@hayalperestanka
|
Keyifli Okumalar Dilerim❣️ *** Sabah namazından sonra uyumayan Zeynep, odasında ki perdeleri açarak gün ışığının odasına girmesine izin verdi. Yarın Bursa'ya gideceklerdi. Gideceklerdi çünkü anne ve babası da Zeynep'in bahanesiyle annelerini ziyaret edeceklerdi. O yüzden yarın hep beraber kendi arabalarıyla yola çıkacaklardı. Ve Zeynep kendi odasında belki de son kez kara kaplı defterini açarak, eline kalemini aldı. Son kezdi çünkü, defterinde son bir yaprak kalmıştı. Çalışma masasına oturup, defterini önüne alarak yazmaya başladı. 'Bu hayatta tamamlanmış hissetmek için neye ihtiyacım olduğunu gerçek anlamda keşfetmem lazım. Kim bilir belki de bu fırsat şuan elime geçmiş ve ben o yüzden Bursa'ya gidiyordum.. Gidince anlayacağım, eksik parçam gerçekten Yusuf muydu yoksa başka bir şey mi benim aradığım ? Bilmem gerek ! Yoksa yapboz parçası gibi aradığımın neye benzediğini bilemezsem, nasıl bulup da tamamlanmış gibi hissedecektim ?' Diyerek bitirdi. Zeynep'in bu yazdıkları, Sonbahar ayının sararmış yaprağı gibi.. Ağaca veda ederek düşmesi gibi.. Usul usul hava da uçup, bir anda yere çakılması gibi Zor ve Acı vericiydi… Defterini kapatıp eline alarak yerinden kalktı. Odasında ki kitaplığının karşısına geçerek gözlerini dolu olan raflarda bir süre gezdirdi. İçinde bütün duygularını barındıran bu defteri koyacak en uygun yeri ararken gözleri, daha fazla düşünmek istemedi. Kara kaplı defterine son kez bakıp, en başta ki rafın ilk sırasına tozlanmak üzere bıraktı. Bursa'ya gitmeden önce son kez yapması gereken birşey daha vardı. O yüzden daha fazla vakit kaybetmeden hızla hazırlanıp evden sessizce çıktı. Bahçede, her zamanki yerinde onu bekleyen bisikletine binerek, Mevlana şehrinin sokaklarına doğru sürdü. Niyeti son kez Buğday tanelerinin arasında gezmekti. Bu sefer tarlanın ekin olmayan uçsuz bucaksız toprağında, bisikletinin rüzgarını hissederek sürerken onu gören göçebe kuşlar bir bir uçtu. Aynı Zeynep'in de buradan uçacağı gibi… Güneş tam tepeye çıkıp, bütün tarlayı altın rengine boyayana kadar bu anın tadını çıkaran Zeynep'in artık eve dönme vakti gelmişti. Bisikletiyle bu sefer tam tersi yöne doğru sürerek eve ulaştığında, Tuğba tam da bahçe kapısında onun gelmesini bekliyordu. Bisikletinden inip onu ağaca doğru yaslayarak, ağlamamak için zor duran dostuna hiç birşey söylemeden koşup sarıldı. Tuğba da aynı şekilde sım sıkı sarılarak Zeynep'e karşılık verirken, her iki kızda çoktan ağlamaya başlamıştı. "Bana bak, orada sakın yakın bir dost edineyim deme ! Valla kafanı kırarım.." Tuğba'nın tehdidiyle duygusal ortamın havası bir an da dağıldığında, Zeynep bundan memnun olmuşçasına gülümseyerek geri çekildi. "Saçmalama yapmam tabi ki. Hem yapsam da sen karabasan gibi rüyalarıma girer yine beni tehdit edersin. " "Hah şunu bileydin." Her ikisi de gülerek bu sefer gözyaşlarını silerken, Tuğba diğer elinde tuttuğu hediye paketini ona doğru uzattı. "Bu senin." Zeynep şaşkınca "bu ne ?" Diyerek baktığında Tuğba içten bir şekilde gülümsedi. "Aç da kendin bak." Zeynep gülümseyerek hediye paketini açtığında, içinden krem renginde güzel bir defter çıktı. Defteri eline alıp gülümsemeye devam ederken, Tuğba düşüncelerini hemen dile vurdu. "Bilirim sen yazmadan duramazsın. O yüzden sana bunu aldım." Zeynep'in gözleri yine dolmuştu. Tam da kara kaplı defterinin bittiği gün, dostum dediği insan bunu hisseder gibi ona yeni bir defter almıştı. İlk sayfasını açıp baktığında ise Tuğba'nın onun için yazdığı notu gördü. 