Yeni Üyelik
2.
Bölüm

2. Bölüm: Tâlip

@hayalperestyazar02

Keyifli okumalar.❤❤❤

 

Genç adam kendini işine kaptırmış biraz da sıkılırken annesi Bahar hanım elinde kahve tepsisiyle oğlunun çalışma odasına gidiyordu. Açık olan kapıdan geçerken oğluna gülümsedi. Ramazan ayının bitmesine az bir zaman kalmıştı aslında. Evladı İftardan sonra odasına çekilip işlere gömülmüştü. Bora annesini gördüğünde mutlu olmuştu fakat işler birikmiş ve onu sıkıyordu. Hayalindeki işi yapmıyor oluşu onu bu hayattan bıktırıyordu.

 

Ailesinin zoruyla şirketteki işlerle ilgileniyor eğitimini bile bu yönde alıyordu fakat hayaline de vakit ayırmaya çabalıyordu. Sesinin güzelliğini herkes biliyordu ve o yazdığı sözlerle şarkılarını profosyonel hale getirip tekrar albüm çıkartmak istiyordu. Daha önce ailesinin tüm karşı çıkışlarına rağmen hayalini gerçekleştirmiş albüm çıkartmıştı ve bunu devam ettirmek istiyordu. Belli bir kitleye hitap ettiğini, insanların sesini beğendiğini ve onu dinlemek için hevesli olduklarını biliyordu.

 

Annesi Bahar hanım kahveyi Bora'nın masasına indirip oğluna kısa bir molayı hak ettiğini söyledi. Bora zaten sıkılmıştı, belki de ufak bir ara iyi gelecekti. Bahar hanım Bora kahvesini içmeye başladığında tekrar fırsat bulmuştu konuşmak için. Cevabın kötü olmamasını ümit ediyordu, daha önce de hayır cevabı almıştı ve artık oğlunu bu konuda ikna etmek istiyordu.

 

"Yavrum sen bu halanın kızı olayını bir kez daha düşünsen diyorum. Artık evlilik vaktin de yaklaşıyor hem belki kızı beğenirsin kim bilir."dediğinde Bora kahvesini sinirle tek dikişte bitirip masanın üzerine sertçe bıraktı.

 

"Anne uzatmasak mı bu konuyu, istemiyorum dedim ya. Hem kızı tanımıyorum bile, nasıl biri, bize uygun mu nereden bileyim? Hem belki anlaşamam hemen emin şekilde konuşup duruyorsun." Tavrı netti tanımadığı bir kızla evlenmeyi düşünmüyordu üstelik yaşının da evlilik için erken olduğuna kanaat getirmişti kendince.

 

"Canım yavrum bak diyorum ki git Kudüs'e hem o mübarek beldeyi ziyaret etmiş hem de halanı görmüş olursun. Halanın kızını da görürsün, beğenmezsen tamam laf etmeyeceğim. Sadece bir kez oraya git hallerine bak, yıllardır gidemiyoruz hep bir şeyler çıkıyor. Hem bak baban da memnun olur gidersen, zaten yakında Amerika' ya gideceksin bir değişiklik olur sana. Ne zamandır oraya gitmek istiyordun bu da vesile olur belki. "

 

Bora annesinin sözlerini şöyle bir düşündü, ne zamandır Mescid-i Aksa'yı ziyaret etmek istiyordu mübarek toprak Kudüs ise gönlünde bir yaraydı. Daha önce Filistin topraklarına gitmemişti, hakkında pek fazla bilgisi olmasa da halasının orada yaşadığını ve türlü zorluklar yaşadıklarını biliyordu elbette. Arkadaşlarıyla gitmek iyi bir fikir olabilirdi en azından tek olmazdı. Ayrıca annesinin bahsettiği o kızı da merak etmişti. Acaba o Arap kız nasıl biriydi? Güzel miydi ve ya dinine bağlı mıydı? Güzel olmasa bile dinine bağlı helale harama dikkat eden bir genç kız vardı hayalinde, belki de o kızı Filistin'de bulacaktı. Annesine gülümseyip başını salladı.

 

"Tamam annem gidip göreyim şu kızı ama beğenmezsem daha da lafını etmeyeceksin anlaştık mı?"

