@hayalperestanka
|
Keyifli Okumalar Dilerim ❤️ *** ~YAZARDAN~ Hayat o kadar çok garip ki, etrafımızda bazen yanlış zamanda karşılaştığımız mükemmel insanlar ve bir de doğru zamanda karşılaştığımız yanlış insanlarla doluydu. Şans dediğimiz kavram ise işte tamda burada devreye giriyordu. Doğru zamanda doğru kişiyle karşılaşmak. Gözde'nin bir yanı çocukluğundan bu güne başlayan şansına her zaman saydırıyor olsada, diğer yanı ise etrafında var olan insanlar ile ne kadar şanslı olduğunu gösteriyordu.. Ama tabi kızımız şansının her an her zaman karşısına çıkıp, hemen ardından müsait bir taraflarıyla gülen kısmına takılı kalmıştı. Sanırım bu yüzden olsa gerek, kendisini şanslı olarak gördüğü tek şey ıslak mendildi. Çünkü bir tane çekerken ardından iki, üç tane daha geliyordu. Bu yüzden de oldum olası şansı ile bir türlü barışamadığını düşünen Gözde, aslında en başından beri çok büyük bir şansa sahip olduğunun farkında değildi. Şanslıydı çünkü; hâlâ büyüdüğünü kabul etmeyen ve onu gözünden sakınıp, gizliden gizliye kıskançlık krizlerine giren bir babaya.. Bir de 'artık yaşın geldi' diyerek, evlendirmek için uğraşan ama aslında tek bir saç teli için dünyayı yakabilecek kadar, gözü kara bir anneye sahipti.. Şanslıydı çünkü; ilk arkadaşı olan Feyza ile kardeş gibi büyümüş ve dost kelimesine yakışır bir şekilde, her an yan yana kalmayı başarabilmişlerdi.. Şanslıydı çünkü; hiç beklemediği bir anda kardeşleri olacağı gerçeğiyle yüzleşip, ardından elindeki sapanla leyleği kovalamak isterken, kalbine ansızın düşen deli dolu, yüzünü her daim güldürebilen kardeşlere sahipti.. Şanslıydı çünkü; düşman gibi gözüken patronu Sinem'in gerçeklerini görmüş ve şimdi ise onunla gözü kapalı kavgaya girecek kadar samimi olmuştu.. Şanslıydı çünkü; hayallerindeki prensinin zamanı geldiğinde, onu bulacağı hissinden hiç vazgeçmemişdi.. Şans dediğimiz şey aslında hep hayatımızda var olan ama bizim bir türlü görmek istemediğimiz ve sadece elimizden kayıp gittiğinde kıymetini anladıklarımızdan ibaretti. Ve bu şansı elimizde tutabilmenin küçük ama çok önemli bir sırrı vardı. Kıymet bilip çokça sevmek.. Gözde sevip, kıymet bilmesine biliyordu ama aşkı bir türlü bulamıyordu. Ta ki, tesadüfen karşısına Yağız çıkana kadar.. Gerçi hayatımız da olan insanlar veya tesadüfen hayatımıza giren kişiler, bunların hiç biri ne şans ne de tesadüftü. Zaten kimse öyle şansa veya tesadüfen karşımıza çıkmazdı. Çünkü karşımıza çıkan, etrafımızda var olan herkesin ve herşeyin mutlaka bir nedeni vardı. Ya bizi bir yere götürürdü, ya da bize çok şey öğretirdi. Yağız, Gözde'ye aşkı öğretirken Gözde ise Yağız'a aşkın tekrar var olabileceğini gösterdi. Ve Gözde için Yağız'ın hayatına girişi Şans gibi gözükse de, aslında karşısına çıkması Kaderin oyunu, gönlünde taht kurması ise kesinlikle Nasipti.. **** Yağız'ın evlenme teklifi o kadar saf ve o kadar temizdi ki, Gözde bundan daha güzel bir evlenme teklifi hayal edemezdi. Tabi hayal edemediği şeyler bir tek bununla da sınırlı değildi.. Genç kadın sonradan öğrendiği gerçeklerle şok olurken, aslında bütün gün kıskandığı kadının kendisi çıkmasına da baya bir gülmüştü. Belki de sabahtan beri kendini yiyip bitirdiği düşünceleri için küçük çaplı bir sinir krizi geçiriyor da olabilirdi. Tabi bu durum ertesi gün, sabah kahvaltısında yerini sessizliğe bırakmıştı. Şevket bey olayı anlatıp Yusuf beylerin haftaya istemeye geleceğini söylerken, Selma hanım kendisini hiç topa atmamış ve Yağız ile Gözde'nin ilişkilerini daha yeni öğrenmiş gibi şaşırmış kalmıştı. Bu durum hem Gözde'yi hemde çocukları hayretler içinde bırakırken, Selma hanım ise çaktırmadan gülümseyip çayını keyifle içmeye devam etti. Selma hanım resmen sağ gösterip, sol dan vurmuştu. Bu durum aynı; "git babana sor ben karışmıyorum" dedikten hemen sonra izin verdi diye, eşine kızan anne modunu andırıyordu.. Ama elbette ki Şevket bey eşinin her şeyden haberi olduğunu biliyordu. Sonuçta kızının bu durumu annesinden saklamayacağını, saklasa da en kısa zamanda annesine yakalanacağını biliyordu. Ama Şevket bey de oldukça zeki bir adamdı. Bu durumu şimdi açığa çıkarıp eşi ile münakaşaya girerek kanepede yatmaktansa, şimdilik salağa yatmayı tercih etti. Tabi bir ara karısının bu mükemmel oyunculuğuna karşı plaket yaptırmayı düşünmüyor değildi.. Gözde babasının bu konuşmalarıyla utancından ses çıkarmazken, Tekin ve Metin ise bir yandan babalarının dedektif gibi olayı çözüp anlatmasına mı hayret etsin yoksa annelerinin ustalık eseriyle