Yeni Üyelik
45.
Bölüm

45. Bölüm

@hayalperestanka

Keyifli Okumalar Dilerim ❤️

***

~YAZARDAN~

Kalp sancısı gerçekten de tuhaf bir şeydi. Uzun zamandır sadece kan pompalayan ve seni hayatta tutan bu kalp, şimdi sanki senin için değil de bir başkası için atıyormuş gibiydi…

Yağız'ın durumu da bundan farksız değildi. Eğer öyle olmasaydı geceyi uyuyarak geçireceği saatlerini, bir sahil kenarında bankta oturarak geçirmezdi. Hayat sanırım iki yol çıkarmakta usta, insanlarda o doğru yolu seçmekte kararsız kalmaya mecburdu. Çok istediği rütbe ve yine çok istediği doğu görevi gelmişken, şimdi neden kararsızdı ?..

Kararsızdı çünkü artık hem aklında hemde kalbin de biri vardı. Şimdi onu ardında bırakarak öylece gitmek kolay olmayacaktı. Peki ya Gözde, onun gibi hissediyor muydu yoksa onu sadece kahramanı olarak mı görüyordu ?.. Kafasında ki bu bütün soru işaretlerinin cevabı ise genç kadında saklıydı. O yüzden bir an önce Gözde ile açık ve net konuşmalıydı..

Kararsız bakışlarını denizden çekip, kafasını geriye doğru atarak gökyüzüne baktı. Neyse ki bu hafta yoğun oldukları için amirine hemen cevap vermek zorunda değildi. Sabahın ayazı ve kışın başlangıcı kendisini belli ederken, Yağız'ın alışkın olan bedenine soğuk bile işlemiyordu.

O an semalarda yükselen sabah ezanıyla kendisine tam anlamıyla anca gelmiş ve yine kolundaki saatine bakmayı anca akıl edebilmişti. Ne çok oturmuş, ne çok düşünmüştü. Gözde'yi eve bıraktıktan sonra kendisini direk sahil kenarına atmış genç kadınla ilk karşılaşmalarından tut, ondan sonra ki bütün yan yana geliş nedenlerini tek tek düşünmüştü..

Çocuk değildi, aşkı ve sevgiyi biliyor ama emin olmak istiyordu. Gözde'nin sevimli halleri, ailesine bağlı olması, duruşu, konuşması.. Bunların hepsi onun gönlünde taht kurmasına nedendi ama gel gör ki, Yağız'ın yıllar önce mühür vurduğu kalbini tekrar açması hiç de kolay değildi..

Özellikle kendisini tamamen bu şekilde mesleğine adamışken, karşısına Gözde'nin çıkacağını hesaba katmamıştı. O yüzden iyi düşünmeli ve pişman olmayacağı bir karar vermeliydi.Onu kırabilir, belki de arkadaşlığını bile kaybedecek duruma gelebilirdi. Hızlı karar verip yanlış bir seçim yapmamak için en iyisi Gözde'nin de ona karşı bir adım atmasını beklemekti..

Oturduğu banktan kalkıp yol üzerine park ettiği arabasına doğru ilerleyip bindi. İki saat sonra karakola gideceğinden dolayı hiç olmazsa bir duş alıp üzerini değiştirmeliydi. Yolların sakin olmasından dolayı hemen evine varan genç adam, direk üzerini çıkarmış ve duş almak için odasındaki banyoya doğru girmişti.

Sıcak suya girdiği vakit, üşümüş olan bedeni de şimdi kendisini belli etmişti. Fazla oyalanmadan duşunu almış ve hızla üzerini giyinerek odasından çıkmıştı. O an mutfaktan gelen seslerle birlikte gülümsemiş ve adımlarını oraya doğru yöneltmişti. Mutfağa girdiğinde kardeşi ona doğru dönüp abisini görünce o da içten bir şekilde tebessüm etti.

“Oo abim hoşgeldin."

“Hoşbulduk koçum, bakıyorum da erkencisin yine" masada ki doğranmış salatalıktan bir tane alıp ağzına attı.

“Valla abiciğim tercihim uyumaktan yana olsa da maalesef ki dersim var.." İsyanına karşı Yağız bir yandan gülümsemeye devam ederken, diğer yandan da dolaptan iki kupa çıkarıp çayları doldurdu. Kahvaltıyı oldu olası tek başına yapmayı sevmez, fırsat buldukça kardeşiyle birlikte yapardı. Çayları doldurup çaydanlığı aygaza tekrar koyarken, Hakan da diğer yanda pişirdiği yumurtanın altını kapatıp tava ile birlikte masanın ortasına getirip koydu.

