@hayalperestanka
|
Keyifli Okumalar Dilerim ❣️ *** Yol diye birşey var bu hayatta.. Farklı farklı kişilikler.. Farklı farklı hikayeler.. Ortak acılar.. Kayıp ve tükenmiş ruhlar.. Kimisi o uzun yolda karşılaşırken, kimisi de o kısa yolda denk gelirdi hayatının Aşkıyla. Aceleci olan yanlış kişiyi, sabırlı olan ise sonunda doğru kişiyi bulurdu. Çok şanslı olan kişiler vardı birde, onların hikayesi de imtihan misali kısa sürerdi. Kimisi sadece bedende ki o deri parçasını severken, kimisi de sadece o kişinin ruhunu severdi. Herşeyden önce herkesin olmanı istediği gibi biri olmak yerine, kendin olabilmeliydi insan. Kim olduğunu bildiğinde, olduğun kişiyi gerçekten seve bildiğinde işte o zaman, o hak ettiğin yol ve yoldaş senin karşına bir şekilde çıkacaktı. Kimisi Dermanını.. Kimisi Devasını.. Kimisi ise Merhemini bulacaktı… Çünkü dünyanın döngüsü buydu. Kayıp ruhlar dünya yok olana kadar birbirini aramaktan hiç vazgeçmezdi. Halil Cibran der ki; "Aynı duyguyu paylaşan kederli Ruhlar, birbirleriyle karşılaştıklarında huzur bulurlar. Gönül memleketi bir olanla aynı yola revan olurlar…" O yüzden bu fâni hayatta yoldaşını iyi seçebilmeliydi insan. Çünkü; kimisi yâr olurken, kimisi sadece yara olarak kalırdı. Gerçek Yâr'ı bulabilmek ümidiyle… *** *** ~1 HAFTA SONRA~ Takvimler Haziranın on ikisini gösterirken, Tuğba ve Hamza çiftinin düğününe sadece üç gün kalmıştı. Uçakta cam kenarında oturan Zeynep ise kucağında tuttuğu saksı çiçeğine bakarak gülümsedi. Hafize hanım torununa Tuğba'nın takı hediyesini verirken, bir de anlamı pek bir manidar olan Sardunya çiçeği göndermişti. Anlamı şu ki; Sardunya çiçeği eşler arasında sonsuz aşkı ve sadakati temsil ediyordu. Hafize hanım da istedi ki, yeni yuva kuracak bu iki güzel gencin evinde sonsuz bir aşk ve sadakat anlamı taşıyan bir çiçek yetişsin. Her daim kökleri gibi sağlam, çiçeği gibi canlı ve huzurlu olsunlar. Zeynep de çiçekleri çok severdi ama Bursa'ya gittiğinden bu yana, anneannesi sayesinde çiçeklerle arasında ayrı bir bağ oluşmuştu. Her çiçeğin bir anlamı, bir hikayesi olması adeta onlara gizemli bir hava katıyor, gün geçtikçe her birinin hikayesini daha çok merak ediyordu. Belki küçük bir çiçekle bahar olmazdı ama her bahar bir çiçekle başlardı.. Sonunda uçak inişe geçtiğinde Zeynep'in kalbi hızla çarpmaya başladı. Bir yanı ailesini ve dostlarını göreceği için mutluyken, diğer yanı ise Yusuf ile uzun bir aradan sonra karşılaşacağı için çok heyecanlıydı. Adeta içinde uçmayı bekleyen bir kuş, filizlenmeyi bekleyen bir çiçek vardı. Bir eliyle kucağında tuttuğu saksıyı sıkıca tutmaya devam ederken, diğer elini gümbür gümbür atan kalbinin üzerine yerleştirip, pencereden dışarıya baktı. "Allah'ım sen verirsen kimse engel olamaz. Yüreğimde gizlediğim derdimin dermanına, hayırlısıyla kavuştur beni.." Sessizce hayırlısı diye dua ederken bile, bir yanı Yusuf olsun diye içten içe duasına