'Yeni bir şehir ve temiz bir sayfadan başla yazmaya… Ve sakın olâ beni unutma ❣️' "Hem bu sözlerin hemde bu defter çok güzel. Teşekkür ederim." Diyerek tekrar sarıldılar. Gülümseyerek geri çekildiklerinde Tuğba'nın aklına dünkü olay gelmiş ve yine kaşlarını istemsizce çatmıştı. "Eğer Hamza akıllısı rahat bıraksaydı ben daha da güzel şeyler yazacaktım ama o öküz sinir etti beni." Dediğinde Zeynep manidar bir şekilde gülümsedi. "Ne yaptı ki ?" Tuğba sanki bunu demesini bekler gibi başından geçen olayı anlatıp rahatladı. "Daha ne yapsın öküz. Defteri almış eve giderken aklıma bu söz gelince unutmadan yazayım dedim. Tam yazarken de bu öküz geldi defteri önümden çekerek benimle uğraştı. Bende defteri alayım derken o öküze yanlışlıkla ahtapot gibi sarıldım !" Zeynep bir yandan gözlerini büyütürken bir yandan da gülümseyerek, "bak sen.." diye hafif bir ima ile Tuğba'ya baktı. "Ya sorma.."deyip hemen ardından aklına gelen fikirle Zeynep'e döndü. "Bacım, sen hem Edebiyat seversin hem de yazarlardan anlarsın. Sence şu öküz, bana mı yazıyor dersin ?" Bu sorusu ile uzun zamandır hiç bu kadar gülmeyen Zeynep, kahkaha attığında Ecrin, Zeynep'in sesini duyarak bahçeye giriş yaptı. Bunu gören Tuğba da dehşetle Zeynep'in ağzını kapamaya çalıştı. "Kız Allah iyiliğini versin, rezil edeceksin beni sus ! Ecrin geliyor.." diyerek sessiz ama bir o kadar kızgın sesinden sonra Zeynep, 'tamam' dercesine kafasını salladı. Tuğba'nın elini çekmesiyle nefes alabilen Zeynep, gülümseyerek yanlarına gelen kıza doğru döndü. Ecrin büyük bir mutlulukla "hayır olsun ne bu neşe ? Yoksa Zeynep abla gitmekten vaz mı geçtin, kalıyor musun ?" Diye sorduğunda Zeynep buruk bir şekilde gülümsedi. "Yok ablacım, ben Tuğba'nın anlattığı bir şeye gülüyordum." "Hadi ya, bende bari sizden güzel bir haber duyarım sanmıştım.." Ecrin'in sözlerinden sonra Zeynep'in yüzündeki gülümseme anında silindi. Endişeyle karışık, "niye öyle dedin, canını sıkan birşey mi oldu ?" Diye sordu. "Oldu maalesef.. " "Kız çatlatmadan söylesene ! Kime ne olmuş ?" Diyen Tuğba'nın ardından, Ecrin de lafı daha fazla uzatmadan bodoslama daldı. "Çağla hangi üniversiteyi kazandığını sürpriz olsun diye söylemiyordu ya hani ? İşte o kazandığı yer meğer abimin okuduğu Yeditepe üniversitesiymiş." "Ne ?" Bu durum karşısında Tuğba hayretini belli ederken, Zeynep hiç şaşırmamış sessiz kalmıştı. Çünkü Çağla'nın ne kadar inat bir kız olduğunu, Yusuf'un gönlünü kazanabilmek için neleri zorlayacağını tahmin edebiliyordu. Ve maalesef ki Zeynep'in bu durumu uzaktan izlemekten başka elinden gelen başka hiçbir şey yoktu. Çünkü Çağla'nın karşısında durabilmek için bir sıfata ihtiyacı vardı. 