Yeni Üyelik
14.
Bölüm

14.Bölüm: Yardım

@hayalperestyazar02

Keyifli okumalar oy ve yorumlarınızı bekliyorum.

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

 

Avuçlarımda dualar gözlerimde yaşlarla gelmiştim kuaföre. Benimle birlikte gelen ninem, bahar yengem ve kızlar beni sakinleştirip isteğimi yerine getireceklerdi. Kıyacaktım saçlarıma, dökülmelerine dayanamazdım. Onlardan tamamen kurtulacak, her gün dökülmelerini görmenin acısıyla karşılaşmayacaktım. Bundan sonra aynalara küsecek olsam da saçlarımı kestirmeye karar verdim. Çalışan kız yanımıza vardığında önce saçlarımı kısaltacağını sonra saç tıraşı makinesini kullanacağını söyledi.

 

Saçlarım azar azar kesilirken ben yaşlarımı içime akıtıyordum. Ağlamamak için kendimi zorluyordum. Esma aynanın karşısına laptopu bırakıp açtığında ne yapacağına anlam veremedim. Sormama izin vermeden sus işareti yaptıktan sonra biraz bekledi ve önümden çekildi. Karşımda yeşil gözleri bulacağımı düşünememiştim. Bora şişmiş gözleriyle yeni uyanmış gibi görünüyordu. Tabi ya orayla aramızda saat farkı vardı. Bizim için öğleden sonraydı onlar için ise sabahın erken saatleri olmalıydı. Yeni uyanmış olmalıydı, bana gülümseyip acımı uzaklaştırmak ister gibi neşeli bir sesle konuştu.

 

" Meryem nasılsın bakalım, duydum ki ağlamışsın bak gelirim oraya kızarım sana, ağlamak üzülmek yok döneceğim ben ama."

 

Olayı şakaya vurmaya çalıştığını biliyordum, içimden gelmese de gülümsedim ama gözlerim ağlamaya yüz tutmuştu bile. Saçlarım kesilirken Bora bana güzel olduğum gerçeğini haykırıp kalbinden geçenleri sıraladı. Ne annesinin ne babannesinin yanımızda oluşu onu utandırmamıştı. Esma ve Büşra kardeş edasıyla bana destek oluyorken Bora konuşmasıyla beni rahatlatıyordu.

 

Güçlü olduğumu iyileşeceğimi ve vatanımı kurtaracağımı söyleyerek beni bunları atlatacağıma inandırıyordu. Artık saçlarıma elveda demenin vakti gelmişti. Çalışan kız makineyi eline aldığında gözlerimi ekrandan ayırıp aynaya baktım. Bir erkeğin saçı gibi kısalmıştı nerdeyse ve birazdan hepsi tamamen girecekti. Yüzüme bakma isteğim solup giderken ekrana baktım. Çirkinleşecektim belki de, Bora beni böyle de sever miydi? Ben bile kendime bakamazken o bu halime nasıl dayanacaktı?

 

Yeşil hareleri dolan adam, saçlarım tıraş olmaya başladığında eline aldığı anlam veremediğim şeyi saçlarına götürdü ve orada gezdirdi her neyse o? Elindekini saçlarında gezdirdiğinde onun saç tıraşı makinesi olduğunu fark ettim. Elimle ağzımı kapattığımda ağlamam hıçkırıklarla karışık bir halde çıkmaya başladı. Bora mesafelere inat benim gibi saçlarını sıfıra vuruyordu.

 

Benden dökülen her telde onun da gözlerinden yaşlar o güzel saçları ben üzülmeyeyim diye kesiliyordu. Tıraş makinesi sesleri çoğaldığında etrafıma baktım. Zehra ninem, Bahar yengem ve Esma da saçlarını benimki gibi kestiriyordu. Büşra ise kestirmeye hazırlanıyordu. Kendimi zorla toplayıp dudaklarımı acıyla araladım.

 

" Ben sizi hak edecek ne yaptım?"

 

Sustum, bakışlarım güneşten bir parça saklıymış gibi duran sapsarı saçlarıyla Büşra'ya döndü. Daha yaşı 14'dü kıyamazdım ona okula gidiyordu Esma gibi tesettürlü değildi. " Büşra ne olur saçlarına kıyma. Sen okula gidiyorsun, kimse benim için seninle alay etmesin. Kendimi daha kötü hissederim."

 

Hafifçe gülümsedi elimi tuttu. "Yengem üzülme sen, biraz kısaltacağım korkma ve ağlama ne olur. Hepimiz seni çok seviyoruz. Seni böyle görmeye dayanamıyoruz."

 

Çalışan kız, kalan çok kısa saçlarımı tıraş bıçağını dikkatle kafa derime değdirdi ve saçlarım tamamen yok oldu. Aynaya döndüm ve kendime baktım. Ellerimi başıma götürdüm tek bir tel bile kalmamıştı, kafa derim dışında bir şey yoktu artık. Kesilirken canım yanmamıştı biraz kaşınmış ve rahatsız etmişti o kadar. Artık evde tek bile kalsam başımdaki örtüyü çıkartıp kendime bakmayacak aynaları düşman bilecektim. Dayanmalıydım, kendimi toplamalıydım düşünecelerim yanlıştı belki ama her zorluğu atlatacak bir yüreğe sahipti bedenim.