 

Bahar hanım memnun olmuş yüz ifadesiyle Bora'nın kollarına atıldı. Kendisine uygun bir gelin olduğundan emin olduğu görümcesinin kızı Maryam'ı gelini olarak düşlüyordu. Bora ise böyle yaparak annesinin devamlı süre gelen ısrarlarından kurtulduğunu sanıyordu. Karar verilmişti yakın bir zamanda her şeyini hallederek ilk uçakla Kudüs'e doğru uzanacaktı yolu. Annesinin gözleri önünde çalışanlarını arayarak bilet ayarlamalarını istedi. Arkadaşlarını da arayarak gelecek olanlarla Kudüs'ü ziyaret etmeyi teklif etti. Bir kaç kişi dışında on kişi geleceğini söylemişti. Bora büyük bir heyecan duyuyordu, bazı arkadaşları da kendisi gibi ilk defa gideceklerdi işgal edilmiş topraklara.

 

Ramazan ayı bitmeden oraya gitmeyi ve bayramı orada karşılamayı düşünüyordu. Annesi de bayramda orada kalmasını istemişti. Geldiğinde tek değil yanında Maryam da olsun istiyordu çünkü biliyordu gelini olarak gördüğü kızın üniversite için İstanbul'a geleceğini. Okulu bitene kadar da ikisini de evliliğe ikna etmekti amacı ve kendisine bu uğurda yardımcı olacak kişi de kaynanasıydı. Bora'nın babaannesi Maryam'ın ise anneannesiydi.

 

Bu evlilikle her iki taraf da birbirine daha yakın olacaktı. Aralarında kültür farkı olsa da ikisinin de temiz kalpleri yakınlaştıracaktı onları. Bahar hanım böyle olmasını ümit ediyordu. Bora'yı ikna eden Bahar hanım kahve fincanını tepsiye indirip odadan çıktı. Mutluydu, Bora'nın geleceğini düşündüğü için böyle bir karar almıştı. Etrafındaki kızları beğenmiyor kimseyi evladına layık görmüyordu. Maryam ise duyduğu kadarıyla bile olsa beğenmesine yetmişti, evladına layık görmüştü sadece resmini gördüğü ve kaynanasının anlatımıyla tanıdığı kadarıyla. Yabancı değildi, en azından ailemizden bir kız diye geçirdi içinden. Buraya geldiğinde hareketlerine dikkat edip beğenip beğenmediğine karar verecekti fakat biliyordu ki o kız beğeneceği tarzda biriydi. Ailesine yakışan asillikteydi, keyifle giderken evladına içten içe duâlar diziyordu diliyle.

 

***********

 

Bora her şeyi hazırlamış uçağa binmişti kısa bir süre sonra varmıştı Tel Aviv havaalanına. Pek zorluk yaşamasa da havaalanında bekletilmiş ve ekibiyle sorguya alınmıştı, kavga çıkarması halinde buraya bir daha gelemeyeceğini bildiğinden kimse ses etmemişti. Yanındaki parayı ise arkadaşlarıyla bölüşmüştü çünkü halasının yanına vardığında iftar yemeği vermek istiyordu ve yanında yüklü miktarda parayla bulunursa sınır dışı edilebilir, elindeki para alınabilir gidene kadar tekrar verilmeyebilirdi. Sırf sorun yaşamamak için yalan söylemek zorunda kalmışlardı. Mescid-i Aksa'yı ziyaret ve klip çekmek istediklerini söyleyince işler değişmişti. Bora onlara klibi işgalci İsrail sınırları içinde çekmeyi düşündüğünü söylemişti, tabi işgalci kelimesini içinden söylemişti. Böylelikle hiçbir kamera ya da malzemeye zarar gelmeden geçmişlerdi. Arkadaşları onun birlikte çalıştığı ekibinden kişilerdi.

