Yeni Üyelik
13.
Bölüm

13.Bölüm: Suriyeli Genç

@hayalperestyazar02

Esselamu aleyküm canlarım oy ve yorumları unutmayalım. Umarım seversiniz bölümü.

 

Keyifli okumalar.

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

 

Bazı duygular içimizde bir yerlerde durur o duygunun ne olduğunu anlamadan geçerdi zaman. Ve geçmişti zaman, Bora bugün yola çıkıyordu, uzun süre gelmeyecekti. Ben ise alışmaya çalıştığım yeni ailemle kaynaşmaya çalışıyordum. Şimdilik ilaçlar yan etkisini göstermese de bazen vücuduma saplanan ağrılar dişlerimi şiddetle sıkıp acımı saklamaya çalışmama neden oluyordu. Havaalanına gidecek Bora'yı yolcu edecektik. Bora kahvaltıdan sonra aşağıda ailesiyle otururken ben üst kata çıkıp onları yalnız bıraktım. Amcam ile çıktıkları geziden sonra amcam gelip beni gördü ve ailesiyle Ürdün'e döndü.

 

Kalbimden gelip geçen isteği yerine getirmem gerekiyordu. Esma'dan kıyafet istemiştim ve benim için bir şeyler aldırmıştı. Gidip kıyafet beğenmeye bile mecalim yoktu. Belli etmesem de canım arsızca, olmadık yerde yanıyor, belli etmemek adına kendimi zor tutuyordum. Bir yerde düşüp bayılıp etrafımdakilerin acıyan bakışlarına maruz kalmak istemiyordum.

 

Belki saçma bir düşünceydi ama ben hep güçlü olmalı güçlü görünmeliydim. Üstüme vücudumu genişce örten bir elbise giydim. Başımı örtecek tesettüre girecektim, bonemi taktıktan sonra şalı elime alıp omuzlarımı ve göğsümü kapayacak şekilde bağladım. Üstüme de ferace giyecek kendimi Allah'ın emrine emanet edecektim. Zihnimde tesettür ile ilgili ayet ve hadisler gezinip dururken gözlerimi kapatıp gülümsedim.

 

Gözlerimi sevinçle açıp Bora'nın kitaplarını karşılaştırdığımda karşıma çıkan kitapla tesettürü hayatıma geçirirken kitabın kapağını açıp sayfalara göz gezdirdim. Kitabı okuyamaya başladığımda kalbim huzurla doldu. Çok şükür Rabbim bana nasip etmişti tesettürü. Bundan sonra dinimin gerektirdiği şekilde davranacaktım.

 

İslamiyette tesettür emri ilk önce erkeklerin göz kapaklarına inmiştir.

 

İbni Mezdevî, Ali bin Ebi Talib (ra)'ten şöyle rivayet etmiştir:

 

"Resulullah (sav) zamanında Medine sokaklarında dolaşan bir kadınla bir erkek karşılaştıklarında bakışmışlar. Şeytan bu bakışlardan istifade ederek onların bakışlarını birbirlerini beğenmeye çevirmiş. Adam bir yandan yürüyor, bir yandan da kadına bakıyormuş. Başı hep kadından tarafa çevrili olduğu için önüne çıkan bir duvara çarpmış ve burnu kanamış. Bunun üzerine, «Allah (cc)'a yemin ederim ki gidip Resulullah (sav)'a durumu anlatıncaya kadar burnumun kanını yıkamayacağım.» diye yemin etmiş. Resulullah (sav)'ın yanına gelerek hadiseyi anlattı. Resulullah (sav), «Burnunun duvara çarparak kanaması günahının cezasıdır.» buyurdu. Bunun üzerine, «Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakın­sınlar...» âyeti nazil oldu."

 

"Mümin erkeklere söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu kendileri için çok temiz (bir harekettir). Şüphesiz ki Allah, (kullarının ne) yapacaklarından hakkıyla haberdardır."(Nûr, 30)

 

Tesettür emri sadece kadınları kapsamaz bundan erkekler de sorumludur. Nasıl ki kadın için diz kapağı ve göbeği eşi dışındakilere haramsa erkek için de aynı durum geçerliydi. Erkek de dar giyinip vücut hatlarını belli etmemeli kendisini kadınların ilgi odağı haline getirmemelidir. İnsanoğlunun en güçlü güdülerinden ve duygularından biri, İslâmî kaynaklarda şehvet diye ifade edilen kısacası cinsel güç ve arzudur.

