Yeni Üyelik
3.
Bölüm

3. Bölüm

@hayalperestanka

Keyifli Okumalar Dilerim ❣️

***

Aylardan Ağustos, günlerden Perşembe. Zeynep yine en sevdiği köşesinde pencerenin hemen yanında ki berjerde, elinde bir defter bir kalemle, hayallerinden uzak gerçeklerini yazıyordu.

'Hayat masalları sevemeyecek kadar gerçekti. Masal da hayatı sevemeyecek kadar sahte' diye kısa ama bir o kadar anlamlı olan sözlerini yazarak durdu. Ardından kalemi defterinin arasına yerleştirip kapadı. Kafasını berjere yaslayıp, pencerenin dışından gökyüzünü izledi.

Aynı tırtılın kabuk bağlamış hali gibiydi. Sürünmekten yorulmuş bir halde dinlenmeye çekildi. Hayal kırıklıklarını, yanlışlarını düşünüp durdu. Sonrası kabuk bağlamış bedeni kırılan kalbi ile birlikte açıldı. Ama bu sefer kırılan bir tek kalbi olmadı, ruh-u da onunla beraber kırıldı. Tırtıl olarak yorulmuş bedeni, kelebek olarak uykuya teslim oldu.

Bir evde kalbi kırık bir Zeynep vardı, diğer evde ise huzursuz bir Yusuf.

*** *** ***

Zeynep oturduğu berjerde öylece uyuya kalırken, sabah ezanını okuyan Mustafa hocanın güzel sesi ile daldığı düşten sıyrıldı. Gözlerini yavaş bir şekilde açtığında gece lambasının ışığı sayesinde duvarda ki saate baktı.

Saat 05.00 olmuştu. Bir süre daha oturduğu yerden huzur veren ezanın sesini dinledi. Her vakti farklı makamlarda okurdu Mustafa hoca, en güzeli ise bütün seslerin sustuğu, kuşların ötmeye başladığı vakit sabah ezanına aitti. İnsan dinlerken hiç bitmesin istiyordu ama elbette ki herşey gibi onunda bir sonu vardı. Ezan biter bitmez yerinden kalktı. Rabbi namaza davet etmişti, hiç kaçırır mıydı..

Zeynep küçüklüğünden beri namaz kılardı. Ne annesi zorladı kıl diye, ne de babası kızardı 'namaz kılmıyor musun sen ?' Diye Zeynep bu konuda çok şanslıydı. Hem bir tek o değil bütün şirin köy sakini bu konuda şanslıydı. Şirin köyünde yaz tatilleri olduğu vakit bütün çocuklar camiye akın ederdi. Mustafa hocaları ne güzel anlatırdı. Bu hayatta herkes nasihat verebilir ama herkes güzel örnek olamazdı. Mustafa hoca da her kesimden kişilerin gönlünde taht kuran, saygı gören yegane imamlardan biriydi.

Çocuklar İmanın ve İslam'ın şartlarını ezberlerken aynı zamanda bunları neden yaptıklarını, Müslümanlığın ne olduğunu, sadece nüfus cüzdanının ardında Müslüman yazılmaktan ibaret olmadığını öğrenirlerdi. Hem önemli olan merak ettiğin soruların peşinden gidebilmekti.

Ve namaz İslam'ın ikinci büyük şartından biriydi. Bu konuda kadınlar için ne kapanmak zorunluydu ne de çarşaf giyinmek. Çoğu insan malesef öyle algılıyordu. Kapalı bir insanın namaz kılmıyor oluşuna şaşırmak yerine açık bir insanın namaz kılmasına hayretler ediyordu. Malesef ki bu yüzden namazı zamana bırakan bir sürü kaybolmuş genç vardı.

"Zamanla kılarım.."

"Evlenince kılarım.."

"Kapanınca kılarım.."

"Çocuğum olunca kılarım.."

"Yaşlanınca kılarım.."

Halbu ki bilmiyorlardı ki, 'Zaman'nın tersten okunuşunu bile Namaz diyordu'...

Mustafa hoca da elinden geldiğince çocuklara namazın önemini ve huzurunu anlatırdı. "Rabbimizin bizim namazımıza ihtiyacı yok. Aksine bizim o namaza ihtiyacımız var." Çünkü namaz demek şükür demekti. Namaz demek Rabbim sana geldim demekti. Namaz demek huzur demekti…

Necip Fazıl ne güzel söylemiş; 'Her kahkahalarının ardından Rabbine şükür edip teşekkür etmiyorsan eğer, neden her ağladığında, hüzünlendiğinde O'na kızıyorsun…'

Biz ise Rabbime kul olmaya geldiğimiz bu dünya da, kula kul oluyorduk. Burası Dâr-ı Dünya, nereye varsan aslında varamadığın yerdesin. Zeynep güzelce abdestini alıp tam anlamıyla kendine geldikten sonra anne ve babasının yatak odasına doğru gitti. Kapalı kapıyı açmadan bir iki kez tıklatarak, "anneciğim, namaz geçiyor hadi" diyerek annesine seslendi.