oynadığı oyunculuğu karşısında mı şaşırsın, bir türlü karar verememişlerdi.. Metin kollarını birbirine bağlamış, adeta ağzı hayretletler içinde açık kalmış bir şekilde bakışlarını yanında oturan kardeşine doğru çevirdiğinde, Tekin de ondan farksız değildi. Gözlerini kısmış bir şekilde masada olan bitene şaşkınca bakarken, Metin'in ona; 'sen anladın mı bir şey' bakışına karşılık, tek kaşını havaya kaldırıp önündeki çatalını hızla eline aldı. “Boşver kardeşim biz gençliğimizi boşuna heba etmeyelim. Bari kahvaltımızı yapalım da aç kalmayalım" Metin de hemen kardeşini onaylamış ve sulanmış beyinlerini bir kenara bırakıp, guruldayan midelerinin imdadına yetişmişlerdi.. ***** Takvim yaprakları hızla değişmeye devam ederken, sonunda Gözde'nin uzun zamandır beklediği büyük gün gelmiş ve kapıyı çalmıştı. Gözde ve Yağız söz ve nişan törenini, Feyza ve Efe gibi aynı gün içinde yapmaya karar vermişti. Genç kadın adeta aldığı sakinleştiriciler sayesinde heyecandan bayılamazken, neyse ki dostları her an her zaman yanındaydı.. Sinem bir hafta içinde Gözde'nin nişan elbisesini en güzel şekilde hazırlarken, Feyza ise bütün organizasyon işlerini hal etmiş ve bu sefer evin kapıları Gözde ve Yağız çifti için açılmıştı. Boşuna dememişler; 'iyilik yap denize at balık bilmezse halik bilir..' İşte şimdi Gözde de bugün yaptığı iyiliklerinin karşılığını en güzel şekilde alıyordu. Giydiği toz pembe elbisesiyle adeta prenses gibi gözüken genç kadın, açık saçlarına kondurduğu tacı ile işte şimdi tam bir prenses gibi olmuştu. Gözde büyüklere kahvelerini hemen dağıtıp tekrar mutfağa damat kahvesini yapmaya gittiğinde, Yusuf bey bir yudum aldığı kahvesinin hemen ardından; 'Allah'ın emri, peygamber efendimizin kavliyle..' Diye söze başladığında, Gözde ve kızlar mutfakta damat kahvesini hazırlıyordu. Bütün kızlar her ne kadar Yağız'ın kahvesine tuz koymakta ısrar etsede, Gözde Sevdiceğine kıyamadı.. Osmanlı zamanında genç kızların söz hakkı olmadığı için damadı beğenmeyince kahveye tuz konulduğunu, beğenildiğinde ise bal konulduğunu çok iyi biliyordu. O yüzden de Gözde sevdiği adama karşı bal kullanmayı tercih etti. Sevdiceğinin kahvesine bir kaşık bal koyarak tepsiyi gülümseyerek eline aldı. Şevket bey ise karşısında oturan Yusuf beyin sorusuyla yutkunup, elindeki fincanını içmeden önündeki sehpaya yavaşça bıraktı. Ardından bakışlarını yanında oturan dostu Hasan beye çevirerek, hafif bir şekilde tebessüm etti. Kız vermek meğer ne zor işmiş, işte şimdi anlamıştı.. İnsanları daha fazla bekletmek istemeyen Şevket bey zar zor; "verdim gitti.." Dediğinde sanki kızı bugün evden gelin çıkıyormuşçasına hüzünlenmişti. Şevket bey’in cevabı ile salonda başlayan alkış tuhafınıyla, Yağız derin bir nefes vererek gülümserken Gözde de elindeki damat kahvesiyle salona girdi. Tepsiyi Yağız'ın önündeki sehpaya koyup bir adım geri çekilirken, sevdiceğiyle birbirlerine bakarak gülümsediler. Yağız yanı başında bekleyen sevdiği kadından bakışlarını zar zor çekerek kahvesine doğru uzandı. Metin, Tekin ve Buğra ise her anı telefon kameralarına kayıt ederken, herkes Yağız'ın yüzünü ekşiteceği o anı sabırsızlıkla bekliyordu.. Lakin Yağız o keyfi izleyenlere yaşatmadı. Uzandığı kahvesini bir dikişte bitirip geri çekildiğinde, halinden oldukça memnun bir şekilde gülümsedi.. Herkes hayretler içinde Yağız'a bakarken diğer tarafta nişanlısının yanında oturan Feyza; "tuz yerine bal koydu" diye durumu herkese açıkladığında, bütün salon bu duruma içten bir şekilde gülerken, Tekin gözlerini devirerek video çekmeye devam etti.. "Ama abla ya ! Nerede kaldı şimdi bunun ekşını ?" Ablasına sitem ederken, Gözde ise kardeşine karşı tebessüm ederek; "kahvesine tuz koymam" diye net bir cevap verdiğinde, Yağız sevdiği kadına karşı gülümseyerek kahvesinin yanındaki su bardağına doğru uzandı. İşte ne olduysa o anda oluverdi.. Genç kadın gözlerini kısıp gülümseyerek olacakları beklerken, Yağız suyundan bir yudum alıp ağzına gelen tat ile son anda suyu püskürmeden yutmayı başarmış ama kısa bir öksürük krizine girmişti.. Bütün salon şaşkın bakışlarını 'ne oldu' der gibi çifte çevirdiğinde ise Gözde gülüşünü eliyle örtbas ederken, Sevdiceğinin öksürüğü ile sırtına bir iki kez vurup gülmeye devam etti. Gözde yine Gözde'liğini yapmış ve mutfaktan çıkmadan önce kızlara çaktırmadan eline aldığı tuzu son anda kahvenin yanındaki su bardağına dökü vermişti. Yağız kendisine geldiğinde 'ne oluyoruz' diyen şaşkın ama bir o kadar tatlı bakışlarını Gözde'ye doğru