 

Bu arzunun meşrû yoldan yani evlilik birliği içinde tatmin edilmesine izin verilmiş, meşrû olmayan yollardan tatmin ise ayıp ve günah sayılarak yasaklanmıştır. Cinsel hayat yalnızca cinsel ilişki değildir; cinsel ilişki dışında kalan "şehvetle bakma, koklama, dokunma, düşünme ve hayal etme" gibi davranış ve ilişki çeşitlerinin, cinselliği kışkırtan etkileri vardır. Aileyi korumak için iffet ve sadakati öngören Kur'an, bunları sağlamak ve korumak için yalnızca zinayı değil, insanı zinaya götüren adımları da yasaklamıştır.

 

Bu yasaklarla hem kadınlar hem erkekler meşru olmayan yollardan zinaya yaklaşmaları yasaklanmış olup cezası şeriatta bekarlar için yüz sopa evli olan ve eşinden başka biriyle zina yapanlar için ise ölümdü. Bu sünnetle sabit olmakla birlikte zamanımıza kadar uzanmış hadislerle de kanıtlanmış bir uygulamadır. Recm cezası yani zina eden kişinin taşlanarak öldürülmesi olayında Kur'anda açık bir ayet yoktu.

 

Fakat her zina suçu ölüm cezası alacak diye bir kural yoktur, bu kurallar zina eden kişinin evli ve bekar olması durumuyla değişir, ayetler ışığında verilen cezaların arttırılarak zina yapan kişinin pişmanlığı ve tövbesiyle de ölüm dışında bir ceza da verebiliyordu. Evli kişilere verilen ölüm cezası ibret alınsın ve başkaları da bunjn cezasını bilerek bu harama sapmasın diye uygulanmıştı.

 

İslâm'da tesettür farzdır. Âyet-i kerîmede hanımların tesettüre riâyet etmesi Allah-u Teala tarafından şöyle emredilir:

 

 

"Ey Peygamber! Hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar. Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar. Allah, Gafûrdur, Rahîmdir." (Ahzab, 33/59).

 

Tesettür emri, İslâm'da kadına verilmiş olan en yüksek mevkî ve kıymettir. Nasıldır ki değerli hazineler, en güzel şekilde muhâfaza edilir; tutup da hırsızların gözleri önüne serilmez. İşte müslüman kadın, kendisine verilen yüksek kıymet sebebiyle yabancı bakışların yıpratıcı ve incitici tesirinden tesettür sâyesinde muhafaza edilmek istendi. Tesettürün en büyük hikmetlerinden biri de budur. Düşüncelerim konuşurken tekrar kitabın sayfalarına döndüm.

 

Âyet-i kerîmede şöyle buyrulur:

 

"Mümin kadınlara da şöyle: Gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Zinet yerlerini açmasınlar. Bunlardan kendiliğinden görünen kısmı müstesnadır. Baş örtülerini yakalarının üstüne koysunlar. Zinet yerlerini kendi kocalarından, babalarından, kocalarının babalarından, oğullarından, kocalarının oğullarından, kendi erkek kardeşlerinden, kendi kardeşlerinin oğullarından, kız kardeşlerinin oğullarından, kendi kadınlarından, kölelerinden, erkeklik duygusu kalmayan hizmetçilerden veya henüz kadınların gizli yerlerine muttali olmayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizleyecekleri zinetleri bilinsin diye ayaklarını da vurmasınlar. Ey müminler. Hepiniz Allah'a tövbe edin. Böylece korktuğunuzdan emin umduğunuza nail olasınız." (Nûr, 24/31).

 

İbni Kesir, Mukatil bin Hayyan'dan, o da Cabir bin Abdullah el-Ensarî'den şöyle rivayet eder:

 

"Esma binti Mirsed (ra)'in Beni Harise mevkiinde bir hurmalığı vardı. Kadınlar oraya etek giymeden, göğüsleri, saçları ve ayaklarındaki halhalları açık olarak giderlerdi. Esma (ra), «Bu görünüşünüz ne kadar çirkin.» dedi. Bunun üzerine, «Mümin kadınlara da söyle: Gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar...» âyeti nazil oldu."