Fatma hanım kapının tıklatılması ve kızının sesi ile hemen gözlerini açıp yatağında doğruldu. Belli ki güzel kızı yine ondan önce sabah namazına kalkmıştı. O da aynı şekilde, "tamam kızım kalktım" diye seslendi. Zeynep annesinin sesini duyunca hafif bir tebessüm ile tekrar odasına doğru çıktı. Kapısının arkasında ki askılıkta olan feracesini ve şalını eline alarak yatağının diğer tarafında ki boş tarafa geçti. Feracesini güzelce giyindikten sonra kolunda ki saç tokasıyla açık saçlarını güzelce topladı. Ardından aynı özenle şalını güzelce bağladı ve her zaman ki yerinde olan seccadesini çekmecesinden çıkarıp, kıbleye doğru serdi.

Niyetini edip "Allahu Ekber" diyerek namaza durdu. Namaz kılmak şükür etmekti. Şimdi sorsalar bu hayatta mutsuz olmamız için bir sürü neden sayardık ve yine sorsalar şükür edecek bir elin beş parmağını geçmeyecek nedenler bulurduk.

İnsan oğlu işte nankördü. Elinden gitmeden ne sağlığının, ne ailenin ne de sevile bilmenin kıymetini anlamazdı. Namazını huzur içinde kılan Zeynep önce sağına sonra soluna selam vererek namazını huzur içinde eda etti ve ardından huzur içinde ellerini semaya doğru açtı.

"Allahım.. Ben geldim yine. Bu defa kalbim kırık, ruhum üzgün.." deyip öylece kala kaldı. Daha bu cümleleri kurarken boğazına dizilen cümleler, gözünden akan yaşlarla karıştı. Avuçları ile yüzünü kapayıp doya doya ağladı. İnancı o'ydu ki, şah damarından daha yakın ve dile dökemediklerini bilen bir Rabbi vardı.

Diğer evde ise Yusuf seccade başında ellerini açmış, duasını ediyordu."Rabbim.. Dünya telaşına düşürtme beni. Doğru yolundan ayırma bizleri. Herşeyin en güzelini bilen sensin. Doğru zamanda doğru kişiyi çıkar karşıma.."

İnsan oğlu bazen hisseder ve bu his bilmektende öte bir şeydir.. Aslında her ikiside birbiri için duâ ediyordu. Bilmiyorlardı ki Rabbim onları, onlar daha doğmadan önce yan yana yazmıştı...

*** *** ***

Sabah ezanından sonra uyumayan anneler, mutfağın yolunu tutardı hemen. Eşler işlerine, çocuklar okullarına herkes bir telaşa düşerdi hemen. Sabah kahvaltısına oturan Zeynep ve ailesi de aynı telaşla yine sohbet eşliğinde kahvaltı yapıyordu. Diğer günlere nazaran Zeynep bugün daha sessizdi ve bu ne annesinin ne de babasının gözünden kaçmamıştı. Zeynep ise uygun vakti bekleye bekleye, neredeyse kahvaltı faslının sonuna gelmişti.

Ahmet bey ağzında ki lokmasını bitirip çayından bir yudum alarak yanında oturan kızına baktı.

"Kızım hayırdır, bugün pek bir sessizsin ?"

Zeynep babasının sorusu ile tabağına gömdüğü kafasını hızla kaldırdı. Önce babasına hemen ardından ise karşısında oturan annesine bakarak, elindeki çatalını tabağının kenarına koyup oturduğu yerde dikleşti. Dünden beri ailesine vermek istediği haberi işte şimdi söyleyecekti.

"Size söylemem gereken birşey var."

Fatma hanım sessizce kızını dinlerken Ahmet bey kafasını olumlu bir şekilde salladı. "Elbette kızım söyle."

Zeynep anne ve babasının meraklı bakışları arasında, derin bir nefes alıp verdi. "Biliyorsunuz daha önce üniversite tercihimi İstanbul yazmıştım." Deyip anne ve babasının tepkisini görmek için duraksadı.

Fatma hanım endişeli bir şekilde kafasını evet dercesine sallayıp onaylarken, Ahmet bey de aynı endişe içinde oturduğu sandalyesinde geriye doğru yaslandı. Zeynep daha fazla lafı uzatmadı. Çünkü biliyordu ki bu kararından anne ve babası da oldukça memnun kalacaktı.

