Yeni Üyelik
54.
Bölüm

~Özel Bölüm~

@hayalperestanka

***

~GÖZDE~​​​​​

Güneşin ısıtan tarafı insanın içinde çok güzel bir his oluştururken, aynı zamanda göz kapaklarıma vuran ışık artık uyanma mı söyler gibiydi. Gülümseyerek gözlerimi açmadan yatağımın içinde gerilmek için kollarımı açarak esnedim.

Ama dur bir dakika !..

Burnuma gelen bu taze çimen kokusu da neyin nesiydi? Anında gözlerimi açıp etrafıma baktım. Yok artık ! Büyük bir bahçede çimenliklere uzanmış bir şekilde yatıyordum. Ya ben kafayı yiyordum ya da bilinçaltım bana çok güzel bir oyun oynuyordu ! Uzandığım yerden hızla doğrulup oturmaya devam ederken, bu sefer de üzerimdeki prenses model, beyaz gelinliğe şaşkınlıkla bakakaldım. Acaba ben gece yatmadan önce ne içmiştim ?.. Mantıklı bir cevap bulup kendimi sakinleştirmek isterken, aklıma düşen son görüntüyle biraz da olsa rahatladım..

Tabi ya ! Dün gecenin bir vakti kalkıp sırf canım çekti diye sütlü kahve içmiştim. Bilimsel olarak insan süt içince uykusu gelir, kahve içince de uykusu kaçarmış. Eh işte, bende yatmadan önce sütlü kahve içince bilinçaltım ne yapacağını şaşırmış ve beni hayal dünyamın sınırlarını zorlayan bir rüyanın içerisine göndermiş olmalıydı. Artık rüyada olduğumun bilinciyle şaşkınlığımı bir kenara atmış ve meraklı bakışlarımı etrafta gezdirmeye başlamıştım. Burası sanki bana bir yerden tanıdık geliyordu ama nedense bir türlü çıkaramıyordum. Ardından bakışlarımı arkaya doğru çevirince, bir de ne göreyim ! Yıllar önce rüyamda gördüğüm saray, bütün ihtişamıyla orada duruyordu.

Bu saray Yağız ile rüyamda dans ettiğim saraydı. Gülümseyerek oturduğum yerden yavaşça kalkarken o an şaşkınlığıma bir yenisi daha eklendi. Üzerimdeki gelinliğim pırlanta taşlarla işlenmiş ve açık bırakılan sarı saçlarıma da bir taç konulmuştu. “Ne yani, ben şimdi prenses miyim ?" Şaşkınlığımı yüksek sesle dile getirdiğimde ise bunun cevabını bu sefer ben değil, uzun zamandır konuşmadığım kişi cevapladı..

“He canım he prensessin, paşa dedenden kalma sarayına hoş geldin." Diyen sol omzumdaki Şeytan, bu sefer karşımda belirmişti.

“Aaa sen !" Şaşkınca konuşunca kinayeli bir şekilde gülümsedi.

“Aaa ben ya.." Dediği an, hemen yanında Melek belirdi. İkisini uzun bir aradan sonra tekrar yan yana görmek beni oldukça memnun etmiş, yüzümü kocaman gülümsetmişti. Sol tarafta duran Şeytan, Meleğe bakarak gözlerini devirdi. “Yemin ediyorum, aynı maaş günü gelmiş emekliler gibisin. Ben geldim ya hemen koş gel !" Melek de gözlerini kısarak karşılık verdi.

“Maalesef canım, senin olduğun yerde benim olmam da şart. Yoksa bende sana meraklı değilim yani.." Şeytana burun kıvırırken, ardından bana doğru dönüp çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi heyecanlanıp gülümsedi. “Gözdeciğim sarayına hoş geldin." Bana sarayı gösterdiğinde, o an göz bebeklerim şaşkınlıkla büyüdü. “Ne yani, gerçekten burası benim sarayım mı ?" Coşkulu bir ses ile sorduğum soruya karşı Şeytan sabır dilercesine kafasını yukarıya doğru kaldırıp, hemen ardından bakışlarını tekrar bana doğru döndürdü.

“Evet canım evet, burası senin paşa dedenden kalma, dadından piyano dersi alarak büyümüş olduğun sarayın" diyerek benimle dalga geçtiğinde, gözlerimi devirdim.

"Aman çok komik.." Bu sefer kinayeli bakışı ben atarken, Melek her zaman ki gibi; 'aman tadımız kaçmasın Ali Rıza bey' diyen sükuniyetiyle aramıza girmişti. “Aman Gözdeciğim sen bakma şuna." Diyerek bana destek olunca, tek kalan Şeytan gözlerini kısarak bir bana bir de Meleğe baktı.

“Bana bakın, benimle uğraşmak ısırgan otuyla kıç silmeye benzer ! Ona göre ayağınızı denk alın." Diye sevimlice bizi tehdit edince, Melek ile aynı anda birbirimize bakarak gülümsedik. Her ne kadar şuan Şeytanın bu ısırgan otu benzetmesine karşı kahkahalar atmak istesemde, daha fazla yangına körükle gitmemek için konuyu hemen değiştirdim.

Tebessüm ederek; “tamam tamam, sustuk." Hemen ardından bakışlarımı karşımdaki saraya doğru çevirdim. “Bu saray Yağız ile birlikte dans ettiğim saray değil mi ?" Merak ettiğim soruyu sorduğumda ise Melek ve Şeytan aynı anda kafalarını sallayarak; “evet" diyerek beni onayladılar. Tam gülümseyerek Saraya doğru bakarken bu sefer gökyüzünden yağan kar, yüzümdeki gülümsememi daha da mümkünmüş gibi genişletti. Kafamı gökyüzüne kaldırıp ellerimi açarak yağan kar'a hayranlıkla bakarken, Melek coşkulu sesi ile konuştu. “Yıllar önce rüyanda hayal ettiğin prensini bu saray da görmüştün" deyip ardından aklına bir şey gelmiş gibi kocaman sırıttı. “Daha doğrusu kaçarken sadece sesini duymuştun.."Dediğinde benim de aklıma kaçarken ki rezilliğim geldi.

Ya bir insan rüyasında bile rezil olmaya başarabilir miydi ? Evet evet, söz konusu ben isem kesinlikle başarabilirdi..

Melek bir yandan kahkaha atmamak için kendisini sıkarken, Şeytan yine yapacağını yapmış ve televizyon izlerken araya giren gereksiz reklamlar gibi hemen araya girmişti.. “Ay aklıma getirdin bak, ne kaçmaydı ama ! Hüseyin Bolt görse koşu plaketini bizim kıza verirdi" diyerek gülmüş ve hemen ardından; “bir de adamı prens değil de alacaklı etmişti !"Diyerek kahkaha atıp kendinden geçerken, gözlerimi devirdim.

Aman ne komik !..