 

Gözlerimden yaşlar firar ederken teslimiyetimi kabul etmesi için Rabbime yalvardım. Hadisler zihnimde dolaşırken bambaşka bir duyguyla kaplanıyordu benliğim. Kitap kadınların nasıl davranması gerektiğini Kur'an ışığında anlatıyordu.

 

Resulüllah (s.a.v) bir gün Hz. Aişe (r.anha)'nın evine girdi. Kızkardeşi Esma yanında idi. Üzerinde vücudunun hertarafını örten ve yenleri geniş bir elbise vardı. Resulüllah (s.a.v) onu görünce kalkıp dışarı çıktı. Hz. Aişe (r.anha) kızkardeşine "buradan uzaklaş Resulüllah (s.a.v) sende hoşlanmadığı bir şey gördü" dedi. Hz. Esma uzaklaştı arkasından Resulüllah (s.a.v) içeriye girdi.Hz. Aişe (r.anha) niçin kalkıp gittiğini sordu. Resulüllah (s.a.v) de elbisesinin yenini sadece parmakları görünecek şekilde ellerinin üzerine çekerek şöyle cevap verdi:

 

"Kızkardeşini görmedin mi? Müslüman bir kadın şurasından başkasını gösteremez."

 

Bu hadis-i şerif'ten anlamamız gereken Hz. Esma'nın giydiği elbisenin bedenini örttüğü, fakat kollarında açıklık olduğu bunun üzerine Resulüllah (s.a.v) bu kıyafetinden hoşlanmadığı, ellerinin üstünün parmaklara kadar da örtünmesi gerektiğini islam alimleri anlamışlardır ve de böyle ifade etmişlerdir. Yani bir kadının gösterişli, vücut hatlarını belli edecek şekilde giyinmesi doğru bir uygulama değildir. Görünmesi uygun olan yerler yüz, eller ve ayaklardır. Alimlerin büyük bir çoğunluğu ayakların da örtünmesi gerektiğini savunur. El bilekleri ve ayak bilekleri tesettüre dahildir.! Ölçüsü bileklerimizdeki çıkıntı kemiklerdir.Dışarıya çıkarken bir kadının ayakları her ne kadar haram sayılmamış olsa da tesettürün gayesi düşünüldüğünde en doğrusu ayaklarımızı da haramdan sakındırmaktır. Kadınların gerek namazda gerek ise de namaz dışında ayaklarını örtmeleri farz değildir. Ancak takva açısından ayaklar da örtülebilir. Fakat örtmemek günah değildir.

 

Baş örtüsü hakkındaki hadis ise şimdiki gençlerin bilmeden kendilerini soktukları günahları hatırlatıyordu bana. Vücut hatlarını belli edecek şekilde giyinip başlarını örten hanım kardeşlerim ayeti kerimeyi hayatlarına nakletmemişler miydi? Üzülüyordum, baş örtüsü uğruna yanan canlar bu denli çokken, şimdiki gençlerin bunu aksesuar niyetine kullanmaları acınası bir durumdu.

 

Alkame bin Ebi Alkame annesinin şöyle dediğini rivayet eder:

 

"Abdurrahman'ın kızı Hafsa'nın başında, saçını gösterecek şekilde ince bir başörtüsü olduğu halde Hz. Âişe'nin huzuruna girdi. Hz. Âişe başından örtüsünü alarak ikiye katladı, kalınlaştırdı."

 

İnce bir baş örtüsü de İslami koşullara uygun değildi. Vücut nasıl ki kapalı olacak, bir mücevher gibi korunacaktı, aynı şekilde baş örtüsü de kalın olmalıydı.

 

Ah yüreğim, ben de Efendimizin yaşadığı dönemde yaşayıp ona tabi olan Müslüman bir kadın olsaydım. Onun gül yüzüne bakıp gözlerimdeki yaşları salsaydım. Her bir zerremle Allah'a biraz daha yakın olsaydım da o zamanda yaşasaydım.

