Yeni Üyelik
23.
Bölüm

23. Bölüm

@hayalperestanka

Keyifli Okumalar Dilerim ❤️


***


~GÖZDE~


Hayatın masallar gibi olmadığını dün uygulamalı bir şekilde tecrübe edinmiştim. Nerede okuduğumu hatırlamadığım ama sözleri hâlâ hafızamın bir köşesinde olan cümleler, sanki 'tam zamanı' diyerek aklımı istila etmişti. ‘Peri masallarının sorunu şudur ki, onlar bir kızı her şeyin masallarda ki gibi mutlu sonla ve büyük aşklarla bittiğini düşündürüyordu.’ Gerçek hayatta ise sadece gerçekler vardı..


~Ya sihrin süresi dolar, prens değişen prensesi tanıyamaz..


~Ya Prens aradığı prensesi bulamadığı için yanlış kız ile çıkıp gider..


~Ya da prensin hanzoluğunu gören prenses, doğru prensi bulana kadar arayışını sürdürür..


Yaşadığım bu tecrübeyle bu son madde de benim sayemde eklenmiş oldu. Uzun lafın kısası Şahin bundan sonra benim için artık; ‘Şahin Sucuklarıdan başka bir şey ifade etmeyen, hanzonun tekiydi !


Onun için ne bunalıma girecek, nede kendimi yerden yere vuracak bir kadın değildim. Sonuçta gün gelir en sevdiğimiz tişört bile bir süre sonra eşofman üstü, en son ise toz bezi olurdu. Dün gece eve geldiğimde direk üzerimi değiştirip karşı daireye giderek, soluğu Feyza'nın odasında almıştım. Benim yaşadığım küçük olay, Feyza'nın yaşadığı dramatik olayın yanından bile geçmezdi.


Feyza'nın yaşadıkları onu etkilediği kadar beni de üzmüştü. Hayat gerçekten üzülmeye değmeyecek kadar değerliydi. Feyza'nın sonunda, Doktor Civana kalbinin kapılarını açmış olması ise sanki gerçek aşkı ben bulmuşum gibi beni de mutlu etmişti. Konuşmamızın ardından Feyza'nın iyice dinlenmesi için hemen eve geçip, yarınki görüşmem için erkenden yattım.


Yarın görüşmem nasıl sonuçlanırdı bilemem ama sanırım bundan sonrası için gerçek Aşk beni bulana kadar hayatımı yaşayacaktım. Hem ne demişler; ‘BEKARLIK SULTANLIKTIR' diyerek tam huzurla gözlerimi kapatırken, sol omzumdaki şeytan elinde tuttuğu makarna çatalı gibi olan şeyle, beni omzumdan dürttü. “Çakma sarayının sultanı seni ! Biraz daha bekle sen, yakında medeni durumun imparotorluğa doğru koşuyor yazacaklar”diyerek, yarama tuz basınca anında dudaklarımı büzdüm.


Sağ omzumdaki Melek ise Şeytana kızgınca baktı. "Ne diye şimdi kızın moralini bozuyorsun ki?” Diyerek kızmış ve hemen sonrasında bana dönerek gülümsemişti. “Sen ona bakma Gözdeciğim, elbet hayalindeki kişiyle bir gün karşılaşacaksın. Sen yeter ki inanmaktan vazgeçme” dediğinde, gülümsedim.


Kesinlikle inanmaktan asla vazgeçmeyecektim.


Sabah annemin nasihatlerinden kaçmak için yine erkenden kalkıp babam işe gitmeden önce beraber kahvaltı yaptık. Annem babamın yanında bana 'şu giy, bunu yap' gibi cümleler sıralayamadığı için karşımda çay içerken beni göz hapsine almış ama sırf babam kıskançlık krizine girip, görüşmeyi iptal etmemesi için hiç bir yorumda bulunamamıştı.


Alt tarafı bir çay içecektik. Hem lacivert renklere hakim olan etekli takımımla gayet şık olmuştum. Bundan fazlası anca gelinlik olurdu. Babamla birlikte evden ayrılırken annemin imayla karışık cümlelerine gülümsedim.