Şeytanın bu haline Melek de daha fazla dayanamayarak eşlik ederken, sabırla susmalarını bekledim. Şuan her ikisinede karşı resmen Yıldız Tilbe'nin; 'hepinizden nefret ediyorum ama tek başıma da canım sıkılıyor' sözüne uygun bir bakış atıyordum. Neyse ki bunu fark eden Melek zorda olsa kendine gelirken, ardından kahkaha atmaktan bayılacak hâle gelen Şeytanın susmasını tembihleyerek bana doğru döndü. “Her neyse canım artık bu konuyu kapatıp sizinkilerin yanına gidelim mi?" Diye sorduğunda bu defa Meleğe şaşkınca baktım.

“Benimkiler ?.."Diye merakla sorduğum soruya, Melek içten bir şekilde gülümseyip; “Prensin ve çocukların" diye konuya açıklık getirdiğinde, büyük bir heyecanla “gerçekten mi ?.." diyerek gülümsedim.

“Evet" diyen Meleğin ardından bakışlarımı şiş olan karnıma indirdiğimde ise karnımın dümdüz olmasıyla yüzümdeki gülümsemem bir anda yerini endişeye bıraktı. Korku dolu bakışlarımı hızla Melek ve Şeytana doğru kaldırdım. “Bebeklerim nerede ?" Diye endişeyle sorduğum soruya karşı Melek yine içten bir şekilde gülümseyerek cevapladı. “Sakin ol Gözdeciğim, bebeklerin de çocuklarında gayet iyi. Hepsi Yağız ile birlikte seni sarayda bekliyor" dediğinde ise endişem kuş misali uçup gitti ve yüzümde tekrar kocaman bir gülümseme oluştu. Demek ki doğmuşlardı..

Rahatlamamın hemen ardından Şeytan bana bakarak sinsi bir şekilde gülümsedi. Bu gülümseme hiç hayra alamet değildi diye düşündüğüm ilk saniyede ise bombayı hemen patlattı. “Anan ile dalga geçip, nasıl çifter çifter doğurdun ama.." Diyerek yine kahkaha attığında, beni şaşırtmamış ve lafını yine güzelce dokundurmuştu.

Gözlerimi devirerek ona baktığımda, kahkalarının arasından; “sakın bu konu hakkında dalga geçmeyi unuttum sanma.." Diyerek benimle tekrar uğraşınca, ona karşı sadece dil çıkarmakla yetindim. Zaten bu konu hakkında bi sen dalga geçmemiştin şimdi tam oldu. Neyse ki olay yine kızışmadan Melek yine aramıza girerek durumu kurtardı. “Ay tamam yine başlamayalım lütfen. Hadi Gözde bizimle gel." Diyerek önden Şeytan ile birlikte saraya doğru ilerlediklerinde, bende büyük bir hevesle gülümseyerek hemen peşlerine takıldım. Bir an önce ailemi görmek için sabırsızlanıyordum..

Sarayın büyük kapısından içeriye girip, uzun koridorda yürürken gördüklerim karşısında yüzümdeki gülümsemem daha da genişledi. Her yer yeni doğan kızlarım için pembe balonlarla süslenirken, duvarda ki resim çerçevelerinde bütün ailem ve sevdiğim dostlarımın resimleri doluydu. Büyük pencereden giren güneş ise adeta ben buradayım der gibi her yeri aydınlatmaya devam ederken, yine büyük bir kapının önünde durduk. Bu kapı sanki diğerlerine nazaran daha farklı ve daha bir güzeldi. Ahşap olması ayrı bir güzelken üzerindeki oyma işlemiyle yapılan sanat ise ayrı bir şaheserdi. Ben kapıya hayran bir şekilde bakarken Melek ve Şeytan bu halime gülümsedi.

“Ailen seni içeride bekliyor. Bundan sonrasına biz gelemeyiz "diyen Melek ile hayran bakışlarım yerini şaşkınlığa bıraktı. “Neden gelemezsiniz ?" Diye üzgünce sorduğum soruya, bu sefer Meleğin yerine Şeytan cevap verdi. “Şuna bak şuna, hadi önceden çocuktun sonra kazık kadar kız oldun. Eee şimdi de evli barklı anne oldun, hâlâ yanında bizi mi arıyorsun. Eh bir de bayıl Feriha tam olsun !" Diyen Şeytanın konuşması ile ben şaşkınca ona bakarken, Melek ise gözlerini devirerek Şeytana baktı.

“Feriha ne alaka şimdi ya ! Hem azıcık daha kibar olamazdın dimi ?" Diyerek sitem ettiğinde, Şeytan sinsi bir şekilde gülümsedi. “Ben yangına körükle gidenlerdenim canım, beğenmiyorsan sen konuş" diye meydan okuduğunda onların bu sevimli hallerine kahkaha atmak istesemde, karışık olan duygularım yüzünden sadece gülümsemekle yetindim.

Küçüklüğümden beridir her ikiside benim için Hacivat ile Karagözden farksız değildi. Melek, Şeytana karşı, 'izle de azıcık örnek al'der gibi bakıp ardından gülümseyerek bana doğru döndü. “Gözdeciğim iyi veya kötü Melek veya Şeytan, bu dünya var oldukça hep olacak. Sadece biz artık senin düşüncelerinde bu kadar fazla konuşmayacağız o kadar. Hem sen çok güzel bir aileye sahipsin. Hayallerinden ve umudundan hiç vazgeçmedin ve mükafatını en güzel şekilde aldın. Bunun kıymetini bil ve her zaman yaptığın gibi şükür etmeyi hiç unutma.." Bana şefkatli bir şekilde baktığında, bu güzel sözler sanırım hormonlarımı devreye sokmuş ve gözlerimdeki yaşlar bir bir yanağımda aşağıya süzülmüştü..

Ben bir yandan çocuklar gibi ağlamaya devam ederken, Şeytan ise yine yapacağını yapmış ve yüzümü yine gülümsetmeyi başarmıştı. “Ay sanırım birazdan duygusallık komasına gireceğim. Bana bak Gözde ! Ya ağlamayı şimdi kesersin ya da bi euzü besmele çekip beni hemen geri yollarsın.."Dediği an, bir yandan ağlayıp bir yandan gülmeye başladım. Şeytan bu arada Meleğe sinsi bir bakış atıp, hemen ardından yine bana doğru döndü.

“Hem sen onun dediklerini boşver. Belanı ne zaman aramak istersen ben hep buradayım canım" diyerek gülümsediğinde, Meleğin kınayan bakışlarına benim ise gülümseyen bakışlarına maruz kalmıştı..