ortak oluyordu. Eskilerde bir sahabe Efendimiz (s.a.v) karşısına çıkarak 'Kaderimiz değişir mi ?' diye sorduğunda, Efendimiz (s.a.v) 'değişmesinin de kader olduğunu söylemiş' yani burada devreye giren en büyük etken duâlardan geçiyordu. Ve Zeynep duâların gücüne ve etkisine oldukça inanıyor, her yorulduğunda duâlara sığınıyordu. Rabbim'den istediğini ısrarla rıza ediyor ve yine derdini ısrarla ona arz ediyordu. Dua ederken içinde oluşan o huzura karşı tebessüm ederken, uçak çoktan inmiş ve herkes çıkışa doğru ilerlemeye başlamıştı. Havalimanından bir elinde sürüklediği bavulu ve diğer elinde tuttuğu emanetiyle çıkışa doğru ilerledi. Bu defa babası Ahmet bey dükkanına malzeme almaya gideceği için kızını almaya yetişemeyecekti. O yüzden Zeynep de daha fazla vakit kaybetmeden dışarıya çıkıp hemen ileride bekleyen taksilerden birine binerek eve doğru yola koyuldu. Arka koltukta otururken camı yavaş bir şekilde açtı. Bir yandan temiz havanın içeriye girmesine sağlarken, diğer yandan gözlerini kapatarak esen rüzgarın salık bıraktığı saçlarını taramasına izin verdi. Her şehrin havası da suyu da gerçek anlamda farklıydı. Bursa, yeni bir sayfa ise Konya, anılarla dolu bir geçmişti. Ve Zeynep iki şehrin arasında mekik dokur misali hem kalbini dizginliyor, hemde geleceğini planlıyordu. Bu defa taksinin penceresinden akıp giden yolu izlerken, adeta heyecanı ve mutluluğu da onunla birlikte artıyordu. Yarım saat süren yolculuğu sonunda mahalle girişini girmesiyle son bulduğunda, hızla taksinin ücreti ödeyip elindeki saksıya dikkat ederek arabadan indi. Taksi şoförü de onunla birlikte inerek bagajdaki bavulunu alıp genç kıza doğru uzattı. "Çok teşekkür ederim." "Rica ederim, iyi günler." "İyi günler." Taksi şoförü arabasıyla yanından geçip giderken, genç kız kocaman gülümseyerek evine doğru yaklaştı. Fatma hanım tam da bahçesinde ki çiçekleri elindeki ibriğiyle sularken, Zeynep bu görüntü karşısında daha fazla gülümsedi. Boşuna dememişler anasına bak kızını al diye. Annesi de anneannesi gibi çiçeklerine pek bir kıymet verirdi. Zeynep bahçe kapısını açarak içeriye doğru yavaşça girdi. "Kolay gelsin Fatma hanım" annesine seslendiği vakit Fatma hanım sese doğru hızla döndü. "Zeynep'im.." "Annem.." Fatma hanım elindeki ibriği yere bırakıp kızına doğru ilerlerken, Zeynep de hızla bavulunu ve elindeki saksıyı yere bırakıp annesinin kollarının arasına koşarak girdi. "Evine hoş geldin güzel kızım." "Hoş buldum annem." Zeynep ve annesi ayak üstü hasret giderdikten sonra Fatma hanımın da yardımıyla, eşyalarını alan genç kız sonunda evine ve odasına kavuşmuştu. Zeynep havaların sıcak olmasından dolayı önce bir duş almış, ardından okunmuş olan öğle ezanını daha fazla geciktirmeden hemen namazını kılıp annesinin yanına, mutfağa doğru inmişti. Fatma hanım ise daha önceden kızı gelecek diye en sevdiği yemekleri hazırlamış, çoktan bahçedeki sofrayı