Yeni Üyelik
18.
Bölüm

18.Bölüm:Nakil

@hayalperestyazar02

Selamun aleyküm canlar yeni bölümle geldim umarım beğenirsiniz.

Keyifli okumalar oy ve yorumlarınızı bekliyorum.😊💕

 

بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ

 

Yosef'den

 

Bir hafta öncesi

 

Kulaklarım bilinmeyen sesler işitirken nerede olduğumu bilmeden bir boşlukta kalmış gibiydim. Ellerimi bir yerlere tutunmak umuduyla oraya buraya götürsem de sonuçsuzdu her an düşeceğim korkusuyla cebelleşiyordum. Yaşadığım korku ve adrenalinden dolayı kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Herkesin korktuğu o güçlü komutan Yosef değil de korkusundan ölecek bir adama dönüşmüştüm. Şiddetli bir bağırış çalındı kulaklarıma karanlığın içinde kaybolmuş bir çocuktan farksızdım. Endişe ve korkuyla bedenimi yere atmaya çalıştım lakin hareket dahi edemiyordum ayakta çakılı kalmış şekilde kapkaranlık bir yerde duruyordum.

 

Bir ışık hüzmesi belirdiğinde bakışlarımı o yöne çevirdim gözlerim aniden ışıktan istemsiz şekilde kısılırken ışığın geldiği yerin ihtişamlı bir kapı olduğunu gördüm. O nasıl bir kapıydı öyle? Dünyada benzerine asla rastlanmayacak cinste değerli taşlarla süslü ve öylesine parlak öylesine ihtişamlıydı ki gözlerimi alıyordu o yöne bakamıyordum. O kapıdan birinin çıktığını fark ettiğimde adımlarının bana doğru yönelmesi beni daha fazla korkuttu. Bembeyaz uzun bir elbise giymiş bir erkek bedeniydi ama kimdi çözememiştim, yüzünü hâlâ göremiyordum. Öylesine hızlı bir şekilde yanıma varmıştı ki neye uğradığımı şaşırdım. Ama bu adam bu...

 

Bilal El Hatib tam da karşımdaydı capcanlı şekilde karşımda duruyordu.

 

Korkumdan yutkundum, onu öldüren bendim şimdi nasıl ve neden karşıma çıkmıştı? Bunu çözmek imkansız olmalıydı, o ölmüştü kanla kaplanan bedenine baktığımda kalbime bir hançer saplanmış gibi olmuştum. Tam da o an Maryam'ın babasının cesedinin başına varıp canhırış haykırışlarını görmemle pişmanlık bedenimi sarmıştı. İlk defa o gün birini öldürmüştüm ve bunun için büyük bir pişmanlık duygusu içine girmiş bir daha da çıkamamıştım oradan.

 

Bilal El Hatib bana çatık kaşlarla ve öfkeyle bakarken üzerime yürümeye başladı. Tepki vermek istesem de yapamadım elleriyle beni yere düşürdüğünde bedenim buz gibi mermere değiyor nedensizde canım yanıyordu. Üzerime doğru eğildiğinde beni döveceğini düşündüm lakin öyle olmadı, Bilal El Hatib elleriyle boğazımı sıkmaya başladı. Tırnakları normal bir insan gibi değildi, sanki her bir tırnağında keskin jiletler takılıydı. Boğazımın acıdığını ve bu acının tüm vücuduma yayıldığını hissettim. Acıyla inlediğimde onun elinden kurtulmak istedim.

 

" Bırak beni ne istiyorsun ben seni öldürdüm nasıl karşıma çıkabiliyorsun anlamıyorum?"

 

Gözleri dehşetli şekilde büyürken boğazımı daha çok sıktı. Tekrar inledim fakat bu öylesine acıydı ki boğazımı keskin bir bıçakla kesiyordu ve ben canlı canlı acı çekiyormuşum gibi hissediyordum. Bana ne olduğunu anlayamıyordum. Ellerini gevşettiğinde bitkin düşen gözlerimle onun gözlerine baktım. Beni yere bıraktığında yüzünün ne denli güzel olduğu gerçeğiyle yüzleştim. Bembeyaz elbisenin üzerinde duran esmer teniyle, yüzünün güzelliğiyle ve saçtığı ışıkla ben nasıl bir adamı öldürdüm diye düşündüm. Böylesine güzel görünmesi nedendi ki? Bakışları bana döndüğünde söyleyeceği bir şeyler olduğunu anlamamak zor değildi.

 

" Kızımı kurtar!"

 

Anlamaz bakışlar atarken sözlerini tekrar edip bana doğru tekrar eğildi. " Kızımı, Maryam'ı kurtar!"

 

Korkuyordum ve anlam veremiyordum, ben Maryam'ı nasıl kurtaracaktım kimden, neyden kurtaracaktım?

 

"Ne istiyorsun anlamıyorum, sen öldün nasıl karşıma çıkarsın hâlâ anlamıyorum?" dedim hızlıca, o cümleler ağzımdan nasıl çıktı bunun farkında bile değildim.

 

" Şehitler ölmez bilmez misin?"

 

Sözleriyle ne demeye çalıştığını anlamadım o bir Müslümandı ben ise yahudi neyden bahsediyordu acaba? Zihnimi yokladım onların kutsal kitabında bununla ilgili bir şeyler olmalıydı yoksa neden bana böyle desindi ki? Üçüncü kez tekrarladığı sözleriyle gözleri dehşet şekilde büyüdü benim ise korkum kat be kat artıyordu.

 

" Kızımı kurtar!"

 

Korkuyla yutkunup kuruyan dudaklarımı araladım." Nasıl kurtarayım?"

 

Eliyle beni ayağa kaldırıp sırtımda bir yeri gösterdi nerdeydi burası diye baktım eli böbreklerimin olduğu kısımdaydı. Anlamıştım benden Maryam'a böbreğimi vermemi istiyordu peki benim böbreğim onunla uyuşuyor muydu? Bunu daha önce hiç merak etmeyeşime kızdım. Bilal El Hatib'in eli benden ayrıldığında gözleriyle emir verir gibi baktı. Korkumdan ve ona hak verdiğimden başımı olumlu anlamda salladım.

 

"Kurtaracağım Maryam'ı beni affet Bilal El Hatib seni öldürdüğüm için çok pişmanım."

 

Gözleri ışık saçan bir ifadeyle aniden değişirken tebessüm etti. "Kızımı kurtarırsan seni affederim onun duasına girmeye bak belki onum duasıyla kurtuluşa erersin."

 

Aniden kaybolduğunda sesler tekrar yükseldi, bu sefer ne olduğunu anladım. Sesler öldürdüğüm kişilere aitti ve hepsi benden hesap soruyordu.