çevirdi. Genç kadın ise gülüşünün ardından; “ne ? Kahvene tuz koymayacağımı söyledim, suyunu kast etmedim ki.." Diye durumu açıklayarak gülmeye devam ettiğinde, bu sefer ona eşlik eden bütün salondu. Yağız da, Gözde'nin cevabı ile elinde olmadan gülmüş ve hemen ardından ise 'seviyorsak her şey mübah' diye içinden geçirerek suyun geri kalanını hiç düşünmeden, salonda ki alkış tezahüratları karşında bir dikişte bitirmişti.. O akşam Gözde ve Yağız'ın parmaklarına takılan yüzük, aslında kalplere vurulan bir mühür gibi birbirine sonsuza kadar bağlanmıştı. Herkes bu güzel çifti sırasıyla tebrik ederken, Tekin de gülümseyerek ablasını ve eniştesini tebrik etmiş ve hemen ardından kalabalıktan istifade masaya konulan tepsideki parayı alarak, hızla odasına doğru koşturmuştu. Herşey buraya kadar iyiyken Metin ve Buğra'nın keskin bakışlarına yakalandığının farkında bile değildi. Salondaki herkes mutlulukla gülüşerek yemek yemeğe geçerken, odalarında birbirleriyle boğuşan gençlerden herkes bir haber sohbet etmeye devam ediyordu.. Bu aileyi anlatan çok güzel iki atasözü sanki Gündoğdu ailesi için yazılmış gibiydi.Biri; ‘Koyun can derdinde kasap et’ Bir diğeri ise; ‘Gülme komşuna gelir başına’ sözleriydi.. ***** Gözde de sonunda nişanlı kadınlar kervanına katılmış ve yeni gelin adayı olarak çeyiz derdine düşmüştü. Daha doğrusu annesi Selma hanım çeyiz derdine düşerken, Gözde de el mecbur onun peşine düşmüştü.. Gözde zamanla; 'Olay yeri kızçeler' adında açtığı WhatsApp grubunun ismi bile; 'Gelin evi mod' ile değiştirmiş ve birbirlerine günlük yemek takımlarından, gelinlik modellerine kadar bir sürü gerekli ve gereksiz seçenekler atmaya başlamışlardı. Kadınlar evlilik telaşına düşmüşken, gençlerde üniversite telaşına düşmüştü. Gözde ve ailesi nişandan sonraki gün Tekin ve Metin'i karşılarına alıp, onlar için biriktirdikleri üniversite hesap cüzdanlarını çocuklarına vererek durumu açıkladı. Metin zaten okumak istesede, Tekin sınavı kazanamayıp kendisini sanayiye o kadar çok hazırlamıştı ki, ailesinin onlar için böyle bir fedakarlık yaptığına inanamadı.. Meğer babası; “okumazsanız sizi sanayiye yollarım" derken diğer taraftan annesi ve ablasıyla birlikte onlar için bir gelecek hazırlıyordu.. Tekin ve Metin o akşam duygulanıp ailelerine teşekkür edip sarılırken, bir kez daha ne kadar şanslı olduklarını anlamışlardı. O gece odalarına ellerindeki hesap cüzdanlarıyla geçerken, aslında ikisininde omuzlarına binen sorumluluk duygusu ağır gelmişti. Şevket bey ve Selma hanım bu duyguyu anlamasada, bir zamanlar kendiside böyle hissettiği için Gözde kardeşlerinin ne hissettiğini çok iyi anlamıştı.. Birkaç saat sonra herkes uyumak için odalarına çekilirken, Gözde kendi odasına geçmeden önce kardeşlerinin odasına uğradı. Tam da tahmin ettiği gibi ne Tekin, ne de Metin uyuyamamıştı. Tekin'in yatağında oturan gençlerin ortasına geçip oturarak her ikisinide kolunun altına alıp sıkıca sarıldı. Gözde o gece sabaha kadar kardeşleriyle oturmuş ve güzelce dertleşmişti. Her ikisinede bir sürü nasihatler etmiş olsa da, en son söylediği sözler adeta Tekin ve Metin'in hem kalbine hem de beynine kazınmıştı.. “Şunu sakın unutmayın. İnsanın ilk önce ahlak okuması gerek, diplomalar sadece meslekler için. Siz zaten bizim gözümüzde mükemmelsiniz. Eğer bu sene olmazsa, şansınızı bir daha ki sene denersiniz. Biz sizin hep arkanızdayız.." Ablalarının bu sözleri gençlere hem güven vermiş, hemde omuzlarındaki yükleri bir bir kaldırmıştı. Üçü de her ne kadar ertesi sabah güne uykusuz bir şekilde başlamış olsa da, Gözde kardeşlerinin yükünü alabildiği için çocuklar ise ablalarının vermiş olduğu güven için oldukça mutluydu. Öyle ki, Tekin ve Metin o günden sonra aldıkları ani kararla birlikte sıkı bir çalışma programına girdi. Sınava iki hafta kala normal öğrenciler çalışmayı bırakırken Tekin, Metin ve Buğra sıradan birer öğrenci olmadıklarını belli edercesine, son gün çalışmak için kollarını sıvamıştı. Buğra her ne kadar zorla ders çalışıyor olsa da, kankalarının azimleri ile gaza gelmiş ve hiç bir an olsun onları yalnız bırakmamıştı. Sonuçta anca beraber, kanca beraberdi. Ya sanayiye gideceklerdi, ya da birer hedefleri olacaktı.. Tabi bu durum hiç kolay olmadı. Yeri gelmiş bilemedikleri sorular için sinirden kalemlerini kemirmişler, yeri gelmiş kendilerini tek tek sırayla test kitabı ile boğmaya kalkmışlardı. Yine öyle bi günde Buğra çözdüğü matematik sorusunda çocuğun yaşını babasından büyük bulunca adeta sinir krizi