kurmuştu. "Annem yardıma ihtiyacın var mı ?" Fatma hanım son tencereyi de eline alırken, "yok kızım, sofrayı bahçeye kurdum hadi geçelim" diyerek önden ilerlerken, genç kız da annesini takip ederek bahçeye çıktı. "Babam ne zaman gelecek ?" "Az önce konuştum, gelmesi akşamı bulurmuş. Aldıklarını anca kamyonete yükletmiş daha dükkana gidip indirtecek." Zeynep anladım dercesine tebessüm ederek masaya geçip otururken, Fatma hanım da hızla tabakları doldurmaya başladı. "Ee anlat bakalım, gelin hanım nasıl biriydi ?" Zeynep annesinin uzattığı tabağı alırken sorusuna karşı kocaman gülümsedi. Sanırım şimdiden görümcelik damarları kabarmıştı. "Elif gerçekten çok tatlı, hanımcık bir bayan. Görsen sende çok seversin." Fatma hanım bu sefer kendi tabağını doldurup genç kızın karşısındaki sandalyeye geçip otururken, merakla kızını dinlemeye devam ediyordu."İyi iyi çok sevindim. inşaAllah bizde bir daha ki ay göreceğiz." "Evet, dayım bir daha ki ay için istemeye gideceğiz dedi. Hem biliyor musun anne, evlendikten sonra da temelli anneannemin yanına yerleşeceklermiş." "Biliyorum annem biliyorum, dayınla konuştuk. Teyzen de bende çok memnun kaldık." "Bende öyle." Ne de olsa Zeynep'in bu sene üniversitede son senesiydi. Onca zamandır anneannesinin yanında olduğu için Hafize hanımın evlatları ve Zeynep'in içi rahat olsa da, genç kız elbet okulunu bitirdikten sonra evine dönecekti. Neyse ki Enver de bu durumu uzun zamandır planlıyordu. O yüzden sevgilisi Elif ile en başında bu konu hakkında anlaşmış, nişanlandıktan hemen sonra tayinini Bursa'ya aldırmaya kararlaştırmışlardı. Hemşire olan gelin hanım ise Hafize hanımla tanıştığı gün, ne kadar doğru bir karar verdiğini içten içe anlamıştı. Bir yandan sevdiği adam diğer yandan dünya tatlısı bir kayınvalidesi olacaktı. Zaten Elif anne ve babasını küçük yaşta kaybetmiş, on iki yaşından itibaren dayısı ve yengesinin çatısı altında büyümüştü. Ve artık on sekiz yıldır misafir gibi hissettiği evden çıkıp, yuva sıcaklığını buram buram hissettiği aileye gelin gelecekti. Sohbet ederek yedikleri yemeğin ardından Zeynep annesine müsade etmeden hızla sofrayı toparlamış ve hemen ardından annesiyle karşılıklı bir şekilde kahve içmek için tekrar mutfağa girmişti. Fatma hanım ise yerinden kalkmadan keyifle güneşin tadını çıkarıp, kızının getireceği kahveyi beklerken bahçe kapısından giren Gülsüm hanım ve kızı Ecrin'i görünce gülümsedi. "Selamün aleyküm bacım." "Ve aleyküm selam bacım buyur gel." "Fatma teyze, Zeynep ablam geldi mi ?" Ecrin'in bu heyecanlı ve meraklı sorusuna karşı Fatma hanım gülerek başını salladı. "Geldi geldi, mutfakta" dediği an, genç kız büyük bir mutlulukla eve doğru girerken, Gülsüm hanım da tebessüm ederek arkadaşının yanına geçip oturdu. Öz ablası olsa ancak bu kadar sevebilen Ecrin'in bu tepkisine karşı, ardından bakan kadınlar tebessüm ederken Gülsüm hanım bakışlarını dostuna doğru