@hayalperestanka
|
Keyifli Okumalar Dilerim ❣️ *** Cemal Süreyya diyor ya hani; 'Uzaktan sevmediyseniz birini, hiç sevdim demeyin' diye.. Çünkü en zorudur, uzaktan sessiz sedasız sevmeler.. En zorudur; sonunu bilmeden öylece beklemeler ve kalp yarası geçsin diye, zamanın geçmesini beklemeler. Zaman geçti geçmesine ama genç kız ne içinde ki sokağına sığabildi, ne de dışarıda ki dünyasına.. Bazen, kalbine çok ağır geldi bu sevda işte o zaman Kur'an-ı Kerim yetişti imdadına; 'Beni yaratan, elbet yolumu gösterir..' Bu ve daha nice güzel ayetlere sığınarak gücünü yeniden ve yeniden toparladı. Züleyha'nın Yusuf'a , Mecnun'un ise Leyla'ya olan aşkı gibi seviyordu genç adamı. Belki genç adam bunu bilmiyordu ama Zeynep ona olan aşkını ve sadakatini ilk gün ki gibi korumaya devam ediyordu. Ne bir başkasına bakabiliyordu, ne de kalbine başka birini almak istiyordu.. Sadakat ve vefa bu dünyada olması gereken en önemli iki şeydi.. Ama malesef çoğu kişinin ne yuvasında, ne de kalbinde buna ait sözler yoktu. O yüzden bu yalan Dünya'da sevdiği çekip giderken, öksüz kalmış bir çocuk gibi yüreğinde onun aşkıyla yanıp kül olanda vardı.. Gider gitmez yeni limanlara yolculuk yapanda. İşte belki de bu yüzden Zeynep eski zamanların samimiyetine, sadakatine, eski ilişkilerin sevdasına hayrandı. Belki de sırf bu yüzden sabretmeye devam ediyor, daha küçücükken kalbine giren Yusuf'u, öylece söküp çıkarmak istemiyordu. Ne güzel söylemiş şair; "Züleyha'nın halinden Yusuf haberdar değilse bile, Yusuf'un sahibi haberdardı…" *** Dışarıda o kadar güzel bir hava vardı ki herkes adeta Bursa sokaklarına dökülmüş gibiydi, çocuk sesleriyle şenlenen sokaklar kuş cıvıltılarına karışmıştı. Hafize hanım ise havaların iyiden iyi düzelmesiyle soluğu yine bahçesinde aldı. Bir yanı meyve, bir yanı sebze, diğer yanı ise renk renk çiçeklerle donatılmış bahçesi, yaz ayının geldiğini belli edercesine adeta coşmuştu. Yaşlı kadın bahçe masasına oturmuş, önüne koyduğu çiçeğin bakımını yapıyordu. Zeynep de hemen az ileride rengarek açan gülleri suluyordu. Yarın dayısı Enver ve müstakbel gelin hanımın gelecek olmasından dolayı, evde bir kaç gündür küçük çaplı bir koşturma vardı. Zeynep anneannesine fırsat vermeden evin tüm işini bitirmiş ve dün gece de tatlısından, tuzlusuna herşeyi hazırlamıştı. Bugün ise bahçenin de temizliğini hallettikten sonra başka hiçbir işleri kalmayacaktı. Hafize hanım o ton ton elleri toprağa bulanmış bir şekilde, tebessümle bakışlarını torununa doğru çevirdi. "Zeynep'im sana zahmet, arkanda ki boş saksılardan bir tane getirir misin ?" Genç kız anneannesinin sesiyle hızla ona doğru döndü. "Hemen getiriyorum" diyerek elindeki su tabancasını yere bırakıp, saksıların olduğu yere doğru ilerledi. Çeşit çeşit saksıların arasında gözüne ilk çarpan, orta boyutta mavi renge boyanmış, üzerinde birbirlerine bakarak gülümseyen kız karakterleriydi. Bu saksıyı geçen sene Tuğba'nın onu ziyarete geldiği zaman beraber çizip boyamışlardı. Saksıyı eline alıp kocaman gülümseyerek Hafize hanımın yanına doğru hızla ilerledi. "Ay parçam, arkadaşının anısı yüzünü ne güzel gülümsetti öyle." Bu hayatta sanırım en güzel şey; kendini açıklamak zorunda bırakmayacak kadar seni iyi tanıyan, seni yargılamadan neyi hangi niyetle yaptığını bilen biriyle vakit geçirmekti. Ve Zeynep, bu konuda oldukça şanslıydı."