
"Evet, bu benim sevgilim Laura."
Ne?
Ne dedi lan bu!? Ben kimsenin sevgilisi değilim ki? Şaşkınlıkla Eris'e baktım, ama o bana bakmıyor Sezar'a bakıyordu. Normalde orada tepki göstermem gerekirdi, ancak nedense hiçbir şey yapamıyordum. İçimdeki bir ses, Eris'e şimdilik güvenmem gerektiğini söylüyordu. Sezar, gözlerini şüpheyle kısarak önce bana, sonra da Eris'e baktı. "Onu daha önce buralarda gördüğümü hatırlamıyorum." dedi ve yeniden bana döndü. "Asil misin, yoksa halktan biri mi?" diyerek bana doğru birkaç adım attı. Ancak Eris'in aniden önümde belirivermesi bir oldu. Sezar ve Eris birbirlerine bakıyordu; sanki orada ben bile yoktum. Eris, Sezar'a yaklaşarak yakasından tuttu. Arkasındaki muhafızlar hızla kılıçlarını Eris'e doğrulttu. "Aklından geçenleri asla yapamayacaksın, çünkü ben varım." dedi. "Bundan sonra onu düşünmeyi bile cesaret etme, Sezar!" diye sert bir sesle, adeta dişlerinin arasından konuştu. Sezar'ın sırıtan ifadesi yavaşça soldu. Tam bunlar olurken gözlerimin önü aniden kararmaya başladı ve son gördüğüm şey Eris'in hızla kafasını bana çevirdiği, duyduğum son şey ise bir ejderha haykırmasıydı.
Yıllar Önce
Daha önce hiç görmediğim büyük bir salonda oturuyor ve karşımda duran beyaz saçlı, yeşil gözlü kadına bir şeyler söylüyordum. "Anne, lüytfen dışayı çıkabiliy miyim?" Uzun zamandır aynı konuşmayı yapıyor olmalıyız ki kadının yüzünde bıkkın bir ifade vardı. "Laura, hayatım, ısrar etme. Yanında korumaların olmadan dışarı çıkamazsın." Tam bir şey söyleyecekken, kapıdan bir erkek sesi duyuldu. "Kızlar, ne oluyor burada?" Hemen koşup adama sarıldım ve kendimi kucağında buldum. Kahverengi saçları ve mavi gözleri vardı. "Baba, annem dışayı çıkmama izin veymiyoy.Lütfen biy şey söyle!" Adam tam konuşacakken, tamamen varlığını unuttuğum kadın ondan önce söz aldı. "Asıl sen kızına bir şey söyle Ante, dışarı çıkıyor ve dikkatsiz davranıyor. Ya onu yakalarlarsa?" Adam gülerek beni kucağından yere indirdi. "Rena, bu kız daha çocuk, bırak dışarı çıkıp oynasın. Kimse benim kızıma zarar veremez, rahat ol biraz." Sonra bana dönerek, "Hadi kızım, dışarı çık ama fazla uzaklaşma. O esmer oğlanın yanından ayrılma ve güneş batmadan evde ol." dedi. Bu sözleri duyar duymaz kanepeden peluş tavşanımı aldım ve salondan fırlayıp dışarı koştum. Arkamdan, "Kızım, koşma, düşeceksin!" diye bir ses yükseldi ama aldırmadım. Son olarak büyük bir kapıyı geçerek dışarı çıktım. Son sürat hızımı kesmeden gözüme kestirdiğim parka koştum.
Parka vardığımda, siyah saçlı ve bana arkası dönük bir erkek çocuğuna neredeyse çarpıyordum. "Eyis, geldim!" diye seslendim. Çocuk sesimi duyunca bana dönüp, "Dikkatli ol biraz! Sonunda geldin, Laura. Beklemekten ağaç oldum." dedi. Kaşlarımı çatarak huysuz bir şekilde, "Ama ne yapayım? Annem izin veymiyoydu. En sonunda babam geldi de o izin veydi dışayı çıkmama!" dedim. Bağırdığım için yüzünü buruşturdu ve "Tamam tamam, bir şey demedim. Hadi oyun oynamaya başlayalım, çok sıkıldım." dedi. Böylece oyun oynamaya başladık. Saatler parkta geçti, hava kararmaya başlayınca biz de saraya doğru yürümeye başladık.