“Öğlen arası telefonlaşırız yavrum.”


“Tabi annem konuşuruz” hızlıca yanağını öpüp, beni yakalamasına müsaade etmeden babamın peşinden evden çıktım. Sağolsun babam beni otobüs köşelerinden kurtarmış, arabasıyla iş yerine kadar getirmişti.


Birkaç çizim işinden sonra Uğur Böceği ajansa geldiğinde, biraz da olsa keyfim yerine gelmişti. Kahküllüden odaya çay getirmesini rica ettikten sonra Uğur ile iş hakkında sohbet ettik. Kahküllü odaya çay getirirken, Uğur böceğiyle aralarındaki kaçamak bakışmalar hoşuma gitmişti. Sırf bu yüzden öğle arası görüşmemi bahane ederek Kahküllüden, Uğur’u ajansın fotoğraf çekim yerine götürmesini ve ilgilenmesini isteyip odadan deyim yerindeyse koşarak kaçmıştım.


Sanırım benim de içimde bir yerlerde, 'evle beni Gönül abla' saklıydı ve ben kesinlikle Gönül abla dan daha iyi olduğumu düşünüyordum. Çünkü iki tarafı da tanıyıp gözlem yapınca, zaten yakışıp yakışmayacaklarını veya uyumlu olup olmayacaklarını az biraz tahmin edebiliyordum.


Hem bu devirde adamlardan çok kadınların işi zordu. Mesela erkeğin iki seçeneği vardı. Güzel kadın; iç ve dış güzelliğiyle.. Çirkin kadın; iç ve dış çirkinliğiyle.. Ama kadınların ki hiç de öyle kolay değildi.


Hödük ve öküzden başlayıp, kütük ve oduna kadar giden uzun bir liste vardı.


Ajanstan çıkmadan önce çağırdığım taksi kapıya geldiğinde, hiç vakit kaybetmeden binerek buluşacağım kafeye doğru yola koyuldum. Buluşacağımız yer Etilerde bir kafeydi. Daha önce hiç gitmediğim bir mekan olduğu için merak edip telefonumdan kafenin ismini yazarak görsellere baktım. Hiç şaşırmamıştım, semtinden dolayı oldukça lüks ve havalı bir kafeydi. Kim bilir bir çay ne kadardı ? Normalde bir şey alırken parayı dert etmeyen ben, nedense dışarıda içtiğim çaya veya kahveye yüklü bir para verince resmen emekli teyzeler gibi oluyordum.


Sonradan aklıma daha önemli bir detay gelince şaşkınlıkla alnıma vurdum. Ben iyi hoş böyle gidiyordum da, adamı görmeden nasıl tanıyacaktım. Adamı hiç merak etmeyip de, gideceğim mekanı merak eden kişi olarak şu an tarihe yazılabilirdim. Annemi aramak için rehberime girerken, tam da o sırada annemin sabah erken saatlerde attığı mesajını fark ettim. Aramayı hemen es geçerek direk mesaja tıkladım.


Gelen Mesaj: ANNEM


~Yavrum, çocuğu o piti piti ile bulma diye sana fotoğrafını atıyorum. Sakın yanlış anlama suç sende değil. Sana hamileyken fazla vitamin almadığım için tamamen bende..


Demek bütün suç vitamin almayan annemin hatasıymış ha ! İyi öyle olsun bakalım anneciğim, evde iş yapılacağı zaman da diğer vitamin aldığın evlatlarına yaptırırsın artık..


Bunları düşünmeyi şimdilik bir kenara bırakarak asıl odaklanmam gereken adamın fotoğrafını açıp baktım. Fotoğrafının hemen altında Mehmet Yıldırım yazıyordu. Karşımdaki fotoğraf da ise oldukça sevimli ve yakışıklı bir adam vardı.