Öyle anneannem, Tuğba ile o gün ne kadar eğlendiğimiz aklıma geldi." "Eh normaldir, uzun zamandır yüz yüze görüşmediniz ama gidince bol bol vakit geçirirsiniz." "İnşâAllah öyle olur.." "Sen şimdi 'inşâAllah' dedin ya, gönlünden de niyetini geçirmiş oldun. Gerisini hiç merak etme, bundan sonrasını Rabbim elbet inşâ eder." Yeter ki kul istemesini bilsin... Zeynep anneannesinin yanağına uzunca bir öpücük bırakıp geri çekildiği esnada, ileride ki bahçe kapısının açılmasıyla hanımların bakışları bir anda oraya yöneldi. Gelen kişi her zamanki pozitifliğiyle Sinan'dı. Bahçe kapısını ardından kapatıp; "Selamün aleyküm güzel hanımlar" diye seslenerek yanlarına doğru gelirken, Hafize hanım ve Zeynep de aynı anda "Ve aleyküm selam" diye tebesümle karşılık verdi. Zeynep adeta eskilerin deyimiyle; 'iki ayağını bir pabuca sokmuş' bir ona bir buna yetişmeye çalışıyordu. İstiyordu ki, aklı bir de burada kalmasın Konya'ya giderken aklını kurcalayacak tüm şeyler bir an önce hâl olsun.. Sırf bu yüzden de Sinan'ı sabah erkenden arayarak anneannesinin onu özel olarak davet ettiğini söylemişti. Güler yüzlü adam hanımların yanına doğru geldiğinde, aynı tebessümle elindeki poşeti Zeynep'e doğru uzattı. "Madem özel misafirinizim, elim boş gelmeyeyim dedim" diyerek kısaca açıklama yaparken, Zeynep çoktan kaşlarını çatmıştı. "Ne zahmet ettin.Ben sana sadece kendini al gel dememiş miydim ?" Sinan arkadaşının bu tavrına karşı burun kıvırıp, uzattığı poşeti bu sefer hızla genç kızın eline doğru tutuşturdu. "İyi ya işte kendimi alırken markettende birşeyler aldım da geldim" zekice son noktayı koymuş ve Zeynep'in daha fazla konuşmasına müsade etmeden, hemen yaşlı kadının yanındaki boş sandalyeye geçip oturmuştu. Genç adam Hafize hanımın halini hatrını sorarken, ardında kalan Zeynep ise 'deli bu çocuk' dercesine başını sağa sola sallayıp, tebessüm ederek elindeki poşetle eve doğru ilerledi. Sinan hem iyi bir adam, hemde çok güzel seven bir adamdı. Adeta eskilerin samimiyeti vardı ruhunda. Zeynep'e göre; Sinan'ın gönlünün kapısı olsa üzerine; "gir ama incitme" yazardı.. Belki de bu yüzden sevdi mi tam seviyor, kırıldı mı tam kırılıyordu. Daha önce sevdiği sandığı kadın tarafından kalbi büyük bir hasara uğramış ve şimdi ise en büyük korkusu, hasar almış kalbinde bir güneş gibi parlayıp sıcacık yapan Buket'in, onu da aynı duygularla sevmiyor olmasıydı. Dili bir türlü cesaret edip 'seni seviyorum' diyemiyordu. Kısacası, cesarete ve ümide ihtiyacı vardı. Zeynep daha önce hazırladığı börek ve çörekleri tabaklara koyarken, ayriyeten Sinan'ın da getirdiği tatlıdan ve kuruyemişlerden hemen birer tabak daha hazırladı. Herşeyin hazır olduğuna emin olduktan sonra tekrar bahçeye doğru çıktı. "Ben hemen sofrayı kurayım." Hafize hanım da tebessüm ederek yerinden yavaşça kalktı. "Olur kızım, bende şurada ellerimi yıkayayım." İleride ki çeşmeye doğru giderken, Zeynep de masadaki saksıları Sinan'ın yardımıyla yere koyup, masayı güzelce temizledi. Arkadaşının yardımıyla sofrayı da güzelce hazırlayan Zeynep, son olarak mutfaktaki çayı da alıp masaya doğru geldi. Sinan ve Hafize hanım çoktan koyu bir sohbete dalmışken, Zeynep de son olarak çay bardaklarını doldurup dağıttıktan sonra o da hemen sohbete dahil oldu. "Bu arada hayırlı olsun Hafize ninem, sana da gelin geliyormuş." Yaşlı kadın Sinan'ın sözleriyle içten bir şekilde tebessüm etti. "Öyle çok şükür. Nasipse oğlumun da mürüvvetini göreceğim." "Görürsün görürsün ama sen yine de bu torununa dikkat