@hayalperestanka
|
Keyifli Okumalar Dilerim ❤️ *** Dünü toprağa gömmezseniz eğer yarınlarınız çiçek açmaz diye, çok güzel bir söz var. Ama Zeynep bu konuda ne kadar başarılıydı orası tartışılırdı. Genç kız Çağla'yı dövüp akşamında gerçekleri öğrendikten sonra ertesi sabah soluğu hemen Bursa'da almıştı. O kadar utanıyordu ki Yusuf 'dan, bırak açıklama yapmayı, bir süre karşı karşıya gelmek bile istemiyordu. Hafize hanım ise torununda ki hüznü fark etmiş ama genç kızı bunaltmak istemediği için üzerine gitmemişti. Ne de olsa torunu konuşmak istediğinde ona gelecekti. Aradan geçen iki günün ardından düşündüğü gibi de oldu. Sabahın da dayısı annesine ve yeğenine veda ederek görev yerine giderken, Zeynep okuldan sonra vakit kaybetmeden direk eve geldi. Hafize hanım pencere kenarında oturup bebek yeleği örerken, Zeynep üzerini değiştirip soluğu hemen annesinin dizlerinin dibinde aldı. Konuşmaya, anlatmaya, en çok da akıl almaya ihtiyacı vardı... Genç kız kedi gibi sokulup gür siyah saçlarını anneannesinin dizlerine sererek oturduğunda, Hafize hanım tebessüm etti. "Neden hiçbir şey istediğim gibi olmuyor anneanne ?" Bu soru karşısında yaşlı kadın kısa bir an düşünüp, örgüsünü kenara bıraktı. Öyle birşey anlatmalıydı ki torununa, hem yüreğine hemde mantığına iyi gelmeliydi. Ve kısa bir süre sonra aklına gelen hikaye ile tebessüm ederek, ellerini tarak misali torununun saçlarına doğru götürdü. "Bir zamanlar genç bir kız Allah'tan bir çiçek, bir de kelebek istemiş. Bunun üzerine Allah ona, bir Kaktüs ve bir de Tırtıl vermiş. Eh tabi, genç kız istediklerinin yerine eline gelen başka şeylerle baya üzülmüş.." Zeynep merakla anneannesini sessizce dinlerken, Hafize hanım torununun saçlarını okşamaya devam ederek, kaldığı yerden devam etti. "Aradan belli bir zaman geçtikten sonra genç kızın o beğenmediği Kaktüs çiçek açmış, tırtılda kelebek olmuş. İşte güzel kızım, bazen istediklerimiz her zaman için bizim ihtiyaçlarımız demek değildir. Bugünün Kaktüsü yarının çiçeği, bugünün böceği ise yarının kelebeğidir. Hem Mevlam ayetinde ne diyor; 'Her zorluktan sonra bir kolaylık vardır." Demiş ve hafif bir şekilde eğilip Zeynep'in saçlarından öperek geri çekilmişti. "Kara geceleri kudret kalemiyle güneşe boyayan, kahverengi odundan yeşil ağaçlar çıkaran Rabbim, seninde istediğini elbet verecektir. Sen yeter ki sabretmeye devam et." Hafize hanımın bu naif hikayesiyle gözleri dolu dolu olan Zeynep, bir süre konuşamadı. Onun yerine tebessüm ederek teşekkür eder gibi anneannesinin dizlerine sıkıca sarıldı. Bu sözlerden sonra Zeynep'e, kaldığı yerden sabretmeye devam etmek düşerdi. Artık olur veya olmazdı. Ne güzel demiş Cahit Zarifoğlu; 'Onca sevgiye rağmen kalbi filizlenmemişse, toprağı sen değilsindir..' Ve çiçekler açardı bir gün, mühim olan sabredip beklemekti.. *** ~3 YIL SONRA~ Bu hayatta çoğu kişi zamanı bir mucize gibi görür. Çünkü zaman girince devreye, insana herşey geçecek gibi gelir. Ama aslında zaman bir mucize değildir. Geçmişte aldığın yaraları tamamen kapatmaz, acını yok etmez, unutturmaz sana hiç bir yaşanmışlıkları.. Zaman sadece önümüzde ki sisi dağıtır, görelim diye yolumuzu. Kısaca dünya bir imtihan sahnesi, biz de onun içinde ki oyunculardık. Gittiğimiz bu menzil ya ebedi saadete, ya da ebedi felâkete doğru gidecekti. Ve biz bu yolda imtihan ve sabır diyerek önce