Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14. Bölüm

@hayalperestanka

Keyifli Okumalar Dilerim ❤️


***


Sanırım şokta olan bir tek ben değildim çünkü en az Cansu da benim kadar şaşırmış gözüküyordu. Sinem ile vedalaştıktan sonra bana doğru gelmiş ve benimle konuşmak istediğini söylemişti. Teklifini hemen kabul ettim çünkü benimde ona soracağım milyonlarca soru vardı.


Şimdi zengin kız, fakir oğlan edebiyatı yapacak değildim ama bildiğim kadarıyla Metin ile Cansu ortak bir arkadaşlarının doğum günü partisinde tanışmışlardı ve kardeşimin çevresinde milyarder bir arkadaşı olmadığını varsayarsak, bu hangi doğum günü partisiydi ?


Asıl en önemli konu ise Metin’in bize Cansu’nun zengin olduğundan bahsettiğini hiç hatırlamıyor oluşumdu. Veya Metin anlattığı esnada merak etmeyip dinlememiş olmam da, bir ihtimal olabilir miydi ? Bu işte bir terslik olduğu çok belliydi ve ben sanırım bugün onu kurcalayarak ortaya çıkaracaktım..


Cansu ile birlikte sessiz sedasız yürürken düşüncelerim yine beni kuşattı. Sağ omzumdaki Melek anında belirdi.


“Gözdeciğim artık kabul et, sen kardeşini paylaşmak istemediğin için Cansuyu sevmiyordun ve o yüzden ayrılırlar belki diye de kızcağızı hiç merak etmedin” diyerek, düşüncelerimi dile getirdiğinde hak vermiştim.


Bu sefer sol omzumdaki şeytan belirdi. Elinde ki makarna çatalı gibi olan demiri gözüme sokar gibi sallarken; “ee ne demişler, zamanında yediğin hurmalar bir gün gelir seni tırmalar ! Bak ama fark ettiysen nereni tırmaladığını söyledim, onu da sen bul” diyerek kahkaha attığında, gözlerimi devirdim. Hayır yani illa laf sokacak !


Ajansta oturmaktansa dışarıya çıkmayı daha uygun bulmuştum. Daha doğrusu şoktan dolayı temiz havaya ihtiyacım vardı da çaktırmıyordum. İki sokak ilerisinde, kiraz cafe diye sakin bir mekan vardı. Daha önce öğle arasında Ayşe ile birlikte kahve içmeye buraya geldiğimiz için ortamını iyi biliyordum. O yüzden Cansu ile daha rahat konuşabilmek için onu buraya getirmiştim. Kafeden içeriye girdiğimizde hemen cam kenarında sayılı olan küçük masalardan birine geçip oturduk. İkimizde oldukça sessizdik. Sanki konuşmamaya yemin etmiş gibiydik. Bu da nedense benim şokta, Cansu’nun ise panik olduğu kanaatine varma mı sağlıyordu.


“Hoş geldiniz efendim, ne alırdınız?” Sessizliğimiz yanımıza gelen garsonla birlikte bozulmuştu.


“Hoş bulduk” deyip gülümseyerek Cansu’ya döndüm.


“Çay içer miyiz ?”


“Tabi olur, açık olsun lütfen” diyerek garsona gülümsedi. Açık çay ha.. Evet evet, açık çay sinir yapmaz. Birazdan öğrenecekleri mi bilmediğimden dolayı, bende açık bir çay alsam hiç fena olmazdı.


“Tamam o zaman, iki açık çay lütfen.”


“Hemen getiriyorum” diyerek yanımızdan ayrılan garson çocukla birlikte, Cansu ile baş başa kalmıştık. Kollarımı birbirine bağlayarak geriye doğru yaslandım. Cansu ise sanki diken üzerinde oturur gibiydi. İşte şimdi sorularımı sorma vakti gelmişti. Dilimin ucunda ki cümleleri tam söyleyecekken elindeki çay tepsisi ile tepemde beliren garson yüzünden, susmak zorunda kaldım.


Çoçuk çayları hemen getiriyorum derken oldukça ciddiymiş. O ne öyle fişek gibi gitti geldi ! Bir de bunun üzerine, şaşkınlıktan soracağım soruyu da unutmuştum.


O esnada sol omzumdaki Şeytan yine belirdi. “Merak etme sen, ben ne güne yanındayım. Şimdi aynen şöyle diyeceksin; Söyle bakalım küçük fare, Metin ile nerede ? Ne zaman ? Hangi koşullarda tanıştınız ?” Aynen çok güzel..


