@hayalperestanka
|
~FEYZA~ İlkokulda öğretmenler sorar ya hani; "büyüyünce ne olmak istiyorsunuz ?" Diye. Bu soruya sanki başka meslek grubu yokmuş gibi sınıfın çoğunluğu Doktor derdi. O yüzden bu soruyu top on yapsalar, kesinlikle birinci sırada Doktorluk mesleği gelirdi. Tabi siz şimdi böyle dediğime bakmayın, çünkü doktorluk benim de ilk söylediğim meslek olmuştu. Hatta söylemekle kalmayıp hayallerimi gerçekleştirerek ilk önce tıp fakültesini kazanmış ve altı sene sonra İstanbul’un en iyi araştırma hastanesinde göreve başlamıştım. Yakında ise gerçek bir doktor olmanın heyecanı içerisindeyim. Hastanemizin başhekimi Mustafa hocamız, asistanlığım bittikten sonra burada çalışmam için bana iş teklifinde bulunmuştu. Tabii bende bu teklife mesut hatta bahtiyar bir minnetle balıklama atlamıştım. Yakında şu koridor duvarının birinde; ‘Genel Cerrah Dr. Feyza Güngör’ tabelasını görecek olmamın hayaline kavuşmama çok az kalmıştı. Bu düşüncelerimle birlikte dolabımdan beyaz önlüğümü alıp giyinerek, saçlarımı bileğimdeki siyah lastikle sıkıca topladım. Beyaz spor ayakkabılarımı oturduğum yerde güzelce bağladıktan sonra artık hazırdım. Giyinmeye devam eden kızlara selam vererek çıktım odadan. Ellerim ceplerimde koridorda yürürken, yanımdan geçen hemşireler ile gülümseyerek selamlaştık. Daha sabahın dokuzu olmasına nazaran randevusu olan hastalar koridorları çoktan doldurmuşlardı. Yanımdan hızla koşan çaylak asistanları görünce, arkalarından gülmeden edemedim. Daha dün gibi sanki... Altı sene üniversitede, iki senem ise bu hastane koridorlarında göz kapayıp açana kadar gelip geçmişti. Ah zaman ! Sen nelere kadirsin.. Sırıtan yüz ifadem ile hayallere dalmış bir şekilde koridorun ortasında öylece durduğumu, cebimdeki telefonuma mesaj bildirim sesi gelince fark ettim. “Geç kalıyorum ya !” Diye kendi kendime söylenerek, hızlıca koşturdum. Son bir senedir Genel Cerrah Uzmanı Sude Kara’nın, asistanlığını yapıyordum. Hızla koşturarak odanın önüne geldiğimde nefesimi kontrol altına alıp, hızlıca kapıyı çaldım. İçeriden; “gel” komutuyla birlikte, gülümseyerek içeriye girdim. “Günaydın hocam” “Günaydın Feyzacığım.” “Bugün nasılsınız, daha iyi misiniz ?” “Süperim. Hadi sen şu masadaki dosyaları al. Hastaları hemen kontrole başlayalım.” “Tamam hocam” Bir yandan masadaki hasta dosyalarını elime alırken, bir yandan da Sude hocanın koltuğundan kalkmasına yardımcı oldum. “Teşekkür ederim..” “Rica ederim hocam. Bu arada siz hamilelik iznine ne zaman çıkıyorsunuz?” Diye sormam ile Sude hoca anında dudaklarını büzdü. “Siz de ne meraklıymışsınız beni başınızdan kovmaya. Mustafa hoca başta olmak üzere herkes aynı soruyu sorup duruyor." “Aşk olsun hocam ya, olur mu öyle şey? Biz sizin ve bebeğinizin iyiliği için söylüyoruz.” Hepimizin bunu söylemesinin nedeni hiç şüphesiz ki Sude hocanın sekizinci ayına girmiş olan karnının, kendisinden önce ilerliyor oluşuydu. Korkarım ki bu gidişle koridorda doğurması da an meselesi olacaktı. “Zaten Yusuf da sinir ediyor beni. Evde dur, yat, dinlen diye diye şişirdi beni. Alışkın değilim ben öyle yatarak dinlenmeye ya ! Vallahi ağlıcam şimdi.” Dedikten sonra Sude hocanın gözleri dolunca, içimden şimdi yedik nanayı dedim.. Ah şu hormonlar kesinlikle başa belaydı. "Hocam lütfen ağlamayın” diyerek, hızlıca elimdeki dosyaları hava yapmak için sallamaya başladım ama bu yetmemiş olacak ki, Sude hoca da elleriyle kendine hava yapmaya başladı. Hadi kızım Feyza, çalıştır saksıyı.. “Hocam bakın saat ilerliyor. Hastalar sizi bekliyordur, gidelim mi artık?” Dedim duvardaki saati göstererek. Çok şükür ki planım işe yaramış ve Sude hocanın bir anda gözleri parlamıştı. “Ay evet doğru diyorsun.Tamam tamam, ben iyiyim hadi gidelim.” Dediğinde içten bir şekilde gülümsedim. Bu durumdan kurtulmamı sağlayan tek şey Sude hocanın tamamen işine bağlı olmasıydı. Bir yandan gülümsemeye devam ederken diğer yandan hızlıca kapıyı açıp hocamın önden geçmesini bekledim. Sude hoca otuz üç yaşında, daha bir senelik evliydi. Yusuf bey ile evlenene kadar da erkeklere karşı deyim yerindeyse tam