Abi, kardeş güzel bir sohbetle kahvaltılarını hızlıca yaparken ardından yine beraber sofrayı toplayarak evden çıktılar. Anne ve babaları çoktan emekli moduna girip İzmir’deki evlerine giderken, iki kardeşde baş başa oturdukları evde kalmış ve bütün sorumlulukları beraber üstlenmişlerdi. Yağız kardeşini durağa kadar götürüp bırakırken, ardından kendisi de karakola gitmek üzere yola koyuldu. Hâlâ aklında bugün Gözde ile nasıl konuşacağını düşünüyordu..

Her erkek gibi elbet o da bir aile kurmak istiyordu. Canı gibi sevdiği kardeşi Hakan hayatındaki en değerli kişilerden birisiydi. Küçükken annesine bir tane daha kardeş istiyorum diye söylensede, anne ve babası başka çocuk istememiş, sadece Yağız ve Hakan onların dünyaları olmuştu. Ama tabi şimdi onlara soracak olsalar, bir çocuk daha düşünmedikleri için pişmanlık duyuyorlardı. Özellikle de bir kız çocuğu olsun çok isterlerdi. O yüzden Yağız'ın annesi Hülya hanım da kendisine gelinler değil de, kızı gibi göreceği evlatlar istiyordu. Bu yüzden de ilk oğlu Yağız'ı evlendirmeye teşvik etmek için elinden geleni yapsada, kalbi ilk aşkı tarafından çok kırılan oğlu, o günden sonra kendisini tamamen mesleğine adamış ve annesinin görüştürmek istediği bütün kızları güzel bir dille reddetmişti.

Ama şimdi bilse ki oğlu sonunda kalbini birine açmıştı, sevinçten ilk işi lokma dökerek komşularına dağıtmak olurdu.. Gerçi bunu Gözde de bilse Hülya hanımı geçecek bir performans sergiler ve bütün ülkeye lokma dağıttırırdı ama maalesef ki şimdilik her ikiside bilmiyordu..

Yağız karakolun otopark kısmına giriş yapıp hemen arabasını uygun bir yere park ederek indi. İner inmez de daha fazla düşünmeyi bir kenara bırakıp direk Gözde'yi aradı. İkinci çalışta açılan telefondan gelen; “Yağız.." diyen naif ve heyecanlı ses tonu ise genç adamın her zamanki gibi gülümsemesini neden olurken, yakınından gelen ayak sesleriyle hemen kendine çeki düzen verdi..

Yanından geçmek üzere olan bir memur, Yağız komiserini görünce hemen selam verirken, Yağız da kısa bir baş selamı vererek yürümeye başladı. “Bugün müsaitsen eğer öğlen yemeğini birlikte yiyelim mi ?" Konuyu hiç uzatmadan direk söyleyen genç adam, karşı taraftan cevap beklerken, Gözde yine telefonunu kendisinden uzaklaştırmış ve yine deliler gibi etrafında dönerek dans etmeye başlamıştı..

Neyse ki evden daha yeni çıkmıştı da, apartmanın girişinde bu dansı yapıyordu. Yoksa Allah muhafaza genç kadını bu şekilde biri görecek olsa, elektrik akımına kapıldı sanardı..

Daha fazla oyalanmadan kendisine hemen çeki düzen veren genç kadın hızla telefonunu kulağına doğru götürdüğünde, karşı tarafta hâlâ bekleyen genç adama karşı; “olur tabi" diyerek gülümsedi. Yağız bir yandan aldığı cevapla rahatlayıp tebessüm ederken, diğer yandan da; "o zaman ben seni tam on iki de ajansın önünden alırım." Gözde de hemen onayladı..

“Olur görüşürüz.."

“Görüşürüz.." Telefonlar sonunda kapandığında, genç adam bu defa amiri ile konuşmak için adımlarını oraya doğru yönlendirdi..

***

Yağız arabasına yaslanmış bir şekilde kollarını bağlamış ve Gözde'nin ajanstan çıkmasını bekliyordu. Bakışlarını tam kolundaki saatine çevirip hemen ardından tekrar ileriye doğru bakmıştı ki, Gözde tam zamanında ajans kapısından gülümseyerek çıktı.

