@hayalperestanka
|
Keyifli Okumalar Dilerim ❤️ *** Gün batımıyla Bursa sokakları yavaş yavaş kendisini ay ışığına teslim ettiğinde, Zeynep aydınlanan sokak lambalarının karmaşasında yürüyen insanlardan uzak, yine pencere kenarında oturuyordu. Elinde ise bu defa bir roman değil, onun yerine modern Türk şairi olan Can Yücel'in kitabı vardı. Ve okuduğu son şiir de öylece takılı kaldı. Diyordu ki; 'Gitmek gerekir bazen. Fazla yormadan, daha çok bıkmadan. Eğer vaktiyse ardına bile dönüp bakmadan..' Zeynep bu sözleri okuduktan sonra elindeki şiir kitabını yavaşça kapatıp dizlerinin üzerine koydu. Bakışlarını usulca pencereden dışarıya doğru çevirdiğinde, çoktan soru işaretleri beynini kuşatmıştı.. İnsan gitmesi gereken yerde kaldıkça, daha çok kaybediyordu ve Zeynep bundan pişman değildi. Ama peki niye hâlâ dinmiyordu bu kalp acısı ? Niye hâlâ onu aklına getirdiği anda, ateş olup körükleniyordu yüreği ? Beynindeki bu sorular hem ruhunu hem kalbini yorarken gözleri çoktan dolmuştu yine ama ne ağlamak istedi, ne de artık düşünmek.. En iyisi uyumaktı diyerek oturduğu yerden hızla kalktı. Şiir kitabını komidinin üzerine koyup odasının ışığını kapattı. Ardından yatağının örtüsünü kaldırarak içine girdi. Kafasına kadar çektiği pikeyle birlikte uyumaya çalıştı. Biliyordu ki uyursa geçerdi..Yusuf'u düşünmemeye çalışarak gözlerini sıkıca yumdu. Bir süre uyumak için debelensede, yumduğu gözleri karanlığın da etkisiyle sonunda tesir etmiş ve kendini uykunun kollarına teslim edebilmişti. Uyumuştu uyumasına ama gördüğü düşlerine malesef ki engel olamadı. Çok özlediği Buğday taneleri bir yandan altın gibi parlarken, Zeynep ağaca yaslanarak güneşleniyordu. Diğer yandan ise Yusuf o yüzünde ki muhteşem gülümsemesiyle, Zeynep'in dizlerinin üzerine kafasını koymuş bir şekilde uzanıyordu. Bu hayatta sanırım en büyük mezar, insanın içine gömdüklerinden ibaretti.. Hiç kimse birini rüyasında görecek kadar çok sevmemeliydi. Çünkü o zaman, uyuyunca da geçmiyordu. Gecenin ikisinde rüyası yüzünden uyanan genç kız, o saatten sonra daha fazla uyuyamadı. Yerinden hızla kalkıp odasının ışığını açarak çalışma masasında duran defterini ve kalemini eline alarak tekrar yatağına geçti. Sırtını yatak başlığına doğru yaslayarak, defterinin sayfalarını yavaşça çevirdi. Boş bir sayfa açtığın ise gözleri çoktan akmak için dolup taşmıştı. Diline vuramadıklarını, kalemiyle yaza yaza vurdu. "Bir türlü tükenip bitmeyen bu sevgimi ! Anca tükenmez olan kalemimle defterime kazıyorum. Sözler uçar, yazılar kalırdı ya hani..