Yeni Üyelik
29.
Bölüm

29. Bölüm

@hayalperestanka

Keyifli Okumalar Dilerim ❤️


***


~TEKİN~


Cumartesi günü geç kalkacağım deyip erkenden uyanan insana farklı bir işkence yapmaya gerek yoktu. Çünkü zaten o belasını bulmuştur ama maalesef ki öyle olmadı. Metin'in yağmurundan kaçarken adeta ablamın dolusuna maruz kalmıştım.


Bir kaç gündür ablamda olan değişikliği fark ediyorken, yarın akşam düğüne Yağız abiyle gideceğini öğrendiğimde, beynimin içinde ki köşeli jetonlarım tek tek düşmüştü. Ben daha Metin'in aşk bunalımını yeni atlatmışken birde üzerine ablamın deli divane hareketlerine maruz kalmıştım. Dün gece mesela, odamıza elinde her defasında farklı bir elbiseyle yüz kere girmiş ve bizi seçenek manyağı yapmıştı. "Sizce, uzun siyah elbise mi yoksa kısa bordo elbise mi ? Ayakkabı konusunda da kararsız kaldım. Düz siyah mı yoksa bordo saten mi ? Peki saçlarım, toplayınca mı daha güzel gözüküyor yoksa açık bırakınca mı ?"


Akşam on bir de başlayıp gece üçe kadar bize işkence yaparak kombinini tamamladığında, uyumamıza anca izin vermişti. Ailecek hep beraber kahvaltı yaptıktan sonra babam yine Emniyete giderken, ablam dün gece bize yaptığı elbise defilesini birde Feyza ablam ve anneme yapmış ve sonunda ne Metin'in, ne de benim beğendiğimiz şeyleri seçmeyerek farklı bir kombin yapmıştı.


Gece o kadar eziyet görüp adeta bir


Cengiz Abazaoğlu ve Kadir Doğulu gibi olan biz, şaşkın bir şekilde ablama bakakaldık..


"Abla madem dediklerimizi giymeyecektin, daha niye bize eziyet ettin ?" Diye sorduğum soruda ise ablamdan ibretlik bir cevap almıştım.


"Paşalarım benim, olur mu öyle şey. Siz bana onca elbise içinden hangi elbiseyi giyinmeyeceğim veya ne takmayacağım konusunda çok yardımcı oldunuz. Tekrar çok teşekkür ederim.." diyerek yanaklarımızdan hızla öpüp, yüksek sesle şarkı söyleyerek odasına doğru girdi. Söylediği şarkı kulaklarımı tırmalayıp, gözlerimi kısmama neden olurken yanımda hâlâ ablamın ardından şaşkınca bakan Metin'in omzuna dokundum.


"Üzülme kardeşim. Sevenleri sevmediğine vermediler diyerek göbek atan bir neslin psikolojisini sorgulayamayız.." Metin'i ardımda bırakıp, odama geçerek tekrar uyumayı denedim ama sadece denedim !


On beş dakikalık süren uykum, Metin'in beni dürtmesiyle son buldu. Hayat bana delirmem için gerekli olan her şeyi verdi. Bonkördü, samimiydi. Servisi, sunumu muhteşemdi. Etkilendim, yok ben almayayım diyemedim. Güzel güzel delirdim !


Bir daha ki hafta okullar arası olacak basketbol maçı için bizi arayarak antrenmana çağıran koçumuza, saygı çerçevesinde hakaretler ederek uyanmak zorunda kaldım.


Metin ve Buğra'yı spor çantamla beraber evden kovarken, daha sonrasında el mecbur yatağımla vedalaşarak hazırlandım. Giyindiğim spor kıyafetlerimin üzerine siyah kapşonlu hırkamı ve siyah şapkamı takarak evden çıkarken bu sefer annemin seslenmesiyle durdum. "Oğlum hazır sen çıkıyorsun, giderken şu tabağıda Pelin teyzene götürü ver."