geçirdi. Bir süre sessizce kendisini boğduğu test kitabından kafasını kaldırıp, yatakta uzanarak test çözen Metin ve Tekin'e doğru baktı. “Kanka siz nasıl saatlerce ders çalışıyorsunuz ya ? Ben masaya oturduğum an ağlamaya başlıyorum.." Metin doğru işaretlediği soruyla gülümseyerek Buğra'ya baktı. “Bende masaya oturduğum an acıkıyorum.."Diyerek kendi düşüncesini dile getirdiğinde, en son noktayı yine Tekin kondurdu. “Masaya oturmuyorum.." diyerek net cevabını verip, lafı daha fazla uzatmadan testin diğer sorusuna geçti. Bu üç genç başarırlar mıdır bilinmez ama pes etmeyecekleri kesindi. Çünkü; Pes ettiğin an bahane aramaya başlar, başaracağını düşündüğün an ise bir yolunu bulurdun.. *** ~4 Ay Sonra~ Ne güzel sözdür; "Yolu rastgele yürürsen ömür olur, denginle yürürsen şiir olur.." Mevsimlerde sanki bu dizelere uyar gibi bir bir geçmiş ve yaz en güzel şekilde çiçeklerini açarken, kalplerdeki filizlenen aşklar ise git gide büyümüştü.. 'Evle beni Gözde' bugün adeta gelin olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Gözde her çıktığı yolda rastladığı her uyumlu çifti bir araya getirmek için elinden geleni yaparken, her ne kadar ümidini içinde bir yerde yaşıyor olsa da, sıranın ona geleceğini hiç tahmin etmezdi. Ve şimdi ise Gözde'nin sayesinde kavuşan yakın dostları adeta onun etrafında dört dönüyor, genç kadının düşünmesine bile fırsat vermeden her işini hallediyordu. Sinem ve Feyza her ne kadar daha önceden nişanlanmış olsa da, aralarında ilk evlenecek kişi Gözde oldu. Sonuçta nasip ve kısmet ne zamansa ne önce nişanlanana bakıyordu, ne de önce sevgili bulana. Feyza doktorluk stajyerini bir ay sonra tam anlamıyla bitireceği için Efe ile düğün tarihini ona göre almıştı. Sinem ve Fatih'in düğünü ise tam da Sinem'lik bir düğün olacağı için bir hafta sonra Çırağan sarayında olacaktı. Gözde ve Yağız ise daha fazla beklemek istememiş ve hepsini sollayarak düğün tarihini nişandan dört ay sonra bugüne almıştı. Şimdi ise gün, Gözde gelinin günüydü.. Dünkü kınada kurtlarını döken kadınlar ertesi gün yine yoğun bir tempoda kuaförün yolunu tuttu. Gözde'nin saçları yaz ayına yakışır bir şekilde hafif çiçeklerle toplanırken, kendi tasarımı olan gelinliğiyle tam bir kraliçe gibi olmuştu. Buraya kadar Gözde için herşey iyi hoştu ama en zoru kendi evinden çıkışı olmuştu. Babasının onu gelinlikler içinde görüşü ve çocuk gibi ağlaması Gözde'nin neredeyse; 'vazgeçtim evlenmiyorum !' Demesine neden olacakken, Selma hanım son anda eşini sakinleştirmeyi başarmıştı. Gerçi Selma hanımda eşinden farksız değildi. Sonuçta ilk göz ağrısı, tek kızı gelin oluyordu. Şimdi 'gitme' dememek için kendisini zor tutuyor, sessiz sedasız bir köşede ağlıyordu.. Ama en tatlı ve sevimli olanlar ise yine Tekin ve Metin olmuştu. Ablalarının sonuna kadar mutluluklarını isteselerde onu öyle bembeyaz gelinlik içinde gördüklerinde, Metin apartman kapısını Tekin ise evin kapısını içindekilerle birlikte kilitlemiş ve bütün herkesi anahtarları klozete atmakla tehdit etmişti.. Neyse ki durumun gidişatının iyi olmadığını fark eden Feyza, aklına gelen en iyi çözümü devreye soktu. Verdiği sakinleştiriciyi bu sefer şeker gibi içen Gözde değil, evin diğer üyeleri olmuştu. Önce Şevket bey hemen ardından ise Selma hanım sakinleştirici alıp biraz da olsun kendilerine gelirken, Tekin ve Metin mağlup olmuş bir savaşçı gibi anahtarları babasına teslim etmiş ve sonunda apartman kapısında nöbet tutan Yağız ve konvoy eve girebilmişti.. Aksi takdirde Yağız biraz daha apartman kapısında bekleyecek olsaydı, yanındaki kardeşi Hakan ve Mert'i karakola gönderip, görevlerde kapıyı kırmakta kullandıkları koçbaşını getirmelerini söyleyecekti.. Diğer yandan evden çıkarken ablasına sarılıp hemen geri çekilen Tekin, bu hüzne daha fazla dayanamadı. Feyza'nın uzattığı sakinleştirici şişesindeki bütün hapları kafasına tam dikerek yutacakken, neyse ki bu deliye de son anda Buğra ve Metin engel olmuştu.. Gözde bütün ailesi ile vedalaşıp evden Yağız'ın elini tutarak çıkarken, en az ailesi kadar hüzünlüydü. Bu durum aynı gurbete gidiyor gibi gözükse de sonuçta baba evinden artık gidiyor oluşu onu ister istemez üzüyordu.. Ama neyse ki Yağız'ın gülen yüzü ona iyi gelmiş, hüzünlü hâli bir anda uçuvermişti. Ve bu durumdan en büyük etkilenen kişi ise kesinlikle Buğra oldu. Sonuçta bir ay sonra bu sinir krizlerini kendisi de yaşayacaktı. O yüzden işini sağlama alarak kapıya gelen eniştesi Efe'yi görür görmez, soluğu hemen onun yanında aldı. Efe, Buğra'yı