et, kıskançlık yapıp gelin hanımı ilk günden korkutmasın." Sinan'ın bu sözlerinden sonra Zeynep gözlerini kısıp, dik bir şekilde ona baktı. "Kim ben mi ? Bulmuş benim gibi tatlı birini, bir de beğenmesin bari." Dediği an, Sinan yakaladım dercesine kocaman sırıtıp, öğretmenine arkadaşını ispitleyen çocuklar gibi işaret parmağıyla Zeynep'i gösterdi. "Bak bak Hafize ninem, gördün mü ?" Zeynep bu sefer gerçekten uzak bir tebessümle arkadaşına bakarak, diğer elinde tuttuğu küçük bıçağı Sinan'a doğru gösterdi. "Sen sanki kaşınıyorsun ?" Sinan tehdidi almış bir şekilde ellerini havaya kaldırıp masumca gülümsedi. "Tamam canım sende hiç şakadan anlamıyorsun." Bir süre sohbet ederek yedikleri yemeklerinin ardından, Zeynep üçüncü defa çayları doldurmak için çaydanlığa doğru uzandı. Bardakları tekrar doldurup çaydanlığı kenara bırakırken, sabahtan beridir sabırsızlıkla beklediği an gelmiş, Hafize hanıma sorduğu bir kaç soruyu allem edip kallem ederek sonunda Aşka getirmişti. "Peki anneanne, sence kader mi aşkı tetikler yoksa gayret mi ?" Diye sorduğunda, Sinan'ın tebessüm eden dudakları bu soru karşısında düz bir çizgi halini aldı. Uzun zamandır merak ettiği bu soruyu Zeynep'in tesadüfen sormasına içten içe sevinirken, diğer yandan ise bütün dikkatini sessizce Hafize hanımın ağzından çıkacak sözlerine odakladı. Zeynep tebessüm ederek anneannesine doğru baktığında, yaşlı kadın gizli mesajı anında almıştı. Torunu istiyordu ki; Sinan'ın, Buket'e olan aşkını bildiğini belli etmeden konuyu açsın. Hafize hanım sessizce gözlerini önce solunda oturan torunun da, ardından sağında oturan Sinan da kısa bir an gezdirdi. Şimdi ki nesil Aşkı nasıl bilir, nasıl tanımlardı bilmezdi. O yüzden o da kendince bildiğini, gördüğünü ve zamanında Zeynep'in dedesine karşı hissettiği aşkı, dili vardığınca yorumlamaya başladı. "Ben öyle sizin gibi süslü laflar bilmem ama bildiğim bir şey var ki, kader de gayrette bir olmadan aşk olmaz. Kısacası kader gayrete aşıktır, gayrette kaderin anahtarıdır." Zeynep anneannesinin bu güzel cevabı ile keyifle önündeki çayından bir yudum alırken, karşısında oturan genç adam büyük bir merakla öne atıldı.. "Peki, aşık olan kişi de kaybetme korkusu varsa ne olur ?" Zeynep arkadaşının hemen dile gelmiş olmasından dolayı, bir an kocaman gülümsememek için bakışlarını hızla diğer tarafa doğru kaçırdı. Hafize hanım ise sanki bu soruyu bekler gibiydi. Bir elini güven vermek için Sinan'ın masada duran elinin üzerine koydu. Gözlerinin içine doğru dikkatlice bakarak, cevabı açık ve net bir şekilde dile getirdi. "Unutma evladım, korkarak yaşarsan hayatı sadece seyredersin. Eğer sevdiğini gizlersen de başkasıyla izlersin. Birini gerçekten seviyorsan ona kelepçe değil, kanat takacaksın. Uçabildiği halde hâlâ senin yanındaysa senindir ve o doğru kişidir…" Bu sözler hem Sinan'ın hemde Zeynep'in gözlerini bir anda doldurmuştu. Ne güzel söylemiş Hz. Mevlana; 'Yürek yanmadıkça, göz de yaşarmazdı..' Bu hayatta ne kadar iyi konuşursan konuş, ne kadar çok kitap okumuş olursan ol, bazı anlar gelir ki, söylecek tek bir sözün, seni anlatacak tek bir cümle dâhi bulamazdın. İstersin ki, karşındaki göğsünü yarsın içine girsin, çektiğin acıları tek tek kendisi görsün ve seni anlasın. Söyleyemediklerini söylesin yüreğine şifa, aklına klavuz olsun. Aynı şimdi olduğu gibi… Hafize hanım yanı başında oturan delikanlının yanan yüreğine su serpmiş, adeta önüne set olarak çektiği duvarları o güzel sözleriyle bir anda yıkmıştı.. Genç adamın gözleri dolmuş olmasına nazaran, dudakları ona tezat bir şekilde tebessüm ediyordu aynı Zeynep gibi.. Genç kız bu sessiz ortamı bozmak adına yerinden hızla kalktı."