@hayalperestanka
|
Nasıl her cuma günü “oh be tatil !” Diyorsak, her pazartesi günü de kurduğumuz tek cümle; “yine mi ?” Nidaları oluyordu. İşte bende şuan öyle bir anın içerisindeydim. Bir insanın hayatı fotokopiyle çoğaltılmış gibi hep mi aynı olurdu ? Sol omzundaki Şeytan uzun tırnaklarını törpülerken; “bence de artık hayatında az biraz ekşın, biraz aksiyon olsun !” Dedi. Yani biraz ekşın fena olmazdı diye tam düşüncelere dalmış iken, bu seferde sağ omzumdaki Melek coşkulu bir sesle; “hayır hayır ! Bence en güzeli biraz aşk ve biraz da heyecan olsun” dedi, etrafındaki hayali kalpleri yakalamaya çalışırken. Bu da iyice anneme benzedi. Piyasa da Aşık olunacak adam kalmadı diyorum. Yok yok ! Hem ben zaten maratonsuz hayatıma biraz heyecan katmak için yemeğimi dışarıda yemiştim. Sol omzumdaki Şeytan kinayeli bir şekilde beni alkışladı. “Aferim kızıma...” Derken, Sağ omzumdaki Melek ise; “büyük başarı..” Diyerek gözlerini devirdi. “Siz ne anlarsınız be !” Diyerek, her ikisini birden düşüncelerimden kovdum. Hainler, destek olacaklarına bir de köstek oluyorlardı. Bu düşüncelerimi beynimin en ücra köşesine şimdilik gönderirken, mesai saatinin başlaması ile ajansa tekrar girdim. Güvenlikten sorumlu Murat abiye baş selamı verip hızla ilerlerken, asansör kapanmadan son anda yetişip kendime zar zor yer buldum. Ajansın %90'nı kadın çalışanlardan oluştuğu için şuan asansörün içi resmen parfüm bombası atılmış gibiydi. Kokudan boğulmamak adına fazla nefes almadan yukarı çıkana kadar asansördeki kadınları incelemeye başladım. Ajansda kıyafet sorumlusu ve tasarımcısı olarak çalışıyordum ve maalesef ki burada çalışan çoğu kadınıda sevmezdim. Çünkü şuan ki olduğu gibi herkes birbirine sahte gülücükler atar, sonrasında ise arkalarından güzel iş çevirirlerdi. Büyük bir kısmı ya koltuk kapma sevdasında, ya da ajans mankeni olmak için çırpınan süs bebekleriydi. Asansör sonunda dördüncü katta durduğunda benimle beraber çoğu kişi indi. Hızlı adımlarla odama doğru yürürken, sekreterimi görünce gülümsedim. Kahküllü uzun siyah saçlarıyla ve her zamanki gibi güler yüzüyle beni masasında karşılayan Ayşe, hiç olmazsa biraz gülümsememi sağlamıştı. “Hoşgeldiniz Gözde hanım.” “Hoşbuldum Kahküllüm.” Ayşe bu ajans da kesinlikle en sıcak kanlı ve dürüst olan nadir insanlardan biriydi. O yüzden Ayşe’ye ismi ile hitap etmektense ona çok yakıştırdığım kahküllerine hitaben ‘Kahküllüm’ derdim. Odama girip çantamı masanın üzerine atmak varken, cam kaplamalar yüzünden kibarlık yaparak özenle masamın kenarına koydum. Şimdi gören olmayacaktı ki, çantayı Polat alemdar gibi 'çat !' Diye masaya atacaktım. Bu düşünceyi kafamdan anında silerken ceketimi çıkarıp sandalyenin üzerine özenle “Gözde hanım, gelebilir miyim?” “Gel Kahküllüm, gel” diyerek gülümsedim. İş yerinde resmi olsak da yalnız kaldığımızda kendim gibi olmayı seviyordum. Ayşe'ye de her ne kadar yalnız olduğumuzda bana 'hanım' deme