Ama daha dün yaşadığım tecrübeden sonra önceliğin tip değil de karakter olduğuna karar verdiğimden dolayı, telefonun kilidini kapayarak yola odaklandım. Bu arada annemin doksandan çaktığı kapağı da unutacak değildim, eve gidince onunda tribini ayriyeten atacaktım.


Yolculuğum taksi şoförünün geldik demesiyle biterken ücretini verip hemen indim. Taksiden inerken gelen rüzgar saçımı hafif bir şekilde savurmuştu. Gözümün önüne gelen bir tutam saçımı geriye doğru çekip, kafenin önünde daha fazla beklemeden derin bir nefes alarak içeriye girdim. Giriş tarafı oldukça kalabalıktı. Hepside grup şeklinde oturuyorken ileride daha az insan vardı. Biraz daha ileriye doğru gidince, tek başına arkası bana dönük bir şekilde oturan adamı fark ettim.


Ben sakin adımlarla masaya doğru iyice yaklaşırken, adam da elinde ki telefonuyla ilgileniyordu. Masanın başına geldiğim hâlde hâlâ beni fark etmemişti. Telefonuna donmuş bir şekilde bakması içimde ki merakı körükledi. Hazır beni fark etmemişken sessizce arkasına geçtim.


Elinde tuttuğu telefon ekranında, çok güzel gülümseyen bir kadın fotoğrafı vardı. Ona bakarken yüzünde ki gülümsemesi ve bu şekilde dalıp gitmesi bana göre bu kadını sevdiğini gösteriyordu. Madem sevdiği biri vardı, ne diye görüşmeye gelmişti ? Sol yanımdaki Şeytan; "ay pis zampara ! Gözde daha ne bekliyorsun hazır adamın arkasındasın, geçir çantayı kafasına" dediğinde, kolumdaki çantamı çıkararak tam kafasına vurmak için kaldırmıştım ki, sağ omzumdaki Melek; "Gözde dur ! Şeytana uyma sen. Daha adamı bile dinlemedin, peşin hüküm verme hemen" diye uyarınca, düşündüm. Ben ne yapıyorum ya! Melek çok haklı. Belki o da benim gibi annesi ve evle beni Gönül çetesinin kurbanıydı, hatta belki de sırf annesi istemiyor diye çocuğu sevgilisinden bile ayırmış olabilirlerdi.. Ay bak şimdi böyle düşününce de üzüldüm adama.


Sonunda havaya kaldırdığım çantamı indirdiğimde karşıda, elindeki tepsiyle bana şok gözlerle bakan garson çocuğu görünce gülümsedim. Valla bir deli görünmediğim kalmıştı, o da şimdi oldu..


Garsonu boş verip, arkasında dikildiğim adamın tekrar baş ucuna doğru geldim. “Güzel kızmış” diyerek dikkatini çektiğimde, elindeki telefonu telaşla masaya koyup hızla yerinden kalktı. “Kusura bakmayın fark etmedim, hoş geldiniz. Ben Mehmet Yıldırım” diyerek, elini uzattı. Kirli sakalları, kıvırcık saçları ve gülen yüzü ile fotoğraftaki gibi sevimli olan adamın elini tereddüt etmeden sıkarken, bende içtenlikle gülümsedim.


"Hoş buldum, bende Gözde Gündoğdu." Ayaküstü tanışma faslını es geçerek karşılıklı bir şekilde masada yerimizi aldığımızda, ben oldukça sakin Mehmet ise oldukça gergindi. Bana bakıp kibar bir şekilde; “ne alırsınız ?” Diye sorduğunda, bende aynı kibarlıkla; "çay olsun lütfen." Diyerek yanıt verdiğimde gülümsedi.


Karşıya bakarak elini havaya kaldırdığında, yanımıza az önce ki garson geldi. "Buyrun efendim."


"Bize iki çay lütfen"


"Elbette, hemen getiriyorum" diyerek yanımızdan ayrılan garson çocuk, bana korku dolu gözlerle bakmıştı. Görende joker gördü sanır, o kadar da psikopat değildim.