Fişek garson yanımızdan afiyet olsun diyerek giderken, bu defa da sağ omzumdaki Melek belirdi. “Gözde, sanki kızcağızı biraz baskı altında bırakıyor gibisin. Sen şeytana uyma, hem kızın sana güvenmesi lazım ki sorduğun soruların cevabını rahat ve dürüst bir şekilde verebilsin. Lütfen azıcık empati kurarak sorularını sor.” Dediğinde, Meleğe daha fazla hak vermiştim..


Şeytan 0 / Melek 10 puan


Çayıma masada ki şeker kasesinden bir küp şeker atıp karıştırdım. Cansu ise çayındaki kaşığı bardağın ağız kısmına bir kez vurup çıkartarak kenara koydu.


Allah’ım, çayı şekersiz içenlerin en büyük havası şu hareket olsa gerek.


Biraz daha böyle sessiz kalırsak korkarım ki, sessiz sinema oyunu oynayarak derdimizi anlatacaktık. O yüzden çayımdan bir yudum alıp konuya bodoslama daldım.


“Cansu, ben gerçekten çok şaşkınım.”


“Tahmin edebiliyorum Gözde abla, bende oldukça şaşkınım” dedi mahcup gözlerle bana bakarak.


“Bak konuyu fazla uzatacak değilim. Kısa ve net sorularımı sormak istiyorum.”


“Elbette..”


“Metin senin gerçekte kim olduğunu biliyor mu ?” Sorum ile birlikte Cansu mahcup gözlerle bakmaya devam etti.


“Maalesef hayır..”


Vermiş olduğu kısa ve net cevap dan sonra gergince geriye doğru yaslanıp dudaklarımı kemirmeye başladım. Bunu çok sinirliyken karşımdaki kişiye dalmamak için yapardım ki, olayları tam bilmeden de Cansu’nun saçını başını yolmak şu an isteyeceğim son şeydi.


“Bak Cansu, kardeşlerim ile çoğu zaman kavga ederim yeri gelir sinirlenirim ama onların tek bir gözyaşlarına dünyayı o kişiye dar ederim. O yüzden şimdi bana olayları en baştan anlat. Metin ile nerede tanıştın ve neden Metin’e yalan söyledin ?”


Kurduğum cümleler ve en son sorduğum soru ile Cansu’nun gözleri anında doldu. “Tamam Gözde abla anlatacağım ama lütfen sözümü kesmeden dinle beni.” Sabırsız bir şekilde kollarımı bağlayıp “tamam anlat, dinliyorum” diyerek onayladığımda, Cansu masanın üzerindeki elleriyle oynarken anlatmaya başladı.


“Ben çocukken bana bakan bakıcım Aysel abla vardı. Onun kızı Ela ile birlikte büyüdük sayılır. Beş ay önce Ela’nın doğum günüydü. Aysel abla bir kafe kiralamış beni de davet etti. Metin ile Ela sınıf arkadaşıymış, bizde Metin ile o partide tanışıp arkadaş olduk. O gerçekten diğer tanıdığım bütün erkeklerden farklıydı. Bir ay hiç aralıksız mesajlaştık ve ben Metin den hoşlanmaya başladım. İlk buluşmaya gideceğimiz zaman kuzenim Sevgi aradı beni oldukça üzgündü, sevgilisinin sırf onunla zengin olduğu için çıktığını söyleyince korktum. Gözde abla, ben gerçekten buluşmaya gittiğimde sıradan bir ailenin kızıymışım gibi davranmaktan başka Metin’e hiç bir yalan söylemedim. Ben onu gerçekten çok seviyorum.”Dedikten sonra ağlamaya başladı.


Daha beş dakika önce öfke ile baktığım kıza şimdi oldukça üzülmüştüm. Hemen yanımdaki çantamdan peçete çıkararak ayağa kalktım. Sandalyemi tam Cansu’nun yanına çekerek oturdum ve peçeteyi ona doğru uzattım.


Metin oldukça zeki bir çocuktu, hiç mi anlamamıştı bu durumu ? Diye merak ettiğim soruyu hemen sordum..


“Peki Metin seni hiç mi eve bırakmadı ?”


“Oturduğumuz yerin üç sokak ilerisinde küçük bir mahalle var. Metin de benim orada yaşadığımı sanıyor.”


“Peki ben bu durumu bugün öğrenmeseydim eğer sen bu yalanı daha ne kadar uzatacaktın ?” Diye sorduğumda ise Cansu telaş ile bana baktı.


“Gözde abla, yemin ediyorum her defasında söylemek için uğraştım ama ne zaman söylemek istesem hep birşey çıktı.”