 

Herkesin kısmetinin farklı olduğu gibi benim kısmetim de Kudüs'te doğmak, orayı mesken yapmaktı kendine. Gelmişti, ayağını bastığı Kubbetus Sahra'da, mübarek kayanın üzerinde ayak izi mevcuttu. Her gelen muhafaza edilen ayak izi bölümüne elini koyar oraya dokunurdu. Neden mi çünkü kutlu Peygamber Hz. Muhammed ( s.a.v) oraya ayağını basmıştı ve belki biz oraya elimizi koyduğumuzda cehennem ateşi yakmayacaktı elimizi. Ayağının bastığı yerdeki toz olmayı bile bu denli isteyen yüreğim; Ey dünyanın en güzeli; alemlere rahmet olarak gönderilen sevgili; ümmetine şehadet etmek için kabul olunacağı duâyı mahşere saklayan; kendinden çok ümmetini düşünen nebi, seni görmeyi ne çok isterdim.

 

Hz. Âişe (r. anhâ) ilk başörtüsü uygulamasını şöyle anlatır:

 

"Allah ilk muhâcir kadınlara rahmet etsin onlar; "Baş örtülerini yakalarının üstüne taksınlar..." (en-Nûr, 24/31) ayeti inince, etekliklerini kesip bunlardan başörtüsü yaptılar."

 

 

Ah, ben de o kadınlar arasında olsaydım da, ne malım ne kimsem olsaydı. Yapayalnız bir başıma sadece Peygamberimin izinden gidip onun nurlu gül yüzünü görseydim, sesini duysaydım. Yüreğim yangın yeriydi sanki, aşkla dolup taştım ne oluyordu bana böyle? Bir insan senin kadar sevilebilir mi Ey sevgili Nebi? Senin gibi hafızalarda yer edinip yüreği yakabilir miydi? Kimse sen gibi olamazdı Ey Sevgili Peygamberim. Bunun en büyük kanıtı kutsal kitabımız Kur'anı Kerim'de bulunan Peygamber Efendimizi öven yüce ayetlerdi.

 

"(Rasûlüm!) Biz Sen'i ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." (el-Enbiyâ, 107)

 

"(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Sen, yüce bir ahlâk üzeresin!" (el-Kalem, 4)

 

"And olsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. O, size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir." (et-Tevbe, 128)

 

Zihnimde bu ayetler belirdi, daha fazlası vardı fakat unutmuştum sanırım. Kitaplara daha çok vakit ayırıp unuttuğum bilgileri tazelemem gerekliydi. Buraya biraz adapte olduktan sonra kadınların olduğu bir sohbete katılıp bilgilerimi kuvvetlendirmeliydim. Hazırdım ve birazdan çıkacak Bora'yı yolcu edecektik. Ona tamamen alıştım desem yalan olurdu. Sadece uyuyacağımız zaman aynı yatağa giriyorduk ve onun dışında aramızda bir ten teması olmuyordu.

 

Kendimle konuşmuştum ve sonuç bana sevmekten ne denli korktuğumu göstermişti. Yapamıyordum, kalbimi ona emanet edemiyordum. Sevmeye çalışsam da insan olarak sevmenin önüne geçemiyordum. Belki de hislerimden emin değilim diye bile düşündüm. Bora gittiğinde onu özler miydim bilmiyorum fakat her gün beni arayıp konuşacağını söylemişti. Kapı açıldığında elimdeki kitabı kapatıp yeşil gözleriyle bana bakan adama döndüm. Bora yosun rengi, göze hoş görünen gözleriyle hafif tebessüm saçıyordu bana.

 

" Meryem sen..." dediğinde elimdeki kitabı üstteki rafa bırakıp ona doğru adımladım. Başımı sallayıp karşısında durduğumda gözleriyle beni inceledi. Ağlayacak mıydı, gözleri dolmuştu beni ilk defa bu halde görüyor gibi görünüyordu. Ağzımı açmama izin vermeden bana sarıldığında gülümseyip boşta kalan ellerimi sırtına indirdim.

 

"Bora benim bunu çok önceden yapmam gerekiyordu. Ben tesettüre girdim, Rabbim bana nasip etti çok şükür."