İşte benim bu karşılıksız Aşkım da öyle olmaya devam edecek gibi..Zaman geçecek, herşey değişecek, tam unuttum derken, onunla ilgili yazdığım her satır bir gün benim sonum olacak ! Tükenmeyen kalemim bile bir gün tükenecek, bomboş olan günlüğüm yine onunla dolup taşacak ! Peki ya o zaman, benim bu tükenmeyen sevgim ne olacak? Aşk kelimesi; Bilmeyene 3 kelime, 1 hece.. Bilene ve Söyleyemeyene ise ızdırabın ta kendisi !.. İçinde ki o karşılıksız duyguların karşılık bulamayınca ağırlaşır. Gün geçtikçe zehirler seni. Yavaş yavaş hastalandırır. İşte o zaman ne doktor, ne ilaçlar derman olur sana. Çünkü insan birlikte olamayacağını bile bile Sever, bile bile zehirler kendini. Hastalığın adı; Aşk Çaresi; Karşılık Sonuç; Bir Hoşçakal cümlesi ile yollar ayrılmış.. Kader mi ? Yanan kalbe sadece; "GEÇMİŞ OLSUN !" Demiş.." Zeynep bu satırları yazdıktan sonra elinde ki defteri ve kalemi umursamadan bırakıp iki eliyle yüzünü kapatarak hıçkıra hıçkıra ağladı. Uzun zamandır içine attıklarının acısı şimdi bir bir çıkıyordu. Hayat öyle birşeydir ki; doğarken neden ağladığını, yaşarken tek tek fark ettiriyordu. Zeynep'in hemen yan odasında, Teheccüd namazına kalkan Hafize hanım, başına beyaz tülbentini alıp abdest almak için odasından sessizce çıkarken, torununun odasından gelen ağlama sesiyle bir anda duraksadı. Doğru duyup duymadığını kontrol etmek için yavaşça yan odanın önüne geldiğinde, sesi net bir şekilde duyunca yaşlı yüreği endişe ile dolup taştı. Kapıyı yavaş bir şekilde açtığında, genç kızı yatağının ortasında öylece ağlarken gördü. "Yavrum, ne oldu sana?" Diye soran endişe yüklü sesi ile hızla Zeynep'in karşısına geçip otururken, Zeynep anneannesinin gelmesiyle panik yapmış, eliyle ağzını örtmeye çalışmıştı ama nafile.. Ne ağlaması durdu, ne de içli içli hıçkırıkları sustu. Hafize hanım başka soru sormaya ihtiyaç duymadan torununu tutup bağrına doğru çektiğinde, Zeynep sanki bunu bekler gibi hızla anneannesinin göğsüne sokuldu. "Geçmiyor anneanne.. Ne gözyaşım ne de bu kalp sancım ! Söylesene anneanne, ben ne zaman mutlu olacağım ?" Ağlaya ağlaya sonunda itiraf ettiği bu gerçekler Hafize hanımın dudaklarında acı bir tebessümün gelip geçmesine izin verdi. Sonunda biricik torunu yürek yangınını dillendirmeye cesaret edebilmişti. Hafize hanım, torununun omuzlarından tutup kendinden uzaklaştırırken niyeti Zeynep'in gözlerinin içine bakmaktı ama genç kız utanarak başını eğdi. Zeynep, anneannesinin kime Aşık oldun diye soracağını, soruşturacağını düşünürken, Hafize hanım onun beklediği soruları değil onun derdine çare o cevabı verdi.. "Bazen bazı insanlarla vedalaşman gerekir güzel kızım. Kendi mutluluğuna hoşgeldin diyebilmek için.." Dediği anda, Zeynep boncuk boncuk olan gözlerini şaşkınlıkla kaldırıp anneannesine baktı. Ne yani, gerçekten anneannesi Zeynep'in Aşık olduğunu anlamış mıydı ? Anlamıştı elbet, hem birisi ben çok seviyorum demese de anlaşılırdı. Yeter ki bakan yüze değil, kalbe baksın... Zeynep'in şaşkın bakışları Hafize hanımın kaçan keyfini anında yerine getirdi. Öyle ki Zeynep'in şaşkınlığından dolayı hıçkırıkları ve ağlaması bile bir anda kesilmişti. "Anneanne sen.. Ne yani, anlamış mıydın ?" "Hem de daha ilk günden." Diye gülümseyip, başına taktığı tülbenttinden çıkan bembeyaz olan saçlarını gösterdi. "Anneannen bu saçları değirmende ağartmadı küçük hanım." Zeynep anneannesinin bu sözüyle hafif