Aslında Meleğin de dediği gibi bu hayatta dünya var oldukça, iyi de olacaktı kötü de. Seçimler ise sadece bizim vicdanımıza bağlıydı. Melek ve Şeytan benim küçüklüğümde öğrendiğim iyi ve kötü taraflardı. Onları elbette ki görebilmek mümkün değildi. Ama bu ikisi benim çocukken hayal ettiğim ve susturmak istemediğim birer düşünceydi. Ve şimdi onlarla vedalaşıyor olmam da, artık içimdeki çocuğun büyüdüğünü söyler gibiydi..

Her ikisinede içten bir şekilde gülümsedim. “Sizi seviyorum" dediğimde Melek tebessüm ederek bana bakarken, Şeytan ise kollarını birbirine bağlamış ve bana yan bir bakış atarak hafifçe tebessüm etmişti. Bu üçümüz içinde sessiz bir veda gibi görünsede, aslında ben içimdeki çocuğu kaybetmediğim sürece onlar yine benimle beraber var olacaktı. Her ikisine son bir bakış atıp gülümseyerek ardımdaki kapıya doğru döndüm. Kapının kulpunu kavrayıp kapıyı yavaş bir şekilde açarak içeriye girdiğimde ise parlak ışık yüzünden gözlerimi kıstım. Kısa bir süre sonra gözlerim ışığa alıştığında, gördüğüm görüntü kocaman gülümsememe sebep oldu.

Hemen ileride iki pembe beşiğin başında, bütün yakışıklılığı ile duran kocam ve yeni doğmuş kardeşlerine sevgi ile bakan çocuklarım vardı.

Yanlarına doğru gitmeden önce son kez dönüp ardımdaki kapıya baktım. O an fark ettim ki gülümseyen Şeytan ve Melek, ellerinde tuttukları beyaz mendillerle bir yandan gözlerindeki yaşlarını silerken, diğer yandan da bana el sallıyorlardı. Aynı şekilde bende onlara el sallayıp son kez veda ederek, açtığım kapıdan içeriye doğru süzüldüm.

Ve kışımı bahara çeviren ailemin yanına doğru gülümseyerek ilerledim..

****

Yanağıma konan öpücüklerin haddi hesabı yokken ardından; “anne.." diyen tatlı ve sevimli sesler, sanki en güzel kuşun sesleri gibi kulaklarıma doluştu.

Gülümseyerek gözlerimi açtığımda rüyalar aleminden bu sefer annemin terliği ile uyanmak yerine, oğlum ve kızımın öpücükleri ile uyanmak kesinlikle paha biçilemez bir mutluluktu. Gözlerimi açmamla; “günaydın anneciğim." Diye aynı anda şakıyan çocuklarıma içten bir şekilde tebessüm ettim.

“Günaydın kuzularım.." Her ikisine birden sarılmak için kollarımı açtığımda, ikizlerim bu anı bekler gibi gülüşerek göğsüme doğru sokuldu. Her ikisininde başlarına hemen birer öpücük kondurdum. Ben evlat kokusunun ne kadar kıymetli olduğunu bir kez daha anlayıp içimden şükür ederken, Musab ve Melek, her sabah olduğu gibi şiş olan karnıma doğru eğildi.

“Size de günaydın" diyerek ikiside aynı anda kardeşlerine selam verdi. Karnımdaki kızlarım Asu ve Asya ise abla ve abisinin günaydınlarına karşı, yine her sabah olduğu gibi tekme atarak karşılık verince üçümüzde gülmeye başladık.

Bir insanın mucizelere her sabah şahit olması, gerçekten şükür sebebi olmalıydı.. Bu yüzden güne her sabah şükür ederek başlıyor ve yine şükür ederek sonlandırıyordum..

“Bensiz eğlence ha.." Tabi bir de hayatıma anlam katan Sevdiceğim vardı ki, onun için Rabbime ayrı şükür ediyordum..

Biz çocuklarla bu şekilde gülüşürken, Sevdiceğim gülümseyerek kapı ağzına yaslanmış ve tüm karizmasıyla bizi izliyordu. “Aa, biz babamı mutfakta unuttuk" diyen Melek ve Musab'ın yine aynı anda konuşarak birbirlerine şaşkınca bakmaları, o kadar sevimli ve o kadar komikti ki, elimde olmadan kahkaha attım. Yağız ise çocuklara karşı sitemkâr bir şekilde; “sonunda babanızı da hatırladınız" diyerek bize doğru yaklaştı. Musab ve Melek yataktan hızla kalkarak babalarına doğru zıpladığında, Yağız her zamanki çevikliği ile çocukları havada yakaladı. Melek ve Musab bu sefer babalarını öperek gönlünü almaya çalışırken, bende gülümseyerek yerimden kalkabildiğim kadar kalkmaya çalıştım. Ama sadece çalıştım..

Doğumumun son aylarına girdiğim için malesef ki yine zorlanarak yatıp, zorlanarak kalkıyordum. Neyse ki bunu fark eden kocam çocukları öperek yere indirip hemen yanıma geldi. “Gel bakalım uyuyan güzel." Kalkmama yardım eden Sevdiceğime, mahçup bir şekilde baktım. “Yine uyuya kalmışım. Güya kahvaltıyı beraber hazırlayacaktık." Yerimden kalkıp terliklerimi giydiğimde, Yağız alnımdan öperek gülümsedi.

“Sorun değil güzelim. Hem benim mutfakta yardımcılarım vardı" bakışlarıyla çocukları gösterdiğinde, Musab ve Melek hemen yanıma gelerek ellerimden tuttu.

“Evet anneciğim biz babama yardım ettik." Diyen kızıma gülümserken, diğer elimi çekiştiren oğlum ise heyecanla; “hadi anne hadi, hemen yiyelim" dediğinde oğlumun bu heyecanına karşı gülümsedim.

Elbette ki bu heyecanı sadece kahvaltı yapmak için değildi. Öğleden sonra hem arkadaşlarını hemde dayılarını görecek oluşunaydı bu heyecanı. Kızımda bir yandan heyecanla beni mutfağa çekiştirirken onların bu hallerine tebessüm edip; “tamam anneciğim siz mutfağa geçin, ben önce bir yüzümü yıkayayım." Sağ olsun ki yine kocam imdadıma yetişti..

“Hadi o zaman, biz de anne gelmeden masadaki son hazırlıkları yapalım." Çocukların ellerinden tutup bana göz kırptığında, bende karşılık olarak öpücük attım. Hem iyi bir baba hem de iyi bir eşe sahip olduğum için gerçekten çok şanslıydım. Aksi takdirde zaten bir daha ikiz doğurmaya cesaretim olmazdı..

***

~YAZARDAN~

Gözde bir daha hamile olduğunu dün gibi hatırlıyor, her aklına geldikçe de gülümsüyordu. Yedi ay önce başlayan bulantılarıyla hamile olduğuna dair şüphelenen genç kadın, Yağız'ı hemen ümitlendirmemek adına bir şey söylemedi. Aksi takdirde hamile değilse eğer Yağız bu habere çok üzülürdü. Çünkü kocası çocukları çok seviyor ve kalabalık bir aileye sahip olmak istiyordu. Hatta zeki kocası, bir zamanlar Gözde'nin anne ve babasının ona uyguladığı taktiği uygulamış ve Musab ile Meleğe daha önceden çeşitli rüşvetler vererek, bir kardeşleri daha olma fikrine çocukları alıştırmıştı..