"Dün seçimlerin son günüydü ve ben İstanbul kaydımı silerek tercihimi anneannemin yanına, Bursa'ya yazdım."

Zeynep'in sözlerinden sonra Ahmet bey ve Fatma hanımın yüzünde adeta güller açmıştı. Fatma hanım masadan uzanıp kızının elini tutarak içten bir şekilde gülümsedi. "İnan beni çok mutlu ettin yavrum." Dediğinde Zeynep de gülümsemişti.

Ahmet bey ise bu haber karşısında yerinde oturamadı. Hızla yerinden kalktığında Zeynep de babası ile birlikte gülümseyerek yerinden kalktı. Bir baba olarak o büyük şehirde yanında ailesi olmadan ne yapacak endişeleri, sanki bir kuşun kafesten çıkıp özgür kalmışçasına rahatlamıştı.

Kızını göğsüne çekerek içten bir şekilde sarıldı. "Valla kızım benim de içim rahatladı. Hem aklımızda sende kalmayacak, aferim benim akıllı kızıma." İşte tam da o anda, aklına şeker portakalı kitabında geçen o unutamadığı cümle düşü verdi.

'Canın yanmış, gülümsemişsin. Kimse anlamamış…'

*** *** ***

Zeynep'in verdiği haberle çok mutlu olan 'Candan' ailesi epey rahatlamıştı. Ahmet bey huzurla işinin başına giderken, Fatma hanım da Bursa da oturan annesine haberi müjdelemek için aramıştı. Zeynep ise Tuğba ile buluşmayı bahane ederek annesine haber etmiş ve bisikletine binerek soluğu başak tarlasında almak üzere, bisikleti ile birlikte yola koyulmuştu.

Meydandan geçerken bisikletinin rüzgarı ile saçları savruluyor ve bu durum Zeynep'i oldukça rahatlatıyordu. Sonunda soluğu Buğday tanelerinin arasında alan genç kız bisikletini ağacın gölgesine yaslayarak onu en çok rahatlatan yere doğru ilerledi. Bir süre buğday tanelerinin arasından yavaş yavaş yürüyerek hem güneşin hemde sessizliğin tadını çıkardı.

Tabi çıkara bildiği kadar. Çünkü insan gerçekten gönülden kırıldığı zaman sanki hayatı kararıyor, canlı renkleri göremiyordu. Ne güzel söylemiş şair, 'Bu dünyada ne yaparsan yap gönül kırmayacaksın. Çünkü gönül, camdan bir dağ gibidir. Bir kere kırılınca tamiri mümkün değil..'

Zeynep oturmuş bunları düşünürken cebindeki telefonunun çalmasıyla irkildi. Düşüncelere öyle bir dalmıştı ki, telefonunun sesiyle kendine gelmişti. Hemen telefonu çıkarıp arayana bakınca Tuğba olduğunu gördü.

Ona önce tarlaya gidip sonra yanına geleceğini söylemişti. Belli ki Tuğba ne olduğunu fazlasıyla merak ettiği için 'gel artık' diye çaldırıyordu. En iyisi gitmek diye düşünerek, aramasını meşgule atıp yerinden hızla kalktı. Yine başakların arasından ilerleyerek tam çıkacaktı ki, bir başağın tepesinde uğur böceğini görünce bu defa içten bir şekilde gülümsedi.

Uğur böcekleri istediğin birşeyin olacağının habercisiydi. Bu düşüncelere karşı içi buruk olsa da yine de uğur böceğini eline almaktan vazgeçmedi.

"Demek benim karşıma çıktın, gel bakalım." Eline aldığı uğur böceği ile konuşarak başakların arasından çıktı. Amacı dileğini dileyip onu uçurmaktı ama daha o dileğini dilemeden Yusuf karşısında belirdi.

Zeynep'in bir eli havada kalırken, Yusuf aynı dün Zeynep'in ona yaptığı gibi yaklaşıp, tam karşısında durdu. Genç kız şaşkınlıkla birşey diyemezken Yusuf kendinden emin bir şekilde konuştu.

"Dün anneme söylediklerimi yanlış anladın ama seni incittim, bunun da farkındayım ve bunun için senden özür dilerim."

Mevlana ne güzel anlatmış; Öyle bir gün gelir ki, açmaz dediğin çiçekler açar. Gitmez dediğin dertler gider. Bitmez dediğin zaman biter.

Hayat öyle bir sırrı ki,

Önce şükür

Sonra sabır

Sonra inanmak gerek...

***

B Ö L Ü M

S O N U


Loading...
0%