 

"Beni şehit ettin, ardımda ailemi bıraktım hepsi mağdur oldu sorumlusu sensin!"

 

"Canıma kıyan sensin doğacak çocuğumu bile görmedim hesap ver bana, söylesene neden yaptın?"

 

Bir sürü benzer ses beynime dolanırken titreyerek yere düştüm. Ellerimi başımın arasına alıp ağlamaya başladım.

 

" Pişmanım çok pişmanım sizi öldürmek istemedim beni bu yola iten babamdı ondan nefret ediyorum suçsuz insanları öldürmem gerektiğine beni inandırdı keşke yapmasaydım affedin beni..."

 

*************

 

Korkuyla yerimden fırladığım gibi açılan gözlerimle kirpiklerimi kapatıp açtım, elim istemsizce delicesine atan kalbimin üzerine geldiğinde; yine öleceğimi düşündüren beni hayattaki her şeyden soğutan kabuslarla bezenen uykumdan uyanmıştım. Aniden yerimden fırlayınca yanımdaki beden de uyanıp elini damarları şişen koluma indirdi aynı endişe onun da gözlerindeydi.

 

" Aşkım neyin var iyi misin?"

 

Gözlerimi devirip kolumu çektim acilen banyoya girip ardından evden çıkmam lazımdı bu kadını şimdi hiç çekemezdim.

 

" Yosef neden cevap vermiyorsun neyin var senin? Dün gece fazlasıyla konuşkandın şimdi ise ağzından laf alınmıyor."

 

Kaşlarım öfkeyle çatılırken tek gecelik bir eğlenceyi bu kadar büyüten kadına döndüm. Sahi adı neydi bunun her neyse geçti gitti şimdi onu gönderme vaktiydi.

 

"Dün gece geçti bitti şimdi giyinip evimi terk ediyorsun."

 

Üzerindeki çarşafı kendine daha çok siper etmesi hiçbir şeyi değiştirmiyordu dün gece ağzımın içine giren, adeta üstüme atlayacakmış gibi duran oydu şimdi hesap mı soruyordu?

 

"Dün gece öyle demiyordun ama gayet de memnundun şimdi ne oldu ha yoksa evli misin? Pislik herif beni eğlencen için kullandın..."

 

Sözlerini bitirmesine izin vermeden elimle ağzını kapattım. Ne çok konuşuyordu ya car car kafamı şişirmişti evet ya evet eğlendim seninle ama bunu sen de istedin değil mi?

 

" Sesini kes dün gece üstüme atlayacakmış gibi adeta kuyruğum olan sen değil miydin? Şimdi sus kendine gel üstünü giyinip çık. Ha eğlence diyorsun ya, ben beni arzulamayan hiçbir kadına dokunmam; yani dün gece için beni değil kendini suçla çünkü peşinde koşulan sen değildin bendim."

 

Elimi çekmemle ağlamaya başlaması bir oldu off bu salak kadını çekemezdim sanki hayatına giren ilk erkek benim bir de salak gibi ağlıyor. Kesin benden para koparmaya çalışıyor başka açıklaması olamaz ya da başka bir niyeti var her neyse onu odada bırakıp banyoya doğru adımladım. Ilık bir banyo kendime gelmemi sağlardı. Bu arada o da giderdi umarım yoksa ben kovacaktım sinirlerim tepemdeydi zihnimde ise o hayatımı durduran an.

 

Su vücudumdan akıp giderken babamın üstüme gelişi belirdi zihnimde, 'Benim oğlum olduğunu göster, bir yahudiye yakışanı yapıp düşmanını öldür!' deyişi kulaklarımı sağır eder gibi yankılanıp durdu. Onların mescitlerinde Bilal El Hatib ailesi ve diğer Müslümanlar dört bir yandan mescitlerini korurken benim yakın bir yerde konuşlanıp onları namlunun hedefi haline getirdiğimden haberdar değillerdi.

 

Babam yanımdaydı, kalbim buz tutmuş gibiydi tüm Müslümanları düşman gibi görmem gerekiyordu lakin son bir kaç yıldır bu düşüncem değişmeye başlamıştı. Zalimlik yapanın bizim olduğumuzu kabullenmiştim, sadece bunu dile getirme konusunda korkaklık yapıyordum. Evet evet ben, herkesin korktuğu karşısına almak istemediği o komutan ben tam bir korkağım. Masum bir cana kıyıp vicdan azabıyla hiçbir şey yapmadan duracak derecede korkak...

 

Maryam belirdi gözlerimin önünde, daha önce dikkatimi çekmeyen o kız babasını vurup öldürdüğümde babasına sarılışı ve ağlayışıyla zihnime kazındı. Çocukken uzaktan görürdüm onu ve ona çocukken aşık olduğumu söylemiştim yalandı bu, sadece onu inandırmak kandırmak için söylediğim yalanlardan biriydi ama onu babasını öldürdüğüm gün sevmişti kalbim. Bundan emindim ama o ulaşılmazdı benim için.

 

Maryam başka bir adamla evliydi ve adeta ölümü bekliyordu. Zihnim karmaşıklıklar ile doluyken gördüğüm rüya mı kâbus mu bilinmez birden anımsadım. Bilal El Hatib bana kızımı kurtar demişti. Evet bugün ona gitmeliydim başımı salladım kendimi hiç bu kadar aciz hissetmemiştim, nedenini bilmiyordum ama vicdanım beni rahat bırakmıyordu. Öldürdüğüm her Müslüman için her gece azap çekiyordum. Onların yolu doğru da benim yolum yanlış mı diye düşünmüyor da değildim. Yahudi olmak yanlışmış gibi geliyordu bazen ve ben yaşadığım hayattan sadece kısa süreli zevk alıyordum o ise hemen geçip gidiyordu.

 

Geriye bitmek bilmeyen bir kasvet kalıyordu. Banyodaki işimi çabucak bitirip bornozu alıp kollarımı geçirip kuşağını bağladım, banyodan çıkıp giyinme odasına gittim. Kendimi hızlıca kurulayıp giyinmeye başladım. Şık görünmeliydim, beyaz bir gömlek seçtim altına ise siyah kumaş pantolon hava sıcaktı ve bunlar bana yakışıyordu. Giyindikten sonra saçlarıma da bir el atıp parfüm sıktım. Şu kız gitmiş olmalıydı telefonumu almalıydım odadan ve çıkmalıydım. Hastaneye gitmeli gerekli tüm testleri yaptırmalıydım.