Peçeteyle kapattığı mis gibi kokan börek tabağını bir elime verirken, canım anam beni de unutmayarak diğer elimede peçeteye sardığı büyük dilim böreğini uzattı. "Bunu da giderken sen yersin."


"Oğluşunu da unutmazmış.." Gülümseyerek yanağına uzanarak öptüm. Annem kıkırdarken bir yandan da sırtıma hafif bir şekilde vurdu. "Elbette unutmam, seni bilmiyor muyum ben ? Vermesem ya tabağın yarısını götürürsün ya da bütün gün ben açım diyerek ortalarda dolanırsın." Güzel bir tespit yaptığında gülümsedim.


"Ah, nasıl da beni tanıyorsun.." Diyerek karşılık verdiğimde o da gülümsedi.


"Hadi annem, soğumadan götürü ver. Bak antrenmandan sonra da direk eve gelin. Sakın dışarıda bir şeyler yiyip karnınızı şişirmeyin, akşam yemeğini hep beraber yiyeceğiz."


"Tamam Sultanım görüşürüz."


"Hadi yavrum, Allaha emanet ol."


Elimdeki tabakla asansöre binip, aşağı kata inene kadar annemin yemem için bana verdiği böreği çoktan bitirmiştim. Apartmandan çıkıp elimdeki peçeteyi apartman kapısındaki çöp kutusuna doğru basket attım. Diğer elimdeki börek tabağından gelen mis gibi kokular, her ne kadar ‘beni ye’ desede nefsime hakim olarak hızla diğer apartmana doğru girdim.


Sonuçta nefsimin de bir sınırı vardı o yüzden koşarak tabağı vermem en iyisiydi. Dairenin önüne geldiğimde kapı ziline tam basacakken, içeriden gelen bağırış sesleri ile zile uzanan elimi hızla indirdim. "Eylül lütfen kızım sonra konuşalım."


"Anne artık bana mantıklı bir açıklama yapmak zorundasın ! Babanla ayrılıyoruz dedin ! Neden diye sorduk, öyle olması gerekli dedin. Başka bir yere taşınıyoruz dedin ! Yine nedenini sorduk yine öyle olması gerekli dedin ! Babama soruyorum annen istedi diyor ! Neden anne Neden ?"


"Bak Eylül kardeşin de burda, baş başa kaldığınızda konuşalım olur mu ?"


"Hayır olmaz ! Kazık kadar oldu zaten. Neyi saklıyorsunuz ?"


Börek getireyim derken aile dramına şahit olmuştum. Bu halde börek yiyecek halleri yoktu ya. En iyisi kapıyı hiç çalmadan gitmekti diyerek tam arkamı dönmüştüm ki,  karşı daireden çıkan mahallemizin yaşlı Emine teyzesiyle elimdeki tabakla ona doğru ilerledim. Yaşı seksen küsur olan Emine teyze eşi Emir amcayla birlikte tek başlarına yaşıyordu. Her ikisinin de kulakları pek duymaz, gözleri de pek görmezdi.


"Evladım sen kimsin ? Bu ses nereden geliyor ?" Diye sorduğunda, Emine teyzenin duymayan kulakları bile sesleri duyarak kapıya çıkması, birazdan diğer apartman sakinlerinin de kapıya çıkacağının habercisiydi.


Bir şeyler yapmam lazımdı..


"Emine teyze benim ben Tekin." Diyerek yanına iyice yaklaştım.


"Ha bildim bildim. Tekin oğlum ne oluyor ?"


"Yok birşey Emine teyzem, ben kapı zilini çaldım sen onu duymuşsunuzdur. Annem sana börek gönderdi buyur." Diyerek elimde kalan börek tabağını Emine teyzeye doğru uzattım.


"Ah ne zahmet ettiniz, Allah razı olsun."


"Ne zahmeti afiyet olsun. Ben gidiyorum bir isteğin var mı ?"


"Yok evladım yok. Allah razı olsun.."