Tam giderken karşımıza siyah saçlı, siyah gözlü bir çocuk çıktı. Sert bakışları, yüzüne sinmiş hafif bir alaycılıkla birleşince küstah bir hava yaratıyordu. Üzerindeki siyah deri ceket, geceyle yarışır gibi karanlıktı. Dudaklarının kenarında beliren belli belirsiz gülümseme, hem umursamaz hem de tehditkârdı. "Oo, Eris! Her yerde seni arıyordum, demek ki buradaymışsın." diyerek konuşmaya başladı. Sesi, rahatsız edici bir rahatlık taşıyordu. Eris, gözlerini hafifçe kıstı ve bir an bile tereddüt etmeden elimi tuttu. Sıcak avucu, beni korumak ister gibi sertçe kavradı ve bir adım arkasına çekti. Gözlerinde aniden parlayan öfke, karşısındaki çocuğa duyduğu rahatsızlığın bir yansımasıydı. "Nerede olduğumdan sana ne, Sezar? Gitsene!" diye tısladı Eris. Ama çocuk gitmeye niyetli görünmüyordu. Gözleri önce Eris'le kenetlenen ellerimize takıldı, ardından yüzüme kısa bir bakış fırlattı ve nihayet diğer elimde tuttuğum oyuncak tavşana kaydı. Simsiyah gözlerinde tehlikeli bir parıltı belirdi, dudaklarının kenarı sinsice kıvrıldı. Daha biz ne olduğunu anlayamadan, yıldırım gibi bir hareketle elimi kavrayıp tavşanı çekip aldı. Parmakları, eski ve biraz yıpranmış oyuncağın peluş yüzeyinde gezinirken, kurnaz bir gülümsemeyle başını yana eğdi. "Ne güzel bir oyuncak." diye mırıldandı, sesi alay ve sinsi bir memnuniyet taşıyordu. Tavşanı havaya kaldırıp ışığın altında evirip çevirirken, bakışları sanki bir çocuğun masum merakını değil, bir avcının avını seyretmesini andırıyordu. Eris'in beklemeyeceği bir hırçınlıkla öne atılıp, "O benim tavşanım! Eğer sen de istiyoysan, babana söyle, sana da biy tane alsın!" diye çıkışarak oyuncağı elinden kaptım.
Günümüz
Başım inanılmaz derecede ağrıyordu, sanki beynimin içinde bir çekiç inip kalkıyordu. Gözlerimi açmaya çalıştım ama karanlık her yanımı sarmıştı. "Kim kapattı lan ışıkları" diye mırıldandım, ama sesim bile bana yabancı geldi. Tam o anda, kulaklarıma belli belirsiz bir ses çalındı. "Uyanıyor galiba." Bu sözlerle birlikte karanlığın içinden bir ışık süzüldü, yavaş yavaş görüşüm netleşmeye başladı. Göz kapaklarımın ağır bir yükü kaldırıyormuş gibi açıldığını hissettim. Ay, gözüm kapalıymış.
Gözlerimi tamamen açtığımda, yanı başımda telaşlı gözlerle bana bakan Eris'i gördüm. Endişesi yüzüne kazınmış gibiydi, dudakları sıkılmış, kaşları çatılmıştı. Bir şeyler söylemek ister gibi bana bakıyordu, ama sanki kelimeleri toparlayamıyordu. Başım zonkluyordu, sanki beynimin içinde ağır bir basınç yankılanıyordu. Dünya etrafımda sallanıyor, midem hafifçe bulanıyordu. Yattığım yerden doğrulmaya çalıştım ama bedenim ağırlaşmış gibiydi. "Bana ne oldu?" Eris, telaşla yanıma yaklaşıp oturmama yardım etti. "Bilmiyorum, bir anda bayıldın." Ağrıyan başıma avucumu bastırdım, zihnimi toparlamaya çalışıyordum. Hafızam bulanıktı ama bir şeyler hatırlıyor gibiydim. "En son bir çığlık duydum sanki..." Kaşlarımı çatıp hafızamı zorladım. Kafamın içinde yankılanan o ses, bir insan çığlığı gibi değildi. Daha derin, daha vahşi... "Hayır, hayır... Kesinlikle bir haykırmaydı... Ejderhalar mı?"Eris sıkıntılı bir nefes vererek ellerini saçlarının arasından geçirdi. Gözlerini kaçırıyordu."Ejderhaları yakaladılar." Sözleri mideme oturan bir taş gibi ağırdı. Kaşlarımı çatıp sertçe ona baktım. "Ve sen onları kurtarmadın mı?" Eris'in yüzü gerildi, sanki bu düşünce onun da canını yakıyordu. Gözleri karanlık bir gölge gibi derinleşti. "Yapamazdım. İfşa edemezdim kendimi." İçimde bir öfke dalgası kabardı. Nasıl bu kadar soğukkanlı olabilirdi? Nasıl hiçbir şey yapmadan izleyebilirdi? "İfşa olup olmaman umurumda bile değil!" diye hırladım. Öfkemi bastırmak zorlaşıyordu. Bir şey yapmalıydık. Hemen.