 

Yaşadığım acılar çok fazlaydı ama en azından vatanımda Mescid-i Aksâ'da geçiyordu günlerim. Küdüs'üm, boynu bükük kalmış sevgilim; Maryam bir gün dönecek ve seni Allah'ın izniyle tutsaklığından azad edecek. O gün senin kurtuluşa erdiğin gün güneş bir başka doğacak bir başka aydınlanacak Kudüs toprağı. Filistin her bir karışıyla sevince boğacaktı tüm dünyayı.

 

Hayallerim kalbimde yeşerirsen akan yaşlarımın farkında bile değildim. Gözlerim tekrar ekrana kaydığında Bora saçlarına benim gibi veda etmiş bana bakıyor o güzel gülümsemesini yüzünden hiç atmıyordu. Neden böylesine güzel ki senin yüzün? Saçların kesilmiş olsa bile yüzünün güzelliğine en ufak bir çirkinlik, noksanlık vermemişti. Hâlâ çok yakışıklı ve gülen yüzüyle hayırlı biri olduğunu belli ediyordu.

 

Beni böylesine düşünen insanların olması beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Annem aradı ben de ona dönüş yapıp aradım. Görüntülü aramıştı ve ben de ona o şekilde döndüm. Orada her türlü zorluğun oluşuyla kıyamıyordum ona, aradığında açmıyor ben arıyordum onu. Zordu Filistin'de yaşamak, maddi acıdan özellikle Filistin halkı zorluk çekiyordu. Dayatılan vergiler kendi evlerimizde kirada oturmak zorunda kalmak bazen ise evlerimizi zorla yıkmak zorunda kalmak...

 

Geçmişinizi yaşadığınız evinize veda edebilir misiniz? Sizin olan evinizi elinizden zorla alsalar ne hissedersiniz? Biz acılara göğüs geren bir milletin evlatlarıydık. Annem, güzel yürekli kadın, sen zorluk çekmeden büyümüşsün peki babam için aşkın için nasıl dayandın bu acılara? Annem ağlamaktan kızaran gözleriyle bana bakıyordu. Yanında kardeşim Yaser ile duruyordu. Yanımdaki Esma kalkıp baş örtüsünü alıp takarken diğerleri de başlarını örttü.

 

Yaser'in gözleri görmüyor olsa da o bir erkekti. Evet ergenlik çağında değildi ama kadın her daim dikkat etmeliydi böyle şeylere. Yaser, canım kardeşim gülüyordu kurban olsunlar sana güzel yüreklim kıymetlim. Yaser kıymetlimdi benim, Ruveyda gittikten sonra Yaser hepimiz için kıymetli olmuştu ama ona da acı nakş edilmişti. O güzel gözleri siyonist askerler yüzünden karanlığa mahkum olmuştu. Annem başındaki örtüyü usulca kaldırınca onun da saçlarının kesilmiş olduğunu gördüm. Hıçkırıklarım akan yaşlarıma eşlik ederken ekrana gelen Sami dolan gözleriyle bana kızmaya başladı.

 

" Maryam ağlıyor musun sen? Bak gelirim oraya seni ağlatan kim varsa sapanımla vururum. Bak acımam ha haberin olsun."

 

Arapça konuşan kardeşime kendi dilimde cevap vermeliydim. Yaşlarımın arasına samimi bir gülümseme yerleşirken dudaklarım hasret kaldığım aileme sevgisini haykırdı. "Hepinizi çok özledim tamam Sami ağlamak yok iyiyim ben."

 

Kendimi gülümsemeye zorladım yapabilirdim daha önce de ne zorluklar atlatmış hepsinde yüzümdeki gülümsemeyi eksik etmemiştim. Tutuklanmak alıkonulmak normaldi hayatımızda, alışkındım bunlara ama galiba bu ilaçlar yan etki yapıyor ve beni boşluğa itiyordu. Annem başını tekrar örttü, ailemle hasret giderdim. Sami ve Yaser okula gidiyordu ikisi de gözümde tütüyordu. Yaser ayrıydı ama Sami bana ayrı bir düşkündü. Zayıflamıştı miniğim yemek yemiyor muydu bu çocuk?

 

"Sami sen aç mı kalıyorsun zayıflamışsın. Ben de sana kızarım ama kendine iyi bak ki geldiğimde kocaman adam ol. Benimle gel ve Kudüs'ün her taşına ayak basalım."

 

Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra gözünden istemsizce bir damla yaş aktı. " Sensiz boğazımdan geçmiyor ki."

 

Gözleri acı çeker gibi beni bulduğunda eliyle ağzını kapatıp ekrandan uzaklaştı. Ah Sami yine kaçmıştı beni ağlatıp kaçmıştı. Dayanamam ki ben sana kardeşim. Sami uzaklaşırken kapının sesiyle evden gittiğini anladım. Ekrana gelen can parçamı gördüğümde gülüşüm tekrar yerine yerleşti. Kardeşim Mohammed Âlâ, cesaret timsali yürekli mücahidim benim, aslan gibi bir genç olacağı şimdiden belliydi. O güzel yüzüyle bana baktığında yine beni güldürmeye çabaladı can kardeşim.