"Senden de Emine teyzem, görüşürüz."


"Rabbime emanet ol evladım" diyerek eve girip kapıyı kapattı. Tam geri dönüp merdivenlerden aşağıya inerken, bu seferde daha yüksek sesle isminin Erdem olduğunu hatırladığım çocuk bağırdığında, adım attığım ayağım otomatikman durdu.


"Bağırma artık anneme ! Senin hiç birşey bildiğin yok ! "


"Ya öyle mi küçük bey ! Ben ne bilmiyormuşum ?"


"Babamın annemi aldattığını ! "


İstemeyerek de olsa duyduğum sözler gözlerimi büyütürken, yerimden ne kımıldaya biliyordum ne de arkamı dönüp gidebiliyordum. Valla istemeyerek dinliyorum Allah'ım, sen affet..


İçeriden gelen bir kaç gürültüyle birşeyler yere fırlatılmış, ardından Pelin teyzenin; “Eylül !" Diye yüksek sesle uyarısı gelmişti.


"Hayatta hiçbir şeyi beceremediğin gibi iyi bir abla olmayı da beceremiyorsun !" Diyerek bağıran Erdem'in sesi, öfkeli sözlerinin ağırlığından daha yüksek değildi.


Ben bu sözü ablama söylesem, eminim ki iki saniye içinde pişmanlıktan ölürdüm.


"Görmüyor musun Anne ! Yalan söylüyor.."


"Yalan falan söylediği yok! Beni iki senedir sekreteri Alev ile aldatıyor çocukları bile var !”


Pelin teyzenin haykırarak itirafı, bir anda ortamı sessizleştirmişti. Eylül'ü görmesem de şuan yıkıldığını sessizleşen ortamdan anlayabiliyordum. Bu sefer gerçekten arkamı dönüp merdivenlerden inerken kapının açılıp Eylül'ün kendini dışarıya atmasıyla tekrar durdum. Yanımdan koşarak merdivenlerden inerken, gözü beni bile görmemişti.


Ardından Pelin teyze gözleri kan çanağı olmuş bir şekilde kapıya çıktı. "Eylül kızım, dur bekle !" Diyerek merdivenlerden inmek isterken, hızla önüne geçerek onu durdurdum.


"Pelin teyze sen dur, ben giderim onunla aklın kalmasın. Akşam olmadan eve geri getiririm."


"Tekin oğlum, lütfen yalnız bırakma."


"Merak etme sen."


Pelin teyzeyi ardımda gözü yaşlı bırakarak, Eylül'ün peşinden koşturarak apartmandan çıktım. Etrafıma baktığımda mahallede değildi. Hızla otobüs durağına doğru koştum. Eylül otobüsü beklemek yerine ilerideki taksi durağına doğru koşuyordu. Sabah antrenmanımı koşu olarak tamamlarken, Eylül'ün taksiye binmesi ile bende son anda yetişip


taksi hareket etmeden diğer taraftaki kapıyı açarak hızla bindim. Annesi gibi kan çanağı olan gözleriyle, bana şaşkınca baktı.


"Senin ne işin var ?"


"Nereye gidiyorsan bende geliyorum."


"Saçmalama in çabuk."


"Annen seni bana emanet etti. Bizde emanet, emanettir. O yüzden ağzını boşuna yorma."


"Karar verdiyseniz gidelim mi artık ?" Taksici abinin bıkkınlıkla bize bakarak söylediği sözlerle, ikimizde aynı anda; "gidelim" diyerek onayladık. Araba hareket ettiğinde aklıma gelen antrenmanla kafamı geriye doğru yasladım, koç canımı okuyacaktı..


Eylül de kafasını cama yaslamış bir şekilde dışarıya bakarken, cebimdeki cep telefonumu hızla çıkarttım. Telefonum sessizde kalmıştı, iki kez Metin bir kez de Buğra'nın cevapsız çağrısını görünce Eylül'ün yanında rahat konuşamam diye mesaj atmak için interneti açarak direk WhatsAppa girdim. Ardı ardına gelen mesaj seslerine içimden söverek, telefonu tekrar sessize aldım.