 

Daha geldikleri ilk andan itibaren böylesine zorluk çekeceklerini düşünmemişti. Aklına Filistinli vatandaşların durumu geldiğinde kalbine bir sızı oturdu. Akrabaları burada yaşıyordu. Halası çocuklarıyla bir hayat mücadelesi veriyordu. Daha önce halası bir kaç kez gelmiş çocuklarını pek getirmemişti Türkiye'ye. O yüzden kuzenlerini tanımıyordu, en çok da merak ettiği kişi annesinin kendine bahsettiği gelini olarak gördüğü kızdı. Adını annesinin dilinden duymuş olsa da kızın ismini unutmuştu bile. Neyse dedi içinden gittiğimde öğrenirim nasıl olsa.

 

Bir kaç gün işgalci İsrail'in işgal ederek aldığı şehirlerde ekibiyle gezdikten sonra sonunda Kudüs'e vardı. Ekibindeki arkadaşları otele giriş yaparken Bora halasının evinin olduğu adrese doğru gidiyordu. Bir taksiye binmişti ve eski şehire giren yerde taksi onu bırakmıştı, burdan sonrasını kendi bulacaktı. Adresi gösterdiğinde bulabilirdi gideceği yeri. Arapça bildiği için şanslıydı.

 

Küçükken gittiği medrese ve şimdi iş gereği Araplarla devamlı görüşmesi gerektiğinden dillerini de öğrenmişti. Adresi sorduğu genç ona gideceği yeri tarif ederken ikindi ezanı yankılanıyordu kulaklarında. Buranın farklı atmosferine kaptırmıştı kendisini. Güzel bir yerdi, her şeyi farklı ve ilgi çekiciydi, özellikle dini boyutta önemli oluşu ilgisini çeken en önemli unsurdu.

 

Sonunda adresi bulduğunda evin önceden çekilen telefonunda kayıtlı duran fotoğraflarına baktı, doğru gelmişti. Gelmişken evin ve çevresinin de fotoğraflarını çekmek istemişti. Bu atmosferi anı haline getirmek onun için unutulmaz olacaktı. Telefonuyla çekim yaparken genç bir kızın kendisine sertçe seslendiğini fark etti. Arapça konuşuyordu kim olduğunu ve ne istediğini soruyordu. Bora bakışlarını genç kıza çevirdiğinde yerinde çivilenmiş gibi kalmıştı, içinden kim bu kız diye düşündü.

 

Genç kız koyu kahve gözleri keskin buğulu bakışlarıyla dikkatini çekmişti genç adamın. Haram olduğunu bile bile kendisine engel olamayıp kızın yüzünü inceledi. Kaşları kalemle çizilmiş gibi duran, lâkin dokunulmadığı belli, doğal görüntüsüyle eşsiz bir göz ve kaş ahengi değiyordu gözlerine genç adamın. Hafif de olsa uzun biçimli burnu yüzüne yakışıyordu, elmacık kemikleri belirgin kızgın görünse de güzelliğini saklayamayan yüzünde kayboluyordu genç adam. Saçlarına değdi gözleri, genç kız ise bakışlarını kaçırmış düşünüyordu.

 

Siyaha çalan rengiyle hafifçe arkadan bağladığı kıvılcık saçları hem doğal hem yumuşak görünüyordu. Nedensizce kızın saçlarına dokunma isteği belirdi genç adamda. Genç kız aynı soruyu başka bir dilde sorduğunda Bora bu dili bilmediği için düşünmeye devam etti cevaplamadı kızı. Bu kız halasının kızı olabilir miydi ya da bu evlerden birinde mi yaşıyordu kendisini kim sanmıştı acaba? Bora kızın kim olduğunu bilmese de o Türkçe konuşana dek cevap vermeyecekti, kendince kızın halasının kızı olup olmadığını çözecekti böylelikle çünkü halasının kızının Türkçe bildiğini biliyordu. Onu daha önce hiç görmemiş de olsa hakkında az da olsa bilgiye sahipti.

 

Genç kız bu sefer de sorusunu İngilizce sordu, Bora ise umursamadı etrafındaki evlerin bu atmosferin fotoğraflarını çekiyordu. Bu kız halasının kızı değildi sanırım diye düşündü. Kız kağıda yazdığında da aynı tepkiyi verip konuşmadı. Buraya geldiğinden beri bir çok yahudi ve Arap genç kız görse de hiçbiri bu kız kadar dikkatini çekmemişti. Kızın korkusuz duruşu öfkeli bakışları bile zihnini bulundurmaya yetmişti. Bavulunu alıp uzaklaşırken kızın ardından homurdanıp durduğunu fark etti. Kız kendisinin anlamadığını düşünse de Bora duyduğu Arapça cümleleri anlıyordu. Deve mi demişti kendisine hoşuna gitmiş gibi gülümsedi ve yürümeye devam etti genç adam.

