmızı hojeli ellerinde küçük bir kutu tutuyordu. Kutuyu açtı ve içinden fildişi bir kolye çıkardı. Kolye'nin parıltısı Asude'nin gözünü aldı, ve bir ağlama sesi her yeri sardı. Bu kalabalık ses içinde bunu nasıl kafasının içinde duydu? Sadece o mu duymuştu?

 

Kolye ile ilgili miydi? O kolye kesinlikle , evet onda tuhaf bir şey vardı. Yakından bakmak için yaklaştı.

Şehrazat denen kadın oğluna bu kolyeyi hediye ederken , saf gözyaşı ile yapıldığını bulmak için çok uğraştığını söyledi.

 

Herkes ona şaka ediyormuş gibi baktı. Lakin bunda bir gerçeklik vardı. O kolye... o işte onda bir acı vardı.

Bir nesne duyguya sahip olabilir miydi ki? Peki mutfakta duyduğu ses o kimindi? Neler oluyordu bu tuhaf yerde?

 

Bir süre bunları kafasında evirdi ve çevirdi. Kazınan midesinin gruldadığını fark etti. Kanepelerden birkaç tane yedi. Oradaki süslü kadınlara bir de kendine baktı keyfi iyice kaçmıştı. Hayır, şu an bunların önemi yoktu. Otelde bunca insan varken bir sorun olursa bu çok büyük bir problem olabilirdi. Tarık'a gitti.Telaşlı ve aceleci davranıyordu. Kalabalığın içinden bir çırpıda geçerken sabahki beyaz saçlı yaşlı adama çarptı.

 

" Özür dilerim," dedi.

 

Yaşlı adam gülümsedi, " Problem değil, evladım."

Adam çok ama çok değişik biriydi. Lakin sabah sopasında bir yılan olduğuna emindi lakin şimdi asa da hiçbir şey yoktu.

 

" Taştan kuş, kuştan da taş olmaz", dedi gizemle çevrili adam.

 

Kalabalığın içine girip kaybolan adamın adını bile bilmiyordu, ama şu işi bir halletsin kesinlikle o adama ne demek istediğini soracaktı. Tarık'ın yanına vardığında nefes nefeseydi.

 

Ona unutarak ismi ile hitap etti, " Tarık , otelde iki metrelik süt içen bir yılan var," dedi.

Şaşırmıştı, Tarık böyle bir şey beklemiyordu.

 

" Dur bir dakika... Sen bana otelde bunca zaman kimsenin fark etmediğini söylediğin bir yılan mı var diyorsun?"

 

" Ne kadar tuhaf göründüğünü biliyorum, ama evet otelde muhtemelen mücevher olayı ile de bağlantısı olan bir yılan var!"

 

Tarık, " Peki bu bana ismimle ile hitap etmen kadar tuhaf."

 

Asude , afalladı. Önce şey içinden bunu mu tuhaf bulmuştu?

 

" Özür dilerim, ama konuya dönebilir miyiz? Tar... şey Tarık Komiser."

 

" Bu gün sivil olduğum için bir şey demeyeceğim, ama madem sen ismimle sesleniyorsun ben de aynısını yapabilirim? Asude"

 

Asude , onun inanmadığına gerçekten emindi,

 

" Pekala! Benle gel kanıtlayacağım. "

 

Gelmek istmeyen Tarık'a dokunduğu anda bir titreme hissetti. Vücudu niye bu kadar soğuktu ?

Gözleri yakından bakınca hiç uyumamış gibi duruyordu. Hasta olup olmadığını merak etti?

 

" Neyse, " dedi içinden başka zaman sorarım.

 

Sıkıca kolundan tutup, mutfağa getirdi. Tezgahın altına gösterince onun da bir tuhaflık olduğuna dair hisleri arttı.

 

"Peki , Nerde senin şu yılan?"

 

" Ben bilmiyorum, ama onu kendimize çekebiliriz. "

 

Dolaptan süt çıkarıp bir kaba koydu , Tarık ellerini kavuşturmuş bu işin nereye varacağına bakıyordu. Dediği gibi miydi ? Yoksa bu kız deli miydi?

Bir satte yakın beklediler ne gelen vardı ne giden.

 

Tarık, " Bu kadar yeter ne saklıyorsun? Beni buraya oyalamak için mi getirdin ?" diye cellallendi.

 

Kolundan tuttu Asude'yi sıkıca tutuyordu, canını yakmıştı, " Sen hırsızlara yardım mı ediyorsun?"