Çaylar da soğudu, ben bir daha tazeleyim" dediği an, Sinan'ın bakışları Zeynep'e doğru yöneldi. "Hiç zahmet etme Zeynep, benim gitmem lazım" dediğinde, genç kız şaşırmış bir şekilde soru soracakken, anneannesi ondan önce davrandı. "Nereye böyle, daha yeni geldin sayılır." "Hafize ninem, bu sözlerin ruhuma o kadar iyi geldi ki, inan burada duramam artık. Uçar mı kalır mı bilemem ama gidip şimdi konuşmam lazım." Dediği anda, Zeynep arkadaşının ne yapacağını anlamış ve heyecanla kocaman gülümsemişti. İşe yaramıştı ! Yaşlı kadın Sinan'ın sözleriyle içten bir şekilde tebessüm etti. "O zaman durum başka, hakkında en hayırlısı ve en güzeli olsun." Genç adam karşısındaki bu yaşlı kadının hem duası, hemde verdiği öğütlerle kendisini o kadar mükemmel hissediyordu ki, bir an koş deseler sorgulamadan İstanbul'a kadar koşardı. Tebessümle yerinden kalkıp, hızla Hafize hanımın eline doğru uzandı. Yavaş bir şekilde öpüp alnına koyarak geri çekildi. "Herşey için teşekkür ederim Hafize ninem." "Teşekkür edilecek birşey yok. Hadi bakalım yolun açık olsun." Genç adam bu sefer bakışlarını Zeynep'e doğru çevirdi. "Ve sen küçük hanım, bugün bomba gibi bir haber almaya hazır ol." Sanırım bu zamana kadar Sinan'ın en büyük hatası, Zeynep'in hiç bir şeyden haberdar olmamasını sanıyor oluşuydu. Zeynep bu duruma katıla katıla gülmek istesede, kendisini dizginleyip sadece tebessüm etmekle yetindi. "Hadi bakalım heyecanla bekliyorum." Genç adam son olarak tebessümle baş selamı verip, ardında onun adına çok mutlu olan iki kadın bırakarak bahçe kapısından hızla çıktı. Şu hayatta ne kadar yaşayacağımız bir muammayken, ertelenen herşey daha da fazla uzaklaşıyor, söylenmek istenip de söylenmeyen sözler bir süre sonra eğrelti kalmış bir kalbe dönüşüyordu. Ve Sinan, bugün o eğrelti kalmış kalbini düzeltecekti. Otobüs durağına geldiğinde bir yandan bekleyen insanların arasına geçip otobüsü beklerken, diğer yandan da hızla cebinde ki telefonunu çıkarıp Buket'i aradı. Buket yurtda ki odasında, yatağına uzanmış bir şekilde elindeki romantik kitabının en duygusal sahnesini okurken, gözleri çoktan dolmuştu. Kitabın en başından beri birbirine çok yakıştırdığı yan karakterlerin sonunda birbirine kavuşmasına o kadar çok mutlu olmuştu ki, sesli bir şekilde; "bize de şöyle bir aşk yaşamak nasip olur mu be!" Diye kendi kendine efkarlandığı esnada, yanı başında ki telefonu çaldı. Arayan kişi Sinan'dı.. Hızla kitabını kenara bırakıp telefonunu açarak kulağına dayadı. İkinci çalışta açılan telefondan; "Sinan ?" Diyen, naif sesle kalbi güm güm atan genç adam, bir an yutkundu. Ya şimdi, ya hiç ! Diyerek içinden kendini gaza getirirken, sessizliğini hızla bozarak konuştu. "Buket şuan neredesin ? Seninle çok acil birşey konuşmam lazım." Genç kız Sinan'ın heyecanlı ses tonuyla istemeden panik yaptı. "Yurttayım da, birşey mi oldu sen iyi misin ?" Kalpten gitmediği sürece gayet iyidi. "İyiyim iyiyim. Tamam o zaman ben şimdi oraya geliyorum. Sen bahçeye çıkar mısın? " "Tamam olur çıkıyorum" biraz panik biraz da şaşkınlıkla kitabı yatağına bırakıp yerinden hızla kalktı. Sinan daha fazla birşey söylemeden telefonu kapatıp cebine koyarken, bir