görünce gülümseyip tam selam verecekken, Buğra kolunu Efe'nin omzuna koyarak kaşlarını çattı. “Enişte en iyisi sen bana bunları yaşatma ve ablamı direk kaçır. Valla bak, ben sana yardım da ederim ha.." Diye ciddi bir şekilde konuşunca, Efe bir süre ne diyeceğini şaşırmış ve hemen ardından aynı ciddiyetle elini Buğra'nın alnına doğru götürerek ateşini kontrol etmişti. Bu çocuklar gerçek anlamda sevimli ama tam birer deliydi.. Düğün mekanı Gözde ve Yağız'ın istediği üzerine 'Saklı Bahçede' düzenlendi. Havanın güzelliği ve ortamın huzuruyla birleşen atmosfer, tam anlamıyla mutluluk tablosu gibiydi.. Gözde'nin ailesi ise evdeki hüzün havasından anında çıkmış, etrafa gülücükler atarak gelen misafirlerle ilgileniyorlardı. Saklı bahçedeki yeşillik ve beyazın hakimi olan süslemeler, sahnedeki canlı müzik ile eş değer bir huzur oluştururken, etraftaki masalar ise organizasyon şirketinin muhteşem süslemeleri ile dizayn edilmişti. Gelen misafirler sonunda yerlerini aldığında, nikah memuru da manzaraya karşı olan masada yerini aldı.. Gözde ve Yağız odadan alkış tuhafını eşliğinde el ele masaya doğru gelirken, ikisi de oldukça heyecanlı ve mutluydu. Umarım nikah memuru isimlerini sorarken, Gözde heyecan yapıp; "Evet !" Diye bağırmazdı.. ****** Nikah kazasız belasız kıyıldığında, sonunda Gözde ve Yağız derin bir nefes verebilmişti. Gerçi Yağız son anda Gözde'nin ani bir şekilde ayağına basmasıyla verdiği nefeste birazcık boğulmuştu ama olsun, sonunda birbirlerine kavuşmuşlardı.. Sahneden çalan, 'Seni verene Kurban Olayım' şarkısı eşliğinde ilk danslarını yapan çift, gözlerini bir an olsun birbirlerinden ayırmadı. Müzik bitip diğeri başladığında ise bu sefer diğer çiftler de gelin ve damadın yanında, sahnede yerini almıştı. Herkes halinden oldukça memnun iken üç kafadar bu kadar romantik ortama daha fazla dayanamayıp, yine yapacağını yaptı.. Tekin'in önderliğinde sahneye gizlice çıkan Metin ve Buğra Dj oyalarken, Tekin çaktırmadan hoparlöre bağlı olan bilgisayarın başına geçti. Sanırım aldıkları sakinleştirici sayesinde acayip rahatlamış ve içlerinden piste çıkıp oynamak gelmişti. Ve bir Karadeniz uşağı sadece bir müziği duyunca yerinde duramazdı. Hemen internetten Cimilli İbodan, 'horon türküsünü' açtığında piste dans eden çiftler şaşırarak dururken, Gözde ise duyduğu müzikle gülmeye başladı.. Ah bu çocuklar kesinlikle Gözde'nin başına gelen en güzel belalardı.. Tekin çalan horonla birlikte sırıtıp, bilgisayarın yanında duran mikrofonu hızla eline aldı. “Evet oturmaya mı geldik ! Buyrun sahneye.." Bütün herkesi güldürüp horon oynamaya piste davet ettiğinde, geceye kadar pist hiç boş kalmamıştı.. Danslar edinmiş, horonlar tepilmiş ve en son ailecek fotoğraf çekilmek üzere tekrar manzaraya karşı herkes yerini almıştı. Gözde'nin yanında ailesi yerini alırken, Yağız'ın yanında ise kendi ailesi yerini almıştı. Bu resme bir de aile dostları ve yakın arkadaşları da eklenince, fotoğrafçı elinde tuttuğu makina kadrajına bütün herkesi sığdırabilmek için geriye doğru gitmekten bir hâl olmuştu.. Yağız o esnada tuttuğu ele bakıp gülümserken, Gözde de kocasına bakarak aynı şekilde gülümsedi. Bütün sevdikleri hemen yanı başlarındayken her ikiside ne kadar büyük bir aileye sahip olduklarını şimdi daha iyi anlıyorlardı. Yağız karısına biraz daha yaklaşıp; “iyi ki çıktın karşıma" diye Gözde'nin duyabileceği bir şekilde fısıldadığında, Gözde de kocasının bu güzel iltifatı ile içten bir şekilde gülümsedi. 'Keşke demektense iyi ki demek, meğer ne güzel bir şeydi..' Gözde de aynı onun gibi fısıltı bir şekilde; “sende iyi ki buldun beni.." Dediği anda; “evet çok güzel, kimse kımıldamasın çekiyorum !" Diyen fotoğrafçının sesiyle, herkesin gülen yüzü fotoğrafçıya dönükken, Yağız ve Gözde el ele birbirlerine bakarak gülümsedi.. Ve o an makine kadrajına düşen en anlamlı ve güzel fotoğraf en iyi şekilde ölümsüzleştirilmişti.. *** ~1 SENE SONRA~ Aradan geçen bu bir sene herkes için çok şey getirmiş ama çok şükür ki kimseden hiçbir şey götürmemişti.. Bu bir sene Gözde ve Yağız çifti için o kadar hızlı geçmişti ki, hâlâ bir aile olduklarına bazen inanamıyorlardı. Özellikle bu aile tablosuna Melek ve Musab eklenince, huzurlu evlilikleri tam bir mutluluk kaynağına dönüşmüştü.. Gözde yıllar önce annesi Selma hanıma Kinder sürpriz yumurta derken, aslında bu durumun kendi başına geleceğini hiç hesaba katmamıştı. Şansına bir de hem Yağız'ın tarafından hemde kendi tarafından ikiz doğumlar çok nadir görünse de