 

"Maryam üzme kendini bak ben de keserim saçımı ha kel olurum. Hepimiz öyle gezeriz havalar da soğumaya başlıyor, hasta olursam masrafları da Bora beye kitlerim ha."

 

Bora onları duysa da sadece gülmekle yetindi. Ardından ailemle selâmlaşıp konuşmaya başladı. Kendimi daha iyi hissediyordum, daha güçlüydüm. Ailem sevdiklerim yanımdaydı bana güç veriyorlardı. Esma baş örtümü takmama yardım etti. Ailemle vedalaştıktan sonra Bora ile son kez konuşup kapatacak ve eve dönecektik. Sırtıma saç tellerim karışmıştı, kaşındırıyordu banyo yapmalıydım sonra da Rabbime dua etmeliydim. Her sorunda ağlamak doğru değildi kendimi toplamam lazımdı.

 

Bizimkiler toparlanırken, Bora doktorun ona haber vericeğini ve sonuçları anında bana ileteceğini söyledi. Uygun böbreğe sahip birisi bulunursa beklemeden ameliyat yapılacaktı. Umudumu her daim diri tutmalıydım. Bora gülümseyen yüzüyle ışık saçan yeşilleriyle bana bakarken Esma başıma örtümü takıyordu. Dudakları itirafını haykırır gibi açıldığında yüzüne bakamayıp utanmış başımı eğmiştim.

 

Ant aleishq demişti yani sen aşksın demişti bana. Esma anlamamış olacak ki şaşkın şekilde bakıp sordu. " Abim ne dedi öyle de utandın sen?" Sonra Bora'ya dönüp onu yoklar gibi kaşıyla işaret yaptı. " Abi ne dedin sen bak kimseye demem?" dese de Bora onu azarladı.

 

Esma gitti ve Bora arapça konuşarak "Ene uhibbuki." dedi yani seni seviyorum ben ise cavap dahi veremedim. Oysa ki benim de ona 'Ene uhubbike' demem gerekirdi ama dilim varmamıştı. Bora veda edip gittikten sonra Esma laptopunu alıp çantasına yerleştirdi ve bana samimi sekilde gülümseyip koluma girdi. Eve gidecektik daha iyi hiseediyordum kendimi, iyileşecektim bugün değilse bile yarın olacaktı bu Allah'ın izniyle. Benim bu hastalığa yakalanmam gerekiyormuş, başıma gelen bu derde isyan etmeyecek dua ile Rabbimden şifa dileyecektim.

 

Eve geldikten sonra giyeceklerimi hazırlayıp yatağın üstüne bıraktım. Kapıyı kilitlemiştim hemen banyoya gittim ve kısa bir duş alıp çıktım. Giyindikten sonra namaza durdum, kalbimi gören bilen Rabbime içimi açtım. Ağladığım, dayanmakta güçlük çektiğim için af diledim. Ben bu değildim, vatanı uğruna canını gülerek verecek Maryam bir hastalık uğruna bu denli ağlamamalıydı.

 

" Ey yüce Rabbim vatanıma selamet ver. Mescid-i Aksâ'ya kurtuluş nasip et. Müslüman kullarını muzaffer eyle. Müslüman kardeşlerime zulmedenleri Kahhar isminle kahreyle, kurdukları tüm tuzaklara onları düşür Ya Rabbi."

 

Duam uzun uzun devam etti ve ben kalbimdeki acıyla affedilmek için yaşlar döktüm. Hatalar yapmıştım bunlar için yapmam gereken tek şey tövbe etmek bundan sonrası uğruna dayanmaya çalışmaktı. Ey Allah'ım bana hastalığım süresince sabır nasip eyle.

 

Sabır denilince akla Eyüp Peygamber gelirdi. Eyüp -aleyhisselâm-'ın mal-mülk zenginliği, evlâdları ve nâil olduğu bütün nîmetler imtihân-ı ilâhî olarak birer birer elinden alındı. Ardından ağır bir hastalığa dûçâr oldu. Ancak Hakk'a tevekkül ve teslîmiyeti ile, bedenine, malına ve evlâdına gelen musîbetlere karşı büyük bir sabır göstererek ilâhî takdîre râzı oldu. O'nun dillere destân olan sabır ve teslîmiyeti, bir ibret numûnesi olarak insanlık târihine geçti. Şeytan, Eyüp Peygamberi kandırmak, onu isyan ettirmek, günaha davet etmek için çabalamıştı. İblîs, insan kılığına girerek halk arasında Eyüp Peygamberin itibarını zedelemek istiyordu.

 

"Bu kadar nîmet ve bolluk içinde kulluk yapmak kolaydır. Eyüp'ü bir de darlık ve belâ ânında iken görmeli!.."

 

Bunun üzerine Allâh Teâlâ da, Eyüp -aleyhisselâm-'ın kendisine olan tevekkül ve teslîmiyetini izhâr etmek için bu sevgili peygamberine çeşitli musîbetler verdi. Eyüp Peygamber zor bir imtihana tutulmuştu. Önce mallarını kaybetti ardından Şeytan çoban kılığına girerek olup biteni haber verdi.