 

"Hayır , Tarık! Be.. Ben doğruyu söylüyorum. Ayrıca canım acıyor bırak beni."

 

" Derdini karakolda anlatırsın. "

 

Sonra salondan çığlıklar yükseldi. Salona girdiklerinde , Şehrazat denen kadının oğlunun kolyesinin çalındığını feryat figan etrafa söylüyordu.

 

Sivil polislere , " Hemen bulun, lütfen. Çok değerli bir parça. "

Kolye Sonat'ın boynundan düşmüştü ve bunu çalınma olarak nitelendirip feryat figan etrafı velveleye veriyordu, Şehrazat.

 

Kısmen bir çalınma da olabilirdi Asude o an tavanın krişlerinden yukarıya doğru süzülen yılanı fark etti.

 

Tarık'a gösterdi. Batıl ve akıl dışı şeylere asla inanmayan bu polis , neredeyse küçük dilini yutacaktı.

 

"Yukarı!" dedi Asude merdivenlerden çıkarken donup kalmış Tarık'a.

 

Tarık kendine gelip hemen onu takip etti. Yılan beyaz kapının altından büyük bir odaya girdi.Sonat'ın kolyesi de ağzındaydı. Uzaktan görmüştü emin olmak zordu.

Kapı kilitli olduğu için açamadılar, garip olan ise kilitli olan kapının ne kulbu ne de anahtar deliği vardı.Tarık yönetimden birinin bu işi halletmesi için yardım almaya gitti.

 

O an bir şey duydu, "Yardım et," sanki son nefesini verir gibi fısıldıyordu ses. İyice endişelendi. Asude bekleyemiyordu. İçerideki yılan gerçekti ve yanılmıyorsa yanında biri daha vardı.

 

Sonra kapının yanında duran taştan kuşu gördü.

 

O yaşlı adam ne demişti? Bu olayla bir ilgisi var mıydı?

 

"Taş kuş olamaz ve kuşta taş."

 

Hatırlayınca heykeli yerinden aldı. Heykeli taşıyan sütun yere doğru çekilmeye ve kapı açılmaya başladı. İçeri girdiğinde gözlerine inanamadı. Kesinlikle delirmişti, başka nasıl açıklanırdı ki bu?

 

Bir havuzda kolundan zincire vurulmuş bir deniz kızı vardı. Gözlerini zorlukla açıyordu. Mavi derisinin rengi solmuştu. Elleri, ördeklerin ayakları gibi perdeliydi.

 

Gözlerini ovuşturdu. Hayal miydi bu?

 

"Hayır," dedi tıslayan bir ses.

 

Sesin geldiği yerde az önce gördüğü yeşil yılan duruyordu.

 

"Onun türüne 'Baloncuk' denir. Eğer yeterince ışıltıdan uzak kalırsa baloncuk olup ölür."

 

Asude , " Deliriyorum" dedi, " Kafamı kırmış olmalıyım. Evet, evet başka açıklaması olamaz."

 

"Hayır," dedi tıslayan yılan.

 

Asude , " Bir yılan ile konuşuyor olamam," diye kekeledi.

 

Baloncuk, " Yardım et, lütfen, " diyerek bileğindeki zinciri gösterdi.

 

Yeşil yılan da " Hadi onu bir tek sen kurtarabilirsin, " diye ekledi.

" Onu parıltıya götürmeliyiz bir an evvel, Asude"

 

Yılan artık ona ismi ile sesleniyordu. " Harika!" diye düşündü içinden sadece merakından ve deli olmadığını kanıtlamak için , "Tek şartla ," dedi Asude, " O kurtuldugunda bana aklıma takılan sorulara cevap vereceksin. "

 

Tıslayarak "evet ," dedi yeşil yılan.

 

Zinciri nasıl kıracaktı? O sırada arkasında yaşlı adam belirdi. Bu durmadan karşısına çıkan adamdı.Hiç şaşırmış gibi değildi. Asasının ucundaki bölme gibi bir yerden şişe de bir sıvı çıkarıp ona döktü. Zincir eriyip yok oldu.

 

Asude'ye dönerek, " Tam zamanında geldin -Var Olmadığın- Zamanın -Kızı " dedi. Şaşkınlığı gittikçe artıyordu.