yandan da otobüsün gelip gelmediğini kontrol etti. Buket'in yurdu buraya arabayla on dakikalık mesafedeydi. Bazen koşmak gerekilen yerde yürümek insanı daha fazla yoruyordu. Ve bu saatten sonra Sinan daha fazla vakit kaybedemezdi. İleride ki caddede taksi bulmayı ümit ederek, hızla oraya doğru koşmaya başladı. Neyse ki şansı yaver gitmiş, caddeye çıkar çıkmaz hemen bir taksi bulup binmişti. Buket ise bahçeye çoktan çıkmış, üzerinde ki siyah renkli eşofman takımıyla panikten bir ileri iki geri yaparak Sinan'ı bekliyordu. Bakışları giriş tarafındayken, hafif esen rüzgar genç kızın salık bıraktığı o uzun ve kızıl saçlarını gözünün önüne doğru getirdiğinde, görüşü bir anda kayboldu. O kadar panik yapmıştı ki, odadan tokasını bile almadan çıkmıştı. Hızla önüne gelen saçlarını geriye doğru çektiğinde karşıdan Sinan'ın koşar adımlarla ona doğru geldiğini görünce, o da hızlı adımlarla genç adama doğru yaklaştı. "Sinan birşey mi oldu ?" Genç adam derin bir nefes alarak genç kızın gözlerinin içine baktı. Oldu ya, hemde çok güzel bir şey oldu… Genç adam aldığı nefesi yavaşça dışarıya bırakıp, ardından hızla Buket'in ellerini tuttu. Bu sefer gözlerini kaçırmadan genç kızın gözlerinin içine en derinden bakarken, Buket de şaşkınca Sinan'a bakıyordu. Genç adam ise bu sefer çok kararlıydı. "Hiç birşey sormadan dikkatlice beni dinle olur mu ?" Genç kız sadece olumlu bir şekilde kafasını salladı. Aksi takdirde zaten Sinan onun ellerini tuttuğu anda sesi soluğu kesilmişti."Ben senin sadece arkadaşın olmak istemiyorum Buket. Çünkü senden çok hoşlanıyorum. Hatta hoşlanmak az kalır, ben direk seni seviyorum" diyerek durdu. Amacı genç kızın tepkisini ölçmekti ama genç kızın ağzından ne bir söz çıkıyor ne de fiziksel bir tepki gösteriyordu. Sinan içinde oluşmaya başlayan paniğe engel olmaya çalışarak genç kızın ellerini yavaşça bıraktı. Şoka mı girmişti yoksa sinirlenmeye mi başlıyordu ? Bir türlü anlam veremezken, "Buket" diye seslendiği anda yüzüne yediği tokatla başı yan tarafa doğru döndü. Bu hayır demek miydi ?.. Sinan yediği tokadın etkisiyle yanağını tutarak tekrar Buket'e baktığında, genç kız da şaşkınca elleriyle ağzını örterek genç adama baktı. "Rüya değilmiş !" "Ha ?" Buket'in hayretler içinde söylediği sözden sonra Sinan yediği tokatla şaşkınca Buket'e doğru baktı. "Ne yani kızdığın için tokat atmadın mı ?" "Hayır tabi ki ! Özür dilerim çok acıdı mı ?" Diyerek Sinan'ın kızarmış olan yanağına uzanıp, soğuk elini yanağına doğru bastırdı. Genç kız daha yarım saat önce odasında "böyle bir aşk yaşamak bize de nasip olur mu ?" Diyerek yakınıyorken, şimdi sevdiği adamdan aşk itirafı almış olmasının şokuyla, durumun rüya mı gerçek mi oluşunu kendisini cimcikleyerek öğrenmek yerine, yaşadığı şoktan ötürü genç adama tokatı yapıştırdığında anlamıştı. "Peki bu şimdi sende beni seviyorsun demek mi ?" Diye ciddi bir şekilde sorduğu soruya, Buket elinde olmadan gülmeye başladı. Sanırım çocuğa attığı tokat aklını bulandırmıştı. Gülüşünü zar zor bastırıp, tebessüm ederek Sinan'ın gözlerinin içine doğru baktı. "Evet, bu şimdi bende seni seviyorum demek." Dediği an, genç adam büyük bir mutlulukla Buket'i tutup kendine doğru çekerek sımsıkı sarıldı. Bazen kader, aynı şehirde yıllarca yaşarken yan yana getirmediği kişileri, bir başka şehirde işte böyle kavuşturuyordu. Dün tarihti.. Yarın ise bir bilmece.. Ama bugün, bir hediyedi… *** B Ö L Ü M S O N U |
0% |