Yataktan inmeye yeltendim ama hem Eris'in kolumu tutan eli hem de baş ağrım buna engel oldu. Başımı yavaşça kaldırarak ona baktım. "Bir şeyler yapmalıyız." Ejderhalara olan bağlılığımın nasıl bu kadar hızlı kök saldığını bilmiyordum. Onları ilk gördüğümde içimde yankılanan his, tanıdık ama bir o kadar da yabancıydı. Sanki yıllardır kayıp bir parçama kavuşmuş gibiydim. Ama kendi dünyamda bile hayvanları çok seven biriydim.Kalbim, her zaman olduğu gibi, o masum canlıları koruma isteğiyle doluyordu. "Sakin ol, Laura, öfkeyle kalkarsan zarar gören sen olursun." Eris'in sesindeki uyarıyı duydum ama içimdeki öfke yine de durmadı. Derin bir nefes aldım, biraz sakinleşmeye çalışarak bakışlarımı onun koyu gözlerine çevirdim. "Neden onları yakaladılar? Ne istiyorlar?" Eris uzun bir süre gözlerime baktı, sanki cevabının ne kadar önemli olduğunu anlıyor gibiydi. Cevap alana kadar durmayacağımı da fark etmişti. "Ejderhalar asil ve kadim gücü olan yaratıklardır. Her zaman bir ejderha türünün lideri olur, ancak bütün ejderhalar asildir. Bizim gibi Halk ve Asiller olarak gruplara ayrılmazlar. Liderlere Alfa denir ve tek farkları, diğer ejderhalardan daha güçlü olmalarıdır, özellikle de bir melez iseler." Eris derin bir nefes aldı, gözlerini bir noktada sabitledi. Sanki geçmişe, uzun yıllara gittiğini hissedebiliyordum.
"Uzun yıllar önce, gökyüzünü kasvetli bulutların kapladığı, kudretli bir krallıkta Kral Zarethor hüküm sürüyordu. Halkı onu güçlü, sert ve acımasız biri olarak tanıyordu. Fakat Zarethor'un içinde hiçbir zaman dinmeyen bir açlık vardı: Daha fazla güç... Ne kadar zafer kazansa da, ne kadar toprak fethetse de, içindeki hırsı bastıramıyordu. Bir gün, küçük kız kardeşi bir gezintiden dönerken yanında getirdiği garip bir yumurtayı heyecanla gösterdi. Yumurtanın yüzeyi siyah damarlarla kaplıydı, içinden sanki nabız gibi bir güç yayılıyordu. Zarethor, onu gördüğü anda içinde bir kıvılcım yandı. Bu sıradan bir yumurta olamazdı. Ancak kardeşi, yumurtayı sıkıca sahiplenerek odasına götürdü ve büyük bir özenle sakladı. Günler geçti. Krallıkta soğuk rüzgârlar eserken, o gizemli yumurta çatladı ve içinden göz kamaştırıcı, pulları ay ışığında parlayan bir ejderha çıktı. Küçük kardeşi ona hayranlıkla bakarken, Zarethor'un yüzü gölgelendi. Beklediği şey bu muydu? Ancak sarayın en yaşlı büyücüsü Virella, Krala usulca yaklaşıp, kırışık dudaklarından dökülen kelimelerle kaderini değiştirecek bir öneride bulundu. Eğer ejderhanın kanını içerse daha çok güçleneceğini söyleyerek Kralın aklını çeldi. Zarethor'un aklında büyücünün sözleri yankılanırken, içindeki karanlık arzu onu ele geçirdi. O gece, taş duvarların ardında sessizlik hüküm sürerken, Kral gölgelerin arasına saklanarak kız kardeşinin odasına süzüldü. Yavru ejderha, masumiyetle