Yeni Üyelik
1.
Bölüm

1. Bölüm

@hayalperestanka

🌾


Mevlana şehri olarak bilinen Konya'da güneş çoktan tepeye ulaşmış, buğdaylar güneşin etkisiyle altın gibi parlamıştı. Konya’nın Şirin köyü ilçesine bahar ayının en güzel zamanı gelip çatarken, turistler alışveriş yapmaya dükkanlara, köydeki çocuklar ise meydanı şenlendirmek için adeta sokaklara dökülmüştü...


Hava da hafif bir rüzgar, gökyüzünde ise uçuşan kuşlar. Bir yan da ucu bucağı gözükmeyen buğday tarlası, az ileride ise bu tabloya çok yakışan genç bir kız.


Mutluluk dolu kahkasıyla kuşları bile kıskandıracak hâlde olan Zeynep, sanki ünlü bir müzisyenin klibinde oynar gibiydi. Giydiği elbisesi bahar ayına yakışan çiçeklerle dolu, dizlerinin hemen altında bitiyordu. Bembeyaz bir teni, toprak rengi gözleri vardı. Simsiyah saçları gür ve salınmış bir şekilde yüzündeki muhteşem gülümsemesiyle buğday tanelerine tek tek dokunuyor, sanki dokunduğu her buğday tanesinden enerji topluyordu.


Bir süre bu şekilde koşan Zeynep artık yorulmuş olacak ki, en sonunda  gülümseyerek kendini buğday tanelerinin arasına bıraktı. Geçen ay zorlu bir üniversite sınavının ardından istediği puanı almıştı. Bu puan ile istediği şehirde edebiyat fakültesinde okuyabilirdi. Geriye sadece istediği üniversitede, istediği bölüme tercih yapması kalmıştı. Kısa bir zaman sonra belki de ilk hayali gerçekleşecek ve tam anlamıyla bir üniversiteli olacaktı.Tek gayesi ise Yusuf ile aynı üniversite de okuyabilmekti.


Bir süre daha buğday tanelerinin arasında güneşin tadını çıkaran Zeynep, sabah kahvaltısını kaçırmamak için yattığı yerden gülümseyerek doğruldu.


Kesin evdekiler; 'deli kız yine nereye kayboldun..' diye, haklı olarak sıkı bir azar çekecekti. Bunun düşüncesi ile Zeynep endişelenmek bir yana dursun, aksine aklına gelen fikirle keyifle gülümsedi.


İleride patika yolda duran bisikletine doğru hızla giderek pedallarını bu sefer merkezin, cıvıl cıvıl olan sokaklarına doğru sürdü. Konya’nın sabah kahvaltılarında vazgeçilmezi olan meşhur etli ekmeğini almaya, fırıncı Osman amcasının yanına gitti. Hem bu sayede eve geç gelmesinin bahanesini de etli ekmeğin üzerine atarak, bir nevi azar işitmeyi önlemiş olacaktı.


Osman amcası ile kısa süren bir muhabbetten sonra ekmeklerini alarak tekrar yola koyuldu. Sol bileğindeki saate gözlerini kısa bir süre çevirdiğinde, içinden ‘geç kaldım..’Diye hayıflandı.


Evdekiler kesin sofraya geçmiş, onun gelmesini bekliyordu. Bu yüzden kalabalık olan meydandan hızla çıkarak bisikletini daha sakin ve kestirme olan sokağa doğru sürdü..


Yolda tarlalarına giden teyzelere rast gelen Zeynep, onlara da selam vermeyi es geçmeyecek sonunda eve gelebilmişti. Hızla bisikletinden inerek müstakil evin bahçesine doğru yavaşça süzüldü, bisikletini ağacın gövdesine yaslayarak önündeki sepetten etli ekmek poşetini aldı. Evin arka tarafındaki mutfak kapısına doğru yöneldiğinde, tam da tahmin ettiği gibi sürgülü mutfak kapısı sonuna kadar açılmış ve ailesi çoktan sofrada yerini almıştı.


“Ben geldim..” diye şakıyarak, bütün  dikkatleri üzerine topladı. Fatma hanım gözlerini kısarak kızına baktı."Şimdi arıyordum seni, nereye kayboldun sabah sabah?" Dedi, azarlar bir ses tonuyla.


Zeynep şimdi annesine sabahın ilk ışıklarında tarla da güneşin doğuşunu ve kuşların cıvıltı seslerini duymaya gittiğini söylese, kesin annesi haber vermediği için kızacaktı. O yüzden Zeynep bunu söylemek yerine elindeki kozunu devreye sokmayı tercih etti.