Rabbime, sonra da imanımıza sığınmalıydık. Aynı Zeynep'in de yaptığı gibi. Gel-git'lerin olduğu bu hayatta, hüzünler olgunlaştırmış, mesafeler sabrı öğretmiş, anneannesinin desteği ise inanılmaz bir güç vermişti. Zeynep su gibi akıp giden bu zamanda, bir buğday tanesi gibi serpilerek yirmi bir yaşına girmişti. Zaman öyle ya da böyle geçiyordu. İstediklerimiz olsa da geçiyordu, olmasa da… Bursa da geçirdiği bu üç sene Zeynep'e çok şey katmıştı. Anneannesiyle bir sürü güzel anısı olmuş, onun verdiği tavsiyeler ile adeta ışıksız yolu aydınlanmıştı. Sinan ve Buket gibi çok güzel iki dost edinmiş, birbirlerine hep bir şeyler katarak ilerlemişlerdi. Ve en önemlisi ise; sabrın ne kadar muazzam bir şey olduğunu, Rabbine teslimiyetin ne kadar gönül rahatlatıcı olduğunu yaşayarak tecrübe edinmişti.. Hem gurbet demek; memleketten uzak olmak değildi, seni anlayabilecek insanlardan uzak olmaktı. Ve Zeynep bu konuda çok şanslıydı. Belki de pes etmeden ettiği duâlarının karşılığını bu şekilde alıyordu. Bu üç sene de Zeynep günübirlik gittiği bir günün haricinde Konya'ya gitmemişti. Okulunu ve anneannesi bahane ederek sabrını sonuna kadar zorladı. Çünkü biliyordu ki, Yusuf'u görürse gönlü yine karışacaktı. O yüzden bu süre zarfında her fırsatta Fatma hanım ve Ahmet bey kızlarını görmeye gelmiş ve onlar sayesinde Hafize hanımın sessiz evi şenlenmişti. Elbet Tuğba ve Ecrin de bu kaçamaklardan eksik kalmadı. Her fırsatta soluğu Zeynep'in yanında almayı ihmal etmediler. Hem bu sayede kızlarda Sinan ve Buket ile de tanışmış ve birbirlerine zamanla ısınmışlardı. Bu süreçte herkesin hayatında elbette ki değişikler oldu. Yusuf üniversitesini bitirip yirmi dört yaşında İstanbul'un en iyi Mimarlık şirketinde çalışmaya başladı. Amacı bir süre daha burada çalışıp ardından hemen askerliğini yaparak, tam anlamıyla memleketine dönmekti. Yusuf'un hedefi kendi memleketinde işini yapıp, ailesiyle bir olmaktı. Çağla ise yirmi bir yaşında üniversite de son senesini okurken, aynı zamanda iyi bir kanalda stajyerlik yapmaya başladı. Ve onun hedefleri daha yüksekti. Ona göre İstanbul gibi büyük bir şehirde çalışmak varken, memleketine dönüp ailesi ile yaşamak saçmaydı. Kendi ayaklarının üzerinde durup, daha iyi yerlere gelmek istiyordu. Ecrin on sekizinci yaşına yeni girmiş Konya da lise son senesini okuyordu. Artık tamamen olgun bir kız gibi gözüksede, çocuksu ruhundan hiç birşey kaybetmemiş, adeta eline gelen fırsatları değerlendirmek için sessizce köşesine çekilmişti. Tuğba ise yirmi bir yaşında, açıköğretimden iki senelik güzel sanatlar bölümünü okumuş ve şimdi Konya belediyesinde ev hanımlarına hocalık yapmaya başlamıştı. Ayriyeten korktuğu şey de başına geldi. Karşılıklı bir şekilde gönüllerini Hamza ile birbirine kaptırıp, sene başında nişanlandılar. Daha önce 'Öküz' diyerek bahsettiği adama, bir süre sonra 'Kocacığım' diyecekti. Hamza ise artık yirmi beş yaşındaydı. Geçen sene askerliğini de yaparak artık tam anlamıyla sorumluluk sahibi bir adam olmuştu. O da Konya da İtfaiyeci olduğu ilk haftalarda, yüreğini daha ilk günden yangın içinde bırakan Tuğba'yı annesine anlattı. Hamza'nın annesi bu habere çok sevinirken genç kızın da bu işe gönlü olup olmadığını sordurmuş ve çok şükür ki Tuğba'nın da olumlu cevabı ile aileler nişan töreniyle akraba olmaya ilk adımlarını atmıştı. Zeynep isteme