Birbirini gördüklerinde Yağız direk duruşunu düzeltip beklerken, Gözde adeta seke seke genç adama doğru ilerledi. “Kusura bakma lütfen çok bekletmedim dimi ?"

“Yo hayır bende yeni geldim sayılır, gidelim mi ?"

“Olur.." Arabaya geçen Yağız ve Gözde yan yana yola koyulduğunda, arabada başlayan muhabbetleri çokta sürmeyen sahil kenarındaki restoranın önünde son bulmuştu. Yağız havaların soğumuş olmasından dolayı dış mekan yerine iç mekanda oturmayı teklif ettiğinde, Gözde gülümseyerek kabul etti.

Beraber yine yan yana güzel bir masaya geçip karşılıklı oturduklarında ise garsonun gelmesiyle siparişlerini vermiş ve garsonun gitmesiyle ortam bir anda sessizleşmişti. Yağız sözlerine nereden başlaması gerektiğini düşünürken, Gözde güzel ve sıcacık halleriyle bugünkü yaşadığı komik olayı anlatmaya başladı. Bu yüzden Yağız yemek boyunca bir türlü konuya girememiş ve tam başlayacağı zaman ise Gözde'ye gelen telefonla acil kalkmaları gerekmişti.

Yağız 'hay şansıma..' diyerek başlayan yaratıcı küfürlerini içinden söylerken, dışından mecbur sessiz kalmıştı. Genç kadını tekrar ajansa bırakıp vedalaşarak ayrıldıklarında ise Gözde içeriye doğru girerken, Yağız hâlâ ajansın önünde öylece bekliyordu..

Hafif bir sinirle direksiyona yumruğunu geçirdi. Kızgınlığı tamamen ergen gibi heyecanlanıp, konuya nereden gireceğini bilememesiydi. Ne vardı yani alt tarafı senden hoşlanıyorum diyecekti !.. Ama maalesef ki karşı karşıya gelince, işler istediği gibi gitmiyordu. Madem öyleydi o zaman Yağız da telefonda söylerdi..

Kararını veren genç adam hızla cebinden telefonunu çıkarmış ve vazgeçmeden direk genç kadını arayarak, telefonu kulağına doğru götürmüştü. Bu sefer kararlıydı, yapacaktı !..

Ta ki genç kadının telefon sesi, yan koltuğundan gelene kadar. Şaşkınlıkla kaşlarını çatıp tekrar şansına söverken, bu defa sesli bir şekilde sövmüş ve hızla hâlâ çalmakta olan telefonu eline almıştı. O anda ise çatılmış olan kaşları ekranda gördüğü isimle adeta yay gibi gerilirken, ağzından çıkan cümlelere engel olamadı.

“SEVDİCEĞİM mi ?.."

Yağız genç kadından bir adım beklerken aslında ona koşuyor oluşunu şimdi fark ettiğinde, kendisini bir an gülmekten alıkoyamadı. Madem öyleydi daha fazla beklemenin de bir anlamı yoktu. Genç adam gülümseyerek hızla arabadan inip ajansa doğru yürüdü. Güvenlik görevlisi Murat ile tam karşı karşıya gelmişti ki, çalan telefonuyla durdu.

Arayan kişi Mert'ti, telefonu açıp kulağına doğru götürdüğünde ilk önce karşıdan gelen koşturma seslerini işitti..

“Alo abi, ailesini rehin alan acil bir ihbar geldi şimdi ona gidiyoruz.." Diyen Mert ile birlikte Yağız kaşlarını çatmış ve rahatlamak için kafasını biraz yana doğru yatırarak çıtlatmıştı..

“Ulan herkes bu günümü buldu ?.."

“Efendim abi ?.." 

“Konum diyorum Mert ! Konum at geliyorum.."

“Ha tamam abi hemen atıyorum" Mert'in yüzüne telefonu kapatan Yağız, karşısında bekleyen güvenlik görevlisine diğer elinde tuttuğu telefonu hızla uzattı. "Ben Gözde Gündoğdunun arkadaşıyım. Telefonunu arabamda unutmuş, bunu ona ulaştır mısınız ?" Uzatılan telefonu alan Murat; “elbette" dediğinde, Yağız teşekkür eder gibi bir baş selamı vererek arkasını dönüp arabasına doğru ilerledi.