bir şekilde tebessüm etse de, utancından başını eğerek elleriyle oynamaya başladı. "Özür dilerim anneanne. Sana söylemeliydim aslında…" Devam edeceği sözleri, Hafize hanımın torununun ellerini tutmasıyla kesilmişti. "Sakın öyle düşünme. Bak Mevlana ne güzel söylemiş. Sır gibi seversen eğer, muradın gerçekleşir. Çünkü tohum, toprağa gizlenirse yeşerir. O yüzden güzel kızım, sende eğer gerçekten seviyorsan sır gibi sevmeye devam et. Et ki, muradın en güzel vakitte gerçekleşsin." Zeynep mutlulukla anneannesinin boynuna sarılırken, işte bu sözler Zeynep'in hem kalbine, hem ruhuna şifa olmaya yetmişti... *** *** Geçmek bilmeyen zaman Zeynep'in anneannesin o güzel nasihatleriyle su misali akarken, genç kız aldığı karardan oldukça memnun bir şekilde artık önüne bakmaya kararlıydı. Zamanı gelene dek sır gibi sevecek ve sabredecekti.. Boşuna mı müjdelendi; 'Allah sabredenlerle beraberdir' âyeti.. Öyle ki, bu düşünceleriyle o iki hafta göz yumup açana kadar çok çabuk geçmiş ve Zeynep artık okuluna başlamıştı. Heyecanından dolayı ders saatinden iki saat önce Üniversiteye giderek, önce kendi kampüsünü gezmiş ve ardından neyin nerede olduğunu hızlı bir şekilde keşfetmişti. Hatta bununla da kalmamış, en az onun kadar acemi olan iki arkadaş bile edinmişti. Sinan ve Buket İstanbul'un farklı kesimlerinden birbirlerini hiç tanımayan iki gençti. Acemi bir şekilde aynı bölümü ararlarken onlardan önce gelip de, usta birliğe geçmiş gibi duran Zeynep, onlara yol gösterme konusunda epey bir yardımcı olmuş ve hemen bir samimiyet kurulmuştu. Böylelikle okulun ilk haftasında bir köşede yalnız başına oturmaktansa, Buket ve Sinan ile birlikte hareket ederek derslere girdi. Eve gelir gelmez sanki ilk okula başlamış kadar heyecanlı bir şekilde gününü anneannesine anlatırken, oldukça keyifliydi. Ardından en az onun kadar heyecanlı olan anne ve babası da daha fazla sabredememiş ve ilk gününü sormak için kızlarını aramıştı. Zeynep, anne ve babasına da ilk gününü anlatırken adeta keyfine keyif katıyor ve yüzünde uzun zamandır eksik olan gülümsemesi şimdi güller açıyordu. Bugün tek konuşmadığı kişi dostu Tuğba kalınca, sabahtan beridir attığı taciz mesajlarını görmemezlikten geldi. Çünkü çok iyi biliyordu ki, Tuğba her ayrıntıyı isteyecek ve Zeynep vaktin nasıl geçtiğini anlamayacaktı. O yüzden önce anneannesiyle akşam yemeğini yemiş ve ardından yine beraber akşam namazını kıldıktan sonra Tuğba'yı aramıştı. Bir kez daha okuldaki ilk gününü anlatırken, sıra yeni tanıştığı arkadaşlarını anlatmaya gelince onları da unutmadan kısaca anlattı. Ama elbette ki kendi canını hâlâ seven Zeynep, yeni arkadaşlarıyla samimiyet seviyesini Tuğba'ya detaylı bir şekilde aktarmadı. Ve uzun bir zamanda aktarmayı düşünmüyordu.. Ve bunlarla birlikte Zeynep'in asıl hikayesi şimdi başladı.. Ne güzel söylemiş Mevlana; 'Çalınan her kapı hemen açılsaydı eğer Ümidin, Sabrın ve İsteğin derecesi hiçbir zaman anlaşılmazdı.' *** B Ö L Ü M S O N U |
0% |