“Bak tamam seni anlıyorum, en başta endişen olmuş ve bir şekilde bu durumu saklamışsın ama sende anladığın üzere Metin öyle bir çocuk değil ve inan en az benim kadar yalanlardan nefret eder. Ben kardeşimden bildiğim bir şeyi saklamam. O yüzden bu meseleyi daha fazla uzatmadan Metin’e doğruları anlat. Kardeşimi çok iyi tanıyorum, bunu senden değilde benden veya bir başkasından duyacak olursa eğer seni ne kadar çok severse sevsin affetmez” dediğimde, Cansu telaş ile elimi tuttu.


“Söz veriyorum en kısa zamanda anlatacağım Gözde abla, lütfen sen söyleme.”


“Tamam, ben söylemeyeceğim ama sende elini çabuk tut” dediğimde Cansu uzanarak boynuma sarıldı. Ona gülümseyerek karşılık verirken, bi an altıncı hissimin ne kadar kuvvetli olduğunu düşündüm.


Demek ki Cansu’yu o yüzden hep sinsi gelin olarak görüyordum. Halbuki tam bir aptal aşıktı. Bugün bende iyice anladım ki Metin ile Cansu gerçek anlamda birbirlerine yakışıyorlardı. Sanırım içimdeki Cadı görümce, yerini Melaike görümceye bırakmıştı.


Sağ omzumdaki Melek kocaman gülümsedi. “Tebrik ederim Gözdeciğim, olması gerekeni yaptın” diyerek etrafına kalpler çizerken, sol omzumdaki Şeytan ise gözlerini devirdi.


“Ay haspam, Melaike olmuş-muş. Şahin’e gidecek her yol mübah demiyor da, hayırlı görümce oldum diyor !”


“Lütfen gider misin ?”


“Lütfen gider miy-mi-şim. Gitmiyorum, ne yapacaksın ?”


Ben göndermesini bilirim seni !


Euzu billahimineşşeydanirracim..


***


Bugünkü yaşadığım şok yetmemiş olacak ki, bunun üzerine bir de mahallemizde ki şok marketine girdim. Kendimce bir daha bu şekilde bir şok yaşamamak için totem yapayım dedim ama onun bahanesi ile bir sürü abur cubur alarak çıkmıştım.


Eve doğru seri adımlarla yürürken o esnada telefonum çaldı. Elimdeki market poşetlerini zar zor bir elimde tutarken, diğeriyle çantamın fermuarını açarak telefonumu bulmaya çalıştım. Sonunda telefonu bulduğumda ise zafer kazanmışçasına gülümseyerek hızla ekrana baktım, arayan Doktor Cevriyemdi.


“Doktor Cevriyem..”


“Canım, ne yapıyorsun?”


“Ne yapayım şimdi marketten çıktım eve gidiyordum, sen ne yapıyorsun hâlâ hastanede misin?” Bir yandan konuşurken, bir yandanda eve doğru yürümeye devam ediyordum.


“Maalesef, bugün nöbetçiyim” dediğinde şaşkınlıkla kaşlarım yukarıya doğru kalktı.


“Hayır olsun, sen nöbetçi olacağın zaman maalesef hiç demezdin ?”


“Demezdim demezdim de, Efe hoca ile nöbetçi olacağımı duyana kadar.” Feyza’nın sitem dolu sesine nazaran ben elimdeki poşetlerle neredeyse horon tepecek hâle gelmiştim ama dışarıda deli gibi gözükmemek adına bu durumdan hemen vazgeçtim..


“Ay ay, ne romantik bir atmosfer” diye bir yandan dalga geçerken, diğer yandan da bu durumu güzelleştirmeye çalışıyordum.


“Ya hiç sorma, acil bölümündeki sedye güzel bir masa, serumları da şuan mum olarak görüyordum zaten ! Saçma sapan konuşma Gözde, neyse kapatıyorum ben. Sonra bunun hesabını sorarım ben sana” dediğinde, güldüm.


“Elbette her zaman beklerim, öpüyorum seni.”


“Bende canım bende..”


Feyza’nın imalı ses tonuna karşı gülerek kapadım telefonu. Akşama kesin bunun hesabını soracaktı bana ama bu kimin umrunda.


Gülümsemeye devam ederek telefonu tekrar çantama atarken apartmanın önüne çoktan gelmiştim. Bu seferde çantamda anahtar bulma mücadelesine girmeyi göze alamadım ve doğruca zile bastım. Kısa bir süre sonra otomatik kapı hemen açıldı. Tabi hiç megafondan ‘kim o ?’ demeden basın, sonra neden hırsızlar arttı diye yaygara yapın. Kendi iç dünyamda kamu spotumu da yaparak büyük demir kapıyı ittirip içeriye girdim. Asansöre binip daireme çıktığımda, kapı çoktan açılmış kıymetli anneciğim de kapı pervazında yerini almıştı.


“Hoş geldin yavrum.”


“Hoş buldum sultanım” diyerek, poşetleri çaktırmadan arkama doğru sakladım.