 

Odaya geçtiğimde ayağına topuklularını geçirmeye çalıştığını fark edip alayla gülümsedim. Beni gördüğünde yüzünde sinir dolu bir ifade oluşsa da umursamadım, o istediğini almıştı tabi ben de ve gerisi yoktu olamazdı da benden beklentisi olması oldukça saçmaydı. Telefonumu elime aldığımda kapı çalındı alt kata inip açtığımda karşımda görmeyi hiç beklemediğim arkadaşımla karşılaştım.

 

"Beni içeri davet etmek yok mu? Yosef çekil de içeri geçeyim ya!"

 

Başta şaşırsam da gülümseyip Benjamin' e yol verdim. Benjamin salona geçeceği sırada üst kattan dün geceki kız iniyordu, of o topuklu ayakkabının sesi neden böyle sinir bozucuydu. Bir kadında en nefret ettiğim şeylerden biri sanırım bu topuklu ayakkabının sesiydi. Benjamin çatık kaşlarıyla bana bakarken kızın çıkmasını beklediğini anladım. Kız tek kelime etmeden çıkacakken bana dönüp kırmızıya boyadığı dudaklarını araladı.

 

"Bir daha sakın karşıma çıkma."

 

Küfreder gibi konuştu fakat benim hazır cevap olduğumdan habersizdi.

 

"Görürsem söylerim, emin ol ki bir daha karşılaşsak tekrar benimle olmak için elinden geleni yapacağına eminim. Neyse şimdi çek git dün geceyi de yaşanmamış say zira ben öyle yapacağım."

 

Doğal olmadığı belli olan kaşlarını havalandırırken dudaklarını büktü, arkasını dönüp kapıyı oldukça sert şekilde kapattı. Ardından sadece hafifçe güldüm ne sanıyordu kendini anlamıyorum. Ah kadınlar, onları kandırmakta zorlanmasam da bir ilişkiyi yürütme konusu, bende nerdeyse imkansızdı. Kendime gelip arkadaşıma döndüm beni dövecekmiş gibi görünüyordu.

 

"Güzel kızmış ama uzun soluklu bir ilişki yaşaman için evlenmen şart yoksa seninle evlenmek isteyecek kimseyi bulamazsın.

 

" Evlilik mi, dostum benimle kimse evlenmez. Ben yalnız kalmak için yaratılmışım hayatı da bu boşvermişlikle yaşıyorum."

 

"O kadar Maryam'ı seviyorum diyorsun yaptığın şey kendini kandırmak, eğer o kızı gerçekten sevmiş, ona aşık olmuş olsaydın hayatına tek gecelik kadınlar asla girmezdi."

 

Sinirle bir nefes verip kaşlarımı çattım. Bunu her defasında söylüyor beni kızdırıyordu. Başka kadınlar onu unutmak uğruna harcadığım boş vakitlerden başka bir şey değildi. Maryam'ın beni asla sevemeyecek oluşundan kendimi başka kadınların kollarında buluyordum. O benim imkânsızımsa yapmam gereken tek şey onu unutmaya çalışmak olacaktı fakat bu benim için çok zordu.

 

" Seninle tartışmak istemiyorum konuyu kapatalım. Eee geleceğini söylememiştin hayırdır kötü bir mesele yok değil mi?"

 

Gözlerini devirip elini omzuma indirdi. "Aslında mühim bir mesele var, Muna denen kızı gördüm Kudüs'te, üstüme yürüyüp sana bir mesaj gönderdi."

 

Muna, babasını öldürdüğüm Maryam'ın en iyi arkadaşı kimsenin bilmediği sırrımın tek şahidi. "Mesajı neymiş?" deyip içeri geçip bedenimi koltuğa attım. Benjamin de bavulunu köşeye bırakıp yanıma vardı, koltuğa geçip ellerini dizlerinin üzerine bıraktı bakışlarını tedirgin şekilde bana çevirdi.

 

"Yosef bence endişe etmelisin sırrını Muna biliyor ve Maryam'dan uzak durmazsan gördüğü her şeyi anlatmakla tehdit etti."

 

" Yapamaz merak etme onu yeterince korkuttum."

 

"Yosef saçmalama kız çok ciddiydi bu olay ortaya çıkarsa sonuçları kötü olur. Kudüs'e gidip Muna ile konuş yoksa Uriel başına bela olur. Bu iş babanın kulağına giderse seni süründürür biliyorsun."

 

Çarpık şekilde gülümsedim. "Merak etme kimse inanmaz ona iftira atıyor diye düşünürler. Eğer bu tehdidi devam ederse gidip konuşacağım emin ol."

 

Başını olumsuz anlamda salladı. "Evet belki kimse anlamaz ama öldürdüğün kişinin kim olduğu gerçeği sana yeni düşmanlar kazandırır. Uriel o kıza inanır, bu işin de ardına düşmüştü zaten biliyorsun, bir Müslüman'ın onu öldürdüğüne inanmıyor."

 

" Neyse ne şimdi gitmem lazım Maryam sınav için okula gidecekti çıkışta onu uzaktan izlemeliyim."

 

***********

 

Maryam'dan

 

Biraz kendime geldiğimde doktor gelip beni muayene etti. Birkaç gün hastanede kalmam gerektiğini sonrasında ise nakil işlemlerinin yapılacağını söyledi. Kapı açıldığında gözlerim gelen kişiyle şaşkın bir ifadeye bürünürken Bora yanıma gelip elimi tuttu. Gözde yüzündeki buruk ifadeyle yanıma vardı konuşmak istiyor da Bora'dan çekiniyor gibiydi.

 

" Gözde, neyin var? Ben bayıldığımda sen de yanımdaydın sonra ne oldu hatırlamıyorum kötü bir şey mi vardı?" diye sordum konuşmasını ümit ederek.

 

" Meryem özür dilerim seni fazlasıyla üzdüm bundan sonra geçmişi yok sayabilir miyiz?"

 

Bunu beklemiyordum, benden özür mü dilemişti yani? Bakışlarım Bora ile kesiştiğinde şüpheci bir tavır takındığını anlamam zor olamamıştı, ona hâlâ güvenmiyordu. " Meryem seni hastaneye getiren kişi Gözde'ymiş. Sağ ol Gözde, Allah senden razı olsun eşimi ortada bırakmayıp aracınla hastaneye yetiştirmişsin ama aklında bir plan varsa hemen sil onu yoksa sonu kötü olur."

 

Konuşmasının başı güzel giderken sonlara doğru tehditvariydi. Beni Gözde mi getirmişti hastaneye? Hangi birine şaşırsam diye düşünürken Gözde mavi harelerini bana dikip mahçup bir edayla araladı dudaklarını. " Bora her şey için ikinizden de özür dilerim. Bir plan yaptığım yok sadece bazı şeylerin farkına vardım, bundan sonra Meryem ile düşman olmayacağım, sen istiyorsan yine uzak dururum ondan ama beni düşman olarak görmeyin yaptıklarımdan pişmanlık duyuyorum."