 

" Ey Eyüp! Büyük bir felaket oldu Allâh Teâlâ senin malını mülkünü telef etti." der fakat Eyüp Peygamber telâşlanmadan büyük bir tefekkürle Rabbine hamd etti ve çoban kılığındaki Şeytana cevap verdi.

 

"Mal ve mülkü bana Rabbim vermişti. Şimdi de aldı. Yegâne sâhip O'dur! Dilerse verir, dilerse alır!.."

 

 

Şeytan bundan memnun olmamıştı ve bu sözler onu perişan etmeye yetmişti. Bu olayın ardından Eyüp Peygamberin evlatları bir zelzele ile vefat etti. Şeytan tekrar feryat figan ederek Hz. Eyüp'ün yanına vardı. O'na isyan ettirmek adına gözlerini yaşlarla doldurdu.

 

"Ey Eyyûb! Allâh Teâlâ evini bir zelzele ile yıktı. Bütün çocuklarını elinden aldı. Onların canhıraş feryadları dayanılacak gibi değildi. Sen hâlâ duruyor musun?"

 

Hz. Eyüp'ün gözünden yaşlar firar etti. Her ne kadar üzülmüş olsa da başına gelen musibetlere sabır ve tefekkür göstererek ilahi tecelliye rıza gösterdi. Şeytan yine memnun olmamıştı, bu sözlerin üzerine adate kudurdu tam bir şeyler söylemek üzereydi ki Hz. Eyüp karşısındaki kişinin kim olduğunu anladı.

 

"Ey mel'ûn! Sen iblîs'sin ve beni Rabbime karşı isyâna teşvîk etmek istiyorsun! Bilesin ki evlâdlarım birer emânetti. Sâhibi geri aldı! Veren O, alan O; niçin incineyim? Ben, her ahvâlde Rabbime hamd eden bir kulum!" dedi.

 

Allâh Teâlâ, Eyüp -aleyhisselâm-'a son olarak Kur'ân-ı Kerîm'de ismi belirtilmeyen bir hastalık verdi. Hastalığı o derece artmıştı hiç kimse yanına uğramaz olmuştu. Yalnız, şefkat timsâli hanımı eşsiz bir sadâkat ve vefâ örneği sergileyerek O'nun hizmetine devâm etti. Sabır timsali Hz. Eyüp bedenine gelen hastalıklara sabretmişti, ancak sonunda hastalık dile ve kalbine zarar vermeye başlayınca kurtuluşuna vesile olan şu yakarışla Rabbine halini arzetti..

 

وَايُّوبَ اِذْناَدَاى رَبَّهُ اَنِّي مَسَّنِىَ الضُّرُّ وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

 

"Ve eyyube iz nêdê Rabbehu:Enni messeniye'd-durru ve ente erhamur râhimîn(râhimîne).."

 

"Eyyub,Rabbine şöyle yalvarmıştı:Ya Rabbi bana zarar dokundu ve Sen, merhametlilerin en merhametlisisin."

 

Yüce Rab duasına icabet ederek Hz. Eyüp'ten hastalığı aldı. Yüce kitabımızda bu olay şu ayetlerle sabitti.

 

وَأَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الضُّرُّ وَأَنْتَ أَرْحَمُ الرَّاحِمِينَ

 

"(Ey Peygamberim!) Eyüp'ü da hatırla. Hani o Rabbine,'Şüphesiz ki ben derde uğradım, sen merhametlilerin en merhametlisisin' diye yalvarmıştı." (Enbiya, 21/83)

 

وَاذْكُرْ عَبْدَنَا أَيُّوبَ إِذْ نَادَى رَبَّهُ أَنِّي مَسَّنِيَ الشَّيْطَانُ بِنُصْبٍ وَعَذَابٍ

 

"Kulumuz Eyüp'ü da an: (O) Rabbine 'Şeytan, bana bir yorgunluk ve azap dokundurdu' diye seslenmiş, dua etmişti." (Sâd, 38/41)

 

Yüce Allah, Eyüp Peygamberin duâsı üzerine hastalığının iyileşmesi için,

 

"Ona ayağını (yere) vur, işte yıkanacak ve içilecek serin (bir su)" (Sâd, 38/42) buyurmuş, Eyüp (a.s.) ayağını yere vurmuş, çıkan su ile yıkanmış ve sudan içmiş, iç ve dış bütün hastalıklarından kurtulmuştur.

 

Yüce Allah, Eyüp'ün duâsını kabul ettiğini şöyle bildirmektedir:

 

"Biz de onun duâsını kabul etmiş ve başına gelenleri kaldırmıştık. Katımızdan bir rahmet ve kulluk edenlere bir hatıra olmak üzere ona tekrar ailesini ve kaybettikleriyle bir mislini daha vermiştik." (Enbiyâ, 21/84

 

Hz Eyüp böylesine bir sabır örneği göstermişken ben nasıl isyan edebilirdim ki? Nasıl halimi şikayet edebilirdim, dua ederek şifa dilemeliydim Eyüp Peygamber gibi. Aklıma Yunus Emre'nin şiiri geldi, sanki Hz. Eyüp'ün sabrını anlatıyordu.