Gülümseyerek elindeki ekmek poşetini havaya doğru kaldırıp indirdi.“Osman amcadan size etli ekmek aldım da geldim” diye sevimlice konuştuğunda, Zeynep'in  tahmin ettiği gibi Fatma hanım azarlama modundan hemen çıktı.


Sofranın baş köşesinde oturan Ahmet bey ise kızına göz kırparak gülümsedi. “Susturma payın oldukça ilgi çekici küçük hanım" diyerek kızına destek olduğunda, Zeynep  babasına karşı içten bir şekilde gülümsedi. 


O sırada çayları doldurmaya başlayan Fatma hanım ise meseleyi daha fazla uzatmadı. "Baba kız hemen birbirinizi koruyun zaten" deyip gülümseyerek; "hadi bakalım sende ellerini yıka gel, ben doğrarım ekmekleri" dedi.


Zeynep annesini onaylayıp hemen ekmek poşetini tezgaha bırakarak, lavaboya doğru koşturdu. Zaten yol boyunca mis gibi kokan ekmeğin kokusu, karnını iyice acıktırmıştı. O yüzden fazla oyalanmadan ellerini hemen yıkayıp sofraya gelip oturdu. 


Güzel sohbetler eşliğinde başlayan kahvaltı, yine aynı şekilde güzel sohbetler eşliğinde bitmişti. Günlerden pazar olduğu için Ahmet bey bugün evdeydi. Gazetesi ile birlikte, güzel havanın tadını çıkarmak için bahçedeki verandaya geçerken, Zeynep de annesini zorla mutfaktan çıkartarak babasının yanına yolladı.


Fatma hanım gülümseyerek oturma odasında ki örgüsünü eline alıp eşinin yanına geçerken, Zeynep de aynı şekilde gülümseyerek kolları sıvamış ve hemen mutfağı toparlamaya başlamıştı.


Zeynep oldum olası ev işi ve yemek yapmak konusunda en az annesi kadar becerikliydi. Evin tek çocuğu olmasına nazaran şımartılmak yerine, tam tersi hep sorumluluk verilerek büyütüldü. Yeri gelir babasının marangoz dükkanına gider elinden geldiğince babasına yardım eder, yeri gelir annesine bütün ev işinde yardım ederdi.


Genç kızın bu hamarat halleri elbette ki gözlerden kaçmazdı. Konu komşu Zeynep'i pek sever, pek de överdi. Daha yaşı on sekiz olmasına nazaran becerisi, edebi ve büyüklerine karşı olan saygısı ile birlikte bir çok kişinin gönlünde taht kurmuş ve böylelikle taliplerin sayısı da, gün geçtikçe artmıştı. Cesaretini toplayıp hayırlı bir iş için kapıyı çalanlar ise Ahmet beyin gazabına uğradıktan sonra daha seslerini çıkaramamıştı.


Bu durumdan Zeynep ise oldukça memnundu. Okuyup kendi ayakları üzerinde durana kadar evlenmeyecek, annesine verdiği sözü sonuna kadar tutacaktı.


'Koluna altın bileziğini takmadan, parmağına evlilik yüzüğünü takma kızım.' Bu sözün anlamı bir o kadar güzelken yine bir o kadar da manidardı. Altın bilezik olarak kastedilen şey genç kızların mesleği, parmağına takılan yüzük ise mesleğini eline aldıktan sonra doğru kişiyi bulup hayatını kuracağı kişiydi...


Zaten Zeynep'in mesleği ve evlenmek istediği kişi daha ilk günden beri belliydi ama kimse bunun farkında değildi.


Zeynep şiirlere, kitaplara ve yazmaya aşık bir genç kız olarak Edebiyat öğretmeni olmak isterken, bu hayali gerçek olduktan hemen sonra ise çocukluk aşkı olan Yusuf ile evlenmek istiyordu.


Ama bu durumda Yusuf'un da, Zeynep'in aşkından haberdar olması gerekiyordu ama ne yazık ki Yusuf hiçbir şey bilmiyordu...