Bu yüzden çocuklarda bir süre sonra en az babaları kadar birer kardeşleri daha olsun diye annelerine ısrar etmeye başladı. Neyse ki bu ısrarlar fazla uzun sürmeden Gözde yeniden anne olma şerefine nail oldu. Bu durumu ilk Feyza ile paylaşmış ve yine durumu kesinleştirmek için Feyza'nın çalıştığı hastaneden daha önce doğum yaptığı doktoruna randevu almıştı. Birkaç gün geçtikten sonra sonunda beklediği randevu günü geldiğinde, yine yanında Feyza vardı. Gözde doktorunun çeşitli tetkiklerinden geçtikten sonra o güzel haberi sonunda aldı. Meğer Gözde bir buçuk aylık hamile ama farkında değilmiş.

Gözde bir kez daha anne olacağı için duygulanırken, Feyza da bir kez daha teyze olacağı için mutlulukla dostuna sarılarak tebrik etti. Ve o anda şans bir kez daha Gözde'nin kapısına; 'ben geldim !' Dercesine çaldı. Doktorunun ekranda tekrar iki kese gördüğünü söylemesi ile sarılan dostlar, hızla birbirinden ayrılmış ve şaşkınca Doktora bakakalmışlardı.

Ne yani, Gözde tekrardan ikiz mi doğuracaktı ?.. Genç kadın bir kez daha ikizlerin annesi olacağı için şaşkın ama bir o kadar mutluyken, Feyza'nın şaşkınlıkla söylediği sözler hem Gözde'yi hem de doktorunu kahkahalara boğmuştu.

“Eyvahlar olsun, kesin bu haberden sonra Efe bir çocuk daha diyerek beni bunalıma sokacak ve ben sonunda çıldırıp senin kordonlarını bu sefer bağlayacağım artık.." Diyerek Gözde'ye baktığında, genç kadın dostuna karşı gülmüş ve bakışlarını hızla ekrandaki ikizlerine doğru çevirmişti..

****

Pazar gününün keyfi temiz havanın da güzelliği ile birleştiğinde, aileler sahil ve piknik alanlarına dolup taşmıştı. Çoğu evin erkekleri pazar gününü uyuyarak geçirmek istesede, Sinem ve Fatih çifti evlerinin büyük bahçesinde dostlarıyla birlikte mangal keyfi yapıyordu..

Babalar bahçenin ilerisinde çocuklardan uzak kurdukları mangal başında bir yandan sohbet ederken, diğer yandan da mangalları pişiriyorlardı.

Musab ve Alp köşede arabalarıyla oyun oynarken, Melek ve Betül ise bahçedeki salıncakta gülüşerek sallanıyordu. Bunu fırsat bilen kadınlar ise masa başında oturmuş kocalarını çekiştirirken, bir yandan ileride oynayan çocuklarına bakıyor diğer yandan ise derin bir sohbetin içinde gülüşüyorlardı..

Gözde bu sabah gördüğü rüyasını dostlarına anlatırken, Feyza ve Sinem gülümseyerek genç kadını dinledi. Bir kez daha teyze olacak olmaları onları pek memnun etmiş olsada, bir yandan da eşlerinin verdikleri tepkiler yüzünden kendi adlarına oldukça mağdurlardı..

Çünkü Efe ve Fatih, Yağız'ın bir kez daha baba olacağını duyduklarından beridir yaramaz çocuklardan beter bir hâle bürünmüşlerdi. Bu durum aynı; 'onun çok güzel oyuncağı var. Bende ondan istiyorum’ diyen yaramaz çocuklara andırıyordu. Yağız bir kez daha ikiz babası olacağı için oldukça heyecanlı ve mutluyken Efe ve Fatih ise bu konu hakkında yavrusunu kartal kapmış Fatma Girik'in 'boş beşik' filmindeki gibi dertlilerdi.

Onlara göre; 'ne vardı yani bir çocukları daha olsa' dedikleri mevzu, hanımlar için kariyer planlarının suya düşmesi demekti..

Sinem oğlunun doğumundan sonra dikkat ettiği fiziğine dönmesi biraz zamanını almıştı. Bir de Alp'e hamile iken riskli bir doğum süreci geçirdiği için neredeyse hamileliğini yatarak geçirmiş ama bu durumda bile işine ara vermeyerek ajansını evinden yönetmişti. Tabi bu durum Sinem'e oldukça duygusal çöküşlerde yaşatmıştı. Her ne kadar oğlunu kucağına aldığında korkuları ve endişelerini bir kenara atmış olsa da, uzun bir süre yeni bir çocuk yapma düşüncesi, en azından Alp biraz daha büyüğüne kadar yoktu. Şimdi ise hem ajansını büyütmüş hem de istediği fiziğine kavuşmuştu. Bir anne olmasına nazaran hâlâ bekar bir genç kız gibi gözükmesi de, hem eşinin hemde oğlunun onu kıskanmasına neden olsa da Sinem bu durumdan da oldukça memnundu. Sonuçta Gözde'nin; 'para tuzakları..' Diyerek cimri teyzeler gibi plates ve cilt bakımlarıyla dalga geçip onaylamaması, onda işe yaramadığını göstermiyordu..

Feyza ise kızına hamileyken son ana kadar hastanede çalışma konusunda kararlılığını sonuna kadar göstermişti. Efe hastanede her ne kadar eşi ve kızı için diken üzerinde olsa da, Feyza karnındaki yavrusu ile bir ceylan gibi seke seke hastalarıyla ilgilenmeye devam etti. Son ayına kadar herşey güzel ilerlesede, bir gün Feyza'nın hastane koridorunda gelen sancısı ile kızı hazır bir hâlde hiç telaş olmadan hastanede doğmuştu. Ve Feyza bebeğinin sağlığı için bir yıl boyunca mesleğine ara vermiş olsa da, kızı tam bir yaşına girer girmez, 'ben onca sene boşuna okumadım' diyerek aşık olduğu mesleğinin başına, her ne kadar zor olsa da kızı Betül ile birlikte geçmişti. Feyza şimdi Betül'ün de biraz daha büyümesi ile tam anlamıyla rahatlamış ve işine daha güzel bir şekilde odaklana bilmişken, şimdi Efe'nin bir kez daha çocuk istemesi onu korkutuyordu. Elbette ki, Feyza da kızının bir kardeşi olsun isterdi ama o da Sinem gibi düşünüyor ve Betül'ün biraz daha büyümesini bekliyordu..