 

Kahrın da hoş lutfun da hoş

 

Cana cefa kıl ya vefa

Kahrın da hoş, lütfun da hoş,

Ya derd gönder ya deva,

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Hoştur bana senden gelen:

Ya hilat-ü yahut kefen,

Ya taze gül, yahut diken..

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Gelse celalinden cefa

Yahut cemalinden vefa,

İkiside cana safa:

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Ger bağ-u ger bostan ola.

Ger bendü ger zindan ola,

Ger vasl-ü ger hicran ola,

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Ey padişah-ı Lemyezel!

Zat-ı ebed, hayy-ı ezel!

Ey lutfu bol, kahrı güzel!

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Ağlatırsın zari zari,

Verirsen cennet-ü huri,

Layık görür isen nari,

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Gerek ağlat, gerek güldür,

Gerek yaşat gerek öldür,

Aşık Yunus sana kuldur,

Kahrın da hoş, lutfun da hoş.

 

Ey padişahı lem yezel,

Ey kadir-i hayyu ezel.

Ey lütfü çok, kahrı güzel,

Lütfün da hoş, kahrın da hoş.

 

Ağlatırsın zârı zârı,

Göstermezsin hiç didârı.

Layık görür isen nârı,

Nârın da hoş, nurun da hoş.

 

Hoştur bana senden gelen,

Ya gonca gül, yahut diken.

Ya hıl'atü, yahut kefen,

Lütfün da hoş, kahrın da hoş.

 

İster ağlat, ister güldür

İster şad et, ister öldür

Miskin Yunus sana kuldur

Narın da hoş, nurun da hoş

 

Yunus Emre

 

Bir çok evliya zat böyle cümlelerle şiirler yazmıştır. Bir çoğunun narın da hoş demesindeki derin anlamı anlayamayanlar vardır.

 

Nâr, yani Cehennem elbette çok kötüdür. En kötü insanların cezalandırıldığı yerdir. Allahü teâlânın kötü dediği yere iyi demek elbette küfürdür. Fakat evliya zatlar, (Cehennem iyidir) demiyorlar. (Layık olanları Cehenneme atman iyidir) diyorlar. (Eğer bana nârını layık görmüşsen, elbette senin takdirin yerindedir, güzeldir) diyorlar. Zaten bunun aksini söylemek küfür olur.

 

Telefonumun çalmasıyla düşüncelerim uçup giderken ekranda Bora'nın ismini görüp tebessüm ettim. Galiba doktordan haber vardı. Acaba uygun böbrek bulunmuş muydu yoksa vücudumdaki tüm tüyleri dökecek ilaçları kullanmak zorunda mı kalacaktım? Bekletmeden açtım ve o güzel sesle gözlerimi kapattım. Sesinin tınısı bile öyle güzeldi ki boş boş konuşup dursa oturup dinlenirdi o derece güzeldi sesi.

 

"Meryem'im nasılsın, okul nasıl gidiyor?"

 

Hafifçe gülümseyip cevap verdim. Bugün doktordan haber gelmesi gerekiyordu beni arayacağını söylemişti sanırım onun haberini verecekti. "İyiyim yani ruhsal olarak ama bedenen ağrılarım hâlâ sürüyor. Doktor arayacaktı seni bir haber var mı?"

 

Bir süre hiç sesi gelmedi anlamıştım kimseyle uyuşmamıştı böbreğim fakat sabredecek bekleyecektim. Allah her duaya icabet edendi beni de sağlığıma kavuşturacaktı.

 

"Bora susma ne olur, ben her cevaba hazırım dayanacağım ve dua edeceğim. Eğer kısmetimde varsa yaşamak Rabbim sağlığıma kavuşturur beni. İnan bana üzülmüyorum, artık kemdimi hazırladım her şeye ölüme bile..."

 

"Sakın bir daha ölümden behsetme..."

 

Sesi oldukça sertti bunu beklemediğim için telefonu kendimden uzaklaştırıp şaşkınca kalakaldım. " Meryem sinirlerim bozuldu kusura bakma sana bağırmak istemedim."

 

Yumuşak ve içten sesi kızmama bile firsat vermiyordu. " Sorun değil üzülme kızmadım sana." dedim gayet sakin bir tonda.

 

Derin bir nefes çektiğinde kendini toplamaya çalıştığını anladım. Bu habere dayanamayacağımı düşünüyor olmalıydı. Onun için de kolay değildi, sevdiği, evlendiği kızın hasta olması ve belki de ölecek olması onu fazlasıyla üzüyor olmalıydı.

 

"Meryem doktor aradı ve üzgünüm ki kimseyke uyum söz konusu değilmiş. Filistin'deki akrabaların bile gerekli tetkikleri yaptırmış fakat kimseyle uyuşmuyormuş. Benimle olsaydı hemen gelirdim ama benim böbreğim de uymuyormuş."

 

Ağlamayacaktım dayanmalıydım daha yeni aklımda Hz. Eyüp Peygamber vardı sabrın en güzel örneği ben de sabredecektim.