 

Benden ayrılıp alnıma sıcak bir öpücük bıraktığında dudaklarını aralayıp memnuniyetini gösterdi.

 

"Çok şükür Meryem senin adına çok sevindim. Geri döndüğümde düğünümüz olacak biliyorsun. Kendini buna hazırla, biz artık iki yabancı değil birbirimizi Rabbimize yönelten eşler olalım."

 

Harelerimin içine bakarken bir yanım gideceği için kırgındı. Ona az da olsa alışmış, diğerlerine oranla onunla konuşmaktan çekinmiyordum. Bora gidince yalnız kalacağım ve konuşacak kimse olmayacağı için üzülüyordum. Elini uzattığında buruk bir gülümseme vardı yüzünde. Gideceği için üzüldüğünü bilsem de buna mecburdu.

 

Eğitimini bitirip dönecek, geleceği için tecrübe kazanacaktı. Elini tuttuğumda birlikte aşağıya indik ve yeni ailem beni böyle gördüklerine çok mutlu olup tebrik ettiler. Ninem, dayım ve yengem her zaman iyi davranıyordu kıymet veriyorlardı bana. Esma ve Büşra'dan behsetmeme bile gerek yoktu ikisi de şehit düşen kız kardeşimin yerine geçmişti sanki. Yakın davranmaları ve beni sevmeleri iyi geliyordu bana.

 

Birlikte havaalanına varmış Bora'nın gitmesini bekliyorduk. Yapılan son anonsla Bora yerinden kalkıp ailesiyle tek tek sarılıp vedalaştı beni ise en sona bıraktı. Bahar yengem dayanamayıp ağlarken bizi yalnız bırakmak adına biraz uzaklaştılar. Öyle kalabalıktı ki burası zaten isteseler de bizi göremezlerdi. Gideceğini bildiğimden gözlerimde biriken yaşları görmemesi adına bakışlarımı kaçırdım fakat Bora eliyle çenemi tutup başımı hafifçe kaldırdı ve ona bakmamı sağladı.

 

Gözleri denizlerdeki yosunların içine karışmış gibi eşsiz bir güzellikteyken ben onlara bakmaya korkuyordum. Ya kapılırsam o gözlerine, ya özlersem onu, ya istemeden aşık olursam ne yapardım ben olumsuzlukla? Sevmeyi bilmeyen yüreğim korkuyordu kalbine bir yürek almaya. Biliyordum ki doğup büyüdüğüm topraklara dönecektim, kimse buna engel olamazdı ama seversem onu benimle oraya gelmesine zorlayamazdım. O, siyonistlerin zulmüne benim gibi dayanabilir miydi bilmiyorum. Acıyla kavrulan bir şehrin çocuğu ve yetimiydim ben. Harelerine donuk bakışlarla bakarken ne diyeceğimi bilmiyordum.

 

"Meryem beni bekleyeceksin değil mi? Bak, üzülme bir kaç güne sonuçları açıklayacak doktor, eğer böbreği uyuşan biri varsa beklemeden amaliyat olacaksın sağlığına kavuşacaksın. İnşallah bu kişi ben olurum, benim bir parçam seninle olsun sana can olsun hayat olsun ki sen de bana hayat ol."

 

Sözleri yutkunmama neden olurken gözlerim daha da doldu. Amerika büyük bir ülkeydi, oraya giderse değişir diye korkuyordum. Ya ben yokum diye bir başkasını kalbine, evine, yatağına alır mıydı? Ona güveniyordum ama sonuçta her insanın nefsi vardı ve onu yenmek bazen çok zor olabiliyordu.

 

"Bora, ya ben yokken orada birine aşık olursan?"

 

Soramam dediğim soruyu sorup yeşillerine odaklandım. Hafifçe tebessüm edip elimi tuttu ve beni kendisine çekti. " Meryem merak etme gülüm sevmem kimseyi. Ben bir tek sana aşığım." Başımın tepesinden öpüp beni serbest bıraktı.

 

"Meryem sen de kimseyi sevip aşık olma ne olur çünkü benden başkasını seversen inan bana cenaze namazımı kılarsın. Ben seni kalbimde öyle bir yere koydum ki, kimse yerini değiştiremez."