✓Metin: Nerdesin oğlum sen ?


✓Buğra: Kanka umarım hâla uyumuyorsundur ?


✓Metin: Lan telefonlarını niye açmıyorsun. Annemi aradım evden de çıkmışsın ?


✓Tekin: Dışarıdayım acil bir işim çıktı. Eve geçince konuşuruz siz beni idare edin.


✓Metin: Ayıp ettin kardeşim o iş bizde.


✓Buğra: İntikam soğuk yenen bir yemektir kankacığım 😎


Hay ben sizi ! İnşallah motorumun bozulduğunu söylemezlerdi. Telefonu kapşonumun cebine koyup bende Eylül gibi sessizce dışarıyı izledim. Nereye gittiğimize dair aklımdan geçen en ufak bir fikir bile yoktu.


O yüzden sessiz kalmayı tercih ettim. Yarım saat süren araba yolculuğumuz, lüks bir sitede son buldu. Taksi durduğunda ben daha taksiciye ne kadar tuttu diyemeden, Eylül cebinden çıkardığı yüz Tl adama doğru uzatarak; "üstü kalsın" diyerek arabadan hızla indiğinde, şaşkınca baktım.


Öğrenciyiz aga biz, ne demek üstü kalsın? Sanırım benim ruhum onun ise sadece durumu zengindi. Bu duruma daha sonra açıklık getirmek için bende ardından inip yanında durdum. Taksici yanımızdan geçip giderken Eylül kaldırımda öylece dikiliyor, boş gözlerle karşımızdaki büyük villaya bakıyordu.


"Burası neresi ?" Sanki sorumu bekleyen göz yaşları Eylül'ün gözlerinden akmaya başlarken, titreyen ama oldukça güçlü bir ses tonuyla; "Babamın evi" dediğinde aldığım cevapla, sorduğum soruya pişman olmuştum. Hay ben sorduğum soruya..


Cebime ne zaman koyduğumu bilmediğim ama sanki para bulmuş kadar sevindiğim peçeteyi bulduğumda, Eylül'e bakmadan ona doğru uzattım. Hiç tereddüt etmeden elimden peçeteyi alır almaz burnunu sildi. Bu hareketine içimden sümüklü şirine diye geçirirken, hafif bir şekilde tebessüm ettim. Yaklaşık on beş dakika ayakta öylece durduk. Ne o konuştu ne de ben başka bir soru sordum.


Eylül bakışlarını karşıdaki villadan ayrılmazken, gözleri bir anda yine doldu ve bir şeyler söylemek ister gibi ağzını açıp kapadı. Kaşlarımı çatarak onu izlerken bu sefer bakışlarını kısa bir süre gökyüzüne kaldırıp indirdi.


Elleriyle kendine yelpaze yapıp derin nefesler aldıktan hemen sonra direk cebindeki cep telefonunu çıkararak bir kaç tuşa basıp, daha sonra telefonu kulağına götürdü.


.


.


“Alo baba.."


.


"Yoldayım şimdi on beş dakika sendeyim. Evdesin dimi ?"


.


"Hiç öylesine sürpriz yapmak istedim. Benim anahtarım var zaten, sorun yok. Sen de çok geç kalmadan gelirsin."


.


"Tamam, evde görüşürüz." Diyerek telefonu kapattığında, ne yapmak istediğini anlamadığım için kaşlarımı daha çok çattım. Eylül ise oldukça heyecanlı bir şekilde cep telefonunu cebine atarak, daha dikkatli bir şekilde eve bakmaya başladı.