çevirdi. "Bacım ben senden birşey rica edecektim." "Elbette bacım buyur." "Bugün Hamza'nın İstanbul'dan askerlik arkadaşı gelecek aynı zamanda Yusuf'un da çok sevdiği bir arkadaşı. Şimdi oğlanın evi düğün evi olduğundan dolayı pek kalabalık. Eh oğlanı otele göndermek de bize yakışmaz, sonuçta misafirimizdir iyi ağırlamak gerekir. O yüzden de düğün gününe kadar biz misafir edelim dedik ama şimdi çocuğu da öyle çekyatta yatırmak olmaz. Ecrin'in odası Yusuf ile yan yana ya, orayı hazırlayayım dedim. Uzun lafın kısası bacım, Düğün gününe kadar eğer müsaden olursa Ecrin sizde kalabilir mi diyecektim ?" Fatma hanım sessizce, arkadaşının konuşmasının bitmesini sabırla bekledikten sonra 'bu muydu' dercesine geri çekilip, gözlerini kısarak bacım dediği kadına baktı. "Kız Gülsüm, aşk olsun bu muydu derdin ? Elbette kalabilir bunu sormana bile gerek yok, Ecrin benim de kızım sayılır." "Biliyorum bacım biliyorum ama yine de bir sorayım dedim işte" diyerek, başlayan konuşmaları koyu bir sohbete dönüşürken, Zeynep ise başına geleceklerden bi haber mutfakta kahveleri hazırlıyordu. Köpüklerini aldığı kahve kaynamaya başlayınca, ocağı hızla kapayarak cezvedeki kahveyi tepside ki fincanlara güzelce pay etti. Ardından boş cezveyi lavaboya koydu ve doldurulduğu su bardaklarını da tepsiye yerleştirip geri çekildi. Tam tepsiye uzanıp eline alacağı an da, Ecrin'in "Zeynep abla !" Diye bağırmasıyla, deyim yerindeyse yerinden sıçradı. Mutfak kapısından sadece başını uzatarak bağıran kızın sesiyle Zeynep korkarak kapıya doğru baktığında, Ecrin de gülerek karşısına çıktı. Neyse ki kahve tepsisini eline almamıştı.. "Allah iyiliğini versin Ecrin, ödümü patlattın" ona koşarak sarılan genç kızla birlikte o da tebessüm ederek içten bir şekilde karşılık verdi. "Özür dilerim, bir an kendime engel olamadım" hızla geri çekilip abla gibi gördüğü kıza karşı masumca baktı. "Önemli değil kuzucum, neyse ki tepsi elimde değildi." "Ayy..! iyi ki değildi, yoksa annem ve Fatma teyzem bahçeden direk buraya uçardı." "Gülsüm teyzem de bahçede mi ?" "Evet annemle birlikte geldik." "Ay dur o zaman kahveler soğumadan ben onlara götüreyim, sende bize yap gel." "Hemen." Zeynep kahve tepsisini alarak bahçeye doğru giderken, Ecrin de tebessüm ederek kendi mutfakları kadar aşina olduğu mutfakta, hızla dolanmaya başladı. *** Zeynep ve Ecrin kahvelerini içtikten sonra soluğu hemen Tuğba'nın evinde almıştı. Tuğba bir anda dostunu karşısında gördüğü için çok mutlu olurken, malesef ki düğün evi olduğundan dolayı köyden gelen teyzeleri ve halaları yüzünden genç kızları oturtacak yer zor bulmuştu. Öyle ki, Ecrin ve Zeynep teyze ve halaların bitmek bilmeyen soruları yüzünden deyim yerindeyse diken üzerinde oturmuş, Tuğba ile doğru düzgün sohbet bile edememişlerdi. Sonuçta evlenecek olan kızın darlanmak yerine çok heyecanlı ve mutlu olması gerekiyordu. Ve evlenecek olan dostunun stresini