“Onlar ne öyle ?”


Elbette ki annemin radarından kaçacağımı düşünmüyordum ama hiç olmazsa güzel bir çabam vardı..


“Canım azıcık çikolata falan çekti de” diyerek, sonunda ayakkabılarımı çıkarıp kapıdan içeriye girdim.


“Yavrum ben size her zaman demiyor muyum şöyle sağlıksız şeyler almayın diye? Sakın bak, akşam yemeğini yemeden önce onlara dokunayım deme.”


Annemin bu her zaman ki anaç tavrına gülümseyip, elimdeki poşetleri ve çantamı yere bırakarak yanaklarını hızla öpüp geri çekildim.


“Tabii ki de anneciğim, söz” diye karşılık verdiğimde, annem de gülümsedi.


“Hadi o zaman üzerini değiş, mutfağa gel de masayı kuralım.”


“Hemen geliyorum sultanım.”


Annem arkasını dönüp mutfağa doğru giderken, bende çıkardığım ceketimi kapının hemen yanındaki portmantoya astım. Tam yerdeki çantamı ve poşetleri alacakken poşetlerin yerde olmadığını gördüğümde, hızla kafamı kaldırıp ileriye doğru baktım. Tam da tahmin ettiğim gibiydi ! Poşetler elinde, o uzun leylek bacakları ile Tekin’i odasına girecekken yakaladım.


“Tekin !” Diye bağırmam ile korkarak bana doğru hızla döndü. “Deli fişek sakin ol ve o elindeki poşetleri yavaşça yere bırak” dediğimde Tekin bu sözlerimi takmayarak, sinsi sırıtışıyla birlikte odasına doğru bir adım daha atacakken; “Tekin !” Diye tekrar bağırdım.


Bu sefer bana doğru dönüp ciddi bir ifade ile konuşmaya başladı. “Abla bak yarın iki sınavımız var ve ben bütün gün Nazım hikmet bey amca ile Sultan Süleyman’ı beynime kazıdım. Telefonlarımız annem tarafından elimizden alındı ve sırf sınavımız var diye bizi odadan dışarıya çıkarmadan zorla ders çalıştırdı. Yemeği bile odamız da yedik !” Diye kendisini acındıran kardeşime karşı, gözlerimi devirip zoraki bir şekilde gülümsedim. Artık köprüyü geçinceye kadar ayıya dayı diyecektik…


Yavaş adımlarla koridorun sonuna doğru yürürken, bir yandan da anlayışlı bir şekilde konuşmaya başladım. “Anlıyorum seni kardeşim, zor bir gün geçirmişsin ama inan benimde günüm pek hoş geçmedi ve o poşette ki çikolatalara ihtiyacım var. O yüzden hiç olmazsa yarısını bırak ve hücrene tekrar gir.” Dediğimde, Tekin düşünür bir şekilde kaşlarını çattı.


“Tamam dur yaklaşma !” Dediğinde durdum. Poşetlerden birine elini daldırıp kısa bir süre sonra en sevdiğim çikolata olan hindistan cevizli çikolata paketini çıkarıp, bana doğru hızla atarak dikkatimi dağıttı.


“Gerisi benim ve hücre arkadaşımın, elveda abla !” Diyerek odaya girip, hızla kapıyı kapadı ve hemen ardından sanki surlara kilit vurur gibi kapıya kilit vurarak beni elimdeki tek bir çikolata ile baş başa bıraktı. Hain köpek !


O sinirle hızla odama geçerek üzerimi değiştirdim. Ellerimi yıkayıp, saçlarımı ev topuzu yaparak mutfağa doğru giderken belki bir ihtimal kapıyı açmıştır diye Tekin ve Metin’in kapısını zorladım ama elbette ki, bu tuzağa düşecek kadar saf olmadıklarını biliyordum.


Söylene söylene mutfağa geçtiğimde, annem ekmek doğruyordu. Bizim davarlar daha önceden yemek yediğine göre bu akşam annem, babam ve ben baş başa yemek yiyecektik.


“Anne, babam ne zaman gelecek?”


“Az önce konuştum, yoldaymış gelir birazdan” dediğinde, başımla onaylayıp hemen tezgah da hazır olan salatayı alıp mutfak masasının ortasına koydum. O esnada annem de ocakta ki çorbanın altını kapatıp yanıma geldi.


“Her şey hazır kızım, gel biraz oturalım. Baban gelmeden önce seninle birşey konuşmak istiyorum.”


Eyvahlar olsun, annem kesin görücü meselesini konuşacaktı ! Daha prensimi yeni bulmuşken şimdi bir de görücüyle mi uğraşacaktım ?


***


B Ö L Ü M


S O N U


Loading...
0%