 

"O kuşa ben ve arkadaşım dokunamıyorduk. O heykelin hamurunda sarımsak vardı. Bu bizim için

Çok tehlikeli. "

 

Adam biraz nefeslendi, " Hadi kimse gelmeden onu mücevherlerin yanına götürmeliyiz, " dedi. " Baloncuk ırkı parlak mücevherler den çektikleri ışık hüzmeleri ile beslenir."

 

Asude , ona tuhaf tuhaf bakıyordu.

 

"Şu iş hallolur olmaz sana her şeyi anlatıcam, ama çok tuhaf muhafızın seni bizim dünyamız ile ilgili hiç bilgilendirmemiş "

 

Baloncuk denen ırkı sudan çıkardıkları an kuyruğu gitti ve yerine iki çift bacak geldi. Yürüyemiyemiyordu ve dahası derisi hala maviydi, bu yüzden anlaşılmasın diye üstünü bir örtü ile örttüler .

 

Birlikte doğum günü salonun oraya indiler. Tavan hala göbeği var gibi sarkıyordu. O an anladı Asude tavanın hafif dolgusunun içinde mücevherler ve tüm parlak şeyler vardı. Misafirlerin üstündeyediler üstelik. Adam asası ile sarkan neredeyse görünmez ipi çekti. Tavan çökmeye başladı. İnsanlar kaçışıyordu. Herkes salondan ayrılınca

 

Baloncuk, mücehverlerin içine atıldı, ama hayır işe yaramıyordu . Sonra , saf göz yaşı kolyesini Asude'ye verdi adam ve ekledi, " Bunu ondan zorla aldılar. Onu ağlatarak. Bunu ona geri ver. Onun hala diri olan tek parçası bu."

 

Onu Asude'ye fırlatırken Sonat havada yakaldı, "Sanırım bu benim."

 

"Senin değil." dedi kızgın yılan.

 

Asude, " Sonat, sen biliyor muydun? "

 

" Elbette. Ama senin kim olduğunu bildiğinden emin değilim. "

 

" Ona neden bunu yaptınız?"

 

" Annem yaptı, hayatta kalmamı istiyor. Bize kalan bir lanet var. Bu onu uzaklaştırmaya yetmesede beni tehlikeye karşı görünmez kılıyor."

 

Asude olanları anlamaya çalışıyordu, ama bu çok zordu, " Ne diyorsun sen?"

 

" Demek gerçekten bilmiyorsun Var - Olmadığın - Zamanın Kızı "

 

" Ne demek bu cidden ? Niye bana böyle hitap ediyorlar "

 

" Yakında anlarsın."

 

Onlar konuşurken, Baloncuk iyice kurumaya başlamıştı, artık gözünü bile açamıyordu.

 

"Tamam." dedi ne yapacağını bilmeyen Asude. " Şu an gerçekten bunların bir önemi yok, bak o ölüyor, yardım etmeliyiz."

 

" Üzgünüm," dedi Sonat. " Ben de hayatta kalmak istiyorum. "

 

Kolyeyi aldı tam arkasını dönmüştü ki Tarık Sarı, Sonat'ın karnına yumruk attı kolyeyi kaptı ve Asude'ye fırlattı.

 

Sonat karnını tutarak, " Seni de görmek güzel kuzenim," dedi.

 

Tarık ona nefret dolu bir bakış attı, " Biz senle hiç bir şey değiliz, " dedi.

 

Asude, ne yapacağını bilemeden kızın yanına gitti fildişi kolyeyi açtı içinde bir damla gözyaşı vardı. Hemen onu kızın vücuduna döktü.

 

Kızın vücudu kuru bir cilt gibi deri değiştirmeye başladı bunu parlak şeylerden çektiği ışık ile yapıyordu. Artık yepyeni bir cildi ve yüzü vardı. Baloncuk'un.

 

Herkes oteleden kaçıştığı için kimse bu olanları görmedi ama geri geldiklerinde ne olacaktı insanlar? Nasıl açıklanırdı bu?

 

Yaşlı adamın ona seslendiği değişik isim geldi aklına sonra" -Var - Olmadığın- Zamanın -Kızı " etkilemişti onu bu tuhaf ad.

 

Evet, tam da o kişiydi. Henüz bilmiyordu.

Arkasını döndüğünde yaşlı adam ve Baloncuk'un onu olayların içinde tek başına bırakıp gittiğini göreceğini , karmaşanın ona ileride sırlarla dolu bir geçmiş vereceğini, düşmanı Taypan'ı henüz bilmiyordu ve Taypan'a hizmet eden Cemşab'ın soyunu...

Loading...
0%