azaltmak da ancak Zeynep'e düşerdi. Bir süre daha oturup soruları cevapladıktan sonra Zeynep su isteme bahanesiyle, Tuğba ile mutfağa geçip aklında ki fikrini sessizce dile getirdi. "Bu gece bizde kalmaya ne dersin ? Hem biraz rahatlarsın, hemde rahat bir şekilde uyursun" Tuğba'nın göz bebekleri adeta parlamıştı. "Ne diyeceğim kız ! Anca Allah razı olsun derim" diyerek dostuna sıkıca sarıldı. Böylelikle üç genç kız hem derin bir nefes almış olacak, hemde gece eğlenerek bol bol hasret gidereceklerdi. Zeynep akşam için Tuğba ile anlaştıktan sonra daha fazla oturmadı. Evde ki misafirlerle hızlıca vedalaşıp Ecrin ile birlikte evden kaçarcasına çıktı. "Ay o neydi öyle ! Valla bir an Tc kimliğimi soracaklar sandım." Diye dert yakınan Ecrin ile Zeynep kendini tutamayarak gülmeye başladı. "Valla ne yalan söyleyeyim bende düşünmedim değil.." Kol kola girip sohbet ederek eve doğru giderlerken, Zeynep akşama Tuğba'nın da geleceğini söylediğinde, Ecrin pijama partisi gibi olacak gece için şimdiden çok heyecanlıydı. Kızlar sohbet ederek yürümeye devam ediyorken, Hamza'nın yanına uğrayan Yusuf da eve gitmek üzere ara sokaktan çıkmış ve kızları fark etmeden önlerinden ilerlemeye başlamıştı. Zeynep Yusuf'u fark edip sesini dâhi çıkaramazken, Ecrin ise hiç vakit kaybetmeden "abi !" Diye seslenmiş ve yanı başındaki genç kızın kalbinin teklemesine neden olmuştu. Yusuf kız kardeşinin sesiyle durup ardına döndüğünde, Ecrin hızla Zeynep'i çekiştirerek Yusuf'un dibine kadar geldi. "Nereden böyle ?" "Tuğba ablaya uğramıştık, ya sen ?" "Bende Hamza'nın yanına uğramıştım." Ecrin anladım dercesine kafasını sakladığında, Yusuf'un gözleri anında Zeynep'i, Zeynep'in gözleri ise anında Yusuf'u buldu. Gelip geçici duygular yaşamak yerine bir çift göze milyon kere büyülenmek mi ?İşte bu, Zeynep'in imtihanıydı. Genç kız mahcup bir şekilde konuşacakken neyse ki ondan önce Yusuf davrandı. "Hoş geldin Zeynep, nasılsın görüşmeyeli ?" Zeynep'in şuan içi içine sığmazken, dışından hiç bir şey belli etmeyerek gülümsedi. "Hoş buldum, iyiyim çok şükür sen nasılsın ?" Yusuf da aynı şekilde gülümseyerek karşılık verdi. "Hamd olsun bende iyiyim şükür." Ecrin'in bir yanında ablası gibi gördüğü ama yengesi olmasını çok istediği Zeynep, diğer yanında ise burnunun dibinde ki pırlantayı hâlâ göremeyen abisi Yusuf duruyordu. İkisinin arasında 'selam, merhaba, güle güle' den daha fazla muhabbet duyamayan Ecrin, bir yandan her ikisine de gözlerini devirerek bakarken, aklına aniden gelen fikirle çaktırmadan sırıttı. Anında modunu değiştirip yüzünü buruşturarak, yerinde bir iki kez zıpladı. "Ayy ! Zeynep abla ben çok sıkıştım, eve gidiyorum akşama eşyalarımı alıp gelirim !" Ne Zeynep'in ne de Yusuf'un tek bir cümle dâhi kurmasına müsade etmeden yanlarından hızla koşarak uzaklaştı. Usain Bolt, Ecrin'in şu azimli koşuşunu görse kesinlikle plaketini gururla seve seve genç kıza