 

Yutkundu sanki içinde söylemek istediği ama diline varmayan şeyler var gibiydi. " Geçmiş olsun Meryem nakil olacakmışsın senin adına çok sevindim. Ben gideyim hasta ziyaretinin kısası makbuldür tekrar geçmiş olsun." deyip arkasını döndüğünde benim sesimle arkasını döndü.

 

" Gözde..."

 

Mavilerinde ilk defa gerçek bir pişmanlık seziyordum, hayır bu gözlerde yalan yoktu o gerçekten de pişmandı. Benden kaçacak olsa bile ben yine de onu doğru yola sevk etmek için elimden geleni yapacaktım. Gözde karşıma düşmanım olarak çıkıp dostum olabilirdi, her insan değişebilirdi yeter ki Allah ( c.c.) hidayet versindi yoksa gözlerine perde inenlere yapacak hiçbir şey yoktu.

 

" Allah senden razı olsun senin için dua ediyorum Gözde, inşallah Rabbim sana hidayet nasip eder."

 

Başını hafifçe sallayıp onaylayarak, " İnşallah..." dedi. Gözleri nedensizce doldu, ne derdi vardı bilmesem de hali pek de iyi değildi. Güzel kızdı ama güzelliğini heba ediyordu, harama bulaşıyordu onun adına ettiğim duaların kırıntıları mıydı bu pişman ifade? Allah'ım, Gözde kuluna hidayet nasip eyle onu içinde bulunduğu haram hayattan kurtar, tertemiz bir hayata adım atmasına yardımcı ol.

 

Gözde içten içe ettiğim dulara karışıyordu, kötü birine dönüşmesi belki de yaşadığı kötülüklerdendi bilmiyorum ama pişmanlığı beni mutlu etti. Demek ki o da bazı şeylerin doğruluğu ve yanlışlığını anlamaya başlamıştı. Bora düşüncelerimi biliyormuş gibi konuşmaya başladığında kaşlarımı yukarı kaldırıp ona baktım.

 

" Ona inanmıyorsun öyle değil mi? Yine oyun oynuyor, aklında ne var bilmiyorum ama ona güvenmiyorum."

 

" Yapma Bora pişman olmuş görünüyordu gözlerinden bunu anlamak zor değil."

 

" Gözlerine bakan mı var neyse boşver, sen daha iyi misin? İstediğin bir şey var mı?"

 

Demek gözlerine bakmamıştı hafifçe tebessüm etsem de içeri Buse cadısının gelmesiyle yüzüm yine düştü.

 

" Ay Meryem'cigim çok geçmiş olsun duyunca hemen gelmek istedim. Daha iyi misin tatlım?"

 

Allahım bu kızı neden parçalama isteği beliriyordu bende acaba, konuşması bile sinir ediyordu beni. Kendimi gülümsemeye zorlayarak teşekkür ettim, çekinmeden yatağın ucuna kıvrılıp tam da Bora'nın karşısına oturdu. Sezgilerim beni yanıltmıyorsa bu kız kesinlikle Bora'ya karşı boş değildi. Bora da geldiğinden beri farklı görünüyordu, en belirgin olanı namaz kıldığını bile görmeyişim olmuştu. Normalde vakti geçirmeden namazını eda ettiğini biliyordum ama dünden beri onu namaz kılarken görmemiştim. Nakil olacağım için mutluydum ama kim bana böbreğini verecekti bunu merak ediyordum.

 

" Bora bana böbreğini verecek kişi kimmiş öğrenebildin mi? Bir teşekkür ederiz, iyileştiğimde çiçek alıp yanına uğrarız diye düşündüm. "

 

" Bilmiyorum Meryem doktor isim veremeyeceğini söyledi, o kişi her kimse kimliğini açık etmek istememiş, sadece 20 - 30 yaşları arasında bir erkek olduğunu söyledi gerisini ısrar etsem de söylemedi. Kimliğini öğrenemeyeceğiz ama ona dua ederiz Allah razı olsun sayesinde sen iyileşeceksin. "

 

Aklıma nedensizce Abdurrahman gelmişti o olabilir miydi? Kimliğini de gizleme gereği duymuştu üstelik. Bana acıdığını bildiğim için böyle bir şey yapacağını düşündüm ama bundan emin de değildim. Off Bora ile karşılaşırsa diye kötü bi düşünce belirdi zihnimde. Evet ona ümit vermemiştim ama yine de yanlış anlaşılmaktan endişe ediyordum.

 

Bora her ne kadar bana helal olsa da ona karşı da hislerimden emin değildim. Evet onu beğeniyordum, gerçi onu beğenmeyecek kız sanırım dünyada yoktu lakin hastalığımdan olsa gerek kendimi her duyguya kapatmıştım. Devamlı ölümü düşünmek öleceğine inanmak bu düşünceyle başa çıkmak gerçekten çok zordu. Çok şükür Rabbime ki sağlığıma kavuşacaktım. Buse bir süre daha yanımızda kalınca samimi şekilde yanaklarımdan öpüp gitti. Gittiği gibi gözlerim seyirdi nedense, insanı sinir eden bir tavrı vardı. Geçmiş olsun demesi bile bana küfür gibi geliyordu. Öptüğü yanaklarımı iğrenerek sildim.

 

Hasta olduğumdan beni bekleyenler teker teker yanıma geliyor geçmiş olsun dileklerini sıralayıp gidiyordu. En sona Âlâ geldi, canım kardeşim ben amaliyat olana kadar gitmeyecekti Bora ile hastanenin karşısında bulunan otelde kalmaya karar verdiler. Bir hafta sonra ameliyat kararım alındı doktor tarafından. Annem ve kardeşlerim de gelecekti, ben nerdeyse iki yıldır çektiğim hasreti bu şekilde az da olsa dindirecektim.

 

*********

 

Beklenen gün gelmişti üstümde iki tane biri önden biri arkadan giydiğim hastane kıyafeti vardı. Saçlarım zaten yoktu başıma boneyi geçirdiğimde odadan çıktım. Bora annemle kapı önünde tekerlekli sandalye ile beni bekliyordu hemen bindiğimde beni ameliyathanenin önüne kadar getirdi. Hemşireler ve görevliler sedyeyi getirdiğinde beni kucağına alıp sedyeye yatırdı. Ailemle ne olur ne olmaz diyerek vedalaşmıştım.