 

Gülümsedim, sevgi böyle bir şey miydi? Karşılıksız olmasına rağmen, benim duygularım netlik kazanmamışken; bana olan aşkını haykırması ruhumu okşuyordu. Son kez bana sarıldığında ondan beni her aradığında o güzel sesinden bana her gün Kur'an okumasını istedim. Gülümsedi, zevkle okuyacağını bunun kendisine de iyi geldiğini ve tefsiriyle birlikte seslendirip e posta adresime atacağını söyledi. Sorusuna cevap vermedim çünkü kendimden bile emin değildim onu üzmek kırmak istemiyordum. Giderken son kez sarılıp alnımdan öptü ve uçağa binmek için işlemleri son kez yapıp gitti. O giderken hepimiz yaşlı gözlerle kaldık.

 

***********

 

Okula başlayalı bir hafta oluyordu. Bora beni her gün arıyor o güzel sesiyle Ayet-i Kerimeleri hevesle dinleyip anlamını kavrayıp hayatıma geçirmeme neden oluyordu. Arkadaş da edinmiştim, şimdilik iki kızla aram çok iyiydi. Biri benim gibi yeni tesettüre girmiş olan İsra diğeri ise Atiye'ydi. Dersten çıkmış benim gibi yurt dışından gelip sınav sonuçlarına göre dereceye giren öğrencilerin arasında yapılan sınav sonuçlara bakacaktım.

 

Türkiye'de dünyadaki bir çok ülkeyle karşılıklı olarak öğrenci değişim programları ve çalışmaları gerçekleştirilmekteydi. Aynı zamanda İran'dan, Türkmenistan'dan, birçok Arap ve Avrupa ülkesinden yabancı uyruklu öğrenciler, eğitimlerini devam ettirmek ya da tamamlamak için Türkiye'ye gelmekteydi benim gibi. Panoya asılan kağıtlara göz gezdirdiğimde etrafımdaki bazı öğrenciler de farklı sonuçlara bakıyordu.

 

Sonunda bizimle ilgili sonucu gördüğümde parmağımı uzatıp en alttan başlayarak ismimi aramaya başladım. En üste geldiğimde ismimi ikinci sırada bulup orada durdurdum. Çok fazla öğrenci olmasa da aralarında puanım iyiydi. Hafifçe gülümsediğimde bir elin benim ismimim üstünde durduğunu fark edip hemen elimi çektim. Bu bir erkek eliydi, belliydi ve ben onun ismine bakmamıştım bile. Başımı çevirip kağıda parmağını indiren gence baktım. İlk dikkatimi çeken mavi gözleri olsa da hemen bakışlarımı kaçırdım, sanırım gitmeliydim tam adım atıp gideceğim sırada adımı söylemesiyle durdum.

 

"Maryam El Hatib. Arap mısınız?" diye sorduğunda ırkçı mı acaba diye düşünüp çattığım kaşlarımla ona döndüm.

 

"Evet Arap kökenliyim ne olmuş? Araplarla alıp veremediğin bir şey mi var?"

 

Sinirle söyledim sözlerden sonra gülümsedi. Mavi gözlüydü ve sarışındı bakışlarımı tekrar yere indirdim.

 

"Araplarla bir sıkıntımın olması mümkün değil ben de bir Arabım. Suriyeli misiniz diye merakımdan sordum. Özür dilerim ben Abdurrahman Al Hussein."

 

O da benim gibi Arap mıydı? Şaşkınlık yüzümde gezinip dururken konuşmam gerektiğine kanaat getirdim yoksa yanlış anlaşılabilirdim. " Şey asıl ben özür dilerim Arap düşmanı sandım sizi o yüzden tepki gösterdim. Ben Maryam ve hayır Suriyeli değilim, babam Filistinli annem Türk."

 

Başımı hafifçe kaldırdım mavi hareleri acıyla kavrulmuş gibi dolarken başını eğip tekrar kısa süreli baktı bana. O da ben de bakışlarımızı birbirimize değdirmiyorduk. " Önemli değil seni anlıyorum tanımadığın bir yere alışmak çok zor. Ben Suriyeliyim ve buraya geldiğimde daha çocuk yaştaydım. Gelmeye mecbur bırakıldık hâlâ ülkemde ailemin üyeleri var ve her an ölüm haberleri gelir diye korkuyoruz hepimiz."