vardı. Ve bu şans Gözde'nin kapısını çalmıştı.. İlk başlarda yedikleri yüzünden mide bulantıları Gözde'yi çok zorlamış olsada, sonunda ekşi ve tatlıyı aynı anda yemeğe alıştı. Sonuçta boşuna dememişlerdi; 'ye tatlıyı doğur hakkıyı ve 'ye ekşiyi doğur ayşeyi' diye.. Bu arada Feyza ve Sinem de, Gözde den farksız değillerdi. Feyza Uzman Doktor olduktan hemen sonra evlenmiş ve bir süre hastanede çalışmak için çocuk yapma düşüncesini şimdilik ikinci plana ertelenmişti. Ta ki, Sinem'in de Gözde den üç ay sonra hamile olduğunu öğrenene kadar. Daha doğrusu Efe'nin, Fatih den yeğeni olacağını duyana kadar !.. Efe her ne kadar arkadaşları adına çok mutlu olsada, Feyza'yı bir türlü çocuk konusunda ikna edemiyorken bir de üzerine Fatih'in de baba olacağını öğrendikten sonra resmen karısına bir süre trip attı. “Arkadaşlarımın çocukları olsun, ben de baba olmak yerine anca amca olayım." Feyza'ya karşı yürüttüğü çocuk grevi, neyse ki fazla uzun sürmedi.. Feyza da çocukları çok sevdiği için kocasının ısrarına dayanamayıp, hem işini hem çocuğunu idare etmeye karar verdi. Gözde ikizlerine altı aylık hamile iken Sinem ise oğlu Alp'e üç aylık hamileydi. Feyza da onlara yetişmiş ve o zamanlar daha fasulye kadar olan kızı Betül'e, bir aylık hamile kalmıştı.. Bir zamanlar Feyza hocasının hamile haliyle hastanede durmasına tepki göstermiş olsa da, şimdi aynı durumda kendisi vardı. Efe karısının yorulmaması için işine bir süre ara vermesini teklif etsede, Feyza çok net bir şekilde cevabını vermişti. “Çocuk yaptım ama benden sakın evde oturmamı bekleme" demesiyle kızı Betül'ü doğurana kadar hastanedeki doktorluğuna devam etti. Bu büyük ve güzel ailelere dört afacan çocuk katılmaya hazırlanırken, ailenin diğer afacan üçüz kafadarları da artık büyümüş ve üniversiteli olmuşlardı. Tekin, Metin ve Buğra'nın üniversite için yaptığı son atak çalışması herkes için şaşırtıcı olsa da işe yaramıştı. Metin, Beykent üniversitesinde Makine mühendislik fakültesini kazanırken, Buğra ise Marmara üniversitesinde Radyo ve Televizyon bölümünü kazanmıştı. Ve hiç şüphesiz ki herkesi en çok şaşırtan ise yine Tekin olmuştu.. Herkes zaten Tekin'in dünyaya karşı farklı bir bakış açısının olduğunu ve değişik teoriler üretecek zekaya sahip olduğunu biliyordu ama hiç kimse Tekin’in Marmara üniversitesinde Psikoloji bölümünü kazanacağını ummazdı. Zamanında okumadan bir fabrikatörün damadı olmayı hayal eden Tekin, şimdi ileride çok iyi bir Psikolog olacağını daha şimdiden belli ediyordu.. Bu durum Şevket bey ve Selma hanımı çok mutlu ederken, her biri de ablalarının gururu olmuştu. Aynı üniversitede farklı bölümleri kazanan Tekin ve Buğra ikilisi yine soluğu aynı yerde alırken, Metin'in farklı bir üniversitede olmasıyla üçüz kafadar bu defa ayrı düşmüşlerdi ama neyse ki aynı ilde kalmayı başarmışlar ve buldukları her fırsatta yine yan yana gelebilmişlerdi. Tekin öğrendiği bütün psikoloji derslerini Buğra'nın üzerinde denerken, psikolojisi neredeyse bozulacak kıvama gelen Buğra ise yine Tekin'in dibinden bir an olsun ayrılmadı.. Artık ergenlikten sıyrılmış, birer yetişkin olma yolunda ilerleyen gençler bir de üzerine aynı zamanda dayı olacakları günü sabırsızlıkla bekliyorlardı.. Gözde artık son ayına girdiğinde karnında iki karpuz taşıyor gibi rahatsız olsada, annelik duygusu sayesinde uykusuz geceleri ve karnını zar zor taşıyor oluşu onu mutsuz etmiyordu. Tabi bazı zamanlarda saçma sapan nedenlerden dolayı ağlıyor veya sinirlenebiliyordu. Onun da zaten tek suçlusu belliydi. Lanet hormonları yüzündendi !..Ve elbette ki bu süreçte en büyük destekçisi ise eşi Yağız olmuştu. Gündüzleri fazla yanında olamasada akşamları Gözde'nin bir dediğini iki etmeden yapıyordu. Kesinlikle mükemmel bir eş ve mükemmel bir babaydı.. Tabi bazen çok komik anları da olmuyor değildi. Bir keresinde Gözde aynı gece, hem su için hemde iki kez lavaboya gitmek için Yağız ile birlikte kalkıp tekrar yatmıştı ama tabi aradan geçen yarım saat içinde Gözde yine lavaboya gitme ihtiyacı yüzünden yine kalkmak zorunda kaldı. Zar zor yerinden kalkarken, bu defa Yağız'a seslenmedi. Adam zaten karakolda yeterince yoruluyordu. Birde bu gece onun yüzünden kaç kere kalkıp geri yatmıştı. O yüzden Gözde elinden geldiğince yataktan sessiz kalkmaya özen gösterdi. Yanındaki gece lambasının ışığıyla yatak başlığından destek alıp doğruluğunda, derin bir nefes alıp verdi. Bu dokuzuncu ayında hareket etmesi gerçektende oldukça zordu. Gözde'nin nefes veriş sesi ile yattığı