desem de, kız doğuştan kibar olduğu için bazen dememesi gereken yerde bile diyordu. Ben ise kibarlığı es geç tabiri caizse; 'saldım çayıra, mevlam kayıra' rahatlığındaydım. Hatta bir ara kendimi nasıl kaptırmışsam artık, kıza kanka bile demişliğim var. Elindeki sarı dosyayı bana doğru uzattı. “Bunlar benden istediğiniz geçen sezonun kreasyonları.” Uzattığı dosyaları alıp masama koydum. “Tamam tatlım, teşekkür ederim.” “Benden istediğiniz başka bir şey var mı?” Gülümsedim. “Yok, çıkabilirsin.” Dedikten salise sonra, aklıma gelen Sinsirella ile odadan çıkacak olan Ayşe'ye tekrar seslendim. “Kahküllü." “İstediğiniz üzere yemeğe çıkmadan önce sekreterini arayıp sormuştum. Sinem hanımın bugün cilt bakımı varmış, o yüzden biraz gecikecekmiş.” Oh, gel keyfim gel ! “Tamam, sen Sinem hanım gelir gelmez bana haber ver.” “Peki Gözde hanım.” Kahküllünün odadan çıkması ile masaya bıraktığım yeşil kalemimi tekrar elime aldım. Çizdiğim özel tasarım elbisenin son rötuşlarını yapıyordum. Neredeyse iki gündür bu tasarıma emek vermiş ve sonuç olarak da emeğimin karşılığını almıştım. Üç Senedir Emel hanımın Giyim Ajansında çalışıyordum. Kendisi çok tatlı ve sevecen bir kadındır ama ne yazık ki geçen sene geçirdiği küçük bir ameliyat yüzünden bütün işlerini, Amerika’da Stilistlik bölümünü bitirmiş olan kızı Sinem'e devir etmişti. Emel hanımı sevip değer vermeseydim eğer kesinlikle kızıyla çalışmazdım. Sinem'e takma isim olarak 'Sinsirella' adını verdim. Fazla görgüsüz ve fazla kendini beğenmiş bir kadındı. Yani kesinlikle takma isminin hakkını veriyordu. Hayır, anlamadığım şey ise öyle tatlı ve doğal bir kadından nasıl böyle itici ve yapma bir kız doğmuş olabilirdi ? Tabi sonradan Karadeniz aklımı devreye sokarak bununla ilgili güzel bir tespit yapmıştım. Kesin Emel hanıma doğum yaptıran ebe, doğum esnasında Sinem'in totosuna vurması gerekirken, yanlışlıkla kafasına vurmuş ve sonuç malesef ki bu olmuştu. Başka açıklaması kesinlikle olamazdı… Ağır ve şık olarak tasarladığım abiye, kırklı yaşlarında olan bir bayana uygundu. Elimdeki kalemi masaya bırakıp, çizimim de eksik var mı diye bir süre inceledim. Gözüme herşey çok güzel ve kusursuz gelince gülümsedim. Çizmimin altına ismimi ve imzamı attığımda artık her şey hazırdı. Resmi mavi dosyaya güzelce yerleştirip, masadaki telsiz telefonu elime alarak Kahküllüyü aradım. Bir süre çalan telefonu kimse açmayınca, fazla ısrar etmeden kapatıp ayağa kalktım. Odamdan dışarıya çıktığımda Ayşe'yi masasında göremedim. Sanırım lavaboya gitmişti o yüzden fazla üstelemedim. Yaklaşık bir saattir yerimden kalkmadığımı göz önünde bulundurunca, dosyayı Sinsirellanın odasına ben götürmeye karar verdim. Önce odama tekrar geri dönüp masanın üzerindeki cep telefonumu ve büyük dosyayı alarak tekrar odadan çıktım. Bulunduğum kat en üst kattı. Benim odam sağ taraf cephesindeyken, Sinsirellanın odası ise sol taraftaki cephedeydi. Ayakkabılarımın geniş