Ama vurdum duymaz eşleri bunu bir türlü anlamıyordu. Sanırım sırf bu yüzden de Feyza, Gözde'nin bir daha ki doğum riskine karşı dostunun kordonlarını bağlaması konusunda ciddi, Sinem ise bu konuda Feyza'nın büyük bir destekçisiydi. Neyse ki Gözde de bir daha çocuk yapmayı düşünmüyordu, yani umarım..

Sinem dolaptan soğuk içecekleri almak için mutfağa giderken, Gözde ve Feyza karşılıklı bir şekilde masada oturmuş konuşmaya devam ediyordu. Fatih pişmiş olan mangalları Yağız ve Efe'nin tuttuğu tabaklara koyup yenilerini ateşe atarken, Yağız ve Efe de elindeki tabaklarla hanımlara doğru yaklaştı. Masaya yaklaşan adamlarla dikkatlerini eşlerine veren hanımlar ise içten bir şekilde gülümserken Yağız ve Efe eşlerinin yanına geçerek elindeki tabakları masaya bıraktı.

Gözde büyük bir aşk ile ortadaki köfte tabağına bakarken, bu sefer iradesini sonuna kadar korudu. Herkes masaya gelip oturmadan tabağı hemen bitirmek yoktu. O yüzden bakışlarını tabaktan zoraki bir şekilde çekerek, büyük bir çaba ile Feyza'nın anlattığı şeyi dinlemeye çalıştı..

Yağız ise Gözde'nin bakışlarından ne istediğini anlamış ve karısının bu iradesine sessizce gülmüştü. Gözde tekrar hamile kaldığından beridir adeta tam bir köfte canavarı olmuştu.. Öyle ki evde pişirdikleri köfteler daha tavadan tabağa gelmeden, Gözde'nin midesine iniyordu. O yüzden de Yağız eşinin bu haline daha fazla dayanamadı. Masada olan sıcak ekmeği eline alıp önündeki köfte tabağından güzel bir ekmek arası yaparak, Gözde'ye doğru uzattı. “Sen hamilesin güzelim önden başla" kocasına aşk ile bakan Gözde ise içten bir şekilde gülümsedi..

“Eh madem çok ısrar ettin alayım." Yağız'ın tek kelime dahi etmesine müsaade etmeyerek, elinden ekmeği alır almaz kocaman bir ısırık aldı. Damağına gelen o enfes tat ile mutlulukla gözlerini yumarken, karnındaki yaramaz kızları da annesinin mutluluğuyla hemen tekme şölenine başladı.Yağız eşinin bu sevimli haline hem aşk ile bakıp hemde gülmekten kendini alıkoyamazken, Feyza ve Efe de dostlarının bu hallerine gülerek eşlik etti. Sinem elindeki meyve sularıyla birlikte dostlarının yanına geldiğinde, aklındaki soruyu hemen yöneltti. “Herşey hazır üçüz kafadarlar nerede kaldı ?" Sorusuna karşı Gözde hâlâ ekmek arasıyla aşk yaşarken, 'bilmem ki' dercesine omuz silkti.

Feyza ise; “aynen nerede kaldı bunlar ?" Diyerek Gözde'nin boğulmamasına karşı portakal suyundan bir bardak doldurup önüne koyduğunda, Yağız hızla cebindeki telefonunu çıkardı. “Arıyorum ben" tam Tekin'i arayacaktı ki, arkadan gelen sesle durmak zorunda kaldı. İyi insanlar tamda lafının üzerine gelmişti..

“Merhaba, çivisi çıkmış dünyanın aklına mukayyet olmaya çalışan güzel insanları !" Diyen Tekin ile Yağız gülümseyerek cep telefonunu tekrar cebine koyarken, herkes bakışlarını bahçenin arka tarafında ki girişe doğru çevirdi. Bahçeye önden giren Tekin'in peşinden Metin ve Buğra da gelirken, çocuklar sevinç çığlıkları atarak dayılarına doğru koştu..

****

Bahçedeki yemek masası gelen gençlerle birlikte daha bir keyifli hâl alırken, sohbet sohbeti açıyor, kahkahalar adeta havada uçuşuyordu. Tekin, Buğra ve Metin yine yan yana dizilmiş, biri yerken diğeri aralarından birini gömüyor ve gömülen kişinin ağzı dolu olduğu için kendini açıklayana kadar herkes gülme krizine giriyordu. Gözde ve Feyza için hâlâ çocuk gibi olan gençler artık birer yetişkin olmuş, Buğra haricinde Tekin ve Metin'in deyim yerindeyse başları bağlamıştı..

Tekin zamanın da Psikoloji bölümünü kazandığında, yine kendinden beklenmeyecek bir performansla çok sıkı çalışarak sırf ailesinin yüzünü kara çıkarmamak için elinden gelenin en iyisini yaptı. Öyle ki, Şevket bey bile Tekin'in bu kadar çok çalışmasına fazlasıyla duygulanıp; “oğlum valla biriktirdiğimiz paranın hakkını verdin. Helali hoş olsun az ara ver." Der hâle gelmişti..

Ve Tekin bu azmiyle birlikte zamanla hocalarının da gözüne girdi ve bölümünün en iyileri arasına girmeyi hak kazandı. Kendine has yorumları ve hayat enerjisi ile daha fazla dikkat çeken Tekin, çok kısa bir zamanda Üniversite bölümündeki kızların arasında popülerliği de elde edince, Buğra dostunun peşinden hiç ayrılmaz olmuştu.Tekin'in çevresi ve arkadaşı çok olsa da, okulu bitene kadar kafasını kurcalamamak için kimse ile çıkmazken, Buğra dostunun çevresi sayesinde yine bir sürü kızla çıkmış ama o çok aradığı 'doğru kızı' bir türlü bulamamıştı. Bu zaman diliminde arkadaşlıklarına devam eden Tekin ve Dolunay ise okulları yüzünden çok sık görüşemeselerde buldukları her fırsatta telefonda görüşüp, sohbet etmeye devam ettiler..

Ne tam anlamıyla sevgililerdi ne de tam anlamıyla birer dost. İkisi de sanki zamanını bekleyen doğru kişilerdi. Doğru zaman ve doğru kişiye verilecek tek bir şans, belki de sadece birbirleri içindi..

Dolunay ve Tekin bu şekilde üç sene boyunca ilerleyen arkadaşlıklarını devam ederken, aileler bile birbirini tanır ve sohbet eder hâle gelmişti. Hızla geçen zamanla son senesini okuyan Tekin, üniversitesinin bitecek olmasının vermiş olduğu rahatlıkla artık daha fazla beklemek istemedi. Sonunda emin olduğu duygularıyla birlikte Dolunay'a açıldığında, genç kadın beklediği o an ile hiç düşünmeden Tekin'in çıkma teklifini kabul etti. Ve ciddi bir ilişkiye adım atmak üzere, son senelerinin de bitmesini beklediler. Zaman su gibi akıp geçerken, Tekin ve Dolunay sonunda mezun olmuştu. Bir zamanlar 'ben fenomen değil, menemen yapan bir kızı tercih ederim.' Diyen Tekin'in sanki duası kabul olmuş gibiydi. Çünkü sevdiği kadın hem güzel hemde fazlasıyla hamarat bir şefti.