yerden doğrulan Yağız'ın bu ani kalkışlarına, artık alışkın olan Gözde eskisi kadar korkmuyordu. Sonuçta adam Pöh komiseriydi, yattığı gibi hızla geri kalkabiliyordu.. “Güzelim ne oldu ? Su mu istiyorsun yoksa ağrın falan mı var ?" Diye uyku mahmuru sesi ile yatağın içinde Gözde'ye iyice yaklaşıp, elini şişmiş karnının üzerine doğru koydu. Gözde kocasının bu sevimli haline karşı elini onun elinin üzerine koyup içten bir şekilde gülümsedi. Amacı kocasını tekrar uyuması için ikna etmekti. “Yok canım iyiyim, hadi sen yat ben lavaboya gideceğim" dediğindeYağız elini Gözde'nin karnından hızla çekip omuzlarından tutarak genç kadını durdurdu. “Tamam tamam sorun değil, sen dur ben gider yaparım." Diyerek yataktan gözleri kapalı bir şekilde kalkıp, odanın içindeki ebeveyn banyosuna girerek kapıyı kapayan Yağız'ın ardından, Gözde kahkahalara boğulmuştu. Adamcağız bu dokuz ay içinde Gözde'nin her işini o yapmadan yapmaya kendisini o kadar çok kaptırmıştı ki, artık onun yerine tuvalete gider bile olmuştu.. Gözde ise kocasının bu şaşkın ve tatlı haline o kadar çok gülmüştü ki, neredeyse o gece gülmekten doğuracak hâle gelmişti. Neyse ki ikizleri o gece annelerine acımış ve iki gün sonra gündüz vakti, annesi Selma hanım yanındayken gelmek için hazırlanmışlardı.. **** ~5 SENE SONRA~ İnsan ne yaşarsa yaşasın sonunda her şey bir günbatımına bakıyor, zaman kavramı ise aşkın toz pembe düşlerine takılmış gibi hızla geçiyor ve geçmeye devam ediyordu. Aradan geçen bu beş senede Gözde ve Yağız çocukları ile birlikte sanki tekrar büyümüşlerdi. Anne ve baba olma sıfatı gerçekten zor ama bir o kadar da inanılmaz bir deneyimdi. Yağız artık İstanbul Emniyetinde, Pöh komiseri değil Amiriydi. Bu yüzden ailesi ile daha fazla vakit geçiriyor boş bulduğu her anı onlarla değerlendiriyordu. Gözde ise bu sefer o çok güzel tasarladığı takımlarını, çocukları Melek ve Musab için tasarlıyor ve onlarla birlikte anne, çocuk kombinleri yapıyordu. Her ne kadar evden çalışıyor olsa da hâlâ Sinem ile birlikte çalışıyorlardı. Tek farkı, artık çocuk kombinleri yapıyor oluşuydu ve bundan çocukları ile birlikte inanılmaz bir zevk alıyordu. Sinem ise ajansını gitgide büyütmüş ve artık neredeyse dünya markası olacak hâle gelmişti. Ama bu durum her sabah işe giderken giydiği elbiseleri yüzünden, oğlu Alp ve kocası Fatih'in kıskançlık krizlerine maruz kalmasına engel olamadı. Sinem'in başına bir iken iki olmuşlardı. Sinem bu duruma bazen sinirleniyor olsa da, aslında halinden oldukça memnundu. Onu çok seven bir eşe ve bir evlada sahipti. Daha bu hayattan ne isterdi ki.. Sırf bu yüzden sabahları hiç üşenmeden eşine ve oğluna evde defile yapıp, yine onların onayladıkları elbise ve takımlarla evden çıkarak ajansına gidebiliyordu.. Feyza da halinden oldukça memnundu. Efe bu beş sene içinde hastanenin başhekimi olurken, Feyza ise eşi ve kızı ile birlikte her sabah arabalarına atlayıp hastaneye geliyordu. Kızı Betül, diğer çocuklara nazaran hastanede olmayı çok seviyordu. Sanırım bu durum annesinin karnında dokuz ay boyunca hastanede olmasından kaynaklanan bir nedendi.. Bu güzel aileler her hafta sonu birinin evinde mutlaka toplanır, beraber vakit geçirmeye özen gösterirlerdi. Zaten çocukların dördü de, aynı anaokuluna gidiyordu. Ama bu sefer Melek ve Musab ertesi sabah dedelerinin evine gidecek ve dayılarıyla doyasıya eğlenecelerdi. Bunun heyecanı ile birlikte çocuklar erkenden yatmaya karar verdiğinde, her ikiside aynı anda babalarına bakarak gülümsedi. Bu sevimli bakış, 'sıra sende' bakışıydı. Çünkü bu gece masal okuma sırası babalarındaydı. Gözde her ne kadar; "Babanız yorgun, bu gece masalı ben okuyayım"desede, her seferinde çocuklarına kıyamayan Yağız hemen devreye girdi. Eşinin yanağından öperek; "Sen yat güzelim ben iyiyim, gelirim birazdan" demiş ve Melek ve Musab'ı kucağına alarak çocukların odasına doğru ilerledi.. Gözde bu durum karşısında içten bir şekilde gülümserken, hemen dağınık olan salonu toparlamaya başladı. Daha sonra işini bitirip yatak odasına geçtiğinde, geceliğini giyinmiş ve ardından lavabodaki işlerini de hallederek bu defa odasındaki makyaj masasına geçip oturdu. Saçını tarayıp yeni aldığı cilt kremini yüzüne sürerken, Sinem’in geçen gün yaşlanma karşıtı kreme 500 Tl verdiği aklına gelince gülümsedi. Ne gerek vardı sanki, her yaş zamanında güzeldi. Hem zaten Gözde o küçücük kutuya 500 TL verse kesinlikle bir gecede kahrından yaşlanırdı. O yüzden en iyisi doğal çözümlerdi. El kremini de eline sürdükten