 

Uzaklaşırken geçtiği yerlerden kuzenlerine ufak hediyeler almayı düşündü. Onları tanımıyordu lâkin iki kuzeninin yaşlarının küçük olduğunu biliyordu. Biri 12 diğeri 10 yaşlarındaydı annesi öyle söylemişti. Kuzenlerine bir kaç okul malzemesi ve yaşlarına uygun oyuncak aldı. Diğer evli olan kuzenlere ne almalıydı diye düşünüp durdu. Belki de evlerine gitmeden önce bir şey almalıydı çünkü çok fazla şey taşıyacak durumda değildi. Alacaklarını çabuk halledip halasının evine gitmeliydi üstelik akşam için iftar yemeği de verecekti ekibindeki arkadaşlarıyla birlikte anlaşmıştı bir yerle.

 

Akşam olmadan gelip eski şehir, Şeyh Cerrah mahallesi ve Silvan mahallesinde dağıtılacaktı yemekler. Tek endişesi bunun dikkat çekmesi olacaktı fakat onu da halletmişti farklı yemekler gelecekti ve iftarı veren kişinin ismi farklı biri olarak verilecekti. Burada dikkat çekip, buraya tekrar gelme olasılığından olmak istemiyordu. Türkiye'den Filistine tur düzenleyen yakın arkadaşı ona ne yapması gerektiği, hakkında her türlü bilgiyi vermişti.

 

Halasına da ayaklarının ağrıdığını bildiğinden buraya varmadan önce ortopedik kaliteli bir ayakkabı ve terlik almıştı. Sadece adını unuttuğu halasının kızı kalmıştı, ona ne alabilirdi ki diye düşünüp durdu. Sonunda geçtiği yerlerden birinde yüzük yapan bir esnafa denk geldi, tezgahtaki yüzük ve kolyelere göz gezdirdiğinde Filistin şeklindeki kolye dikkatini çekti. Beğenir miydi acaba bunu diye düşündü? Güzel görünüyordu eli boş gitmektense bunu alayım diye düşünüp kolyeyi alıp ücretini verdi. Buradaki eanaflarla da muhabet ediyordu. Bu mekânın insani çok güzeldi.

 

Kolyeyi pakette istedi, annesinin zoruyla mı böyle yapıyordu acaba, bunun farkında bile değildi. Tekrar aynı yoldan dönüp karşısında durduğu eve vardı. Oh çekti genç adam, öfkeli kız burada değildi sonunda kapıyı çalabilirdi. Evde olmalarını ümit ediyordu, ilk geldiğinde zile basmış kapıya vurmuş ama kimse açmamıştı kapıyı. Kapıya doğru basamaklardan adımlayıp zile bastığında arkasından birinin geldiğini hissedip arkasını döndü. Önüne bakmayan genç kız burnunu genç adamın göğsüne vurduğunda acıyla inleyip burnunu tuttu.

 

Bora artık emin olmuştu bu kız halasının kızı olmalıydı yoksa ne işi vardı bu kapının önünde? Kız dengesini kaybedip düşeceği sırada düşmesine mâni olup belinden tuttu, genç kızı kendine çekti. Kız gözlerini açıp karşısındaki adamı gördüğünde şaşkınlıkla kahvelerini yeşil gözlerine dikt. Genç adam Türkçe konuştuğunda genç kız şaşırıp kaldı. Aralarında bilmedikleri bir bağ oluşmuştu, ikisi de farkında olmasa da hiç kopmayacak ve ikisini de buraya bağlayacak bir bağ meydana geliyordu kaderin izin verdiği çizgide.