'Sevgilim, sözlüm, nişanlım veya eşim diyebilecek herhangi gibi bir sıfata…' Ama maalesef ki Zeynep, Yusuf için bu sıfatlara layık değildi.. Ecrin, Tuğba'nın tepkisiyle iyice gaza gelip, "sizce de çok yılışık değil mi ya?" Diye sorduğunda Tuğba anında atağa geçti. "Yılışık da neymiş bu bildiğin kalitesizlik ! Hatta kalitesiz de değil ! Kalitesiz olmak ayrı, ucuz olmak ayrı. Bu bildiğin promosyon !" Diye sinirle önüne gelen bir tutam saçını kulağının arkasına sıkıştırırken, Zeynep'in buruk bir şekilde gülümsediğini gördüğünde, siniri daha çok bozuldu. Tuğba arkadaşının bu çektiği aşk acısını gördükçe aşık olmaktan, acı çekmekten korkar hâle gelmişti ve belki de sırf bu yüzden aşık olmamak için uğraşıyordu... Ama bu dünyada herkesin bilmediği çok önemli birşey vardı. İnsanlar plan yaparken, kader onları izleyerek gülerdi. Kimin nerede, ne sıfatta olacağını yaşamadan kimse bilemezdi... *** ~ERTESİ GÜN~ Zeynep ve ailesi uzun bir araba yolculuğu ardından sonunda Bursa'nın merkezi olan Osmangazi ilçesine vardılar. Asırlık çınar ağaçları ile çevrili bu şehir, doğanın en güzel örnekleriyle adeta tarihe ev sahipliği yapıyordu. Arka koltukta oturan genç kız penceresini sonuna kadar açıp Bursa'nın temiz havasını içine çekerken, uzaktan Ulu çınar ağacının heybetini gördü. Güneşin batışı ile sanki İnkaya Çınarı ona hoşgeldin dercesine parlıyordu. Ve bu muazzam görüntünün sanki o'na sığınmışsınız huzurunu veren tarifsiz bir hissi vardı... Bursa da Doğu Çınarı' ndan, Saklı Meşe'ye, Gümüşi Ihlamur'dan, Çiçekli Manolya'ya kadar 11 farklı türde, yaşları 100 ile 1100 arasında değişen bir sürü çınar ağacı vardı. Ve bu çınarlar kim bilir neler görmüşler, nelere şahit olmuşlardı. Bir çok yerde Şehrin en hüzünlü gölgeleri diye de anılan bu çınarlar, her dalında ayrı bir yaşam, ayrı bir hikaye barındırıyordu.. Bu çınarların en görkemlisi ise 6 asırlık olan Ulu (İnkaya) Çınarı'ydı. Rivayet odur ki; Osman Gazi, sonradan kayınpederi olacak Şeyh Edebalı'nın sohbetlerine katılmak üzere gittiği dergâhında kalmak için buyur edilen odaya geçer. Osman Gazi yol yorgunu olduğu için hazırlanan yatağa geçip tam uzanacakken o anda duvarda asılı olan Kurân-ı Kerim'i fark eder. Kurân-ı Kerime saygısından dolayı geçip de yatağa uzanamayan Osman Gazi, o gece uyumamaya karar verir ama gel gör ki, bir süre sonra yorgunluktan oturduğu yerde uyuya kalır ve çok güzel bir rüya görür. Şeyh Edebalı'nın koynundan bir ayın doğup, kendi koynuna girdiğini ve göbeğinden çıkan ağacın bütün Dünyayı kapladığını görür. sabah olup uyandığında hâlâ rüyasının etkisinden çıkamayan Osman Gazi, soluğu hemen Şeyh Edebalı'nın yanında alarak rüyasını anlatır. Şeyh Edebalı, Osman Gazi'nin rüyasını büyük bir mutlulukla dinler ve tamda şu sözleri söyler. "Oğul, Müjdeler olsun sana. Yüce Rabbimiz sana ve nesline padişahlık nasip edecek. Nice diyarlar senin ve neslinin gayretiyle İslam beldesi olacak.." O yüzden Çınar deyince akla hem Osmanlı gelirdi hemde Bursa. Osmanlı kadar yaşlı, Şehrin adeta hafızası olan İnkaya Çınarı yerli, yabancı turistlerin uğramadan geçmediği en önemli sembollerden biriydi. Ve bu Çınar da ismini Osmanlı Devleti'nin ilk köyü olan İnkaya' dan alarak İnkaya Çınarı olmuştu. Her dalı bir ağaç, tüm dalları ise bir orman olmuş, gölgesinde ise koca bir köyü saklamış, doğduğu topraklara umut ve bereket olmuştu. Öyle ki namı köyü geçmiş, tüm dünyaya yayılmış. 