Dolunay, babasının hediye olarak satın aldığı restoranında şeflik yaparken, Tekin de üniversitedeki hocasının kliniğinde işe başladı. Bu dönem içerisinde daha fazla beklemek istemeyen çiftin isteği üzerine, Tekin ve Dolunay'ın aile içinde küçük bir törenle sözleri kesildi. Nişan ve evlilik hazırlığı ise okulu yüzünden ertelediği askerliğini yaptıktan hemen sonra olacaktı. Ve Tekin ne şanstır ki askere bile Buğra ile aynı zamanda gidecekti..

Sanki göbek bağları Metin ile değil de Buğra ile kesilmiş gibi olan Tekin ve Buğra'nın birbirlerinden kopamamaları herkesi güldürüyordu. Neyse ki askerde gidecekleri yer aynı şehir değildi. Tekin, Isparta acemi birliğine giderken Buğra ise Antalya acemi birliğine gidecekti. Yoksa Tekin ve Buğra'nın yan yana askerlik yapacak olmalarını, ne ailesi ne de çevresi düşünebiliyordu. Mazallah ikisi kafa kafaya verirse eğer Buğra merakından mühimmat deposunu patlatırken, Tekin de yemekhanede kırk yılda bir çıkan sarmalarının hepsini gizlice yiyerek, büyük bir ceza alabilirdi..

Bu üç kafadardan ilk askerliğini yapan ise her zamanki gibi mantıklı karar alan Metin oldu. Makine mühendisliğinin son senesinde okulunu dondurup önce sevgilisi Cansu ile nişanlanmış ve ardından askere gitmişti. Manisa da kısa dönem yaptığı askerliğinin hemen ardından da okuluna hemen geri döndü. Son dönemini hemen bitirmiş ve hocasının yardımıyla özel bir şirkette işe girmişti. Ve bu süre zarfında Cansu ile dünya evine de giren Metin, böylelikle Gündoğdu ailesinde ikinci evlenen evlat kadrosunda yerini almıştı..

Gözde başlarda her ne kadar Cansu'yu sevmeyip görümceliğin hakkını versede, daha sonradan abisi Şahin'in egosunu gördükten sonra Cansu'nun hanım hanımcık halleri Gözde'nin gözüne girmesine neden olmuştu. Allah'dan Cansu annesi Zehra hanıma benziyordu da Gözde, Metin ve Cansu'nun evlenmesine itiraz etmeyi aklından bile geçirmemişti. Şimdilerde ise gelin ve görümce pek bir seviyorlardı birbirlerini..

Tekin ve Metin'in eşleri artık çok samimi kanka olduklarından dolayı, ortak bir arkadaşlarının bekarlığa veda partisi için mangal keyfine maalesef ki katılamadılar. Ama neyse ki ertesi gün yine hep beraber sabah kahvaltısı için Gündoğdu malikanesinde buluşacaklardı..

Gözde hem Dolunay'ı, hemde Cansu'yu ayırt etmeden seviyor ve o eski kıskanç görümce hallerinden uzak bir şekilde kızlara karşı adeta iyi bir abla gibi davranıyordu.

Buğra ise deyim yerindeyse, 'aynı tas, aynı hamamdı..' Lise döneminde flört ettiği Meltem ile üniversiteyi farklı şehirlerde kazandıkları için yollarını ayırırken, üniversite zamanında yine birçok kızla konuşmuştu. Ama Buğra bu !.. Bugün Peri ile tanışıyor, yarın Şeyda ile konuşuyor, ertesi gün Banu ile çıkıyor ama Meltem'i unutamıyor ve aklı hâlâ Burcu'daydı.. Birçok arkadaşının nüfus kaydında medeni durumu evliyken, Buğra'nın medeni durumuna yazıla bilseydi eğer kesinlikle ilişki durumu; ‘karman çorman' yazılırdı.. Ama ne yazık ki bunlara rağmen doğru insan ile hâlâ karşılaşmamıştı. Tekin'in bir zamanlar 'bu kız seni kankito olarak görüyor' demesini doğrular bi şekilde, bütün okul dönemini kız arkadaşlarının kankitosu olarak bitirmişti. O yüzden Buğra da 'olmuyorsa oluruna bırak' sözünü hayat felsefesi yapmış ve uzun bir süre ciddi bir ilişki hiç düşünmeden kendisini tamamen kariyerine odaklanmıştı. Şimdilerde ise iyi bir haber kanalında spikerliği ile göz önünde olan Buğra, esprileri ve sunduğu haberlerdeki ufak tefek hatalarıyla gençlerin sosyal medyada; 'komik spiker' ile bilinmesiyle meşhur olmuştu. Bekar hayatına alışmış halinden oldukça memnun bir halde kariyer basamaklarına tırmanırken, ne yazık ki bu sefer de annesinin kırmızı çizgisine takıldı. Gülten hanımda artık oğlunun bir yuvası, bir düzeni olsun istiyor ve bunu artık sözlerle söylemeyi bir kenara bırakıp icraata geçirir hâle gelmişti.Yani bu aralar Buğra'nın başı biraz beladaydı..

Masada oluşan şimdiki kahkaha sebepleri ise Buğra'nın yarın görücü işi randevuya çıkacak oluşunaydı. Neyse ki bu seferki görücü işine 'evle beni Gözde' değilde, yılların tecrübesi olan 'evle beni Gönül abla' ayarlanmıştı ve Buğra bu durumdan oldukça tırsıyordu..

Aşık olmadan evlenmek istemeyen Buğra, masada da bu konuyu açınca, Tekin yanındaki arkadaşının yorumuna gülerek karşılık verdi. “Oğlum bi git ya ! Değil Eros'un oku, Zeus'un şimşeği çarpsa sana sen aşık olamazsın !.." Tekin'in kendisine has yorumu yine masadakileri güldürmüş Buğra ise yanında oturan Tekin'e gözlerini devirerek bakmıştı.

“Kanka karşıma çıkmadıysa ben ne yapayım ? Hem görücü işinde aşk mı olurmuş ya ! İstemiyorum işte" diye inat edince, bu sefer diğer tarafında oturan Metin kolunu Buğra'nın omzuna sarıp arkadaşına destek olurcasına gülümsedi.

“Takma kafana kardeşim, sende bir çay içer kalkarsın hemen." Buğra yüzünü ekşitti.