 

*********

 

Maryam'dan

 

Kalbimde farklı bir çarpıntı vardı, bu muhtemelen akşam Yaser'in yanımıza gelmesinden kaynaklıydı ve ya bayramın yaklaşıyor oluşundan. Misafirimiz annemle oturup Türkçe sohbet ederken elimdeki toz şeker paketini mutfağa bıraktım zaten tatlı için gerekecekti, o yüzden paketini kesip şekeri cam kavanoza aktardım. Aklım hâlâ Rıdvan'ın sözlerinde kalmıştı. Bana bakışlarını fark etmiştim fakat hakkımda böyle düşündüğünü bilmiyordum. Evlilik mi, aklımın ucunda dahi yoktu fakat annem ne diyecekti bilmiyorum. Derin bir iç çekip salona geçtim, annem yeğeniyle sohbete dalmıştı akşam için hazırlık yapmalıydık.

 

"Akşam için ne yapalım anne?" diye sordum Türkçe konuşarak.

 

Bora annemin konuşmasına izin vermeden parmağını kaldırdı dudaklarını araladı ne diyecekti ki? Sevdiği bir yemek yapmamızı isteyecekti belki de.

 

"Gerek yok kendinizi yormayın hazır gelecek iftar yemeği."

 

Şaşırmıştım beklemeden sordum. "Kim veriyormuş ki iftar yemeğini haberimiz yoktu bizim?"

 

Açık yeşil gözlerini kaçıncı kezdir üzerime dikiyordu. Gözümden kaçmamıştı bu, misafir olmasa ağzının payını alırdı da neyse kırk yılda bir gelen kişiye de kötü davranamazdım annem için ses etmeyecektim. Kim olduğunu söylemedi, sadece iftar yemeği verip buradaki insanlara bir katkısı olmasını isteyen biriymiş. Neyse diyerek en azından mutfakta tatlı yapıp aklımı dağıtmayı düşündüm çünkü sohbetlerine katılmayı pek düşünmüyordum.

 

Malzemeleri çıkartıp kek yapmaya başladım, hem kardeşim de gelecekti. Keyifliydim aslında, sadece aklım karışıktı gideceğim için üzülüyordum. Kek hamurunu çırparken Bora ufak olan mutfağımıza girdi yine bakışlarına takılmamak için işime baktım. Fazlasıyla yakışıklı ve dikkat çekici biriydi, gözleri çok güzeldi fakat bakmam doğru değildi kendime hakim olmayı başarabilen biriydim. Dış görünüşe aldanmazdım evet fazlasıyla yakışıklıydı ama benim baktığım şey her daim kalp olurdu bir erkekte, ki bir süre daha da böyle bir şey istemiyordum.

 

"Benim için mi yapıyorsun keki?"diye sorduğunda hafifçe kıkırdadım tek kaşımı kaldırıp bakışlarımı ona çevirdim. Türkçe konuşuyordu ve benim Türkçem gayet iyiydi.

 

"Ne belli keki sana yaptığım?"

 

Sinsice gülümsedi. "Misafir olduğum için olabilir mi?"

 

Aklıma yine Yaser düştü ah kardeşim gözleri elinden alınan masum çocuk. Akşam gelecekti ve annem ağlamaya doymayacaktı yavrusunu özlemişti. Kaç defa fotoğraflarına bakıp iç çekip ağladığını görmüştüm. Gözlerim benden izinsiz doldu, bir damla yaş yanağımdan süzülüp giderken zihnimde Yaser vardı. Kalbimde acı dolu bir his belirdi. Ağlama Maryam kendine gel şimdi yanlış anlayacak seni diyordu iç sesim.

 

"Kötü bir şey mi söyledim Meryem? Gözlerin doldu ağlayacaksın nerdeyse."

 

Akıttığım yaşları elimle silip keki yapmaya devam ettim. Yaser bu keki çok severdi, içine kakao ve ceviz de koyacaktım. Açıklama gereği duymak zorunda olmasam da kendimi açıkladım keki ona yapmıyordum. Yiyecekti belki ama niyetim kardeşimeydi.

 

"Annemin haberi yok sürpriz olacak söyleme yani ona, akşam kardeşim geliyor. Eve gelmeden önce gördüm onu, şimdi abimin evinde. Akşam kardeşimi getirecek, annem dayanamaz ağlar, akşam pamuklara saracak oğlunu biliyorum."