ve boş holide çıkardığı tiz sesle hızlı adımlarla yürüdüm. Odaya yaklaştığımda Sinem'in de sekreterini masasında göremedim. Acaba sekreterlerin grevi vardı da, en son babalar duyar dizisindeki gibi en son ben mi duyuyordum ? Ayşe bana haber vermemişti ama umarım Sinem ofise gelmiştir diye umarak, kapalı olan kapıyı bir iki kere tıklayıp odaya girdim. Oda bomboştu, peki şaşırdım mı? Tabi ki de Hayır ! Emel hanım iş konusunda oldukça disiplinli iken, gel gör ki Sinem oldukça rahattı. Ve benim sevmediğim gibi Sinem de beni pek sevmezdi. Kısacası duygularımız karşılıklıydı... Çünkü Emel hanım Sinem'den sonra bütün iş ve sorumlulukları bana güvenerek vermişti. Hatta bazı zamanlar Emel hanım ajansa gelir Sinsirellayı teftiş eder veya beni arar Sinem'in neler yaptığını bana sorardı. Elbette ki bende doğruları söylerdim. Sanırım bu durum da Sinsirellayı fazlasıyla sinir ediyordu. Peki bu durum umrumda mıydı ? Çizim olan dosyayı özenle masanın üzerine yerleştirdiğim anda, sanırım resim çizerken kahveyi fazla kaçırmış olmamdan dolayı çok fena sıkıştım. Acil olarak lavaboya gitmem lazımdı ama ayağımdaki bu topuklularla koşturmaktansa acaba Sinsirellanın odasındaki özel lavabosuna mı girsem diye, düşünmeden edemedim. Dudaklarımı dişleyip ne yapsam diye düşünürken, sol omzumdaki Şeytan belirdi anında. “Odada kimse yok daha ne bekliyorsun. Bana bak altına kaçırırsan eğer, dilimden kurtulamazsın ona göre.” Diye sırıtınca, dudaklarımı büzdüm. O esnada Melek de bunu onayladı. “Bence de Gözdeciğim düşünmene bile gerek yok, gir hadi” dedi sevimlice. Evet ya ! Ne vardı sanki, alt tarafı bir dakikalık iş. Sinem'e yakalanmadan çıkmış Daha fazla kendimle çelişmeyi bir kenara bırakıp, büyük ve geniş olan odadaki diğer kapıya doğru koştum. Lavaboya girip kapıyı kitledikten sonra kapının hemen yanındaki ışığı açtım. Ama açmaz olaydım, bu ne ? Lavabo baştan aşağıya pembenin çeşitli renk tonlarıyla boyalı ve tek kelimeyle iğrençti ! Bu sefer gerçekten bu kızın zevki olmadığına kanaat getirmiş oldum. Aynanın karşısında makyaj setleri, saç düzleştirme makinesi ve daha birçok alet vardı. Diş fırçası bile buradaydı. Bunları görmemezlikten gelip, klozete doğru koşturdum. İşimi halledip bu seferde lavaboya giderek ellerimi yıkamaya başlamıştım ki, cebimdeki telefonum çalmaya başladı. Islak olan ellerimi kenardaki makineden aldığım havlu kağıtla kurularken, hâlâ çalmakta ısrar eden telefonumu arka cebimden çıkarıp baktım. ‘Kahküllü Arıyor’ yazısını görür görmez yeşil butona basarak, telefonu kulağıma götürdüm. “Efendim kahküllü ?” Derken, hâlâ kâğıt havluyla ellerimi kuruluyordum. “Gözde hanım sizi odanızda bulamayınca cep telefonunuzdan aradım. Sinem hanım “Az önce asansörden indiğini gördüm, şu anda odasına giriyor olmalı.” Dediğinde, panikle telefonu kahküllünün yüzüne kapatıp, hızla elimdeki ıslak havluyu lavabonun yanındaki çöpe attım. Tam lavabodan çıkmak için adım atmıştım