“Ya yok kanka boşver. Hiç kafamı karıştırmaya gerek yok." Diye inadına devam edince, bu sefer devreye tekrar Tekin girdi.

“Sen böyle burnunun dikine gitmeye devam et." Deyip anında psikolog kişiliğine büründü. "Zaten çok kısa bir zaman sonra; sağ dön pişmanlık, sola dön yalnızlık, arkadan bak keşkeler. Sonra otur gelsin boşverler demeye mahkum kalacaksın.." Kısa ama çok net bir şekilde konuştuğunda, Buğra'nın gözünü korkutmayı başarmıştı..

Öyle ki Buğra sessizce yutkunmuş ve Tekin'in her konuda haklı çıkmasını göz önünde bulundurarak, kesin kararını hemen vermişti. “Tamam be tamam. Gideceğim ! Yeter ki sen sus." Dediğinde herkes yine gülerken Tekin sırıtıp çaktırmadan cebindeki telefonunu çıkardı. O sırada ablaları da Buğra'ya akıl verirken, Tekin kimseye çaktırmadan telefonunun mesaj bölümüne girdi.

✓Gönderilen Mesaj: Gülten Sultan / ~Operasyon tamamdır. Buğra yarın ki görüşmeyi kabul etti. Evle beni Gönül ablaya haber uçurun😎

Ne kadar büyürsen büyü, huylu huyundan hiç vazgeçmezdi. Nitekim ki, Tekin de verilen görevlerini hiç aksatmadan bu şekilde küçük haylazlıklarına devam etti..

Sonuçta Gülten teyzesi haklıydı. Artık Buğra'nın da ciddi düşünme zamanı geçiyordu. Yoksa ileride; "kanka sence evlenmeli miyim ?" Sorusuna karşı; "evlen tabi. Senin benden mutlu olmaya ne hakkın var !" Diyen nankör arkadaşlardan olmak hiç istemezdi..

Şaka bir yana Tekin de kardeşi gibi gördüğü arkadaşının aynı onun gibi doğru kişiyi bulup, mutlu olmasını istiyordu ve Buğra hayatının aşkını görücü usulüyle bulacağını hiç bir şekilde tahmin etmeyerek o görüşmeye gidecek ve daha sonra onu zorla görüşmeye ikna eden kankası Tekin'e, bir tepsi baklava yedirecekti. Tabi birde sabırsızlıkla yarını bekleyen Şevket bey ve Selma hanım vardı ki, onlar torunlarını dört gözle bekliyorlardı. “Ceviz evlat, ceviz içi torunmuş" diyerek her defasında torunlarını bağrına basan Selma hanım ve Şevket bey, çocukları görünce evlatlarını bile görmez hâlâ geliyordu. Bir de yeniden dede ve anneanne olacakları haberi her ikisinide çok mutlu ederken, aynı performansı eşek sıpaları olan oğullarından da bekliyor ve her fırsatta laf sokmadan geri durmuyorlardı..

Mangal keyfi yaparlarken Gözde'nin çalan telefonu dikkatini çekti. Selma hanım ve Şevket bey torun özlemine daha fazla dayanamayıp hemen Gözde'yi aramıştı. Nede olsa, ertesi gün sabah kahvaltısına geleceklerdi. Hazır Tekin de oradayken çocukları da alsın gelsin dediklerinde, Gözde anne ve babasının bu torun sevdasına gülerek karşılık verdi. Telefonunu kapatmadan Yağız ile görüşüp annesini onayladığında, Musab ve Melek de bu durumu sevinçle karşıladı..

Akşam olduğunda herkes evine gitmek için Sinem ve Fatih çiftinin evinden ayrılırken, Musab ve Melek ise anne ve babasıyla vedalaşıp dayılarıyla birlikte dedelerinin evine doğru yola koyuldu. Bu güzel bahane ise uzun zaman sonra baş başa kalan Yağız ve Gözde'ye yaramıştı. Her gece masal okuma görevine alışık olan çift, çocukların evde olmayışıyla birden boşluğa düşünce o geceyi film gecesi olarak değerlendirmeye karar vermişti. Gözde ve Yağız önce mutfakta mısır patlatmış, daha sonra içeceklerini de alarak televizyondan açtıkları filmi izlemeye başlamışlardı.

Filmin konusu hayvan sevgisini anlatan bir hikayeydi. Ve Gözde daha filmin ilk dakikalarında ortada ne varsa silip süpürmüş ve filmde ki kayıp köpek için ağlamaya başlamıştı.Yağız artık bu duruma alışıktı. Daha önceden de Gözde belgesel izlerken yavru bir maymunun annesini kaybetmiş olmasına o kadar içli ağlamıştı ki, Yağız o gün ne yapacağını şaşırmış ve evde belgesel kanalını izlemeyi yasaklamıştı. Daha ilginç olanı ise yavru maymun iki dakika sonra annesine kavuştuğu halde, Gözde bu kavuşma sahnesine bile bir gün boyunca ağlamaya devam etmişti. Şimdi ise Yağız eşinin bu filmde ki köpeğe ağlıyor oluşunu çokta yadırgamıyordu..

Yağız gülümseyerek orta masadan peçete alıp genç kadına doğru uzatırken, ayriyeten Gözde'nin kucağında bitmiş olan mısır kasesini de çaktırmadan önünden aldı. Gözde ise büyük bir olay izlermiş gibi ekrana o kadar çok dalmıştı ki, Yağız'ın filmi bırakıp onu izlediğinden bile bir haberdi. Ta ki, Yağız uzanıp Gözde'nin yanağını öpene kadar..

Genç kadın yarı şaşkın yarı tebessüm eder bile hâlde kocasına doğru döndüğünde ise Yağız bu defa geriye doğru yaslanıp tebessüm ederek filmi izlemeye devam etti. Dünyanın en güzel şeylerinden biri kesinlikle aşık olduğun insanın da seni aynı duygularla sevmesiydi. Gözde gülümseyerek kocasına doğru iyice sokuldu. Amacı kocasının göğsüne doğru yanaşıp öperek sımsıkı sarılmaktı ama unuttuğu şey yani şeyler, kendini anında belli etti. Kocaman karnı yüzünden eşine uzun zamandır rahat bir şekilde sarılamadığını unutmuştu. O yüzden bu romantik anlarıda bununla birlikte komedi sahnesine dönmüş ve ikili düştükleri duruma kahkahalarla gülmüştü. Gecenin ilerleyen saatlerinde, Yağız'ın sabah erkenden kahvaltıya gideceklerini hatırlatması ile genç çift etrafı biraz toplayıp, yatmak üzere yatak odalarına doğru geçti. Gözde lavaboda işlerini bitirip çıktığında, Yağız da yattığı yerden doğrularak kalktı..