 

Durdum aklıma yeni gelmişti bana neden Meryem demişti ki onlarda öyle söylendiği için miydi?

 

"Bana neden Meryem dedin ki benim adım Maryam."

 

"Ben Meryem demek istiyorum ama..."

 

"Tamam nasıl istersen öyle çağır." Durdum zihnime takılan soruyu sormanın vaktiydi.

 

"Söyler misin benimle neden konuşmadın deli olduğunu düşündüm. Evin resmini çekip duruyordun seni hain sandım." dediğimde güldüm biraz ama keke ceviz eklemem lazımdı. Dolabı açıp elime paketi aldığımda kalan az biraz cevizi ekledim.

 

"Türkçe konuşmanı bekledim konuşmadığın için de cevap vermedim. Aslında seni sınadım desem, ben de seni yabancı biri sandım halamın kızı olsa Türkçe konuşurdu dedim."

 

Kuzenim kafayı yemiş olabilir miydi acaba? O an aklıma Türkçe konuşmak gelmemişti, bir de sınadım diyordu neyi sınıyordu acaba? Neyse boşver dedim, hızlıca keki çırpıp kalıba döktükten sonra önceden ısıttığım fırına attım. Fırınımız çalışmıyordu bu eski davul fırın da iş görüyordu işte ama bir gün bozulacak diye korkuyordum, yenisini alacak durumumuz yoktu. İşime dalmışken arkamdan bir elin bana sarıldığını fark ettiğimde bunun kim olduğunu biliyordum. Gülümseyerek döndüğümde kardeşim Sami elini belime dolayarak karşıdan bize bakan Bora'ya sert sert bakışlar atıyordu.

 

"Maryam kim bu, ne işi var bizim evde, ne konuşuyor seninle?" diye Arapça sordu hızlı şekilde.

 

Bora gülmeye başladığında Sami daha çok kızdı. Off bu kardeşim de annemi benden, beni ise herkesten kıskanırdı. Arada atışırdık ama paylaşamazdı beni çok severdi.

 

" Sapanımın ucundaki taşın tadına bakmak istiyor bu." derken cebinde sakladığı sapanı çıkarttı ucuna taş taktığında lastiğini gevşetti.

 

Allah'ım, kardeşim ne yapıyordu öyle? Engel olmazsam kuzeninin gözünü patlatabilirdi, misafire rezil olmak istemiyordum. Sapanı tutup Sami'ye kaşlarımı çatarak sertçe baktım.

 

"Sami yapma, misafirimiz o, Türkiye'den geldi akrabamız oluyor. Hemen yanlış anlıyorsun, sakla şu sapanı elinden alırlar bak."

 

Sapanı indirmiş olsa da sert bakışları Bora'nın üzerindeydi. Bora ise gülümsüyor böylelikle yüzünün güzelliği daha çok ortaya çıkıyordu.

 

"Hah sapanımı alsalar da yenisini yaparım ben." İşaret parmağını kaldırıp Bora'ya çevirdi. "Gözüm üzerinde Maryam'a yaklaştığını görmeyeyim bitiririm seni..." dedi tehditkar biçimde.

 

"Hoş bulduk." dedi Bora Sami'ye Arapça konuşmuştu, ardından Sami sert bakışlarla mutfaktan çıktı.

 

Bora ise kardeşimin gidişiyle gülmeye başladı. "Ailecek çok konukseversiniz kovmadığınız kaldı beni." derken alayla konuşmuştu. Ben Arapça bilemediğini düşünürken ana dili gibi konuşuyordu. Kaşlarımı çatıp dudağımı büzdüm. "Söylediğim her şeyi anladığın halde konuşmadın öyle mi? Ben de Arapça anlamadın sanmıştım."

 

Bakışlarını yere indirmişti sonra yeşilleri kalkıp gözlerime odaklandı, bense hemen bakışlarımı çevirdim keke bakıyormuş gibi yaptım daha yeni atmıştım hemen pişmeyeceğini biliyordum yanmasın diye başında bekliyordum.

 

"Arapça biliyorum, bizim şirket için çok sayıda Arap'la görüşmelerimiz oluyor bu şekilde konuşa konuşa öğrendim pekiştirdim dili ama ikinci söylediğin dili bilmiyorum anlamadım onları."