Kader oyun oynamaya devam ederken sabır taşına dönen bu gençler, sonunda er ya da genç bir yerde çatlayacaktı..

***

Küçükken astronot olup aya gitmek isteyen çoğu genç, büyüyüp sorumluluk sahibi olduğunda neredeyse bakkala gitmeye bile üşeniyordu..

Onlardan birileri de Tekin, Metin ve Buğra'ydı. Sınıfı geçebilmek zaten onlar için başlı başına sorumlulukken, bir de beyinleri üniversite sınavları için girdikleri deneme testleriyle dolmuştu..

En son ders ziliyle Matematik dersine girdiklerinde Tekin, Metin ve Buğra bugün sınıf hocalarının istediği üzerine yer değiştirerek oturmak zorunda kalmışlardı. Aksi takdirde bir araya gelince çoğu ders kaynıyordu. Özellikle Tekin dersi kaynatma konusu bir yana dursun, sevimli ve şebek halleriyle hocalarını da etkilemesini iyi biliyordu.. Matematik hocası Enes hoca çantasını masaya bırakıp, gözlüklerinin ardından sınıfa bakarak gülümsedi.

“Evet gençler söyleyin bakalım, bugün Matematik den kaç net yaptınız ?" Diye sorduğunda, bütün sınıf adeta Tekin'e yalvarır gibi; 'ne olur dersi kaynat' bakışı atıyordu. Tekin ise canına minnet olan bu isteği elbette ki geri çevirmedi. Sınıfa; 'o iş bende' bakışını atıp, hocasının sorusuna karşı hızla elini kaldırdı. Enes hoca ise sınıftan tek kalkan elin sahibine doğru baktığında, şaşkınlıkla gözlüklerini düzeltti. Ne yani, koca sınıftan tek soru çözen sınıfın en haylazı mıydı ?..

“Tekin evladım kalk bakalım." Diyen adamla birlikte Tekin; “kalkayım hocam." Diye gülümseyerek yerinden hızla kalktı.

“Söyle bakalım kaç soru çözdün ?.."

“Hocam ben çözmekten ziyade, bugün hiç bir sorusu çözmeyip rakiplerimin bir adım önüme geçmesine izin verdim." Diyen Tekin ile birlikte Enes hoca merakına engel olamayarak; “neden peki?.." Diye sordu.

Hocanın sorusuyla birlikte Tekin'in yüzünde oluşan sinsi ve manidar gülümsemesi ise az sonra gelecek olan bombanın habercisi gibiydi..

“Geçmelerine izin verdim çünkü, İslam yardımlaşma dinidir hocam.." Bütün sınıf kahkaha atmaya başlarken Enes hoca da çaktırmadan gülümsemiş, ve ardından; “eşek sıpası, bende gerçekten ciddi birşey söyleyeceksin sandım.." Diyerek masasına geçip oturdu.

“Hocam valla beynimiz sınav ve deneme testleriyle doldu taştı. Bari bugünlük bize acıyıp serbest bırakın da, gençliğimizin son evrelerinde size dua edelim.." Diyen Tekin ile birlikte, Enes hoca ellerini masada birleştirip gülümsedi. O da genç olmuştu zamanında, şimdi bu gençleri anlamamak ve onları sanki at yarışına sokar gibi zorlamak istemiyordu.

Gülümsemeye devam ederek yerinden kalktı. “İyi o vakit hadi sessizce düşün önüme, spor salonuna gidiyoruz.." Bütün sınıf Enes hocanın üzerine doğru koştu. Erkekler hocalarını havaya kaldırırken, kızlarda hemen arkalarında hocalarını alkışlıyordu. Hocalarını omuzlarında taşıyan gençler sınıftan çıkarken, Enes hocanın itirazlarını duymamazlıktan gelerek sessizce yürümeye devam ediyorlardı..

“Ah Tekin hep senin başının altından çıkıyor bunlar.." Tekin hocasına karşı sevimli bir şekilde tebessüm ederek yürümeye devam ederken, Enes hoca da sonunda Müdür beye yakalanmamak için sessizce durumu kabullenmiş ve keyifle spor salonuna gidene kadar omuzlarda taşınmayı kabul etmişti..

Kesinlikle bu hayat küçükler büyükleri, büyükler de küçükleri anladıkça güzeldi..

***

B Ö L Ü M

S O N U 


Loading...
0%