töreninde arkadaşının yanında olurken malesef ki nişan töreni final haftasına denk geldiği için yanında olamamıştı. Yusuf ise işinden dolayı sözde Hamza'nın yanında olamazken, sadece nişan töreninde yanında olmuştu. Kader bile sanki Zeynep ve Yusuf'u bir araya getirmiyor gibiydi.. *** *** Artık haziranın ilk haftasına girmişlerdi. Bu ayın ortasında Tuğba ve Hamza'nın düğünü vardı. Bu sefer kaçışı olmayan Zeynep ise Bursa'ya uzun bir aradan sonra gidecek ve dostunun en güzel anında yanında olacaktı. Hem nikah şahidiydi gitmese olmaz, Tuğba onu kesinlikle yaşatmazdı. İşin diğer güzel yanı ise Zeynep'in dayısı Enver'in bu hafta eve gelin adayı ile geliyor olmasıydı. Zeynep elbette herşeyini onların geleceği güne göre ayarlamıştı. Gelin hanımla tanışmadan Bursa'ya asla gidemezdi. Sabah namazından sonra yine uyumayan Zeynep, güzelce kahvaltı sofrasını hazırlayıp hemen anneannesini çağırdı. Sohbet eşliğinde yaptıkları kahvaltının ardından Hafize hanım pencere kenarında ki kanepesine geçip otururken, genç kız da hızla sofrayı toparlayıp odasına doğru çıktı. İlk işi odasında ki pencereye yaklaşıp güneşliğini çekmek oldu. Bu sayede odanın aydınlanmasına izin verirken yarım bir şekilde pencereyi de açarak odanın güzelce havalanmasını sağladı. İleride gördüğü Çınar ağacı ise adeta bir tablo gibi gözüküyordu. Genç kız açmış olan yemyeşil dallarına ve ağacın büyüleyici heybetine kısa bir süre baktı. Her ne kadar bu manzaraya saatlerce bakmak istese de yapacağı işleri aklına gelince, bu uzun bakışmayı yarına erteledi. Geriye doğru dönerek önce yatağını toparladı, ardından da yanında götüreceği kitapları hazırlayıp çantasına güzelce yerleştirdi. Ardından üzerini hızla giyinip, saçlarını tepeden topuz yaparak çantasını alıp odasından çıktı. Bugünkü dersi erkendi, o yüzden vakit kaybetmeden salonda oturan anneannesinin yanına doğru gitti. "Anneannem ben çıkıyorum." "Tamam güzel kızım, Rabbime emanet ol." "Sende öyle Çınar ağacım." Yanaklarını hızla öpüp, dış kapıya doğru ilerledi. Ayakkabılarını ayağına geçirip çantasını da güzelce koluna takarken ayakkabılığın çekmecesine koyduğu mama poşetini de almayı ihmal etmeyerek evden çıktı. O esnada bahçede beslediği kediler sanki onu bekler gibi miyavlayarak hemen etrafını sarmıştı. “Sizi gidi sizi.. Ne zaman çıkacağımı da çok iyi biliyorsunuz." Sıcacık gülümseyip elindeki mama poşetini salladı. “Acıktınız mı ?" Etrafında kediler sanki cevap verir gibi sempatik hareketler yaparak miyavlayınca, Zeynep kısık bir kahkaha eşliğinde elinde tuttuğu paketi hızla açıp, bahçenin kenarına doğru giderek döktü. Kediler hızla mamalara hücum ederken Zeynep de biten pakete bakıp gülümsedi. Okuldan gelirken mama almayı kafasının bir kenarına not alarak elindeki boş poşeti kenarda duran çöp kutusuna atarak bahçe kapısından hızla çıktı. Güzel havayı içine çekip gülümseyerek yürümeye devam ederken, yolda karşılaştığı esnaf komşularına tek tek selam verip otobüs durağına doğru ilerledi.. *** *** "Sinan !" Buket ve Zeynep aynı anda Sinan'a kızmış ve yine her ikisi de Sinan'ın koluna girerek onu amfiden sürükleyerek zorla çıkarmıştı. "Hiç bana boşuna kızmayın ! Ben küfür etmezsem, siz küfür etmezseniz bu kadar yavşağa kim ayar verecek ?" Haklılık payından dolayı iki kız da sesini çıkarmayarak Sinan'ın adeta kafeteryaya doğru sürüklemeye devam ediyordu. Ders