'Koca Çınar' diyenler heybetine aşık olmuş ve daha sonrasında ismi 'Ulu Çınar' olarak anılmış. Mevlana'nın 'kim olursan ol yine gel' felsefesini hatırlatan bir tevazuyla kucaklamış ziyaretçilerini.. Osmanlı'nın üç kıtayı saran kolları gibi İnkaya mahallesinde kolları altına almış. Ve bu seksen haneli köyün tamamı neredeyse çınar ağacından geçimini sağlıyordu. Yerli ziyaretçilerin yanı sıra, bir çok ülkeden de turist geliyordu. Çınarı görmeye gelenler sayesinde mahalle sakinleri tarafından açılan hediyelik dükkanlardan turistler alışveriş yapıyor, evin hanımları ise el işi örgüler, gözlemeler ve bahçelerinde yetiştirdikleri meyve, sebzeleri satarak aile bütçesine katkı sağlıyordu. Zeynep ve ailesi sonunda köye giriş yaptıklarında, genç kızın yüzü uzun bir aradan sonra içten bir şekilde gülümsedi. Hem anneannesini görecek olmanın heyecanı, hem de uzun aradan sonra tarih kokan diğer memleketine geldiği için huzurluydu. Cıvıl cıvıl olan sokaklarından geçen arabaları hemen tepe tarafında olan köy evinin önünde durdu. Zeynep anne ve babasıyla birlikte arabadan inerken, daha fazla sabredememiş anne ve babasını beklemeden bahçe kapısını hızla açarak içeriye girmişti. Anneannesi Hafize hanım tamda bahçede ki çiçekleriyle ilgilenirken, Zeynep koşarak girdiği bahçe kapısında duraksayıp kocaman gülümsedi. "Anneannem !" Bir kuş misali şakıdığında, yaşlı kadın kulağına gelen sesi duyar duymaz tonton elleriyle tuttuğu saksıyı, hızla masaya bırakıp arkasını döndü. Kuzusunun kuzusu sonunda gelmişti. "Yavrum !" Genç kızın ona gelmesi için kollarını açarak gülümsediğinde, Zeynep bunu beklercesine koştu. Genç kız anneannesini sıkıca sarıldığında sanki Ulu Çınar'a sarılmış huzurunu ve güvenini anında buldu. Zeynep dinlediği Çınar ağaçlarının hikayesiyle büyüdüğü için anneannesine saygısını ve hürmetini ona bazen "Çınar ağacım" diyerek belli ederdi. Bu hayatta herkes bir fidan misali dünyaya gelirken Çınar mı yoksa Kütük mü olacağına, hayatına verdiği yönlerle insanın sadece kendisi karar verebilirdi.. Ve Hafize hanım karakteri, duruşu ve konuşmasıyla tam bir Osmanlı kadını, aynı zamanda verdiği huzur ve güven ile de tam bir Çınar ağacıydı. Ahmet bey ve Fatma hanım da bavullarla bahçe kapısından gülümseyerek girmiş ve onlarda vakit kaybetmeden Çınar ağaçlarına özlemle sarılmıştı. Ve sessizliğe bürünen o köy evinde bol özlem ve neşe içerisinde sohbetler edilmiş, herkes huzura ve sohbete doymuş bir şekilde odalarına çekilmişti. Bu evde Zeynep'in zaten bir odası vardı. Anneannesine her geldiğinde kaldığı odası artık tam anlamıyla onun olmuştu. Gece çöküp ay gökyüzünde yerini aldığında, Zeynep de hemen yatağının başucunda ki pencerede yerini aldı. Kimse hayatımıza boşuna girmemiş, aynı zamanda hayatımızdan da boşuna çıkmamıştı. Bunların hepsi bu dünyada her zaman iki seçenekten biriydi. Ya İmtihandır ya da Armağan… Zeynep ise şimdi imtihan mı olacaktı yoksa armağanına mı kavuşacaktı ? Bunların cevabı basitti. Hepsini yaşayarak öğrenecekti... *** B Ö L Ü M S O N U |
0% |