Yusuf mahalleli tarafından parmak ile örnek gösterilen yegâne delikanlılarından biriydi. Yakışıklı olması bir yana bir de ona çok yakışan bir edebi vardı. Boyu, posu ile bir bakanın bir daha baktığı Yusuf, kimse ile öyle kolay kolay muhatap olmaz, kendine ait bir çevresi ve az bir dostu vardı. Onun için mahallesinde ki bütün insanlar kıymetliydi. Elinden geldiğince herkese her konuda yardımcı olur, okul zamanında diğer arkadaşları merkeze gidip eğlenirken, o okul çıkışında soluğu babasının marketinde alırdı. Yusuf'un bir de ondan altı yaş küçük Ecrin adında kız kardeşi vardı.Daha önce annesi hamile kalmış ama iki düşük yapmıştı. Sonradan ise tekrar hamile kalmış ve korkarak geçirdiği bir hamilelik serüveninden sonra Ecrin dünyaya gelmişti. Yusuf için kız kardeşi onun en kıymetli çiçeğiydi. Babası her zaman Yusuf'a; "kendi kız kardeşine yapılmasını istemediğin hiçbir şeyi, sende başka kızlara yapma" diye öğütlerken, annesi Gülsüm hanım da; "bana ve kız kardeşine değer veriyorsan eğer başka bir kızın da günahına girip, canını yakma." Diye nasihatlerle büyütmüşlerdi.


Ve Yusuf sırf bu yüzden hiç bir kıza ne bir mavi boncuk dağıtmış ne de bir kızın duyguları ile oynamıştı. Ona göre bu sevda işleri belli bir olgunlukta, mahremiyet ve samimi olmalıydı. O yüzden o da okul zamanında ona gelen her aşk mektubunu kibar bir dille reddetmiş, benim o taraklarda bezim yok diyerek konuları kestirip atmıştı. Şimdi her ne kadar 'evlilik' listesinin en son sıralarında gibi gözüksede, belki de zamanı geldiğinde fikri değişebilirdi...


Ama Yusuf'un o an ki öncelikleri ailesine layık bir evlat olup, istediği mesleği okuyabilmekti. Öyle de oldu… Hem ailesine layık bir evlat olarak büyüdü, hem de istediği bölümü kazandı.


İstanbul Yeditepe üniversitesini kazanan Yusuf, okumak için ailesinin yanından el mecbur ayrıldı. Ama her tatil fırsatında soluğu hep Konya'da, ailesinin yanında aldı. Bu sene de üçüncü senesine başarı ile geçen Yusuf, kendisini ödüllendirmek adına ailesinin haberi olmadan Konya'ya uçak biletini almış ve çoktan yola koyulmuştu.


Zeynep mutfakta işlerini bitirdikten sonra anne ve babasına keyif kahvesi yapmış ve ardından kitap okumak için odasına çıkmıştı. Çatı katında olan odası, onun gizli defteri gibiydi.. En güzel manzarası  küçük terasının Yusuf'un terasına bakmasıydı. 


Aralarında ki yol ise çıkmaz sokağa ait, diğer tarafta ki manzaraları ise dağ tepe yeşillikti. Yusuf terasını sırf vadi görünümlü manzarası için severken, Zeynep ise hayatında ki en güzel manzarası olan Yusuf'u görebildiği için seviyordu...


Şimdi burada olmasada Zeynep her kitabını alıp küçük terasına çıktığında, sanki Yusuf orada kollarını teras korkuluklarından sarkıtmış, manzarayı izliyormuş gibi heyecanlanırdı.


Zeynep çalışma masasında onu bekleyen romanını eline alarak gülümsedi. Yine bir aşk hikayesi okuyordu ve bitmek üzereydi. Buruk bir heyecan ile kitabını okumak için terasına çıkarak asma salıncağına güzelce oturdu. 


Tam kitabını açıp okuyacakken, Yusuf'un kapalı olan teras kapısının açık olduğunu fark edince durdu. Heyecanla içeride bir hareketlilik var mı diye gizlice bakarken, Yusuf omzuna attığı kız kardeşi ile terasa doğru çıktı.


Bir yandan Ecrin gülerek bağırırken diğer yandan Yusuf, Ecrin'i terastan aşağıya atmak ile tehdit ediyordu. 


"Ne demek özlemedim seni ! Bir daha düşün istersen ?"


"Ya tamam şaka yaptım, çok özlemişim seni !"


İki kardeş güle oynaya şakalaşırken, diğer yandan yüzünde güller açan Zeynep bu manzaraya dalıp gitmişti. Hâlâ bir yanı Yusuf'un burada olduğuna inanmazken diğer yanı şuan Ecrin'in yerinde olmak istiyordu…


Bu düşüncesi ile yanakları anında kızardı. Alev atan yanaklarını tutup hâlâ şakalaşan kardeşleri izlerken, sessiz bir şekilde; "tövbe tövbe, ne diyorum ben.." diye hayıflandı. Ama bu utancı Ecrin'nin korkak haline kahkaha atan Yusuf'un sesi ile anında uçup gitti.


Birine bakarken veya sesini duyarken evine varmış gibi hissederek huzur bulmak bu olsa gerekti…


B Ö L Ü M


S O N U


Loading...
0%