Sanırım ne yapmaya çalıştığını anlamıştım. Ellerimi kapşonlu hırkamın cebine sokup bende onun gibi karşıya doğru bakarak bekledim. Beş dakika geçmişti ki, villanın büyük kapısı hızla açıldı. İçeriden kucağında küçük bir çocukla dışarıya çıkan orta yaşlarda bir adam ve ardından elinde bebek çantasıyla, yaşı daha genç olan bir kadın çıktı. Villanın bahçesindeki siyah araca doğru gittiler. Adam ön kapıyı açıp kadının binmesini beklerken, kadın önce çantaları arka koltuğa atıp sonra adamın açtığı ön koltuğa geçip oturdu.


Adam daha sonra kucağındaki minik çocuğu öperek, kadının kucağına doğru verdi ve kapıyı yavaş bir şekilde kapatarak şoför koltuğuna geçmek için diğer tarafa doğru dolandı. Ben şaşkınlıkla karşımdaki tabloyu izlerken, bir an kendimi Eylül'ün yerine koydum. Ben olsam ne yaparım diye düşündüğüm de, Eylül'ün şaşkınlığını ve öfkesini o an anladım. Bakışlarım yanımdaki kıza döndüğünde ayakta durmakta zorlandığını ve yine ağlamaya


başladığını gördüm.


Arabanın motor sesi kulaklarıma dolduğunda, Eylül'ün babasıyla şimdi karşı karşıya gelip hesaplaşmasını istemedim. Araba bahçeden çıkarken, Eylül'ü hızla kendime doğru döndürüp sarıldım. Eylül de sanki bunu bekler gibiydi. Sırf sesi duyulmasın diye yüzünü göğsüme gömerek sessizce ağlarken, bir yandan da bana sımsıkı sarılıyordu. Sanki kendini bir yere gömmek ister gibiydi..


Kızgınlık ve büyük bir öfke damarlarımdaki kanı hızlandırırken, kafama taktığım şapkam yanımızdan hızla geçen araca attığım öfkeli bakışlarımı saklıyordu.


Aracın görüntüsü ve motor sesi git gide uzaklaştığında biz hâlâ öylece duruyorduk.. Eylül'ün kendine gelip beni bırakmasını beklerken, çalan telefonuyla hızla ayrıldık. Eylül cep telefonunu çıkarıp ekrana baktığında ilk önce gelen çağrıyı reddetmiş daha sonra ise telefonu tamamen kapatarak cebine koymuştu. İki eliyle göz yaşlarını büyük bir öfkeyle silerken; "eve gidelim artık" diye mırıldandı.


"Tamam gidelim" diyerek, onayladıktan sonra yan yana sitenin çıkışına doğru yürüdük. Yol boyunca sessiz ağlayışları bir süre sonra hıçkıra hıçkıra ağlamalara döndü. Taksiyle gelen havalı yolculuğumuz ise bu sefer öğrenci olduğumuzu belli edercesine otobüste son buldu.


Otobüs durağındaki seyyar satıcıdan bir tane su alırken ağlamasının şiddeti artınca, ne olur ne olmaz diye yanıma beş tane peçete aldım. Bir insanın acısını rahatlata bilmesi için ya bağırması, ya da ağlaması gerekliydi. O yüzden hiç ses etmedim, ağlayarak rahatlamasını bekledim. Kalabalık otobüste ona yer bulana kadar canım çıkarken bende hemen onun yanında ayakta durdum.


Otobüstedeki çoğu kişi Eylül'e dönüp bakarken, Eylül rahat bir şekilde elindeki ikinci verdiğim paketi açarak ağlamaya devam etti. Baktıkları kişi Eylül den çok bendim. Başında elimdeki peçete poşeti ve suyla bekleyince, bu sefer bakışlar Eylül ve benim aramda gidip geldi. Bizim yaşlarımızda bir kaç kız hemen ileride, kendi aralarında fısıldaşırken sesleri bize kadar geliyordu.


"Yazık kıza, nasılda içli içli ağlıyor.."


"Aynen, acaba şu yanında ki sevgilisi mi ? Sizce o mu ağlatmıştır ?


"Sanmam ya, baksana çocuğa resmen yardım ediyor."


Diğer tarafta ise her otobüste olan teyze gruplarının 'kızım sana söylüyorum gelinim sen anla' der gibi sanki göndermeyi bize değil de, öylesine konuşuyorlarmış gibi fısıldaşmaları başladı. "Ah ah günümüz çok değişti. Şimdi ağlatıp sonra susturmak için başlarında bekler oldular.."


"Kız, ne diye oğlanın günahını alıyorsun baksana şunun yüzüne masumluk akıyor"


"Ay Canan saf saf konuşma, ona bakarsan bizim zamanımız da Nuri Alço da çok masumdu." Dediğinde, gözlerimi büyüterek teyzelere baktım. Arkadaş, şuan resmen Fatmagül'ün Suçu ne durumuna düşmüştüm !


Yol trafik sayesinde uzarken sanırım Eylül de konuşanları duymuş olacak ki kafasını daha çok yere doğru eğerek, sesini kısmaya çalıştı. Ne vardı sanki, kulaklık takarak otobüs camına kafanı dayacınca film çekmek hiç dikkat çekmiyorken, şimdi ağlayınca mı herkes bakar olmuştu ! Etraftaki insanların kendince yorumları yetmezmiş gibi birde üzerine her durakta otobüse binenlerin Eylül'e attığı bakışlardan, artık iyice rahatsız olmuştum.


Eylül bitirdiği peçetenin çöplerini tekrar elimdeki poşete atarken, bu sefer diğer cebimden üçüncü paketi ona doğru uzattım. Bir elimle otobüsün üst tutacaklarını tutarak dengemi sağlarken, diğer elimle kafamdaki şapkayı çıkarıp Eylül'ün kafasına takarak yüzünü iyice sakladım. Şapkayı kafasına takmamla sesi bir an kesilen Eylül, beni görebilmek için başını olabildiğince yukarıya kaldırdı.


"Kim ne der diye içinden gelen ağlama isteğini durdurmak zorunda değilsin. Şimdi yüzün hiç gözükmüyor, rahat ol." Dediğim an, yüzünü tekrar eğmiş ama bu sefer oturduğu yerde daha dik oturarak son durağa kadar ağlamaya devam etmişti. Sonunda mahalleye geldiğimizde cebimde peçete falan kalmamıştı. Eylül de artık ağlamıyor daha sakindi. Otobüsten inerken ilk işim elimdeki sümüklü peçeteleri imha etmek üzere çöp konteynerine atmak oldu. Yavaş bir şekilde yan yana yürürken apartmanın önüne gelince durduk. Eylül bakışlarını apartmana doğru kaldırdığında, sessiz bir şekilde; “annemin ve kardeşimin yüzüne nasıl bakacağım ?" Dediğinde, kaşlarımı çattım. "Hiçbir şeyden haberin yoktu. Hem tek öfke patlaması yaşayan sen değilsin ya. Özür dilemen her şeyin telafisi olacaktır. Sen yeter ki annen ve kardeşinden samimi bir şekilde özür dile.." Dediğimde, Eylül kafasına taktığım şapkamı çıkartarak bana doğru uzattı. "Beni tek bırakmadığın ve desteğin için çok teşekkür ederim." Diye sessiz mırıltısına gülümseyerek şapkamı aldım.


"Sorun değil huysuz şirine. Sen şimdi eve çık biraz dinlen. Başka bir şeyde düşünme." Dediğimde kafasını onaylar bir şekilde sallayarak apartmana doğru tam dönmüştü ki, Pelin teyze telaşla apartmandan çıkıp yanımıza doğru geldi.


“Çocuklar Erdem yok !" Telaş ile söylediği sözler Eylül ile aynı anda; “ne ?" Diyerek, tepki vermemize neden olmuştu.


Haydi hayırlı olsun Tekin'im.. Bi Müge Anlı olmadığım kalmıştı onu da ol, tam olsun…


***


B Ö L Ü M


S O N U


Loading...
0%