Fazla resmiyet sevmeyen bünyem ve meraklı melahat ruhum ile ellerimi masada birleştirdiğimde, Mehmet'e bakarak gülümsedim. “Biliyor musun, çevrem tarafından Güzin ablalığın hakkını vermiş olmamdan dolayı, Nobel ödüllerine aday gösterildim” dediğimde, Mehmet şaşkınca suratıma baktığında aynı şekilde devam ettim. “O yüzden şimdi anlat bakalım Mehmet bey, o kadın eski sevgilin miydi yoksa annen ve evlilik çetesi mi sizi ayırdı?” Diye sorduğumda, Mehmet’in ilk başta yüzünde şaşkınlık hemen sonrasında da ise sıcak bir gülümseme peydah olmuştu.


***


Bir bardak çay eşliğinde başlayan muhabbetimiz, ikimizinde dördüncü bardağıyla son bulurken sizli, bizli konuşmalarımız senli, benli olmuştu.


"İnanmıyorum sana. Bir yıldır açılamadın mı yani ?"


"Maalesef.." Utanır bir şekilde elini ensesine götürüp, gözlerini kaçırdı.


Mehmet ile sanki yıllardır dostmuşuz gibi dertleşmemiz iki saat sürmüştü. Öğle arası geçeli çok olurken, Kahküllüye bu saatten sonra ajansa gelmeyeceğimi bildiren kısa bir mesaj atmıştım.


Mehmet gerçekten de çok farklı bir adamdı. Dış görünüşünün yanı sıra, karakteride aynı şekilde masum ve tatlıydı. Banka memuru olan Mehmet, bir yıldır beraber çalıştığı mesai arkadaşına abayı yakmış ama ne yazık ki kadının duygularından emin olmadığı için ne söyleye bilmiş, ne de bu sevdadan vazgeçebilmişti. En son annesinin ısrarıyla görücü usulüne 'tamam' deyince, bilin bakalım kime denk geldi ? Elbette ki, Nobel ödüllü Güzin ablaya..


Ona sohbet boyunca kızarken, Mehmet'in sonunda; "Eğer ben itirafta bulunursam ve o bana karşı bir şey hissetmediğini söylerse, arkadaşlığımız da biter ve ben ne olursa olsun onu kaybetmeyi göze alamıyorum” dediğinde, olaya onun açısından bakınca az biraz hak vermiştim ama bu yinede onun yaptığı şeyi doğru kılmazdı. Çünkü bazen öyle anlar gelirdi ki, Cesaret olmadığı yerde Esaret olurdu..


Ve bugün burada oluşumuz kesinlikle tesadüf veya sıradan bir durum değildi. Dünyada karşımıza çıkan her bir şeyin bir anlamı ve bir nedeni olduğuna inanıyordum. Mesela diğer görücü usulü görüşmelerde ki edindiğim hayal kırıklıkları ve pişmanlıklar, kesinlikle hayatıma farklı yönlerde tecrübe sahibi olmamı sağlamıştı. O yüzden yaşadığım hiçbir şey bana boş gelmiyordu.


Aksine benim bir daha o hatayı yapmamam için beni olgunlaştırıyordu. Şimdi bugün burada oluşum ve Mehmet ile tanışmamın da bir amacı olduğunu hissediyordum. Büyükler arasında ki artık meşrulaşmış 'elektrik alabildi mi ?' Sorusu aklıma gelince gülümsedim. Aşk konusunda kısa devreler yapan elektriğim, Mehmet için iyi bir arkadaş olabilecek sinyalinden başka bir ışık yakmıyordu.


Ve ben bugün onun gönül işini hal edecektim.


Önümdeki boş bardağı kenara çekip, Mehmet'e bakarak sevimlice sırıttım. "Çalıştığın banka buraya çok mu uzak ?" Diye sorduğumda, Mehmet


'o ne alaka' der gibi kaşlarını havaya kaldırdı.