 

"Hmmm iyi olmuş öğrendiğin, iş için gerekli demek ki. Yahudilerin diliydi konuştuğum, İbranice konuşurlar genelde. Burda olunca çocukluktan merak sardım öğrendim. Şimdi hakkımızda ne söyleseler anlıyorum."

 

"Farklı dilleri öğrenmen iyi olmuş zorlanmazsın."

 

"Sen hâlâ burda mısın? Maryam, ya sen gel içeri, ya bu gelsin yoksa elimden bir kaza çıkacak." diyerek gelen Sami yine güldürdü bizi.

 

Biz gülüyorduk ama onun yüzü sirke satıyordu. Sami'ye gitmesini anlatan bakışlar attığımda kızgın ve sert bakarak çıktı mutfaktan. Sanırım kuzenimi uyarmam gerekiyordu kapının önünde beni tuttuğunda düşmemiş olsam da zoraki özür dilemiştim, içimden gelmediği halde. Mutfaktan çıkacağı sıra durdurdum onu sözlerimle.

 

"Bir daha düşecek dahi olsam beni kurtarmaya çalışma, tam tersi düşmeme izin ver."

 

Bakışlarım sertti, akrabam dahi olsa bana dokunmuştu ve bundan hoşlanmamıştım. Onu tanımıyordum, ayrıca geldiğinden beri süre gelen bakışları dikkatimi çekmişti elbette. Uyarısını alıp köşeye oturmalıydı. Doğruyu söylemek gerekirse yerimde başkası olsa belki de tepkisi farklı olurdu fakat ben kendimi bir istiridyenin kabuğuna kapatmıştım, kimsenin açmasına da müsade etmiyordu kalbim. Şaşkın bakışlarla bana baktığında tekrar araladım dudaklarımı.

"Bir daha tenin tenime değmesin çünkü bundan nefret ederim haram olan bir erkeğin beni düşmekten koruması doğru değil. Beni ancak erkek kardeşlerim düştüğümde kaldırır sen değil..."

 

Düşüncem yanlış gelebilir olsa da ben buydum. Haram bir dokunuş kendimi kötü hissettirirdi. Her ne kadar hastalık ve zaruret halinde şehvetsiz dokunma haram olmasa da bu durum canımı sıkardı. Sesim sertti, benim tersime onun yüzünde mimik dahi oynamadı. Sonra elini çenesine getirip kirli sakallarını sıvazladı.

 

"Türkiye'de o kadar kız varken sana bakacağımı mı sandın yani? Çok komiksin..."

 

Beklemediğim bir cevap olsa da umursamadım. Elbette ki böylesine giyim kuşamına dikkat eden birinin etrafı çok güzel kızlarla dolu olmalıydı. Bana neydi ki zaten, benim derdim yetiyordu bana. Kendimi gülümsemek adına zorladım. "Haklısın..." deyip kestirip attım ve fırının içine baktım kek hâlâ pişmemişti.

 

Bora tek kelime dahi etmeden sinirle soluyarak içeri geçerken ben kekin başında beklemeye devam ettim. Ayakta yorulmuştum bu yüzden sandalyeyi çekip oturdum, pencereden mahalleyi izlemek huzur veriyordu ruhuma. Dama çıkıp terasta Kubbetus Sahra'yı izlemek en büyük keyfimdi. Annem izin verse damda yatardım lâkin in çık yoruluyordu, evin tek kızı olduğumdan annemi yalnız bırakmıyordum. Bazı günler sıcaktan bunalıp tamam gidelim, damda uyuyalım diyordu sabah ise eşsiz bir görüntüye uyanıyordum.

 

Akşam olmuştu yemeğimizi yemiştik namaz kılmıştık Yaser de gelirse deymeyin keyfimize. Yatsı vakti Abdüssamed kıble mescidine giderdi herkes gibi. Gitmeden önce de kardeşimi getirirdi, onu görmeyi dört gözle bekliyordum. Kapı çaldığında heyecanla kalktım ve kapıyı açtım. Abdüssamed beni gördüğünde gülümsedi hafifçe sarıldı bana, saçlarımı okşayıp başımın üzerine bir öpücük kondurdu. Seviyordum kardeşlerimi, hepsinin sevgisi paha biçilmezdi benim için. Yaser benim açtığımı anlamıştı sanırım yaklaştı bana, giydiğim elbisenin eteğine sardı kollarını. Sardı kollarım can parçamı, gönül yaramı sonra annemi bekletmemek adına içeri geçtik.