Genç kadın Yağız'ın önceden yatağa girip, onun için yattığı yeri ısıtmasına hayrandı. Bu kadar ince düşünen bir adama rast geldiği için içinden bir kez daha şükür ederken, onun yatmasına yardımcı olan eşine karşı kocaman gülümsedi. Yağız ise eşini güzelce yatırıp üzerini örttükten sonra genç kadının alnına küçük bir buse kondurup geri çekildi. “Sen yat güzelim ben hemen geliyorum" Gözde aşk ile kocasına bakıp; "tamam" diyerek gülümsedi. Bu romantik halleri Gözde’yi oldukça şımartıyordu..

Bu sefer Yağız işlerini halletmek için lavaboya girerken, genç kadın da uyumak üzere gözlerini güzelce yumdu. Ama gülümseyerek yumduğu gözlerini iki saniye sonra şaşkınlıkla açması bir olmuştu. Çünkü şans yine Gözde'nin kapısını çalmaya gelmişti..

Şaşkınlıkla yerinden doğrula bildiği kadar doğrulup, üzerindeki pikeyi yatağın diğer tarafına doğru çekti. O sırada Yağız'ın lavabodan çıkmasıyla; "Yağız su.." Dediğinde Yağız ne olduğunu anlamamış ve; "su mu istiyorsun ?" Diye sormuştu.

Gözde çok hafif gelen sancılarının rahatlığıyla, Yağız'a hayretler içinde baktı. “Onu demiyorum Yağız, suyum geldi diyorum !" Diye adamı kendine getirdiğinde ise Yağız soluğu hızla Gözde'nin yanında aldı. Ve böylelikle Gözde'nin romantik bir gece olarak düşlediği film, kendi hikayesi gibi romantik bir komedi haline dönüşüverdi..

Gece başlayan aksiyon, hastanenin doğum ünitesinde son bulurken, Gözde'nin ailesi başta olmak üzere daha sabah görüştüğü bütün dostları çoktan soluğu hastanede almıştı. Herkes doğumhane kapısında gergin bir bekleyiş içine girerken, Feyza da hemen hazırlanıp dostunun yanına destek olmaya girdi. Ve bir saat süren operasyonun sonunda, Gözde bir kez daha dünyaya ikiz bebeklerini getirdi..

Doğumdan dolayı çok yorgun olsada bebekleri Asu ve Asya'yı kucağına aldığında, sanki ilk defa anne olmuşçasına heyecanlanmış ve sanki o acıları çeken o değilmişçesine mutluluktan hem gülmüş hem ağlamıştı.. Dostunu ilk tebrik eden kişi ise yine Feyza olurken, kapıda bekleyenleri daha fazla merakta bırakmayarak yine ilk müjdeyi o vermek için hemen dışarıya doğru çıktı..

Doğumhanenin kapısının açılmasıyla içeriden Asu ve Asya'nın sesleri hastane koridorlarını çınlatırken Feyza gülerek; “gözümüz aydın olsun, hepsi çok iyi." Demesiyle birlikte kapıda bekleyen bütün aile sevinç nidaları atarak, stresten kendini yiyip bitiren Yağız'a sarılarak tebrik etti.

****

Gözde doğumdan sonra hemen özel bir odaya alınırken, bütün herkes tek tek gelip güzel çifti tebrik etmiş ve ardından bebekleriyle ilk geceyi rahat geçirebilsinler diye Yağız ve Gözde'yi baş başa bırakmışlardı..

Selma hanım her ne kadar kızını tek bırakmak istemese de, Gözde evde dayılarına emanet ettiği çocukları ile ilgilenmesini rica ettiği için Şevket bey ile birlikte sabah olur olmaz, torunlarını da alarak hastaneye tekrar gelmek üzere eve geri döndüler. Bebekler yıkanıp temizlendikten sonra babalarının da yardımı ile güzelce giydirilmiş ve annelerine kavuşmuşlardı. Asu ve Asya'nın karınlarını doyuran Gözde, yorgunlukla bebeklerini babalarına emanet etmiş ve ardından uykuya teslim olmuştu. O gece Yağız bir kez daha kız babası olmanın huzuru ve mutluluğu ile uyuyamazken, bütün gece odadaki beşiklerin başından bir an olsun ayrılmadı..

Sabah olduğunda ise Gözde kulağına gelen seslerle gözlerini açtı. Hemen ileride odadaki beşiklerin başında, Yağız'ı ve hemen yanlarında kardeşlerine bakan Musab ve Meleği gördü. Bu tablo tam da rüyasındaki gibiydi. Musab çok iyi bir abi, Melek ise mükemmel bir abla olacaktı.

Eğer şuan Gözde'ye zamanı durdurabilme şansı verselerdi, kesinlikle zamanı durdurup bu tabloya ömür boyu bakabilirdi. Her gün yüzlerce hayal kurarsın ve hiç biri gerçek olmaz. Ama bir gün bir gerçek yaşarsın, hiçbir hayale sığmaz.


Hayallerinizin gerçek olması dileğiyle

***

Mutlu Son

Sevgili okurum; umarım kitabım yüzünü güldüre bildiği kadar sana bir çok şeyde öğrete bilmiştir. Çünkü benim ilk amacım önce yüzünü güldürebilmek, ardında da solmuş umudunu tekrar artırmaktı.. Şunu sakın unutma; 'Hayal gücü olmayan insanların kanatları yoktur..' Hayal kurmak, niyet etmek ve en önemlisi de duâlara sığınmak bu hayatta kendin için yapabileceğin en güzel adımlardır. O yüzden de duândaki devam ve ısrarlara rağmen, lütuf ve ihsân vaktinin gecikmesi sakın üzülmene ve ümidini kesmene sebep olmasın. Çünkü duâya icâbet nefsin için seçtiğin vakitte değil, Allah'ın senin için tercih ettiği zamanda gerçekleşecek. Bu yüzden dualarda ısrarcı olmaktan da, güzel hayaller kurmaktan da asla vazgeçme..

Neyi çok istiyorsan önce kararlı bir şekilde niyet et. Çünkü niyet, kalp ile ruhun aynı anda bir amaca yönelmesidir. Ve her zaman sözlerini keskin cümlelerle bitirmek yerine, nasip diyerek bitir. Çünkü bu hayatta herşey niyetle başlar, nasiple sonuçlanır. Çünkü insan 'niyet' ile 'nasip' arasında ince bir çizgi üzerinde yaşar..

O yüzden yaşanacak on bin yılın varmış gibi davranma. Kaderin başının üzerinde asılı. Yaşadığın sürece mümkün olduğunca ailene ve çevrene karşı iyi ol ve kendini mutlu edecek güzel nedenler bul. Buraya kadar vermiş olduğun destekler ve güzel yorumların için de bir kez daha teşekkür eder, her daim yüzünü güldürebilecek güzel insanlarla karşılaşmanı dilerim..

Sağlıcakla kal ❣️Esra Arslan (Anka)...


Loading...
0%