esnasında Zeynep ve Buket'in arka sırasında oturan iki çocuk kızlara sessizce laf atıp, kalemleriyle kızların saçlarıyla oynayıp rahatsız ederken, Sinan en arka sıradan olanları görmüş ve ders bitimini adeta iple çekmişti. Zaten hoca dersten çıkar çıkmaz da Sinan soluğu hemen kızların yanında aldı. O laf atan zibidilere söverek üzerlerine doğru gidince, amfide olan diğer çocukların araya girmesi ile olay neyse ki fazla büyümeden kapandı. Kafeteryaya girip köşede ki boş masaya geçip otururlarken, Sinan ve kızlar neyse ki biraz da olsa sakinleşmişti. Bir süre sonra Sinan çay almak için masadan kalktığında, Buket içinden geçenleri rahat bir şekilde dile getirdi. Çünkü biliyordu ki Sinan'ın yanında söylerse genç adam sinirlenip o çocukları yine bulmaya gidecekti. "Valla Sinan tekrar kızmasın diye kendimi zor tuttum ! O zibidilere bir meydan dayağı şartı." Zeynep hafif bir şekilde tebessüm etti. "Her ne kadar şiddete karşı olsam da, gerçekten öyle bir dersi hak ediyorlardı. Ama biz şimdilik sükunetimizi korumaya devam edelim. Bir daha olursa hiç vakit kaybetmeden direk Dekana gider şikayet ederiz." "Aynen daha iyi olur." Deyip bakışlarını diğer tarafa çevirdiğinde, Sinan'ın elinde tuttuğu küçük çay tepsisiyle ayak üstü bir kızla sohbet ettiğini gördü. "Şuna bak ! Biz burada dilimiz damağımız kurumuş bir şekilde bekleyelim, paşamız da orada kızlarla fingirdesin !" Arkadaşının sözlerinden sonra Zeynep de hemen başlıklarını diğer tarafa doğru çevirdi. Buket'in bu kıskançlık tepkilerine mi gülsün yoksa Sinan'ın yalandan gülüp kızlara doğru 'yardım edin' bakışı atmasına mı kahkaha atsın bilemedi. Onun yerine gülmemek için bir süre dudaklarını birbirine bastırıp kendini toparlayarak arkadaşına doğru döndü. "Sanki kızı bir yerden tanıyor gibiyim.. "Diyerek Buket'in sabrını zorladı. Buket ise sinirden gözü sekerek arkadaşına doğru hızla döndü. "Elbette tanıyoruz, lavaboda çarpışmıştık ya ! Hani şu gözüne Eyeliner çekicem diye Nike logosu çeken kız." Sinan ve Buket birbirlerinden hoşlandığını bu kadar belli ettikleri halde her ikisinden de hâlâ bir adım atan olmamıştı. Bu durum Zeynep'i eğlendirirken diğer yandan da oldukça üzüyordu. Çünkü Sinan geçmişte sevdiği ve duygularını itiraf ettiği kızın bir anda en yakın arkadaşıyla sevgili olmasından büyük bir darbe almış ve artık ilişki konusunda daha çekinir hâle gelmişti. 'Çok sevdiğin ama geri döndürmeyeceğin kişiler, her hatırladığında seni tekrar tekrar terk eder.' Diyor Tolstoy, bu yüzden 'İyi insanlar kırıldıkları zaman bir daha sevmeyi değil, bunu göstermeyi bırakırlar…' Buket ise Sinan dan bu kadar hoşlandığı halde onun hâlâ bir adım atmıyor oluşunu, onu sadece yakın bir arkadaşı olarak görüyor olmasına yoruyor ve bu yüzden de elinden geldiğince ondan uzak durmaya çalışıyordu. Zeynep bir anda artık bu duruma el atmanın zamanı geldiğini düşündü. Belki Sinan kendisi ile bu durumu konuşmaya çekine bilirdi ama artık anneanneleri gibi gördüğü Hafize hanıma bu durumu anlatırsa, belki gözünde ki at gözlüklerini yok edebilirdi. O yüzden Zeynep bugün eve geçer geçmez durumu anneannesine ufaktan anlatıp daha sonra da Sinan'ı eve davet edecekti. Bu yüzden Sevgi ve Aşk ateşe benzer. Yakıcıdır, kavurur içine düşeni ve anlamak için bazen yakınlaşmak yeterli olmaz, bazen de o ateşte yanmak gerekirdi... *** B Ö L Ü M S O N U |
0% |