 

" Üzülme Bora, Rabbim yardımını bir şekilde yollar. Elimizden gelen tek şey dua etmek ve sen de benim için dua et."

 

Şu an gülümsüyor olmalıydı eminim ki. " Meryem senin için dua etmediğim tek bir gün bile yok. Ne olur sen de kendine iyi bak ve ne derdin olursa benimle paylaş."

 

Sanki görüyormuş gibi başımı salladım biraz daha konuşup telefonu kapattım. Ürdün'deki amcamın kızı Zeyneb'i arayıp hallerini sordum. Amcam arada geliriz yanına demişti, yalnız kalmamak, kendimi yalnız hissetmemek adına sevdiğim kim varsa arayıp konuşuyordum. Yakında nişanı olacaktı üniversiteye de devam edecekti bırakmayacağını söyledi. Zeyneb ile konuştuktan sonra Muna'yı da arayacaktım.

 

Kudüs çiçeğim okulum bitince yine yan yana olacaktık. Mescid-i Aksâ'nın surlarına çıkıp manzarayı izleyecektik. Bazen gizlice Zeytin dağına gidip siyonistler bizi görünce onlardan kaçacaktık ama orayı sahiplenmiş olsalar da orası bizimdi. Bizim de görmeye halkımız vardı fakat izin verilmiyordu. Yine gözümde tüttün vatanım, yine yüreğimde hasreti yeşerttin. Özledim seni Ey Kudüs, özledim seni mukaddes mascidim, özledim seni Ey güzel vatanım...

 

*************

Zaman geçiyor olsa da her gün biraz daha zor geliyordu bana. Vücudumdaki anlatılmaz ağrılar bazen duruyor bazen çekilmez hale geliyordu. Kemoterapi ilaçları ağır olsa da okula geliyor eğitimimden geri kalmıyordum. Dersten çıkmış kızlarla bir kefede oturup konuşmak için plan yapmıştık. Merdivenlerden ineceğim sırada gördüğüm yüz ile yerimde adeta donup kaldım. Ne işi vardı bunun burada? Yine benimle uğraşmak mıydı niyeti? Gözde beni gördüğünde şaşırmış olsa da pek umursamadan yanıma vardı ve tam karşımda durdu.

 

" Ooooo Meryem hanım ne işin var senin bu okulda?"

 

Adeta küçümsüyordu beni, sinirlensem de belli etmedim başımı çevirip gidecektim fakat kolumdan sıkıca kavradı gitmemi engelledi. Başımı çevirip ona çatık kaşlarımla baktım cevabını almazsa benimle uğraşacak gibiydi.

 

" Gözde, ben burada okuyorum şimdi kolumu bırak da gideyim."

 

Sakin olmanın her daim faydası vardı. Kolumu bıraksa da haince bir sırıtış belirdi yüzünde.

 

"Başını da kapatmışsın zaten bir şeye benzediğin yok daha da çirkin olmuşsun. Şu kıyafetine bak medeniyetten uzak cahiller gibisin."

 

Alay ediyor sabrımı sınıyordu bu kız, dayanamayıp onu dövmekten korkuyordum. Gözlerimi kapatıp sabır diler gibi nefes verdikten sonra onun mavi gözlerine baktım. Beni yeneceğine ne kadar da emindi.

 

"Gözde bakıyorum da sen de pek medeni değilsin zira hayvanlar da çıplak o zaman en medeni onlar. Biz de giyinmeyelim o halde, ki zaten sen giyinik gibi değilsin."

 

Benimle uğraşmaktan hoşlanıyor gibi görünüyordu, yanına bir kaç arkadaşı geldiğinde fısır fısır konuşup durdular. Kesin alay ediyorlardı ama ben sabırlı olmalıydım.

 

"Ben istediğim gibi giyinirim seni asla ilgilendirmez ama senin bu insanları kısıtlayan din algın oldukça saçma geliyor bana. Hayatı yaşamak varken saçma sapan inançlarla hayatını doldurmak ancak senin gibi geride olan Arap birine yakışır."

 

Başımdaki örtüyü gerici bir anlayış olarak görüyordu din hakkında bilgisi hiç denecek kadar azdı. Yoksa bana bu sözleri söylemeye cesaret edemezdi. Ezdirmeyecektim kendimi, vatanımda düşmanlarıma bile korkusuzca karşı çıkmıştım bu kendini bilmez kız mı korkutacaktı beni?

 

"Arap olduğum için mi gerideyim yani çok komiksin. Hiç aynaya baktın mı sen, tanımadığın birini eleştirecek ve aşağılayacak gücü kendinde buluyorsun ve ileride olan sensin öyle mi?"

 

Histerik bir kahkaha attıktan sonra ona doğru bir adım attım. Asla korkmuyordum ondan. Bu tavrımdan yanındaki kızlar korkmuş olacak ki biraz geri çekildiler.

 

"Güldürme beni Gözde sana son uyarım bulaşma bana."

 

Asla iflah olmuyor aksine beni kızdırmak için elinden geleni yapıyordu. " Biliyor musun pis Arap burada okumak senin hakkın değil eğer başını böyle örteceksen Arabistan'a gidebilirsin orası tam da sana göre."