verirdi. Zeynep'in yanaklarına hücum eden ateş çoktan al al olurken, hâlâ bir çıta gibi koşup gözden kaybolan Ecrin'in ardından öylece bakıyordu. Ne yazık ki bir çıta gibi kaçan Ecrin, şuan her ne kadar bir kedi gibi gözüken Zeynep'in eline akşam düştüğünde, bir Aslana dönüşeceğinden bi haberdi.Yusuf da ne olduğunu anlamamış, tek yürümeye başladığı yolu şimdi Zeynep ile yan yana yürüyecekti. Şaşkınlığını bir köşeye bırakıp, ellerini kısa olan saçlarının arasında gezdirerek genç kıza doğru döndü. "Yürüyelim mi o zaman ?" Neyse ki Zeynep de sonunda Yusuf'un sorusuyla şaşkınlığını bir köşeye atabilmiş ve başını olumlu bir şekilde sallaya bilmişti. "Olur tabi, yürüyelim.." Yavaşça ve sessizce yan yana yürümeye başladılar. Zeynep salık olan saçlarının sayesinde kızarmış olan yüzünü Yusuf' dan saklayabiliyorken, Yusuf da çaktırmadan yanındaki genç kıza bakıyordu. "Askere gideceğimi duydun mu ?" Bu soru sanırım muhabbet açmak için yeterliydi. Zeynep aklına gelen detayla yine hüzünlenirken, bu defa üzgün olduğunu saklayamadı."Duydum" deyip hemen ardından merakına engel olamayarak hızla Yusuf'a baktı."Kısa dönem mi yapacaksın ?" Genç adam bir yandan Zeynep'in bu konuyu merak etmiş olmasına içten içe memnun olurken, diğer yandan neden memnun olduğunu anlamayarak hafif bir şekilde gülümsedi. "Evet altı ay.." Hiç olmazsa kısa dönem yapacaktı.. Zeynep zaten özlem duygusuna oldukça alışıktı. Alışık olmadığı durum ise endişeydi. Kısa olan yol, genç kızın evinin önüne gelmeleriyle son buldu. Her ikisi de durarak birbirine baktı. Zeynep bu defa hüzünlü bir tebessümle, "hayırlısıyla gidip gel inşaAllah" diyerek kısa bir an Yusuf ile göz göze geldiğinde, Yusuf da sadece "inşaAllah" diyerek karşılık verdi. "Ben gideyim o zaman" "Tamam sonra görüşürüz." "Görüşürüz" diyerek bahçe kapısından içeriye girdi. Dervişe sormuşlar; 'Bu hayatta en zor olan şey nedir ?' Diye.."Sözdür" demiş; anlatmasıda zor, anlaması da… *** Ecrin eve gelip küçük bir çantaya giyeceği kıyafetleri hazırladıktan sonra bugün gelecek olan misafir için odasını güzelce toparlamış, annesiyle yatağına temiz çarşaf ve yastık örtüsü sererek son dokunuşu da yapmıştı. Elindeki çantasıyla odasından çıkıp alt kata inerken, Yusuf da bahçe kapısından içeriye girdi. Merdivenlerin sonunda abisiyle karşı karşıya gelen Ecrin, tebessüm ederek çantayı Yusuf'un göreceği şekilde havaya kaldırıp indirdi. "Güzeller güzeli kardeş'cağızın gidiyor" diyerek ortama duygusal bir hava katmaya çalıştı ama sadece çalıştı. Yusuf umursamaz bir şekilde; "pek de uzağa gittiğin söylenemez" dediği an, Ecrin bu defa sırıtarak abisine baktı. "Peki, ablalarıyla pijama partisi yapacak bu kardeşine harçlık vermeye ne dersin ?" Avucunu açıp abisine doğru kaldırdığında, Yusuf sol yanağındaki gamzesinin ortaya çıkacağı şekilde gülümsedi.