"Yo yakın. Arabam ile on beş dakikalık bir mesafe var" dediğinde, yüzümdeki gülümseme büyüdü. Hemen kolumdaki saate baktım. Bankaların kapanmasına tam bir saat kalmıştı. Arkamı dönerek garsona; “hesap lütfen" diye seslendim.


Garsonun aynı anda “geliyor hemen” demesiyle çantamdan cüzdanımı almak için uzanmıştım ki, Mehmet’in; "Gözde lütfen sen dur” diye, beni uyarması ile ciddileştim. “Sakın Mehmet ! Hesabı yarı yarıya ödeyeceğiz yoksa bir daha seninle çay falan içmem." Bu tehditim ile sonunda Mehmet ikna olmuştu. Garson masaya geldiğinde benim dediğim olmuş ve hesabı yarı yarıya ödemiştik. Dört çay bardağına kırk TL verince bir an yanımda termos taşımak daha mantıklı gelmişti. Şimdilik bu mevzuyu boş verip, asıl mevzuya odaklandım. Hızla yerimden kalkarken bana bakan kıvırcık prense; “hadi kalk, gidiyoruz” diyerek, konuşmasına müsade etmeden koluna girmiş ve benimle birlikte yürümesini sağlamıştım.


“Nereye gidiyoruz ?” şaşkınca sorduğu soruya karşı, gülümseyerek “bankaya” diye yanıtladım. Bu sefer “neden ?” Diye telaşla sorduğu soruya gözlerimi devirdim. Bir yandan konuşurken diğer yandan Mehmet'i sürükleyerek kafeden çıkardım. “Kredi çekeceğim Mehmet, hadi yürü.” Sanırım ne yapacağımı anlamış olacak ki beni telaş ile durdurdu. “Gözde dur. Bilmediğin birşey daha var” dediğinde, sırf söyleyeceği şeyi merak ettiğim için bekledim.


“Ben Açelya'ya ne zaman açılmaya çalışsam illa bir şey oluyor. Başımıza birşey gelmesin, boşver gitmeyelim” dediğinde gözlerimi devirdim. Yüzyılın en saçma bahanesini duyduğum için Mehmet'in koluna hafifçe vurdum.


“Hayatımda bundan saçma bir bahane duymamıştım. Hem merak etme sen, sadece gözlem yapacağım. Yanında beni gördüğünde kıskanırsa anlayacağız ki o da senden hoşlanıyor. Eğer senin dediğin gibi seni sadece arkadaş olarak görüyorsa zaten bir tepki vermez" onu rahatlatmaya çalıştığımda, hâlâ yüzünde kararsız bir ifade vardı.


“Sakın kötü bir şey düşüneyim deme, iyi düşün ki iyi olsun.” Son olarak söylediğim sözler ve tehditkâr bir şekilde işaret parmağımı ona doğru salladığımda, mecbur kafasını sallayarak onaylamıştı beni.


Daha fazla vakit kaybetmeden Mehmet'in yönlendirmesiyle otopark da olan arabasına binip, bankaya doğru yola koyulduk. Kısa süren yolculuğumuz Mehmet'in arabasını bankanın önüne


park etmesi ile son buldu.


Beraber arabadan inerek bankaya doğru yan yana yürüdük. Güvenlik görevlisi Mehmet'e gülümseyerek “Hoşgeldiniz Mehmet bey” dediğinde, kıvırcık prens de aynı şekilde; "hoş bulduk Ufuk abi" diyerek selamlaşmış, beraber o şekilde içeriye girmiştik.


Banka iki katlıydı. Mehmet'in beni yönlendirmesiyle üst kata çıktığımızda, merdivenlerin tam başında yavaşça koluma asılarak beni durdurunca; “niye durduk?” diye sordum.


Mehmet hemen karşı tarafta, masada telefonla konuşan kadını çaktırmadan gösterip; “işte orada” dediğinde, gülümseyerek gösterdiği yere daha dikkatli baktım. Kızımız da pek güzeldi..“Ee iyi tamam, hadi gidelim” diyerek tam bir adım atmıştım ki, Mehmet'in bu defa da koluma ahtapot gibi yapışmasıyla tekrar durmak zorunda kaldım.