 

"Buna sen karar veremezsin, madem öyle sen de Danimarka'ya git hani medeniyet açık olmak ya sana göre. Bana bak Gözde uzatma artık. Bulaşma bana fena şeyler olur uyarıyorum seni damarıma basma." dedim dişlerimin arasından.

 

İyiden iyiye damarıma basıyor beni kışkırtıyordu. Bana doğru bir kaç adım atıp kulağıma doğru eğildi. Diğerleri duymasa da sözleri çileden çıkmama yetmişti.

 

"Kendini namuslu kız olarak göstermeye çalışamana ne demeli Meryem? Bora seninle neden evlendi acaba? Ha belki de temiz değilsindir ya da evlenmeden..." dediğinde dayanacak sabrım kalmadı. Baş örtümden tut giyimime kadar eleştiri yapmış en sonunda namusuma dil uzatmıştı.

 

Tüm sinirimle boyalı sarı saçlarına yapışıp onu dövmeye başladım. "Utanmaz pislik sen kimsin ki benim namusuma laf ediyorsun. Geberticem seni Gözde." diye bağırdım.

 

Etrafımıza bir sürü kişi toplansa da umursamadım bu kız fazla olmuştu. Kız arkadaşları yardım isterken ben onu dövme derdindeydim belki aklı başına gelirdi pisliğin. En çok da Bora konusundaki takıntılı hali ve imaları delirmişti beni. Medeniyetten bahsetmişti ama medeniyet denen şeyden de fazlasıyla uzaktı. Ben ona başı açık ve açık giyiniyor diye kötü gözle bakmıyordum ama o bana başım örtülü diye demediğini bırakmıyordu. Gözde cırlayıp dururken bana da saydırıyordu, peki benim umurumda mıydı asla. Delirmiş gibi onu döverken biri kolumdan çekiştirip beni ondan ayırmaya çalıştı.

 

" Bırak kolumu geberteceğim bu kızı hak etti bunu." diye bağırdım.

 

Kollarımı sıkıca kavradığında elinden kurtulmaya çalıştım fakat güçlü biriydi. Bakışlarım hâlâ arkadaşlarının yardımıyla kalkıp bana bağıran Gözde'nin üzerindeydi. Herkes etrafımızda toplanmış dururken hocalardan biri geldi olaya el attı. Tabi Gözde hemen atılıp kendini haklı gösterdi ama ben yılmadım, beni tutan kişi serbest bıraktığında ona döndüm. Abdurrahman mı engel olmuştu yani Gözde'yi dövmeme? Dur sen bu işten bir sıyrılayım senin de hesabını çekmezsem. Akif hoca beklemeden sordu bile.

 

" Meryem neden dövdün Gözde'yi aranızdaki bu sürtüşme de nedir böyle? Kocaman kızlarsınız yakışıyor mu size?"

 

Haklıydım ama onu döverek haklıyken haksız konuma geçmiştim. Kendimi açıklayıp olayı anlattım, Akif hoca bana inanmış gibi görünüyordu. İkimizi de odasında beklediğini bir karar alınacağını söyledikten sonra herkese dağılın deyip uzaklaştı. Gözde saçı başı dağılmış şekilde arkadaşlarının arasından bana doğru gelirken Abdurrahman önüme geçip onu durdurdu.

 

"Pis Arap bu yaptığın yanına kalmayacak. Çok ağır ödeyeceksin bunu, bittin sen artık en büyük düşmanınım."

 

Umursamadım bile boş boş konuşsundu. Gözde gider gitmez yanımda İsra ve Atiye bitti. İkisi de nefes nefese kalmıştı Atiye söze atıldı. " Ne oluyor öyle ya kavga mı çıktı?"

 

Dudağım hafifçe yana kıvrıldı kahkaha atmamak için kendimi zor tutuyordum. Atiye'ye baktım o güzel kendiliğinden dalgalı karamel tondaki saçları hafif dağılmıştı.

 

"Evet kavga çıktı, cadının birini dövdüm. Ah kızlar üzgünüm kaçırdınız kavgayı." dedim onları az da olsa kızdırmak hoşuma gidiyordu.

 

Hafifçe koluma vurup azarladı beni." Kimi dövdün kız dalga geçme?"

 

Abdurahman hâlâ buradaydı neden izliyordu dinliyordu ki bizi? Önce onu gönderip bir güzel de ağzının payını vermeliydim. Ne oluyordu ona ya, kimimdi ki benim de bana yardım ediyordu?

 

"Bana bak bir daha koluma falan dokunma suratına bir vururum o mavi gözlerin kan çanağına döner. Şimdi git bir daha da yardım etme bana, ben kendimi korurum sana ihtiyacım yok."

 

Beklemediğim şekilde kahkaha atıp gülmeye başladı. Ya nerden çıkmıştı karşıma bu adam, zaten sinirlerim bozuktu hiç uğraşamazdım onunla.

 

"Meryem ben gelmesem kimse aranıza girmeye cesaret edemezdi. Bir ara bana vuracaksın sandım. Deli gibiydin ya, içimden bu zayıf çelimsiz kız nasıl bu kadar güçlü olur dedim."