 

Annem dolu dolu gözleriyle bana bakarken elimi sıkıca tutup öptü. Beni de ağlatacaktı bu kadın ama. Gözlerim hemen doldu ve izinsiz şekilde taştı, yanaklarıma tuzlu sular salındı son yaşlarım olabilir mi diye geçirdim içimden. Belki ameliyatı kaldırmaz ölürdüm, ya da bir sorun çıkardı kim bilir. Korksam da belli etmek istemedim genişce gülümsedim.

 

" Annem ağlama ne olur geçecek bu günler, Allah'ın izniyle iyileşeceğim okulum bitince de Kudüs'e döneceğim."

 

Başını hafifçe salladı, acı çektiğini üzüldüğünü bilmek kalbimi paramparça etse de elimden gelen tek şey ameliyatımın iyi geçmesini Rabbimden istemek olacaktı. Annem elimi son kez öpüp yanağıma bir buse kondurduktan sonra olduğu yerde kaldı. Bora hâlâ benimle geliyordu vasiyetimi söylemiştim bana kızmıştı biraz, olsun son isteğim eğer ölürsem cenezemin vatanıma götürülmesiydi.

 

Yaser için de mehir ücretimi ameliyatı mümkünse kullanılsın diye vasiyet etmiştim. Bir gözünün tekrar görme ihtimali olmasa da, diğer gözü için az da olsa umut vardı. Yaser'i hem ikna etmek zordu, hem de para konusu bizim için sıkıntı olmuştu. Ameliyatın riskli oluşu da uzak durmamıza vesile olmuştu. Yaser acı dolu hayatını görmekten korkuyordu, sevdiklerinden birinin ölümüyle yüzleşmekten; gözlerinin önünde birinin şehitliğini görmekten korkuyor ameliyat olmak istemiyordu. Görmemek benim imtihanım bu bana verilen bir lütuf diyordu küçücük yaşına rağmen. Allah'ım gözbebeğim Yaser'i son kez görmeden alma canımı ne olur.

 

Artık veda vaktiydi ameliyata girmeliydim, elim hâlâ Bora'nın elinin içindeydi. Sedye durduğunda dolmuş yeşil gözler kahvelerime tekrar kavuşmayı bekleyecekmiş gibi bakıyordu. Avucundaki elimi hafifçe okşayıp öptüğünde gözünde akmaması için zorladığı yaşını saldı.

 

" Bora vasiyetimi yerine getirirsin değil mi?"

 

" Saçmalama sen gidip geleceksin iyi olacaksın okulun bitecek her şey düzene girecek birlikte Filistine gideceğiz hayalini gerçekleştireceğiz."

 

Umutla gözlerimi kapattım hafifçe tebessüm ettim. " İnşallah, dua edin bana. "

 

Bora elimi istemsizce bırakırken ben ameliyat olmak için gidiyordum.

 

***********

 

Hayatımın en güzel günlerini geçiriyormuş gibiydim, ameliyatım sorunsuz geçmiş bir hafta süren hastane maceramdan sonra eve dönüp karantina sürecinden geçecektim. Hastanede bunalmış sıkıntıdan adeta patlama noktasına gelmiştim. Telefonumu istesem de Bora evde bıraktığını söylemiş sonrasında ise çeşitli bahanelerle getirmemişti. Bazen aklıma kötü bir şeyler olduğu ve benden gizledikleri bir seyler olduğu gelse de onları üzmemek adına sormuyordum.

 

Hastane odasında televizyon vardı fakat kanalları değiştirmeme kimse izin vermemişti bu da aklıma binlerce soru işareti sokup duruyordu. Annem odadan giderken ufak kumandayı yakınıma bırakmıştı, merakıma yenilip televizyonu açtım bir kaç haber kanalında gezip durduktan sonra vatanımdan gelen haberlerle tüm bedenimde oluşan titremeye engel olamadım. Yine baskın yapılmıştı Mescid-i Aksa'ya, yine mücahitler kanları uğruna siper etmişti bedenlerini, yine kafirlerin eli değmişti mescidime...

 

Gözyaşlarım usulca süzülürken, gözümün önüne babam geldi vurulduğu an, tam da kendini ölüm uğruna siper etmişti Aksa'ya. Kutsal mescidimiz onların ayinlerine mesken olursa biterdik biz, onlar güçlenir ezanı bile yasak hale getirirdi. Allah'ım güç ver halkıma, kuvvet ver mücahitlere mücahidelere, Peygamber Efendimizin övüncüne mazhar olan bu milleti kafirlere karşı muzaffer eyle. Babamın kanla dolan vücudu sardı zihnimi, vurulan, yere yığılan kanlı bedenler, şehitlik mertebesine yükselenler ve yaralanan çok sayıda insan.

 

Ah babam nasıl ağlamıştım kanla dolu bedenine sarılırken, nasıl da haykırmıştım Ey Kudüs şehidin var ey Ümmeti Muhammed sesimizi duysanıza sadece bizim miydi kutsal Mescid-i Aksa? Ey Kudüs ne zaman ki hainler türeyip kapladı her yanımızı o zaman kaybettik seni, sen zalimlerin eline düşünce koruyamadık seni affet bizleri.

 

Yaşlarımı silip görüntülere tekrar bakarken siyonist askerlerin kardeşim Abdullah'a copla vurduklarını sonrasında bedenini yere yığıp tutukladıklarını gördüm. Abim, yine mi kıydılar canına, yine yandı canın değil mi? Kalbime keskin bir hançer saplanmış da beni öldürüyordu sanki, ah mescidim yine yandı canın yine yandı canımız...

 

Artık yaşlarım hıçkırıklarıma karışmıştı neden sakladılar ki bunları benden? Neden onların o iğrenç ayinleri yüzünden kısıtlanıyordu ibadetlerimiz, neden sadece biz koruyorduk Beytulmakdis'i nedendi neden?

 

Ben kendimle savaşıp vatanımda olmadığım için kendimle hesaplaşırken kapı açıldı fakat kimin geldiğine bakacak takatim yoktu. İyileşme sürecine girmek beni mutlu etmişti ama şimdi canım vatan hasretiyle kavruluyordu. Ah Filistin, ah Kudüs nasıl özledim bir bilsen? Çok özledim yemeklerini, sokaklarını, sevdiğim insanlarla sohbet etmeyi küçük çocuklarla Aksa bahçesinde oyunlar oynayıp onlara dinimizi anlatmayı çok özledim.

 

" Meryem neyin var neden ağlıyorsun güzelim?"

 

Bora güzel sesiyle yanıma gelirken gözümdeki yaşlardan onun yüzünü göremiyordum acım vardı ya benim kalbim kan ağlıyordu yine. " Neden sakladınız benden ya neden? Yine saldırmışlar Aksa'ya yine o siyonistler dolmuş mübarek mescidimize yine onurumuzu çiğnemişler ben ağlamayayım da kimler ağlasın?"