 

Gözümden bir damla yaş firar ederken dudaklarım acımı haykırır gibi aralandı. " Allah yardımcınız olsun, vatanından uzak olmak çok zor. Ben yeni geldim ve Kudüs'ü çok özlüyorum. Aileme söz vermeseydim burada okumazdım fakat hayat beni buraya getirdi."

 

"Kudüs ha, ah oraya gitmeyi çok isterdim biz de her daim sizin için dualar ederiz. Zamanında Arap ülkelerine seslenilmiş İsrail denen kafir devletin yıkılması gerektiği söylenmişti, Suriye de desteğini gösterip sonuna kadar yanınızda olacağını bildirmişti fakat işler karışmış ve buna engel olunmuştu."

 

Sandığımın aksine çok şey biliyordu hakkımızda. Suriye bize en yakın ülkelerden biriydi ve onların desteğini çocukluğumdan beri duyardım dedemin dilinden. Suudi Arabistan kralı Faysal bin Abdülaziz 25 Mart 1975 (68 yaşında) yılında yeğeni Faysal bin Musaid tarafından sarayında öldürüldü. İzlediği politikalar ve Aksâ hakkındaki sözleri onu ölüme sürüklemişti. Mısır ve Suriye İttifakının işgalci İsrail'e savaş açması üzerine Amerika başta olmak üzere diğer Batılı ülkeler geçmişte yaptıkları gibi işgalci İsrail'in yanında yer aldılar. Allah rahmet etsin sana kral Faysal Bin Abdulaziz, mekanın cennet olsun. Krallık yaptığın dönemde hep iyi şeyler yapmaya çalıştın fakat buna engel olundu.

 

"Suudi Arabistan kralı Faysal Bin Abdulaziz'den bahsediyorsun. Allah ona rahmet etsin ülkemi kurtarmak istedi, Aksâ'yı kanlı ellerden kurtarmak istedi."

 

Faysal Bin Abdulaziz'in sözleri zihnimi delip geçerken gözlerim doldu.

 

'Eğer bana cihat etmek ve mukaddes topraklarımızı kurtarmak nasip olmayacaksa, beni bu dünyada bir an bile yaşatma.'

 

Kral Faysal Bin Abdulaziz Allah senden razı olsun, sen dikenlerle dolu bir yolda ümmeti toplamak istedin ve ben eminim ki sen şehitsin. Allah yolunda yürüyüp bedelini canınla ödedin, ardında seni bilen bir nesil var. Bizim için söylenen sözleri asla unutmayacağım. Bunları kim söylerse söylesin kıymeti bende çok fazlaydı. Mavi hareleri benim gibi dolarken başını olumlu anlamda salladı tekrar başımı eğdim. Birinin boynuma sarılmasıyla neye uğradığımı şaşırıp arkamı döndüm. Ah İsra ödümü kopardı bu kız, öyle gelinir miydi insanın yanına resmen kalpten gidecektim.

 

"İsra deli misin korkuttun beni!"

 

Bana muzur bir gülücük yollarken gözleri karşımdaki gence kaydı. "Abdurrahman siz tanıştınız mı Meryem ile?"

 

Şaşkın gözlerle İsra'ya bakarken dudaklarını araladı. "Bakma kız öyle, aynı mahelledeyiz ordan tanıyorum. Annesi komşumuz oluyor bize gidip geliyorlar o kadar yani."

 

Başımı olumlu anlamda salladıktan sonra Abdurrahman beni tebrik edip giderken ben de birinci olduğu için onu tebrik ettim. İsra ile yürümeye başladığımda yanımıza Atiye geldi, ne oldu der gibi bakarken ben yok bir şey der gibi elimi boş ver şeklinde salladım. Atiye şüphe dolu bakışlarıyla bana bakarken İsra kıkırdamaya başladı.

 

"Ya Meryem Abdurrahman ile tanışmış ve aralarındaki elektriği görmen lazım bence kesin hoşlandı bizim kızdan."