 

Annem salonda koltukta oturur vaziyette beklerken kapıdan gelen Yaser'ini gördü. Hemen doldu gözleri, acı yakasına yapışmış gibi kalbi kanla doldu. Akıp her yeri ıslattı kan damlalarıyla, yüreğindeki kanı görünmese de ben anlıyordum annemi. İçli bir hıçkırık koptu dudakları arasından. "Yaser yavrum..." dediğinde koltuktan bir hışımla kalkıp yavrusuna attı kollarını. Sarıldı en masum en küçük evladıyla. Ağladı annem, sızladı yüreği titrek bir ateş gibi. Dayanamıyordu bunca acıya fakat güçlü olmaya gayret ediyordu. Bize belli etmiyordu fakat çok yorulmuştu annem. Ah güzel annem ismi gibi fazilet kokan annem.

 

Yaser'in gelişi annemi hem ağlattı hem sevince boğdu. Mutfaktaki işleri bitirdiğimde annem acele şekilde yanıma vardı, sanki bir şey söyleyecekti telaşlıydı.

 

"Maryam sen Rıdvan'a seni istiyorum dedin mi?"

 

Nerden çıkmıştı bu anlamadım, şaşkınlıkla büyüyen gözlerimle anneme dikkat kesilerek baktım. "Hayır öyle bir şey söylemedim sadece düşüneceğim dedim. Nerden çıktı bu söz böyle?"

 

Annem artan telaşıyla elinde tuttuğu telefonu tezgaha bıraktı ayakta duramıyordu içini korku kaplamıştı sanki. "Anne neyin var iyi misin?" diye sordum titreyen telaşlı sesimle.

 

Başını salladı. "İyiyim korkma, Yakup işgüzarlık yapmış Rıdvan'ın ailesi aradı beni, yarın geliyorlar, senin için izin almışlar. Kızım sen bilirsin, elbet zorlayacak değilim karar senin."

 

Yakup ne yapmıştı öyle? Gözlerim kocaman açılırken annemi de üzmek istemedim belki de hayırlısı buydu kim bilir? Boğazıma bir yumru oturmuş gibi kaldığımda kendimi toplayıp boğazımı temizledim.

 

"Annem sen istiyor musun? Beni onlara layık bir gelin olarak görüyor musun?"

 

Gözleri doldu acıya meydan okuyan annemin. Kuruyan dudaklarına bir bardak su çaldığımda kendine geldi toparlandı biraz daha. "Bilmiyorum ki ne yapsak, ne etsek? Yarın geliyorlar işte konuşuruz, bakarız, bir karara varırız. Kızım ben senin mutlu olmanı istiyorum."

 

Başımı salladım biliyordum anneler evlatlarının her daim mutluluğunu isterdi. "Annem, benim okulum var, daha okumam lazım, eğitim alıp geri döneceğimi bilmiyorlar mı?"

 

"Rıdvan beklerim demiş, razıyım okulunu bitirip gelsin talibim ona demiş. Kızım bu adam seni çok seviyor iyi de biri bir kötülüğünü görmedik ailesi de zaten hayırlı temiz insanlar. Hayırlısı hakkında..."

 

Karar verilmişti, ben annemi üzecek en ufak şey yapmazdım. Başımı sallayıp gülümsedim kabul edecektim, belki içimde sevgi yoktu lâkin zamanla o da olurdu Allah'ın izniyle. Annem ayağa kalktığında sarıldım ona, güzel kolları belimi sardı, usulca öptü kıvılcık saçlarımı. Bir evlât, babası yıllar önce şehit olmuş bir genç kız, annesini de babasını da aynı kişide bulmuştu. Yüreği babasının kokusunu duymayı arzulasa da annesi vardı kokusu kendisine sinmişti. Biliyordum babam gibi bir gün ben de şehit olmayı arzuluyordum.

 

Loading...
0%