İşte şimdi kardeşinin karın ağrısı belli olmuştu. Bir elini pantolonunun cebine atarak çıkardığı cüzdanını açtığında, Ecrin'in gözleri adeta parlamış, avucu havada asılı kalmışçasına beklemeye devam ediyordu. Genç adam bir yüzlük alıp kardeşinin avucunun içine bıraktı. "Gitmeden önce bir kahve yaparsın artık." Ecrin sırıtmaya devam ederek parayı hızla cebine sıkıştırırken, "olur abim yaparım elbet" dediği an genç adamın telefonu çaldı.Yusuf çalan telefonunu cebinden çıkarıp ekrandaki isme baktığında, gördüğü isim yüzünü gülümsetmiş bekletmeden hemen açıp kulağına götürmüştü. "Geldin mi kardeşim ?" "Geldim kardeşim, şimdi iniyorum." "Tamam bende geliyorum hemen." "Eyvallah.." Yusuf telefonu kaparken ona merakla bakan kız kardeşine karşı "arkadaşım geldi" diyerek durumu kısaca açıklamış, kapıya doğru hızla ilerlemişti. Taksi mahallenin girişinde dururken, genç adam taksi ücretini ödeyip elinde tuttuğu küçük bavuluyla arabadan indi. Taksi şoförü yanından geçip giderken, mahallede oynayan bir kaç çocuk ve ona bakan meraklı bir kaç komşunun bakışları altında, köşede durarak arkadaşını bekledi. Uzun zamandır işinden dolayı tatil yapamayan genç adam, arkadaşının düğün bahanesiyle bir kaç gün önceden işini ayarlamış ve dostlarıyla vakit geçirmeye gelmişti. Konya'nın manevi havası bir yana dursun, yerleşim yerlerini de çok beğenen genç adam, siyah güneş gözlüğünü yavaşça çıkarıp hayranlıkla etrafına bakmaya devam ederken, daha önce Konya'ya hiç gelmediği için içten içe kendisine kızıyordu.Yusuf mahallenin girişine doğru yürürken az ileride üzerine giydiği gri gömlek ve kot pantolonuyla havalı bir şekilde duran arkadaşını görünce, gülümseyerek seslendi. "Tekin !" Genç adam arkadaşının seslenmesiyle kafasını hızla çevirip aynı şekilde; "Vay Yusuf'um !" Diyerek aynı içtenlikle gülümseyerek arkadaşına doğru yaklaştı. Erkekçe bir tokuşmanın ardından sıkıca sarılıp geri çekildiklerinde her ikisi de birbirine bakarak tebessüm ediyordu. Tekin aslında her ne kadar Hamza ile askerlik arkadaşı olsa da Hamza'nın sayesinde Yusuf ile tanışmış, zaten İstanbul da yaşayan Tekin, Yusuf'un da orada okuyup çalışmasıyla gün geçtikçe daha samimi birer dost olmuştu. "Hadi eve gidelim, annem senin için bir sürü şey hazırladı." Tekin mahçup bir şekilde Yusuf'a baktı. "Oğlum ne gerek vardı ya, size de böyle zahmet oluyor ben bir otele giderdim." Dediğinde Yusuf'un güler yüzü anında kızgın bir hâl aldı. "Saçma sapan konuşma yürü hadi, Hamza da birazdan gelir." Bir kolunu Tekin'in omzuna atıp yürümesini sağlarken, "hem sen seversin diye anneme içli köfte bile yaptırdım" dediği an Tekin'in en hassas noktasına basmıştı. "Kardeşim sen niye bana bunu en başından söylemiyorsun ! Nerede benim Gülsüm teyzem.." Yusuf'u ardında bırakarak koşar adımlarla ilerlerdi. Yusuf ise arkadaşının bu hâliyle oldukça eğlenmiş, peşinden evi tarif ederek koşturmuştu. Belli ki Tekin sayesinde bu düğün telaşı baya eğlenceli geçecekti. *** B Ö L Ü M S O N U |
0% |