sonra duvardaki saatte baktı. Yaklaşık bir saat geçmişti ama kocası hâlâ gelememişti. Merak içinde yerinden kalkıp, yatağının kenarındaki sabahlığını eline alarak üzerine geçirdi. Yatak odasından çıkıp, hemen ilerideki çocuk odasının kapısına doğru yaklaştı. Kapıyı ses çıkarmadan yavaş bir şekilde açtığında ise içeriden kocasının hikaye okuyan sesi yerine, kızı Meleğin ninni söyleyen sesi kulaklarına doldu. Büyük bir şaşkınlıkla araladığı kapıyı açarak içeriye doğru baktı. Yan yana olan küçük yataklar birleştirilmiş, ortaya üçününde sığabileceği bir yatak oluşturulmuştu. Ve Melek babasının ve kardeşinin ortasına yatarak, her ikisine de ninni söylemeye başlamıştı. Gözde şaşkınlıkla içeriye girip uyuya kalan küçük ve büyük adama bakıp hemen ardından ninni söyleyen kızına doğru baktı. “Meleğim, ne yapıyorsun ?" Diye sessizce kızına sorduğu soru karşısında, Melek içten bir şekilde gülümsedi. İki elini birden kaldırıp annesi gibi sessizce; "babamla, Musab'ı uyutuyorum" dediğinde bu masum cevap karşısında Gözde kahkahasını son anda eliyle dudaklarını kapatarak bastırdı. Meğer kocası çocuklarını uyutmak isterken onun zeki kızı hem babasını hemde erkek kardeşini uyutmuştu.. Melek de annesinin tepkisine karşı gülmemek için aynı onun gibi eliyle ağzını kaparken, Gözde daha fazla dayanamamış ve yatağa iyice yaklaşarak kızını kollarının arasına almıştı. Küçük prensesinin yanaklarını öperken, Melek de aynı şekilde annesini öptü.. “Ne dersin, bu gece beraber uyuyalım mı ?" Melek büyük bir sevinçle; “olur !” Diye kafasını sallayarak onayladı. “Tamam ama önce babanla, kardeşinin üzerini örteyim" kızını kucağından yavaşça indirmiş ve önce aynı babası gibi dağınık yatan oğlunun yanına yaklaşmıştı. Musab'ın üzerini örterken, aynı zamanda tebessüm ederek alnından da yavaşça öptü. Kızı aynı kendisi gibi deli doluyken, oğlu da aynı babası gibi yakışıklı ve ciddiydi. Hemen ardından gülümseyerek diğer tarafa, Yağız'ın yanına doğru gitti. Kocasının çok yorgun oluşu, derin bir uykuya teslim oluşundan yeterince belli oluyordu. Onunda üzerini sessizce örterken yanağına küçük bir öpücük kondurmayı ihmal etmedi.. Ardından kızının sabırsızlıkla bekleyen bakışlarına gülümseyerek yanına gidip onu tekrar kucağına aldı. Beraber sessiz bir şekilde odadan çıkıp kapıyı kapattıklarında, her ikiside iki koca bebeği orada bırakıp kız kıza uyuyacağı için oldukça mutlulardı.. Gözde kucağındaki kızıyla birlikte odasına girip önce kızını güzelce yatağa yatırmış ve ardından ışıkları kapatarak hemen kızının yanına giderek yatağa girdi. Gözde yatağa girer girmez sabırsızlıkla annesini bekleyen Melek ise hemen annesinin göğsüne sokularak sımsıkı sarıldı. Gözde bu durum karşısında o kadar içten bir şekilde gülümsedi ki, o an anne olduğu için bir kez daha Rabbine içinden şükürler etti.. Her duygu çok güzel ve özeldi ama Gözde en çok annelik duygusunu çok ama çok sevmişti. Ve Şans sanki bunu bilir gibi en son golünü Gözde ve Yağız'a tekrar atmıştı. Gözde'nin şuan haberi olmasa da, tam bir aylık hamileydi ve bir kaç gün sonra büyük bir sürprizle bu durumu öğrenecek ve ailesine yine ikizlerinin geleceğini duyuracaktı.. Yatağın içinde bir süre birbirlerini gıdıklayan Gözde ve Melek bir süre sonra Gözde'nin artık uyuma vakti geldi deyişi ile durmak zorunda kaldı. Melek bu defa gülümseyerek; “anneciğim, bana hiç bilmediğim bir masal anlatır mısın ?" Masumca sorduğunda, Gözde de kızına aynı tebessümle karşılık verdi. Hmm, demek kızı hiç bilmediği bir masal duymak istiyordu.. Gözde aklına gelen düşünceyle daha bir keyiflendi. Kızı madem hiç bilmediği bir masal dinlemek istiyordu o da o zaman kendi hikayesini anlatırdı.. “Peki o zaman, sana daha önce hiç duymadığın ama çok güzel bir hikaye anlatayacağım" Melek heyecanla annesine doğru baktı. “Gerçekten mi ! Hikayenin adı ne peki ?" Gözde kızını tekrar göğsüne doğru yaslayıp, içten bir şekilde gülümseyerek; "Şansın Böylesi" dedi.. Ve aslında hiç duyulmamış ama yaşanmış bir hikaye, baş karakterin ağzından kızına o gece anlatıldı. Melek o gece uyurken, annesinin anlattığı Şansın Böylesi hikayesini acayip beğenmiş ve uzun bir süre de sadece o hikaye ile uyumuştu. Annesinin kardeşlerini koruduğu.. Dayılarının yaptığı haylazlıkları.. Annesi ve babasının ilk karşılaşmalarını.. Her gece kardeşiyle birlikte dinleye dinleye uyudu. Ve Melek aslında ileriki zamanlarda bu hikaye sayesinde iyi bir yazar olacağını bilmeden, her defasında gülümseyerek uykuya teslim olmuştu.. *** SON
|
0% |