 

Kaşlarımı çatıp koluna çimcik attığımda canı yandı. "Of yapmasana ya yalan mı bakmamaya çalışsa da belliydi yani neyse yakında bir şey olursa kokusunu alırız."

 

Koluna girip dudağımı büktüm. "Saçma sapan konuşma İsra kokusunu alacağın tek şey yanık kokusu olacak çünkü seni yakacağım."

 

İsra umursamaz şekilde kıkırdarken Atiye de ona katılıp beni kızdırmaya yemin etmiş gibi çeşitli imalarda bulundular. Saçmaydı ben kimseyi sevemezdim, hiç sevmemiştim, bir erkek nasıl sevilir, nasıl ilk hoşlanma duygusu oluşurdu insanda bilmiyordum. Her şeyi geçtim zaten evliydim ama bunu İsra ve Atiye bilmiyordu. Hastalığımdan da bahsetmemiştim onlara.

 

Kimsenin bana acımasını istemiyordum, hem daha bir haftadır tanışıyorduk ama çok iyi arkadaş olmuştuk. Birbirimizle vedalaşıp çıkarken okulun önünde ağaçlıklar içinde yanındaki arkadaşlarıyla konuşan Abdurrahman'ı gördüm. Başını çevirip bana baktığında yeşilliklerin içindeki mavi gözleri daha çok açılıp gülümsedi.

 

Şeytan yine zihnimle oynarken içimden gülüşünün ne kadar güzel olduğu geçti. Hayır Maryam bu sen değilsin, sen evlisin şeytanın oyununa gelemezsin diyen iç sesimi dinleyip başımı çevirdim yürümeye devam ettim. Beni bekleyen araca doğru giderek bindim ve eve doğru yol aldım. Kızlar kafeye gideceklerini söylemişti ben ise yorgundum ve hiç halim yoktu direkt olarak eve gidip biraz dinlenip ders çalışacaktım.

 

Eve geldiğimde hızlıca odama çıktım, gün boyu belli etmemeye çalışsam da başım fena halde kaşınıyordu. Daha dün banyo yapmıştım lâkin yeterli olmamıştı sanırım. Odama girip kapıyı kilitledim ve önce baş örtümü açıp başımı kaşımaya başladım. Kıvırcık saçlarımı yolacaktım resmen çok kaşınıyordu, biraz rahatlayınca ellerimi saçlarımdan çektim ve o görüntüyle karşılaştım. Avuçlarımın arasında duran saç tellerim oldukça çoktu. İlaçların etkisiyle saçlarım dökülmeye başlamıştı.

 

Gözlerim anında dolarken tekrar saçlarıma attım ellerimi ve yine tel tel dökülüyordu saçlarım. Avuçlarımda beni delirten gerçekler saklıydı. Dayanamayıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Ağlayışım artarken ellerimi başımın üstünde tutup katıla katıla ağlamaya devam ettim. Kendimi kaybetmiştim ne yapacaktım ben şimdi istemiyordum ki dökülmelerini, saçlarım çok güzeldi kimse görmese de güzeldi.

 

Kapı aniden açıldığında Esma korkulu gözleriyle yanıma varıp bana sarıldı. Yerdeki saçlarımı gördüğünde o da benimle ağlamaya başladı ama sarılması bana güç veriyordu. Zehra ninem, Bahar yengem ve Büşra da geldiğinde beni teselli etmeye çalışan cümleler sıraladılar. Bahar yengem yanıma vardı, avuç içlerini yanaklarıma indirip dolan gözlerimdeki yaşları sildi..

 

"Kızım, güzel gelinim benim, ağlama ne olur. Bak geçecek iyileşeceksin dayanıklı ol yavrum."

 

Başımı elleriyle tutup göğsüne indirdiğinde annemi hatırladım. Şimdi onun kollarında olup içimi dökmek vardı, olsun yengem de annemden farksız davranmıyordu bana. Ağlamaya devam ederken böyle olmayacağını bildiğimden konuştum.

 

" Yenge ne olur tıraş edin saçlarımı ben dökülmelerine dayanamam."

 

Başını sallayıp benimle birlikte hıçkırıklarla ağlamaya devam etti.

 

" Tamam kızım sen nasıl istersen öyle olsun. Yeter ki sen üzülme."

 

Loading...
0%