ki, kapanan kapı sesiyle yerimde kalakaldım. Buyrun cenaze namazına ! Şimdi ben nasıl çıkacaktım buradan ? Diye düşünürken, Sinserallanın itici kahkahası kulaklarıma doldu. Sırf kiminle konuşuyor diye merakla, kulağımı kapıya yasladım. “Evet tatlım, şu ana kadar planım kusursuz ilerliyor...” Belli ki telefonla konuşuyordu da, bu ne planından bahsediyordu ? “Haha...Tabi ki de canım, Zehra hanımın şuan gözüne girmiş sayılırım. Bir de ona Az yavaş gül be ! Kulaklarıma yazık… “Yarın Şahin benim ajansımda olacak. Evet evet, bütün cilt bakımlarını yaptırdım yarına kesinlikle hazırım.” Bir zahmet hazır ol. Önümüzdeki kırk yıllık bakımı yüzüne yaptırdın ! “Yok tatlım şimdi gelemem daha yeni geldim ajansa. Gözde eziği şimdi anneme rapor falan verir, hiç çekemem nasihat.” Ezik ha ! “Tamam o zaman akşam Tuğbişin partisinde görüşürüz, öptüm by.” Fok balıkları öpsün seni inşallah ! Telefon görüşmesi bittiğinde, sinirle kulağımı kapıdan çekip arkamı kapıya yaslayarak gözlerimi yumdum. Şeytan diyor, git yol şu Sinsirellanın saçını başını. Sol omzumdaki Şeytan hayretler içinde bana baktı. “Kuru iftira ! Bu fikir hiç bana göre değil” dedi, bilmiş bilmiş. Yok arkadaş ! Ya şimdi gidip o Sinsirellanın saçını başını yolarım, ya da rahatlamak için başka bir şey bulmalıydım. Sağ omzumdaki Melek; “sakin ol Gözdeciğim. Bence daha farklı bir yolla rahatlayabilirsin.” Dedi uysal bir şekilde. Evet rahatlayabilirim ama nasıl ? Dediğim anda sol omzumdaki Şeytan sinsi bir şekilde sırıttı. “Ben biliyorum” diyerek kulağıma doğru fısıldadı. Oha süper fikir ! Bakışlarımı yavaşça karşımdaki lavabo aynasının üzerindeki diş fırçasına doğru çevirmem ile yüzümdeki hain sırıtış genişledi. Hızlı olmam lazımdı. O yüzden son kez Sinsirella geliyor mu diye kapıyı dinledikten sonra hemen harekete geçtim. İlk önce lavabonun altındaki dolabı açtım. İstediğim şeyin orada olmasını umarak dikkatlice baktım ve bingo ! Beyaz eldivenleri özenle ellerime geçirdiğimde annemin sözü aklıma geldi. 'Temizlik yaparken işinin hakkını vermelisin.' Canım annem ya. Şuan şu titizliğimi görse kesin duygulanır, gurur duyardı benimle. Sessiz ama hızlı adımlarla diş fırçasını kabından çıkarıp elime aldığımda, vakit kaybetmeden aynı hızla klozetin yanına giderek kapağını kaldırdım. Yüzümdeki sırıtışım o kadar çok büyüdü ki, biraz daha zorlasam kesin gülümsemekten ağzı yırtılan kişi olarak tarihe yazılacaktım. Hiç umursamadan beş dakika boyunca, Sinsirellanın özel diş fırçasıyla klozetin oturağını güzelce ovduğumda, bu sefer aklıma televizyon reklamında ki kadının sözleri geldi. ‘Ovalıyorum ovalıyorum, çıkmıyor !' Valla çıkar mı çıkmaz mı onu bilemem ama benim bütün sinirimi aldığı kesindi.. Demek ki neymiş, bazı intikamlar bunun gibi sessiz ve etkili olabiliyormuş. Dua etsin yine insaflıyım, klozetin içindeki suyla da yıkayabilirdim. Sinirim yeterince yatıştığında elimdeki diş fırçasına iğrenerek bakıp, tekrar aldığım