uyuyordu. Ama Zarethor'un gözlerinde merhamete yer yoktu. Kral, yavru ejderhayı çaldı. Tek bir tereddüt bile duymadan hançerini kaldırıp ejderhanın göğsüne sapladı. Ejderha can havliyle kıvranıp inledi, ama sesi kimseye ulaşmadan soldu. Kral, titreyen elleriyle kanı toplayarak içti. Ilık, yakıcı ve delirtici bir güç damarlarına yayıldı. O an, dünyanın en kudretli varlığına dönüştüğünü hissetti. Fakat güç, her zaman sonsuz değildir. Çok geçmeden, Kral'ı durduracak biri çıktı. Sessiz Mahşer... Halk, kralı deviren ama tek kelime etmeyen bu gölgeyi böyle adlandırdı. Ne zafer kutladı ne de övgü kabul etti. Sadece geldi, yaptı ve kayboldu. Adı ise fısıltılarla efsaneye dönüştü. Kral Zarethor, kendi hırsının kurbanı oldu ve öldürüldü. Onun düşüşüyle birlikte, ejderha kanını içmek sonsuza kadar yasaklandı."
Onu dinlerken nefesimin kesildiğinin farkında bile değildim. Şaşkınlıktan kelimeler boğazımda düğümlendi; zar zor, "Bu çok canice." diye konuşabildim. Olan biteni düşündükçe içim daha da kararmaya başladı. Kral Zarethor'un yaptığı gibi birinin, sadece güç için bu kadar karanlık bir yolu seçmesi... Hem de ejderhaların kutsal varlıkları olduğu gerçeğini hiçe sayarak. Şimdi bu güce sahip olmayı isteyen başka biri mi vardı? Eris, bana sabırla bakmaya devam ediyordu; sanki anlattıklarından dolayı pişmanlık duyuyormuş gibiydi. "Laura, sana bunları anlatmamın sebebi, öğrenene kadar asla vazgeçmeyeceğini bildiğim içindi.Sakın, sakın kendi canını yakacak bir işe kalkışma." diye fısıldadı uyarıcı bir ses tonuyla. Ama ben, onun sözlerine kulak asmadım. Yeni tanıştığım birinden, kral olsa bile, emir almayı kesinlikle reddediyordum. "Eris, bana emir vermeyi kes." diye sert bir sesle karşılık verdim.Kararlı adımlarla yataktan kalkıp tam karşısına geçtim; gözlerimi ondan ayırmadan, bakışlarımda inat ve öfkenin izlerini taşıyordum. "Bana ne yapacağımı, ne yapmayacağımı söyleme. Çünkü aklıma koyduğumu kesinlikle yaparım." dedim. O, derin bir iç çekişle nefesini verirken, ben dikkatimi pencereye çevirdim. Dışarıda, kar taneleri yavaş yavaş dans edercesine düşmeye başlamıştı; beyaz örtü, soğuk havanın getirdiği melankoliyi anımsatıyordu. Gözlerim, bu zarif manzara karşısında hafifçe kısıldı. "Şimdi ne yapmamız gerektiğini söyle." diye ekledim.Ne kadar istemesemde onsuz bir şey yapamazdım.
Bu diyarın nesi yanlış bilmiyordum, ama hava ağır ve uğursuz bir sessizlikle doluydu. Her şey yerinden kaymış, görünmez bir tehdit etrafı sarmış gibiydi. Yine de, şu an en önemli önceliğim o ejderhayı kurtarmaktı.
🐉🐉🐉
Umarım bölümü okurken keyif almışsınızdır. Bölüm planladığımızdan geç yazıldı ikimizinde kişisel sıkıntıları vardı anlayışınız için teşekkürler 💓
instagram: hayaldenyazarr
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |