@hayalleribuyukbiry
|
Akrabalar ve komşular gitmişti, Ahmet’le annesi baş başa kalmış yas tutuyorlardı. Annesi biraz daha iyiydi ama yüreği yanıyordu. “Anne sana söz, babamın kanı yerde kalmayacak, intikamını alacağım.” “Nasıl alacaksın, asker değilsin polis değilsin!” diye çıkıştı. “Orası belli olmaz anne.” “Babanın acısı zaten taze bir de senin acını yaşamayayım.” Ahmet tamam deyip annesini geçiştirdi. Ahmet annesini yatırmış, kendisini uyku tutmamıştı. Aklına sürekli babasıyla geçirdiği güzel günler geliyordu, onsuz şimdi ne yapacaktı?.. Hayatına devam etmeliydi, kafasına koymuştu, babasının intikamını alacaktı. Ahmet bunları düşünürken dışarıdan bağrışma sesleri duydu. Saat gecenin on ikisiydi. Ahmet’in ne olduğunu anlaması uzun sürmedi; dört beş tane silahlı haydut, bir tane kızı rahatsız ediyorlardı. Ahmet, babasını kaybetmenin acısıyla ve siniriyle, “Ne oluyor, bırakın kızı!” diye bağırdı. “Başına bela almak istemiyorsan çek git buradan Ahmet!” Şimdiye kadar nerede mazlum, çaresiz görse hep yardım eder, asla kaçmazdı, babasından da öyle öğrenmişti; bu gece de kaçmayacaktı, kaçmadı da… Ahmet hızlı ve çevikti, dövüş sanatını babasından öğrenmişti. Karşısında silahla duran hayduta eğilerek karşılık verdi, elini tutup diz kapağına bir tane tekme attı, silahı alıp haydutu diğerlerinin üzerine fırlattı. Diğer üç haydut ne oluyor diye şaşkınlık içindeyken hızlı bir şekilde üç tanesinin karın boşluğuna tekme attı, o üç haydut da acı içinde kıvranırken dört tanesi de yere serildi. Yere serilen haydutların silahlarını alan Ahmet, dördünü de bağladı. Ahmet, kıza baktı; kız bayağı korkmuştu, titriyordu. Kızı karanlıkta tam seçememişti ama zorla da olsa tanıdı, İrem’di bu kız, hatta ta kendisiydi; ortaokula kadar beraber okumuşlardı sonra yolları ayrılmıştı, o farklı bir liseye, Ahmet farklı bir liseye gitmişti. Zaman ne acımasızdı, günler su gibi geçmiş, geçmeye de devam ediyordu. İrem de Ahmet de çok değişmişlerdi ama ikisi de o iki çocuk değildi artık. Oysa ki çocukken ne güzeldi her şey, İrem'le Ahmet hep birlikte takılırlardı bir de Merve olurdu, üç kişi çok yakın dostlardı. Liseden önce İrem, Ahmet'e âşıktı ama Ahmet, Merve'ye âşık olduğu için sevdasını içine gömmüştü. Ahmet hep İrem'e Merve'yi anlatırdı; onu ne kadar çok sevdiğini, açılamadığını, çekindiğini anlatırdı. İrem ise içine ata ata dinlerdi çünkü İrem de çok seviyordu Ahmet'i ama Ahmet, İrem'i arkadaş olarak gördüğü için bir şey demezdi, diyemezdi daha doğrusu onu. Sevdiğini söylerse Ahmet onunla hiç konuşmayabilir, araları bozulur düşüncesi ile Ahmet'i sevdiğini hiç söyleyememişti, sevdasını hep içine gömmüştü. Şimdi ise kader yine onları bir araya getirmişti. Ahmet, İrem'i görünce şaşırıp: “İrem ne işin var burada, gecenin bu saatinde?” dedi. “Ahmet seni hiç beklemiyordum gece vakti, asıl senin ne işin var? Seni gördüğüme çok şaşırdım, bu şekilde karşılaşacağım aklımın ucundan bile geçmezdi.” “Uyku tutmadı, yatağın içinde bir sağa bir sola dönerken sesler duydum, çıkıp bakayım dedim, iyi ki de bakmışım yoksa şimdi ne hâlde olurdun Allah bilir!” “Evet ya sen olmasan şu an çok kötü durumda olacağıma eminim… Kaç yıl oldu seninle görüşmeyeli?” “Beş altı yıl falan olmuştur. Bayağı da olmuş, sanki dün gibi…” İrem, Ahmet'in karşısında olduğuna inanamıyordu, belli etmemeye çalışıyordu ama onu hâlâ çok seviyordu. Yıllar geçmesine rağmen hâlâ onu unutamamıştı, sık sık rüyalarına bile girmişti İrem'in. Kalbi küt küt atıyordu, kalp atışlarını kendisi bile duyabiliyordu. “Ee cimcime, anlat bakalım, bu haydutlar ne istiyorlardı senden?” “İçim sıkıldı, bir hava alayım dedim sonra bunlar takıldı peşime, para istiyorlardı. Sen gelmeseydin sanırım beni gasp edip öldürürlerdi.” “Tam zamanında yetişmişim o zaman.” “Evet sen küçükken de böyle kahramanlıklar yapardın, cimcime diyerek de beni sinir ederdin, hâlâ unutmamışsın cimcime kelimesini…” “Tabii kızım; nerede çaresiz, mazlum görsem onlara yardım etmeyi boynumun borcu bildim ayrıca cimcimesin, eskiden kimse geçinemezdi seninle.” “Eskiden beni cimcime cimcime diyerek sinir ederdin, ben de çok sinir olurdum ama severdim seni, sayılı dostlarımdandın sen de.” “Eyvallah, teşekkürler. Senin olanlardan haberin yok sanırım.” “Yok, hayırdır, kötü bir şey yoktur inşallah?” “Çok kötü bir şey oldu, babamı kaybettik.” İrem duydukları karşısında beyninden vurulmuşa döndü. “Ne zaman, nasıl? Ben daha yeni geldim, gelince de annemle babam uyumuşlardı, bir şey duymadım.” “Konuşmaya daldık, şu haydutları unuttuk. Polis yolda geliyor, onlar gelene kadar seni evine götüreyim.” “Tamam olur. Çok üzüldüm, baban çok iyi biriydi, bunu beraber atlatacağız.” “Tamam önce seni evine bırakayım.” İrem'in evi uzak değildi, beş altı sokak ötedeydi, onun için Ahmet'in İrem'i evine bırakması uzun sürmedi. Evin önüne geldiklerinde İrem'le Ahmet kaybettikleri yıllara inat sımsıkı sarıldılar. “Ben yanındayım her zaman, bunu unutma, beraber atlatacağız.” İrem, Ahmet'i sevdiğini söylememek için kendini zor tutuyordu, Ahmet ise ağlamamak için kendini zor tutuyordu. “İyi ki buradasın İrem.” “Ben hep burada olacağım.” deyip eve gitti. Ahmet haydutların yanına geldiğinde polisler çoktan gelmişti. Ahmet, polislere durumu anlatıp evin yolunu tutmuştu. Polisler, haydutları arabaya bindirip karakola götürmüşlerdi. Ahmet, bir şey fark etmişti; haydutların hepsinin kolunda yıldız ve ortada daire şeklinde bir dövme vardı, bu bir tesadüf müydü yoksa bunun da bir anlamı var mıydı? Ahmet’in kafasını çok kurcalamıştı bu soru. Amcasının geçen gün söyledikleri aklına gelmişti bir de şimdi bu olay, babasının şehit olması… Hepsi tesadüf müydü yoksa bir bağlantı olabilir miydi? Şimdi de dört tane haydutta aynı dövme. Bu bir tesadüf olamazdı, bence bu yaşanan olaylarda Ahmet'in sevdiği herkes tehlike altındaydı. Mahallesi ve ülkesi gibi vatan tehlikedeydi, en önemlisi vatandı… Vatan olmadan ne gelecek ne aşk ne başka bir şey olurdu. Babası da vatan için şehit olmuştu |
0% |