kutusunun içine özenle yerleştirdim. Ve tekrar sessiz olmaya özen göstererek ellerimdeki eldivenleride çıkarıp çöpe attım. İşte bu kadar... Gülümseyerek aynada kendime bakarken arka cebime koyduğum telefonumdan mesaj sesi lavaboda yankı yapınca, alt dudağımı dişledim. Mevzu şimdi 'Bez getir Cafer'e dönmüştü ama hâlâ Sinsirella'dan beklediğim ses seda gelmeyince, tedirgin bir şekilde kapıya doğru yaklaştım. Sessizliğin verdiği cesaretle, kapı kulpuna asılıp kafamı biraz dışarıya çıkararak baktığımda odada kimse yoktu. Gitmiş ! Anın verdiği adrenalinle odadan koşturarak çıktığımda, sekreterin hâlâ masada olmaması işime gelmiş ve oradan kimseye yakalanmadan hızla ayrılmıştım. Al sana Aksiyon Yüzümde silinmeyen gülümsemem ile odama doğru yürürken, aklıma gelen mesajla arka cebimden telefonumu çıkarıp baktım. Mesaj atan kişinin 'Tekin' olduğunu görünce nedense hiç şaşırmamıştım. Zaten ne zaman zor durumda kalsam, sanki çocuk hissediyor gibi arar bulurdu beni. Neyse ki bugün aramayıp mesaj atmıştı. O yüzden sakin bir şekilde mesajı açıp okudum. Uzun attığı mesajın başında 'Ablammm naber, nasılsın ?' yazıyordu. Naber ve nasılsın ha..? Kesin bir halk yedi bu. Gözlerimi devirip, mesajın devamını okuyunca zaten ne kadar haklı olduğumu da anlamış oldum. 'Tamam tamam, uzatmıyorum ablacım. Ben küçük ama çok küçücük bir halt yemiş olabilirim. Tabi daha sonradan bu durumu iyice sıvamış da olabilirim. O yüzden şimdiden sorry.. Birazdan seni bizim ingilizceci Nebahat hoca arayacak.. Ve please, yani lütfen ne derse onaylayıp hemen okula gel ablacım.' Sersem çocuk, iki kelime ingilizce biliyor bir de kalkmış açıklamasını yapıyor. Kim bilir ne halt yedi yine ! *** “Tekin ! Kopya çekerken yakalanmak ne demek ?” “Şey... Sanırım kopya çekerken yakandım demek.” Diyerek, olayı şakaya vurmaya çalışınca. “Tekin !” Diye dişlerimin arasından tısladım. Sanırım Tekin de birazdan ona saldıracağımı anlamış olacak ki, o korkuyla Metin’in arkasına geçti. Bu sefer bakışlarımı yan yana olan Metin ve Buğra'ya doğru diktim. “Ya size ne demeli ?” Diye sesimdeki siniri belli ederek, arkalarına saklanmış Tekin'i “Ne demek yok ! Sırf annemle, babam okula gelmesin diye yurt dışına çıktıklarını kim onayladı acaba ?” Diye sorduğumda, Metin mahçup bir şekilde gözlerini kaçırırken bu seferde Buğra kendini savunmaya geçti. “Gözde ablacım, ben sadece evde yoklar diye onaylamıştım. Yurt dışı mevzusu ise tamamen onun fikriydi.” Diyerek gözleriyle Tekin'i gösterince, Tekin anında Buğra'nın arkasından ensesine sert bir şekilde şaplattı. “Lan niye hemen satıyorsun beni !” “Kusura bakma kanka ama şuan zan altındayım.” “Hemen susun !” Diye bağırıp, derin bir nefes aldığım esnada Müdür bey odaya girdi. “Hoş geldiniz Gözde hanım, ben okulun müdürü Ali Opak.” Yerimden hızla doğrulup, bana doğru uzattığı elini hafif tebessümle sıkarak karşılık verdim. “Pek hoş gelemedim hocam ama yine de teşekkür ederim.” Dediğimde, bu