“Gözde ya, kendimi ilkokula annesiyle gelmiş çocuk gibi hissediyorum. Bizi fark etmeden kaçalım ne olur” dediğinde, benzetmesine hafif bir şekilde güldüm.


“Valla şimdi çok doğru söyledin. Şu an yedi yaşındaki bir çocuktan farksız değilsin, yürü hadi." Diyerek tuttuğu kolumu ondan kurtarmak için çekiştirdiğimde, o da sanki çantayı bırakmak istemeyen kapkaççı gibi yapışmıştı koluma.


Biz ayak üstü birbirimizle saçma sapan boğuşma yaşarken, en son nasıl olduysa kendimi Mehmet'in saçını çekerken bulmuştum.


“Yürü diyorum sana !”


“İstemiyorum Gözde ah ! Saçım acıyor ama..” Bulunduğumuz vaziyet, naif bir sesin “Mehmet..” Diye seslenmesi ile bölününce, anca kendimize gelmiş ve hemen toparlanmıştık. Mehmet hemen bozulan saçlarını eliyle düzeltirken gülümsedi.


“Aa..Açelya naber ?” Açelya'nın şaşkın bakışları, Mehmet ile benim aramda gidip geldi. “Ben iyiyim de, asıl siz iyi misiniz ?” Diye sordu.


Beyaz gömleği ve dizlerinin hemen üzerinde biten siyah kalem eteğiyle, oldukça güzel gözüken kadına gülümseyerek baktım. “Şey, biz aslında şakalaşıyorduk.” Diyerek Mehmet'in koluna girip, Açelya'nın tepkisine baktım. İşte tam da o anda istediğim ışığı yakalamıştım.


Açelya’nın bakışları koluna girdiğim Mehmet’e sorgular şekilde bakarken, yüzü de sanki kıskançlıktan biraz kızarmış gibiydi. Ben istediğim ışığı almış olmanın mutluluğuyla otuz iki diş sırıtırken, hemen yanı başımda ki Mehmet ise oldukça gergindi. Bir bayan olarak Açelya'nın kıskanç bakışlarını hemen anlamıştım.


Daha fazla elektrik akımına gerek yoktu. Hemen Mehmet'in kolundan çıkarak elimi Açelya'ya doğru uzattım. “Bu arada biz tanışmadık ben Gözde, Mehmet'in arkadaşıyım. Siz de sanırım Açelya olmalısınız ? Mehmet sizden çok bahsetti” dediğimde, karşımda ki kadın ilk önce


şaşırarak Mehmet'e bakmış, sonrada elimin havada kaldığını fark ederek elimi sıkmıştı. “Öyle mi, çok memnun oldum Gözde” diye gülümseyerek ilk önce bana, sonrada kıpkırmızı olan Mehmet'e baktı.


Sanırım Mehmet, pot kıracağımı sandığı için donup kalmıştı. “Bende öyle” diyerek gülümserken, yanımda sesi çıkamayan adamın nefes alması için elimle sırtına vurup kendine gelmesini sağlarken bir yandan da Açelya'ya durumu izah etmeye çalışıyordum.


“Şey ben banka hesabı açmak hakkında bilgi almak istiyordum, sağolsun Mehmet de gel bizim oraya gidelim, Açelya sana yardımcı olur deyince hemen geldik. Değil mi Mehmet ?” Diye sorduğum soruya, çok şükür ki nefes almayı akıl ederek cevap verdi.


“Aynen öyle !” Mehmet'in bu heyecanlı cevabıyla Açelya'nın da yüzü gülmüştü.


Kesinlikle bu kız Mehmet'ten hoşlanıyor ama bizim kıvırcık prens bunu anlamıyordu. Eh madem öyle, oturmaya mı geldik ben tatlı tatlı anlatırdım..


***


B Ö L Ü M


S O N U


Loading...
0%