 

Yatağıma oturup yanaklarımı avuçları arasına alırken iri parmakları ile feri sönmüş gözlerimin yaşlarını sildi. Yeşil hareleri umutla bakarken, "Ağlama mücahidem." dedi teselli verir gibi.

 

Sustum, kendimi ağlamamak için zor tutarken ne ara bu kadar ağlamaya alıştığımı anlayamadım. Vatanıma duyduğum özlem, hastalığım ve çektiğim acı beni bitmek bilmeyen bir gözyaşı silsilesine itmişti. Oysa ki vatanımda çektiğim zulme rağmen çok az ağlardım, yaşlarımı içime atar kimseye göstermezdim şimdi ise en ufak bir anda ağlar olmuştum. Abim tutuklanırken şiddete maruz kalırken onu ve diğer gençleri görünce kalbim sızlamıştı yine.

 

" Dayanamıyorum Bora zor geliyor, ne olur beni vatanıma götür çok özledim. Kalbim Filistin diye atıyor ruhum Kudüs'ü özlüyor. Mescid-i Aksa beni bekliyor ne olur götür beni..."

 

Başımı okşar gibi tutup bana hafifçe sarılırken çenem omzuna dayanmış şekilde kalmış kalan son yaşlarımı salmıştım.

 

" Gideceğiz Meryem ama şimdi değil ameliyat oldun ama ilk bir yıl çok önemli her şeyine dikkat etmemiz gerekli ayrıca okulun var bitirmen gerekiyor yani beklemek zorundasın bunca yıl dayandın bundan sonra da dayanırsın."

 

Görmese de gözlerimi kırpıp onayladım onu. " Tamam bekleyeceğim." dedim umut kokan sesimle.

 

**************

 

Ağlama krizim bittikten sonra durulmuştum, kendimi herkese kapatmıştım. Bora bu halimi fark edip doktorla konuşmuş bir kaç gün daha kalmam gerekirken eve dönmemi sağlamıştı. Arabada sevdiğim iki insanın yanındaydım bir yanımda annem diğer yanımda Âlâ vardı. Âlâ bana teselli verir gibi elimi tutarken merak ettiğim her şeyden azar azar bahsetti. Kudüs, kanla dolu şehrim, olayın olmadığı tek bir gün bile olmayan kafirlerin ayaklarıyla namusu şerefi çiğnenen şehrim...

 

Âlâ olaylar başlayınca gitmek istese de benim için gitmemiş yanımda olmak istemişti. Beni bekleyen iki sevdiğim vardı evde Sami ve Yaser. Kardeşlerimi çok özlemiştim, abilerim Abdullah, Yakup ve Abdussamed gelmemişti ailelerini tek başlarına bırakmak istememiş ayrıca olaylarda Aksa'yı korumak uğruna uzaktan selamlarını göndermişlerdi. Anlıyordum onları ben olsam ben de gelemezdim vatanım konu olunca herkes bir köşeye itilirdi. Gelemeseler de arayıp geçmiş olsun demişlerdi. Abilerim beni severdi kıymet ederlerdi arada hep arayıp beni güldürmeye çalışırlardı. Kimsenin yeri dolmazdı elbet fakat vatan elden giderse kalacak bir yer de olmazdı bizim için.

 

Düşüncelerimden arabanın durması ve kapının açılmasıyla sıyrılıp başımı aracın kapısına çevirdim. Çıkmaya yeltendiğimde kapıyı Bora açtı, bana gülümsüyordu. Elini uzattığında yerimden doğruldum ağrılarım hâlâ sürse de ara sıra ayağa kalkıp etrafta dolaşmaya başlamıştım, yatakta kalmak fena halde sıkıyordu beni. Arabadan çıkmak isterken beklemediğim şekilde Bora beni kucağına aldı gözleriyle Âlâ'ya işaret edip kapıyı kilitlenmesini araçtan çantalarımızı almasını tembihledi.

 

Âlâ sırıtıp anahtarı alırken biz ise evin kapısına vardık bile. Kapı açıldığında Bora beni üst kata çıkarmak istese de içerdeki kalabalığın benim için geldiğini bildiğimden Bahar yengemin ısrarıyla kısa süreli salona geçtik. Bora annesine kızsa da hemen maske çıkarıp bana taktı çünkü bu dönemde dikkatli olmalıydım. Bu dönemde kalabalık ortamlar benim için asla uygun değildi.

 

Bora beni koltuğa oturturken yanıma sadece annem geldi. Gözlerim kardeşlerimi ararken Bora'nın abileri, yengeleri ve yeğenlerini görmem şaşırmama neden oldu. Bora herkesi tembihlemiş kimse gelmesin Meryem karantinada olacak demişti yine de kimse dinlememişti. Hastalığım bu kadar mı önemsizdi diye geçse de içimden sonuçta benim için gelmişlerdi ve durumumu merak ediyorlardı. Uzaktan selam verip biraz konuştuktan sonra beklemediğim biri yanıma doğru gelip iki metre kala durdu. Gözde mavi harelerini üzerime dikip gülümsedi, onu görmeyi beklemesem de değişmeye başlamış gibi görünmesi beni mutlu etti.

 

" Geçmiş olsun Meryem umarım hemen iyileşirsin daha iyi görünüyorsun."

 

Sesi sevecen, gözleri de bir o kadar da ışık saçıyordu. Hain gibi görünmüyordu, gözlerinde acıma hissi değil de benim adıma mutlu olmuş bir duruş peydasını sürdürüyordu. Başımı sallayıp teşekkür ettikten sonra birazdan gideceğini söyleyip uzaklaştı. Eskiden giydiği kısa kıyafetlere tezat uzun bir elbise giymişti bugün. Bu kıza ne olduğunu bilmesem de az da olsa bir değişiklik olması onunla konuşmama belki de arkadaş olup derdini çözmeme vesile olabilirdi. Etrafımda kalabalık etmemek adına herkesten en uzağa alınmış koltuğa oturmuştum diğerleri zaten benden uzak duruyordu.

 

Evet daha iyiydim lakin enfeksiyon riskine karşın karantina önlemi alınmıştı ve bu tüm böbrek nakli hastalarına uygulanan bir uygulamaydı. Kendime fazlasıyla dikkat etmem gerekiyordu, doktor iki ay daha perhiz tutmam gerektiğini söylemişti. Durumum iyiye giderse perhize bir son verilip normal hayatıma dönecektim. Tatsız tuzsuz yemekler yemekten bıkmıştım resmen, eski düzenime döner dönmez ilk işim künefe yemek olacaktı acayip özlemiştim ha tabi vatanımın yemekleri de burnumda tütüyordu. Bana yapılan yemekler devamlı özel oluyordu artık alışmış olsam da bu durum bazen beni çok zorluyordu.