sefer müdür beyin hemen yanındaki saçlarına ak düşmüş, büyük iri gözlükleri olan bayan konuştu. “Bende bu okulun ingilizce öğretmeni, Nebahat cingöz.” Diyen hocanın elini de tebessüm ederek sıktım. Kadının disiplinli olduğu soyadından belliydi zaten.. “Memnun oldum hocam, bende Gözde Gündoğdu.” “Buyrun, oturun Gözde hanım.” Müdür beyin talimatıyla ben tekrar kendi yerime otururken, Nebahat hanım ise ayakta durmayı tercih etmişti. “Evet Gözde hanım, anneniz ve babanız yurt dışında olduğu için sizinle konuşmak istedik.” Dediğinde, ne diyeceğimi bilemediğim için sadece kafamı sallayarak onayladım. ‘Evet hocam kusura bakmayın, annem ve babam her ay Miami'ye tatile çıkıyor o yüzden gelemediler’ diyemeyeceğime göre sessiz kalmak en iyisiydi… “Tekin ingilizce sınavında kopya çekerken yakalanmış. Buğra ve Metin de yandaşları olduğu için burada” Dediği anda, Tekin hemen lafa atladı. “Yalnız hocam, hâlâ yakalandığıma dair bir delil yok elinizde.” Ben tam nasıl diye soracak iken, Nebahat hanım sinirle sözümü kesti. “Kopya kağıdını yediğin için olabilir mi Tekin ?” “Ne ?” Diye şaşkın bir şekilde hocaya döndüğümde, Nebahat hanım sinirle devam etti. “Evet, tam ben kağıdı alacaktım ki Tekin önce davranıp kopya kağıdını yuttu.” Nebahat hanımın bu tepkisinden sonra Tekin kırk yıllık tiyatroculara taş çıkaran bir performansla, anında ses tonunu mağdur olmuş bir genç olarak değiştirdi. “Ama hocam alınıyorum artık ben çok çalıştım sınava. Hem kaç kere dedim okunmuş şeker yuttum diye.” Bak bak, hareketlere bak... Ben Tekin’e gözlerimi kısarak bakarken, Müdür bey ise halinden oldukça memnun 'bana dokunmayın da ne yapmıyorsanız yapın' modundaydı. Nebahat hoca ise Tekin'in verdiği cevapla haince sırıtırken, bir atak yapacağını sırıtışından anlamıştım. “Madem çok çalıştım diyorsun o zaman sana çok kolay bir soru sorayım.” Dediğinde ise içimden 'şimdi bittin Tekin' diye geçirdim.. “At koştu, suya düştü ve boğuldu. Evet Tekin'ciğim, bu cümlemi ingilizceye çevirir misin lütfen.” Dediğinde, bende tedirginlik hakim iken Tekin de ise rahatlık söz konusuydu. “Tabi hocam” diyerek resmen vücut diliyle ingilizce anlatmaya başladı. “The horse hocam, dıgıdık dıgıdık, cumburlop, glu glu...” Diye cevap verdiğinde, ben başta olmak üzere odadaki herkes Tekin'in cevabından çok bunu vücut diliyle anlatmış olmasına kahkahalar attı. Nebahat hoca ise bize eşlik etmese de, hiç olmazsa az biraz gülümsemişti. Hepimiz sakinleşip sustuğumuzda, müdür bey sonunda sözü ele aldı. “Nebahat hocam, madem bu çocuğun kopya çektiğini kanıtlayamıyoruz o zaman bu seferlik affedelim, ne dersiniz ?” Diyerek baktığında, bende Nebahat hocaya sevimlice bakarak gülümsedim. Sanırım kadıncağız da halimize acımıştı ki; “peki müdür bey, bu seferlik böyle olsun” dediğinde, dördümüz de derin bir oh çekmiştik. Ve bugünkü olaylardan sonra uzun bir süre Macera veya Aksiyon yaşamak istemiyordum… *** B Ö L Ü M
|
0% |