 

Kolumu sıkıca tutmasaydı evet vuracaktım ona ama olmamıştı. Benden biraz uzundu karşısına geçip meydan okur gibi dudaklarımı araladım.

 

"Bir daha öleceğimi bilsen de yardım etme bana. O ellerin bir daha elime değerse kırarım." deyip eline baktım.

 

Mesajı almıştı sanırım yüzü anında düşerken kızların koluna geçip uzaklaşmaya başladım.

 

"Ya Meryem ayıp ettin çocuk yardım etmeye çalışmış ki etmiş de sen teşekkür edeceğine ağzına tıktın lafı."

 

"İsra karışma sen, ben kendimi korurum ondan yardım istemedim. Gelmeseydi, aaah zorla mı çağırdılar; istemiyorum ya sevmedim ben onu."

 

İsra of çekip beni çekiştirdi. "Çok ketumsun, cidden adamı yersin sen ne ters kızsın. Ha tamam haklısın ama o sahte sarışını dövdüğün için haksız konuma düştün."

 

Cezam neyse çekerdim hoca çağıracaktı bizi,sinirlerim biraz yatışınca Abdurahman ile de konuşurdum. Sanırım fazla tepki vermiştim ama bunu kızlara belli etmek istemiyordum.

 

*********

 

Yazardan

 

♡♡♡

 

2 Hafta Sonra

 

Meryem kendisine ceza olarak verilen hocaya yardım etme işini severek yapıyordu. Cezası bitmişti Gözde ise cezaya razı olmuş olayı kapatmıştı. Ya da Meryem öyle mi sanıyordu? Meryem işlerini halledip hocasının masasını sildi ve gitmek için hazırlandı. Eşyalarını çantasına atıp koluna taktı ve odadan çıkıp evine doğru yol aldı. Başına gelecek şeyden heberi dahi yoktu.

 

Abdurrahman da aynı saatlerde okuldan çıkmak üzereydi. Meryem'in çıktığını görmüştü, onunla bir türlü konuşmaya firsat bulamamıştı. Onu beklemeye karar verdi ve dışarda park halinde duran aracının kenarına bedenini yaslayıp bekledi. Arada saati de kontrol ediyordu hâlâ yoktu Meryem, oysa ki şimdiye gelmesi lazımdı. En son okulun köşesindeki bahçeye doğru gittiğini görmüştü, aklına o günkü kavga geldiğinde olabilir mi diye düşündü. O kız yani Gözde pek de tekin birine benzemiyordu. Meryem'e zarar vermiş olabilir miydi? Korkuyla tekrar dönüp Meryem'in gittigi yere doğru koşmaya başladı.

 

Arkadaşlarının seslerini bile umursamadan koşuyordu. Etrafına bakıp durdu, neredeydi Meryem? Kulağına ufak bir inilti geldiğinde içinden Rabbine dualar gönderdi. Sesin geldiği yöne doğru gittiğinde genç kızı kendinden geçmiş baygın şekilde yatarken buldu. Hali hal değildi, dayak yemişti; başındaki örtü açılmış saç telleri yerine kafa derisi görünüyordu. Abdurrahman ne olduğunu anlamasa da genç kızın örtüsünü tutup bakmadan başını örttü.

 

"Meryem ne oldu, kim yaptı bunu sana?"

 

Meryem ağlıyor zihni geçmişiyle kıvranıyordu. " Siyonistler..." dedi genç kız dudakları arasından acı bir inilti gibi çıkan sesiyle.

 

Abdurahman başını örttüğü kıza baktı, kendinde değildi hıçkırıklarla ağlıyor tir tir titriyordu. "Siyonistler geldi, yine o pis postallarıyla vurdular vücuduma. Dövdüler beni acımadan her yerime vurdular."

 

"Meryem siyonist yok Türkiye'desin. Kendine gel ne olur, kim yaptı sana bunu?"

 

Meryem hıçkırarak ağlamaya devam ederken cevap vermiyordu. Abdurahman ağlamaya yüz tutan mavilerine engel olup genç kızı kaldırmaya çalıştı fakat Meryem yine kızıyordu. Ne zor kız diye geçirdi içinden tekrar ama yok olmazdı böyle yardım etmeliydi.

 

"Bırak beni dokunma bana..."

 

" Kızarsan kız Meryem seni bu halde bırakıp gidemem."

 

Genç kızı kucağına alıp arabasına doğru yürümeye başladı. Meryem'i gören İsra ve Atiye de hemen genç adamın yanına geldi. Abdurrahman olayı bilmediğini onu hastaneye götürmeleri gerektiğini söylediğinde kızlar onay verip birlikte arabaya bindiler. Meryem arka koltukta başını İsra'nın dizlerine dayamış ağlarken yanan canı ve geçmişindeki acılarıyla tekrar yüzleşti. Atiye genç kızın baş örtüsünü düzeltmeye çalışırken saçlarının olmadığını fark etti. Acıyla araladı dudaklarını.

 

"Meryem senin saçlarına ne oldu böyle?"

 

Hıçkırarak ağlayan genç kız zorla araladı dudaklarını. "Böbrek nakli bekliyorum kemoterapi ilaçları kullanıyorum o yüzden döküldüler."

 

Loading...
0%