 

Gözlerim mutfaktan gelen iki çocuk bedene takıldığında yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. Ayağa kalmak istesem de yanıma oturan Âlâ izin vermedi. Ağzımdaki maskeyi çeneme indirdim kardeşlerimle hasret gidermek iyi gelecekti bana. Sami ve Yaser kol kola girmiş yanıma gelirken ağlamamak için kendimi sıktım. Canlarım çok özledim sizi, çektiğim acıdan hiç bahsetmedim hep iyiyim dedim, sizin bana yaptığınız gibi.

 

Sami genç bir mücahid olma yolunda ilerlerken geride bıraktığım 12 yaşından daha olgunlaşmış bir çocuk gözlerimin önüne serildi. Sami artık 14 yaşında bir delikanlıydı boyu uzamış kocaman olmuştu. Yaser ayakta beklerken Sami kollarını bana dolayıp kocaman sarıldı ablasına. Kokusunu içime çektim ah kardeşim sen vatan kokuyorsun Âlâ gibi, annem gibi. Dizlerini kırıp büyümüş olan elleriyle yanaklarımı okşadı can parçam.

 

" Maryam çok özledim seni çok şükür ameliyat oldun iyileşip geleceksin hasretimiz bitecek."

 

Başımı salladım gülümserken, Sami ise annemin yanına geçti. Yaser elindeki sopasını katlamıştı anneme uzattığında annem sopayı alıp yanına bıraktı. Yanıma doğru bir adım atmıştı ki 12 yaşına gelmiş biriciğimin ellerini kavradım. Ağlamayacaktım ama dayanamadım yaşlarım istemsizce süzülürken Yaser ellerimi okşadı.

 

" Maryam kokun geliyor bana özledim seni Filistinin mücahidesi."

 

Yaser kollarını açarken kollarımla sardım onun bedenini. Olmuyordu, kendimi zorlasam da hıçkırığım ağladığımı haykırıyordu.

 

" Maryam ağlıyorsun sen, yapma böyle üzülürüm ben."

 

Beni teselli etmeye çalıştığını anladım ona olan özlemim ağlatıyordu beni. Ah özlem ne derin bir duyguydu böyle, peki kavuşmak nasıl bir sevinçti böyle. Kardeşlerim yanımdaydı, öpüp koklamaya doyamadığım sevdiklerim yanıbaşımda özlemimi bitiriyordu. Biraz daha oturup odama çıkmalıydım kendimi yorgun hissediyordum. Annem kardeşlerimi alıp diğer odaya giderken yanımda Âlâ kalmıştı.

 

Diğerleri geçmiş olsun dilekleriyle dışarıda oturmaya giderken ev daha sakin bir hale gelmişti. Âlâ'ya arkadaşım Muna'yı soracağım sıra bakışlarının takılı kaldığı noktaya baktım. Üst kattan gelen Büşra sapsarı saçlarını ufak tutamlar halinde iki yanından toplamış ufak bir tokayla tutturmuştu. Yeşil gözleri bana bakıyor yüzü ise gülümsüyordu. Bu kız neden bu kadar tatlı ve güzeldi ki. Bakışlarım tekrar Âlâ'ya dönerken hâlâ Büşra'ya baktığını fark edip omzuna vurdum.

 

" Hı abla ne oldu ya?"

 

Kaşlarımı çattığımda baktığı yönü gösterdim. Eeee tabi zeka küpüm hemen anladı ne demek istediğimi. Tekrar Büşra'ya bakıp hemen bana döndürdü bakışlarını.

 

" Abla bu kız kim ya çok güzelmiş?" dediğinde kulağına doğru eğildim.

 

" Bana bak kardeşim kıza bakayım pas vereyim deme gebertirim seni. Hem sen hangi ara kız peşinde koşar oldun hani mücahid olacaktın ülkende kalacaktın?"

 

" Ya abla sanki evleneyim dedim, hem peşinde koştuğum da yok sadece güzel kız dedim abartma."

 

" Abartırım Âlâ aklını başına al olmaz, Büşra var ya, bizim kuzenimiz, Fatih dayımın en küçük kızı."

 

" Bora eniştemin bacısı yani."

 

" Evet canım aynen öyle." dediğimde sinsice sırıttı. Allah'ım bu çocuk ne düşünüyordu ya, geberteceğim şimdi sinir etti beni ama ya.

 

" Abla niye öyle diyorsun ki hem yabancı da değilmiş dayı kızı, onlar bizden kız alırken iyi biz de Büşra'yı alalım olmaz mı?"

 

"Salak kardeşim sus, kız geliyor yanımıza, bana bak son uyarım kıza yaklaşma ben değilsem de Bora gebertir seni söyleyeyeyim."

 

Büşra gülümseyerek yanımıza varırken bana geçmiş olsun dedi. Bakışları kısa bir süre Âlâ'ya değse de hemen bakışlarını kaçırıp tekrar bana döndü. Bu ailenin kızlarını seviyordum helâli haramı bilen temiz kızlardı. Hele Esma sevgili işlerine asla bulaşmamış kaderimde kim varsa o beni elbet bulur diyordu. Zaten benimle yaşıttı ve evlilik de düşünmüyordu önce okulunu bitirmekti hedefi. Sanırım kuzenleri tanıştırmalıydım çünkü salonda bizden başka kimse yoktu.

 

" Büşra bu kardeşim Âlâ."

 

Bakışlarımı kardeşime çevirip uyarır bir bakış attım. "Âlâ bu da kuzenimiz ve benim görümcem Büşra."

 

Büşra tek düze bir sesle, "Memnum oldum hoşgeldiniz." derken bizim hayta kendini zor tutuyordu. " Hoş bulduk." derken sanki zorla konuşuyordu. Annem salona gelirken Büşra ile karşımıza oturup sohbet etmeye başladı. Âlâ onları izlerken tekrar vurdum kardeşime, kuzenine kapılıp gitsin istemiyordum.

 

Âlâ sanki aklıma bir şey gelmiş gibi kulağıma doğru eğilirken ne diyecek diye merak ettim. Şimdi annemle Büşra'ya da ayıp oluyordu ama neyse artık.

 

" Abla sana önemli bir şey söylemem lazım Bora eniştemle alakalı."

 

Meraklı gözlerle ona bakarken daha çok döndüm kardeşime, sessizce konuşmaya başladığında gözlerim ilerde duran Bora'ya değiyordu.