bir feministi. Bende lise çağlarındayken sevgilim tarafından aldatılınca, bir zamanlar çoğu erkeğe karşı feminist ve güvensiz bir kız olmuştum. Belki de o yüzden Sude hoca ile çok daha fazla iyi anlaşıyorduk. Ama artık şuna inanıyordum ki, doğru kişiyi bulduğun anda hiçbir şekilde kaçışın yoktu. Bunun bana en iyi örneği ise Sude hocamdı… *** “Çekilin ! Çekilin !” Hastane koridorlarında deli gibi sedye ile koşturarak giderken, bütün hasta ve hasta yakınlarının dikkatini oldukça çekmiştim. “Aaaa…!” “Derin nefes alıp verin hocam.” “Fey.. Feyza! Yusuf’a haber verdin mi ?” “Verdim hocam verdim, yola çıkmış. Siz derin nefes alıp vermeye devam edin !” Sude hoca sedyede iki seksen yatarak doğum sancısı çekerken, ben ise halay başı gibi sedyenin baş kısmındaydım. Sanırım ha bugün doğurdu ha şimdi doğurdu diye diye, kırkıncı kez söylemiş olacağım ki şu an son hız doğumhaneye gidiyorduk. O yüzden şu durumu atlatır atlatmaz, ağzıma kürek ile vurma düşüncesiyle koşmaya devam ettim. Görüş alanıma sonunda asansör girdiğinde sedyeyi durdurup hızlıca düğmeye bastım. Tam da o an üç hemşirenin koşturarak yanıma geldiğini fark ettiğimde, onlara doğru hızla döndüm. “Biriniz çok acil Zeynep hocayı arasın, Sude hocanın doğumunun başladığını ve bizi doğumhanede beklemesini söylesin.” Dediğimde içlerinden sarışın olan; “tamam, ben hemen haber veriyorum” diyerek, danışma kısmına doğru koştuğunda sonunda asansörde gelmişti. Yanımda kalan iki hemşireye bana yardım etmesini söyleyerek, sedye ile birlikte dikkatlice asansöre bindik. Ecel terleri dökerek sonunda dördüncü kata çıktığımızda yine halay başı gibi yerimi almıştım. Koridorda son hızla doğumhaneye doğru koştururken cebimdeki telefon çalınca durmak zorunda kaldım. Telefon Sude hocaya aitti ve büyük ihtimalle eşi arıyordu. Sedyeyi hemşirelere teslim edip; “siz gidin, ben hemen geliyorum.” diyerek onları doğumhaneye gönderirken, çalan cep telefonunu açıp kulağıma doğru götürdüm. “Yusuf bey, geldiniz mi ?” “Evet geldim, nerdesiniz ?” “Şimdi doğumhaneye girdik. Asansöre binip dördüncü kata gelin, ben karşılayacağım sizi.” “Tamam, geliyorum hemen.” Telefonu kapattıktan sonra yan yana olan üç asansörün karşısına doğru seri adımlarla gidip, beklemeye başladım. Hangisinden geleceğine bakarken en baştaki asansörün açılmasıyla oraya doğru koşturdum. İçeriden Yusuf beyin çıkmasını Asansörden inmeden; “kızım, Başhekimin odası nerede acaba ?” Diye sordu. “Altıncı kat amcacığım, burası doğumhane katı.” “Peki, sağolasın kızım.” “Rica ederim.” Amca bana gülümseyerek tekrar düğmeye basarak giderken, ben telaştan ne yapacağımı şaşırmış bir şekilde tekrar beklemeye başladım. Bu sefer ortadaki asansörün gelmesiyle adımlarımı hızla oraya doğru atıp asansörden çıkacak kişiyi bekledim. Tam yine Yusuf bey geldi demiştim ki, bu sefer de karşıma sarışın, güler yüzlü, yakışıklı bir adam çıkmıştı ve ne şanstır ki o da aynı soruyu bana sormuştu.. “Pardon, Başhekimin katı burası mı acaba ?” Bugün yaşadığım adrenalinin yanı sıra bir de karşıma çıkan gereksiz durumlar yüzünden sinirlerim iyice bozulmuştu. Hayır yani, Mustafa hocanın odasında davet vardı da benim mi haberim yoktu ? Herkes sanki anlaşmış gibi gelip bana odanın yerini soruyordu ! “Bir kat yukarıda, hemen sol tarafta beyefendi.” O sinirle adama, Ruh ve Sinir hastalıkları doktoru olan Nihat hocanın odasını tarif etmiştim. Sorduğu soruyu büyük bir ilgiyle cevapladığımı düşünen adam ise gözlerimin içine tebessüm ederek baktı. “Çok teşekkür ederim” dediği o anda, yaptığım bu çocukça işten büyük bir utanç duydum. Ah Feyza, ne yaptın sen ! 'Tam kusura bakmayın yanlış oldu’ diyecektim ki, bu sefer de sondaki asansörden Yusuf bey telaşla yanıma gelince dikkatim dağılmış, karşımda duran adam ise Yusuf beyin asansörüne binerek dediğim kata çıkmıştı. Ahh ya ! Her şey mi ters gider ? Yusuf beyle doğumhaneye doğru koştururken aklımda hâlâ o adam vardı. Umarım tarif ettiğim yere gittiğinde içinden bana çok sövmez ve yine umarım, bir daha karşılaşmadan hastanedeki işini çabuk bitirir giderdi... *** B Ö L Ü M |
0% |