 

"Abla Bora var ya hani biz birlikte otelde kaldık senin yanına rahat gelmek için işte her gece dışarı çıkıyordu."

 

" Nasıl yani nereye gittiğini bilmiyor musun, hem nasıl öğrendin bunu ki?"

 

" Maryam şimdi ilk gün ben uyudum gece bir ara sesler duydum ama umursamadım eniştem geldi yatağına yattı sonraki gece banyoya gitti baktım biriyle konuşuyor kızma ama dinledim Buse miydi neydi bir kızla konuşuyordu."

 

"Arkadaşıymış eee sonra ne oldu?"

 

"Bu kız eniştemi bir yere çağırdı başta gelemem falan dedi ama sonra bana bir işim var sen uyu deyip gitti. Bekledim uyumadım tabi ama uyuyormuş gibi numara yaptım. Gecenin bir yarısı geldi, saat bayağı geç olmuştu direkt banyoya gitti sonra giyinmiş şekilde gelip hemen uyudu. Yani abla anlamadım ama her gece böyleydi, bir gece dikkatlice baktım sallana sallana yürüyordu yani ne bileyim sanki..."

 

" Sanki ne? Âlâ konuş çabuk!"

 

Sesim emir verir cinstendi ama sessizdi annemin dikkatini çekmek istemiyordum. Sinirlensem de bu kardeşime değil benden bir şeyler saklayan ve değiştiği belli olan Bora'yaydı.

 

"Emin değilim ama sarhoş biri gibi görünüyordu." dediğinde baktığım yeşillerden bakışlarımı çektim.

 

" Âlâ emin misin başka bir şey olmasın ne bileyim şirketteki işlerle falan uğraşıyor ya belki ondan..."

 

" Saçmalama Maryam şirket yabancı yer değil ki kendilerinin, öyle olsa her gece mi gider belli günleri olur, hem ben namaz kıldığını da görmedim Kudüs'teyken bir vakti bile atlamazdı sen yoğunbakımda kaldığın sürede bile namazlarını kılıyor devamlı Kur'an okuyordu ama şimdi eline aldığını bile görmedim garip değil mi?"

 

Âlâ tamam neyse bunları benden başka kimseyle konuşma aramızda kalsın olur mu? Ben emin olmadan inanmak istemiyorum onu suçsuz yere yargılamak istemem gözümle görmem gerek yani. Ben derdi neymiş çözmeye çalışırım sen karışma tamam mı?"

 

Elimi tutup kahvelerine bakmamı sağladı. " Üzülme tamam mı belki de dediğin gibi bir derdi vardır ve bunu dile getiremiyordur ama sen çözersin eminim. Konu da aramızda merak etme kimseye söylemem."

 

Bora göz kırparak yanımıza gelip gülümseyerek ne konuştuğumuzu sordu, aslında niyeti beni güldürmekti yoksa konuşmamıza karışacak merak edecek değildi. Odama gitmeli dinlenmeli ve herkesten olabildiğince uzak durmalıydım. Bora yine beni dinlemedi ve beni kucağına alıp üst kata çıkarttı. Yatağa uzandıktan sonra diğer odaya gitti, ne yapacağını bekleyip dururken elinde yeşil kaplı kalın bir kitapla döndü. Yine o eşsiz gülümsemesini bana yollarken ben ise biraz kızgındım ama bunu belli etmeden gülümsedim. Yanıma gelip oturduğunda sayfaları karıştırıp sonunda bulduğu sayfayı açtı.

 

" Meryem hani hastanede ağladın ya şimdi sana vatanınla ilgili bir hadis okuyacağım üstünlük elbet Müslümanların olacak. Ve biz birlikte Kudüs'e döneceğiz Allah'ın izniyle. Kendini üzmeyi bırak çünkü sen ağladıkça ben ne yapacağımı bilemiyorum, sana iyi gelmeye çalışıyorum ama galiba beceremiyorum."

 

Başımı bir suçlu gibi eğdim ne yaparsa yapsın ona karşı hislerimin ölçüsünden emin olamıyordum. Seviyor muydum yoksa sadece dış güzelliğine mi kapılıyordum bilmiyorum. Kalbim ona gerçek anlamda ısınmadan onun kadını olmak istemiyordum, bunu o da istemiyordu ve beni asla zorlamıyor bekliyordu.

 

" Bunu yapma işte seni bekleyeceğimi biliyorsun."

 

" Bora ben... Yani, sevmek aşık olmak istiyorum ama ne bileyim olmuyor işte. Aklım fikrim vatanım ve yaşadığımız zulüm oluyor. Sanki mutlu olmaya, aşık olmaya hakkım yokmuş gibi hissediyorum."

 

"Yapma, zamana bırak, beni sevmen gerekiyorsa zaten Rabbim bu sevgiyi kalbine verir hadi yüzüme bak ve beni dinle."

 

Başımı kaldırıp gülümsedim o da gülümsüyordu ve gülüşü nedense nefesimi tutmama neden oluyordu. Kendime gelmem zaman alırken neden bu kadar yakışıklı diye düşündüm. Normal değildi, insanın aklını başından alacak dereceydi yüzünün güzelliği. Hadis-i şerifi okumaya başladığında bakışlarım sadece yakışıklı yüzündeydi.

 

"Ebu Ümame'den gelen rivayete göre Peygamberimiz (asm) şöyle buyurdu:

 

"Ümmetimden bir tâife dinlerinde zahir / sabit, düşmanlarına karşı galip olurlar. Onlara muhalif olanlar kendilerine zarar veremezler. Allah'ın emri(kıyamet) gelinceye kadar onlar bu halde devam ederler." Ordakiler: 'Ya Rasulellah! Bunlar nerededirler?' diye sorunca, 'Bunlar, Beytu'l-Makdis'te ve Beytu'l-Makdis çevrelerinde olurlar.' diye buyurdu." (Ahmed b. Hanbel, h. no: 22320)

 

Bu hadis-i şerifi daha önce duymuş olsam da aklımdan çıkmış olmalı diye düşündüm. Namazımı oturarak kılmak zorunda kalmıştım şimdi ise uykum geliyordu Bora bunu anlamış gibi kitabı diğer odaya bırakıp döndü. Ben uzanırken o ise yanıma kıvrıldı.

 

" Uykun var biraz uyu dinlenmen lazım." Bana dönen gözlerine baktığımda onun da yorgun olduğunu fark ettim.

 

" Senin de uykun var sen de uyusana yanımda." dediğimde yeşillerinin ışık saçtığına yemin edebilirim.

 

Başını sallayıp yatağa geçti ben gözlerimi yumarken onun da uyuyacağından emindim.

 

Loading...
0%